Header Ads Widget

test banner

Maddenin Zor Problemi


Madde nedir? Her gün temas ettiğimiz, gördüğümüz nesneler; elma, sandalye, vs... içinde yaşadığımız dünya, evren. Bilim bize, maddenin atomlar, atom altı parçacıkları, ve dalga/enerji formlarından oluştuğunu söylüyor. Fakat Rupert Spira'nın ortaya attığı bir soru bizi alıştığımız yaklaşımdan uzaklaştırıp farklı bir sorgulamaya çağırıyor: "maddenin zor problemi" (hard problem of matter.)

"Bilincin zor problemi" (hard problem of consciousness) üzerine yazdığım yazıda (link) bahsettiğim, David Chalmers'ın sorduğu temel soru şuydu: bilinç dediğimiz fenomenal deneyim ("qualia",) maddeden ve fiziksel süreçlerden nasıl ortaya çıkıyor? Nasıl oluyor da elmanın subjektif, içsel olarak deneyimlenen bir "tadı" var? Neden insan olmak gibi bir deneyim var? Panpsychism ve Integrated Information Theory gibi ilginç ve önemli teoriler bu soruya cevaplar arasa da, bu henüz cevaplanamamış ve çok önemli bir soru.  

Rupert Spira ise bilincin zor problemini tersine çeviriyor ve şöyle soruyor: maddi dünyanın, yani maddenin, bilinçten bağımsız olarak var olduğuna dair varsayımımızı gerçekten doğrulayabilir miyiz? Doğrulayamıyorsak ve deneyimlediğimiz her şey bilincin içinde ise, madde, bilinçten nasıl ortaya çıkıyor? (veya sadece çıktığını mı zannediyoruz?) Bu soru yanında, bilimsel materyalizmin doğasına ilişkin temel kabullerimizi gözden geçirmemiz gerekliliğini de getiriyor.

Yukarıda bahsettiğim gibi, bilim, maddenin varlığını ve mahiyetini anlamak için atom, proton, elektron, kuark, quanta gibi temel parçacıklarla veya daha doğrusu kuantum alanlarla ve olasılıksal dalga fonksiyonlarıyla başlıyor. Bilimin temelinde kuantum mekaniği var, üzerine fizik, kimya, biyoloji bina ediliyor. Ancak şunu gözden kaçırmak nedense çok kolay: maddenin varlığına ve mahiyetine dair her türlü argüman ve delil, bilinç dışında değil, tam olarak bilincimizin içinde bulunuyor.

Maddenin gerçekte ne olduğunu sorgularken, maddi dünyaya dair tüm deneyimimizin bilinç içerisinde oluştuğunu daha detaylı inceleyelim. Bir elmaya baktığımızda onun kırmızı rengini görürüz, dokusunu hissederiz, kokusunu alırız ve tadını deneyimleriz. Tüm bu duyularımız, beynimizdeki belirli nöral aktivitelerle eşleşir. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, beynimizdeki nöral aktivitenin kendisini değil, o aktiviteyle eşleşen "deneyim"i doğrudan algılıyor olmamızdır. Nöral süreçlerin kendisi bizim bilincimizde doğrudan deneyimlenmez; biz yalnızca onların ortaya çıkardığı "bilinç içeriklerini" algılarız. Başka bir ifadeyle, maddeye dair tüm deneyimlerimiz doğrudan bilinçte var olur ve bilincin dışında bir gerçekliği asla doğrudan gözlemleyemeyiz; dolayısıyla varlığına emin olamayız veya ispatlayamayız.

Varlığın zor problemi, Spira’nın savunduğu, Advaita Vedanta’da bulunan, "ikiliksizlik" (non-duality) anlatısıyla çok ilgili. Bu non-dual anlatının merkezinde, "gözlemleyen" ve "gözlemlenen" arasındaki ayrılığın ("seperateness") bir ilüzyon olduğu fikri var. Buradan yola çıkarak, tek bir gerçeklik ve tek bir varlık olduğunu söyleyebiliriz. 

Burada üzerinde ilk konuşmamız gereken, tek bilinçten nasıl çok sayıda bilincin ortaya çıktığı. Bu fikri daha iyi kavrayabilmek için Spira’nın "Mary ve Jane" hikayesini ele alalım. Sonsuz (veya evrensel) bilinci temsil eden Mary, yatağında uykuya dalar ve rüyasında kendini New York sokaklarında yürüyen (sınırlı bilinci temsil eden) Jane olarak bulur. Jane, çevresindeki dünyayı dışsal, tamamen bağımsız ve gerçek olarak deneyimler: ağaçlar, kuşlar, nehirler onun için gerçekliktir. Jane, kendisini sınırlı bilinciyle tanımladığı için ve gerçek doğasının sonsuz bilinç olduğunu anlayamadığı için kendisini deneyimlerinden (yani onun tabiriyle "dış dünya"dan) ayrı görür ve bundan dolayı acı çeker. Ancak gerçekte Jane'in deneyimlediği her şey Mary'nin zihninde oluşan bir rüyadan ibarettir; gözlemleyen ve gözlemlenen aslında aynı mahiyete sahiptir. Buradaki kritik nokta, Jane’in deneyimlediği dünyanın Mary'nin bilincinden bağımsız bir varoluşa sahip olmadığını anlamaktır (tabii, bu hikayede bir tane Mary, ve sınırlı bilinçler adedince Jane var.) Spira'ya göre, bizim şu anda deneyimlediğimiz dış dünya da, aslında bilincimiz içinde açığa çıkan bir fenomen olarak var ve bu bilinç evrensel. 

Bu bağlamda, egonun ya da "ben" kavramının da bilincin içinde bir fenomen olduğuna değinmemiz de gerek. Gündelik yaşamda kendimizi ayrı bir benlik olarak hissederiz; ancak derinlemesine gözlem yaparsak, bu benliğin de aslında bilinç içinde ortaya çıkan aslında geçici, ama devamlılığından ötürü kalıcı gibi algılanan bir fenomen olduğunu görebiliriz. Dikkatli baktığımızda görürüz ki, egomuz, tıpkı dış dünya gibi, bilinç yüzeyinde beliren ve kaybolan bir dalgalanmadan başka bir şey değil. Bu farkındalık, benliğin sağlam ve sabit bir öz olmadığını, aksine sürekli değişen ve geçici olduğunu bize gösterebilir.

Evet, Spira'nın ortaya koyduğu "maddenin zor problemi" bizi, bilincin doğası hakkında derinlemesine düşünmeye davet ediyor. Maddeyi, bilinç dışında bağımsız bir gerçeklik olarak varsaymak yerine, bilincin içindeki fenomenler olarak görmek, varoluşun gerçek doğasına dair daha derin bir anlayış sağlayabilir zannımca. Bilinç ve madde ilişkisi üzerine bu sorgulama, sadece felsefi bir merak değil, aynı zamanda kendi varoluşumuzun ve deneyimlerimizin temelini anlamamız için kıymetli bir araç. Belki de gerçek "zor problem," bilinçten bağımsız bir madde varsayımımızın kendisidir ve bu varsayımı sorgulamak bizi varoluşun merkezindeki bilinç gerçeğine daha da yaklaştırabilir; en azından bana öyle geliyor.

"Varlığın Birliği" başlıklı yazımı (link) okuyanlar buna benzer argümanların o yazımda da olduğunu hatırlayacaktır. Umarım bu yazımla, "Hangi Tanrı? Hangi İnanç" başlıklı yazımın (link) sonunda neden dört evren modelinden bana en yakın geleninin "drama modeli" olduğunu da biraz daha açabilmişimdir.

Selamlar, sevgiler,

-İsa Hafalır



author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

5 Yorumlar

  1. Gözlemlediğimiz dünyada ne var ise buna bizler de dahil varız. İlizyon ya da rüya olan, bana göre bu gibi felsefi argümanlar.
    Fizik, kimya, biyoloji, kozmoloji vs tüm bilimsel literatür öyleyse bir rüyayı ve o rüyanın kanunlarını mı anlatıyorlar?
    Ve Mary de bizler gibi bir bilinç anlaşılan. Güzel rüyalar gördüğü gibi karışık rüyalar da görüyor.
    Gökyüzü, denizler, nehirler, dağlar, çeşit çeşit bitki ve hayvanlar gibi saf ve doğal güzellikler ile birlikte Jane ler üzerinden savaşlar, ölümler, açgözlülük, hırs, kalleşlik, acımasızlık, bencillik, cinsellik vs çirkin şeyler de görmek isteyen biri. Zihni veya varsa gönül dünyası karışık biri olmalı?

    YanıtlaSil
  2. - Tek bir bilinç var. (Mary)
    - Aslında geçici ama devamlılığından ötürü kalıcı olduğu sanılan benliklere, bilinçlere sahip insanlar (Jane) var.
    - İnsanların dışında bağımsız gerçekliği olan (varlığı doğrulanabilen) bir dış dünya ve madde yok.
    - Maddenin varlığına ve mahiyetine dair her türlü (bilimsel) argüman ve delil, bilinç dışında değil, tam olarak bilincimizin içinde bulunuyor.
    - Doğrulamayı yapacak olan bilinçlerin kendisi de aslında belirip kaybolan birer fenomen.

    Sonuç; Tek bir bilinç var, eğer gözlemlenen, deneyimlenen bir şey var ise hepsi onun rüyası, onun gerçekliği.
    Bize ait bir gerçeklik yok, bu rüyada kendini varmış sanan atom veya elma gibi birşeyiz, sadece rolümüz faklı gibi birşey sanırım kasdedilen.
    Saçma gelse de güzel bir teori. Mary ile çok ilgilenme, o zaten uyuyor, varmış gibi yaşa, hayatın tadını çıkar.
    Hayatı zorluklarla, daha çok acılarla geçen kimseler için bu teori ne sunabilir?
    Onlar için de üzülme, o zorluklar veya acılar da bir yanılsama ya da Mary nin kendi acıları, o kimseler acı çektiğini sanıyor.

    YanıtlaSil
  3. Var mıyım yok muyum? Varsam, dış dünyanın ve maddenin de var olmasına bir engel yok.
    Hep beraber varız. Nasıl var edilmiş isek.
    Yoksak, sadece O varsa bu kısım beni ilgilendirmiyor. Yokmuşum sonuçta.
    Varım ama O olarak varsam da beni ilgilendirmiyor. Çünkü bencilim, kendi varlığım olsun isterim.
    Onun varlığı ile bütünleşmek isteyen istesin, bu bana samimi gelmiyor. Ben diye zannettiğim şey var ise o en çok kendini seviyor. Ve bu bencillik de ondan geliyor sonuçta.
    Zaten iyi ve güzel olan ne varsa özüme ait, kötü olarak addedilen ne varsa Ona.

    YanıtlaSil
  4. Sabahın erken saatlerinde ekmek almaya gittim az önce. Aklıma bu yazı ve kendi yazdıklarım geldi yolda yürürken. Nasıl olabilecekse artık, daha bir dikkatli baktım bastığım asfalta, içime çektiğim nefese, aldığım ekmeğe ve fırıncı abiye, sahici mı diye? Tekrar emin oldum, elma filan hikaye vardım:)
    Eve gelince sonra, sofistikenin kelime anlamına bakmak geldi aklıma. Sözlük anlamı basit olmayı beceremeyen imiş google a göre. Tam da bu dedim içimden..

    YanıtlaSil
  5. İddia o ki;
    Kalp ile ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine meyil ve muhabbet ziyade olup, o hastalık marazı da akli ilimlerle çokça, ileri derecede meşgul olma nisbetindedir.
    Yine iddia o ki;
    İnsan fıtraten mükerrem olup, hakkı arayıp hakikati kazarken, bazan bâtıl eline geçmekte; ihtiyarsız, hakikat zannederek kendi kafasına giydirmektedir.

    YanıtlaSil