Header Ads Widget

test banner

The Vasiyet’in Düşündürdükleri



MFP’yi takip edenlerin çoğunun bileceği üzere, gazeteci Ahmet Dönmez bundan iki hafta kadar önce “İşte Fethullah Gülen’in kamuoyundan gizlenen gerçek vasiyeti” başlıklı bir yazı yazdı. Ardından (şimdiye kadar) bu konuyla alakalı sekiz tane YouTube videosu yaptı. Bu yazımı buradaki tartışmaları özetlemek veya detaylarına girmek niyetiyle yazmıyorum. Bu konunun ana noktalarından hareketle, daha soyut, temel ve önemli bir konudan bahsetmek istiyorum.

“The cemaat” diye tabir ettiğim Gülen cemaatinin vefat etmiş lideri Fethullah Gülen’in (ona da “The Gülen” diyebiliriz belki, çünkü başka Gülen soyadlı insanlar da var) Ahmet Dönmez’in ortaya çıkardığı gizli vasiyetini, bu yüzden başlığıma “The vasiyet” olarak taşıdım ve yazımın başlığı bu vasiyetin düşündürdükleri.

Asıl yazmak istediklerime geçmeden önce çok hızlı bir özet yapmamda yarar var. Gülen öldükten hemen sonra, bir kısım aile üyeleri ve the cemaatin seçmece önde gelenlerinden bazılarıyla birlikte geride bıraktığı çantası açıldı ve içinden çok eski (kendi el yazısıyla, Osmanlıca harflerle yazılmış) bir vasiyet çıktı. Başka bir vasiyetin bulunmadığı söylendi. Ama iki hafta önce öğrendik ki “bundan önceki vasiyetleri geçersiz kılan” ve Temmuz 2024’te hazırlanmış bir vasiyet varmış ve bu kamuoyundan gizlenmiş.

Bu durum Gülen cemaati içinde büyük bir olaya dönüştü. Öyle ki, daha önce hiçbir şeye aldırmayan Cevdet Türkyolu (vasiyet’in executor’u), Adem Kalaç’ın (vasiyet’in yedek executor’u) ardından bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Şimdilerde The Vasiyet’in gerçekten Gülen tarafından imzalanıp imzalanmadığı (çünkü noterden ve iki şahitten ses yok), Cascade Trust ve Golden Generation Foundation’ın yapıları, Gülen’in eserlerinin telif hakları gibi meseleler tartışılıyor.

Bütün bu olaylardaki ana mesele ise, the cemaat hiyerarşisindeki şeffaflık eksikliği (yan mesele olarak yönetim krizi sayılabilir). Bir cemaatin liderinin Amerikan devletine sunulmuş olan vasiyeti, cemaat mensuplarından gizleniyor. Bu işin ana aktörü, Gülen’in sağ kolu diyebileceğimiz, özellikle Gülen Amerika’ya geldikten sonra onun dış dünyayla irtibatında ana belirleyici olan, herkese “Abdullah” şeklinde hitap eden, çok sayıda emlak sahibi olduğu bilinen Cevdet Türkyolu (“Deve Cevdet”).

Benim bu yazımdaki amacım, önceki yazılarımda belki değindiğim ama çok derinine inemediğim the cemaat hiyerarşisindeki şeffaflık eksikliği ve bundan da öte, "ahlak" eksikliği üzerine konuşmak.

Öncelikle, the cemaat yöneticileri hiç şeffaf değildi, hiçbir zaman da olmadılar. Kararların nasıl alındığı, kimlerin aldığı, kimin ne iş yaptığı, büyük miktardaki paraların nasıl yönetildiği gibi konularda, “görünen hizmet” kısmında bile şeffaflık yoktu. Bir de “görünmeyen hizmet” (mahrem/hususi hizmet) kısmı var ki, oraya hiç girmiyorum bile. Çünkü orası doğası gereği tamamen gizlilik içinde.

Şeffaflık eksikliğinin yanında ahlak eksikliğinden bahsetmemin sebebi ise, the cemaat yöneticilerinin “mahrem fıkhı” diye tanımlayabileceğimiz bir düşünceyi içselleştirmiş olmaları. Nedir bu “mahrem fıkhı”? Başlangıcı masum gibi: adalet-i izafiye’den (küllün selameti için cüz feda edilebilir) geliyor. Öncelikle şu düşüncelerle başlıyor: “Sır senin esirindir; ifşa edersen, esiri olursun,” “Biliyorum, elinizdeki meyve suları boş kutularını dışarı çıkarken bir çöp kutusuna attığınız gibi, bu düşünceleri de açık olma yanıyla çöp kutusuna atıp geçeceksiniz,” “Hizmet ederken gerçek ismin haricinde başka isim kullanabilirsin/kullanmalısın,” “Tedbir yapmalısın,” vs. Ama sonrasında bu anlayış, askeri okul sınavlarının sorularının seçilmiş mensuplara verilmesiyle başlayıp, diğer sınavlara, paşakeyfi sitelerine, Balyoz davalarındaki uydurma delillere, Tahşiye davasına, Selam-Tevhid kanunsuz dinlemelerine ve nihayet 15 Temmuz’a evriliyor.

Unutmayalım, bu mahrem fıkhının kurucuları ve uygulayıcıları (başta The Gülen olmak üzere) the cemaat hiyerarşisinde en üsttekiler. Böyle bir fıkhı görmüş, buna onay vermiş, hatta teşvik etmiş insanların bir şeyleri gizlemeleri, tüm sorulara sessiz kalmaları, yazılarında veya kameraya bakarak yalan söylemeleri nasıl şaşırtıcı olabilir?

Burada iki önemli nokta var:

Birincisi, bütün bu yapılanlar hangi ahlak tanımını alırsanız alın, açık bir ahlaksızlıktır.

İkincisi ise, bu insanların bu ahlaksızlıkları, birer ahlaksızlık olarak görmemelerinin kendilerince bir sebebinin olması. Bu sebep: dava! Bir davaları vardı, inandıkları, güzel şeyler yapacaklardı, bunun için "harp hilesi" sayılabilecek şeyler, normal fıkıhta haram olsa da onlara helaldi. Öyle alıştılar ki bu helallere; mahrem fıkhının onlara sağladığı olanlaklar, onlarda bir karakter haline geldi.

Normal hayatlarında—ailelerine, çevrelerine karşı—çok dürüst ve iyi olabilirler; ama mesele "hizmet" olunca, önemli olan söylenen şeyin doğruluğu değil, bunun davalarına ne sonuç getireceği. Evet, bu pragmatik bakış, çoğu üst yönetici için tek kriter. O yüzden üst yöneticilerden kimileri insanları çıldırtacak derecede suskun kalıyor, kimileri "Cevdet abinin yaptığı açıklama yeterli" gibi şeyler söylüyor, kimileri ise yalanlarına devam ediyor (manipülatif Gülenist sosyal medya maymunlarını saymıyorum; onlar yönetici değiller, görevlerini yapıyorlar.)

Dolayısıyla buradaki ana mesele, gizlemenin, suskunluğun ve yalanların arkasındaki içselleştirilmiş mahrem fıkhı.

Çok da uzatmak istemiyorum. Ahmet Dönmez’in ilk haberinin ardından yazdığım tweet’imle bitireyim:

“Dürüst olunmamasına hala şaşıranlar var, ben de onlara şaşırıyorum. Dürüst olmamak, namertlik bir yapının temelinde varsa (ki var, bkz. ‘tedbir’), o yapıdan ve oradaki insanlardan her şeyi bekleyebilirsiniz.”

Selamlar,

-İsa Hafalır

author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

1 Yorumlar