Cemaatinin bir kısmının inanışına göre 11 Kasım 1938’de, nüfus cüzdanına göre 27 Nisan 1941’de doğan Fethullah Gülen, 20 Ekim 2024 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vurdu Gülen; kimilerine göre bir Allah dostu “hocaefendi,” kimilerine göre bir terör örgütü lideri olarak. Bu yazımdaki amacım Gülen’in hayatını anlatmak değil (çok kitaplar yazılacaktır, çok belgeseller çekilecektir bu konuda). Ardında ne bıraktı ondan bahsetmek istiyorum ana olarak. Yine de Gülen’in ve hareketinin bir özetini geçmek gerekiyor önce.
Bir insanın niyetini tam olarak bilemeyiz, ama yaptıklarına şahit olabiliriz. Ne yaptı Gülen? Çok şeyler yaptı. Çok etkileyici bir vaizdi, insanları etkiliyordu; kesinlikle bir lider vasfı taşıyordu, insanları organize bir şekilde harekete geçirdi.
Cumhuriyetin düğmeleri yanlış iliklenmişti. Dindar insanların, onlara hitap edecek liderlere ihtiyacı vardı. 1960’da ardında büyük bir Nurculuk hareketi bırarak hayata gözlerini yuman Said Nursi’den sonra 1970 ve 1980’lerde bir vaiz olarak ortaya çıktı Gülen. Hızlı şekilde oluşan ve büyüyen cemaatinin Nurculuk tarafı hep gizli ve şaibeli kaldı. Gülen, hareketine isim olarak “hizmet” demeyi seçti. Adeta bu isimle şunu söylüyordu: biz, insanlığa hizmet için varız.
Vizyoner bir insandı Gülen; vaazlarla kalmadı, konferanslar verdi; eğitime önem verdi, okullar, dersaneler, üniversiteler açtı; Türkiye ile yetinmedi, yurt dışına gönderdi takipçilerini. Takipçileri adanmıştı bu davaya, çok fedakar ve çalışkandılar. Çok güzel organize oldular, adanmışların “himmet”leriyle ve zamanla arkalarından esmeye başlayan rüzgarlarla (Gülenist olmayan ama bu harekete iyi bakan güçlü insanların yardımlarıyla) işlerin finansal kısmını da çok iyi yaptılar ve çok hızlı büyüdüler. Sadece başarılı eğitim, sivil toplum, medya kurumları değildi ortaya çıkan. Gülen hareketinin asıl gücü iyi eğitilmiş (ve adanmış) insan gücüydü. Anadolu’nun bağrından çıktı bu insan gücü; yerde sofra kuran ailelerin evlatları, en güzel üniversitelerde okuyup, en muteber işleri yapmaya başladılar. Evet, çok güçlüydüler; ama bu durumdan “halk”ın çoğu memnundu; memnun olmayan “elit”lerin miadı dolmuştu. Yeni bir Türkiye geliyordu.
28 Şubat bile durduramadı Gülen hareketini; zaten Gülen 28 Şubattan kısa bir süre sonra sağlık bahanesiyle (bundan sonraki hayatının tek meskeni olacak olan) Amerika’ya gitmişti. Bir de 28 Şubat’la başka bir hikaye daha başlamıştı Türkiye’de: ismine AKP’den daha çok “Erdoğanizm” veya “Reisçilik” diyecebileceğimiz nev-i şahsına münhasır bir siyasal islam iktidarı. Erdoğan ve Gülen aslında hiç sevmediler birbirlerini. Ama birbirlerine muhtaçtılar. Erdoğan’da “seküler”lerden kurtarılması gereken devlet pozisyonları vardı, Gülen’de işe yetişmiş insan gücü. 2000’lerin başında 10 seneye yakın beraber büyüdüler ve güçlendiler. Bu iki güçlü lider, bu zamanların son kısımlarında alttan alta birbirleriyle savaşa hazırlanıyorlardı. Sonrası malum; MİT tırları, dershanelerin kapatılması süreci, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz.
Ahmet Dönmez’in tabiriyle “Hocaefendi” ve “Fethullah Gülen” diye iki kişilik vardı; bunun harekete yansıması ise “hizmet” ve “hususi hizmet”ti. Gülen, hizmet gönüllülerine hocaefendilik yapıyor ve “bam tellerine” dokunmaya çalışarak, etkileyici/kalpten bir dindarlık sunuyordu (aslında Gülen’in islamının felsefi olarak “diyanet islamı”ndan farkı yoktu); ama aynı zamanda Gülen, mahrem hizmet erlerine bir gaye-i hayal sunuyordu; “hizmet”in ülkeye galip geleceği bir gelecek için “tedbir” elzemdi; yumurtaların erken kırılmaması için sır tutmak, gizli hareket etmek gerekiyordu. Gülen’in, mahrem hizmetlerin bu prensiplerden hareketle yaptığı büyük ahlaksızlıklara ve kanunsuzluklara ne kadar dahli oldu tam olarak bilemeyeceğiz; ama sorumluluğu yadsınamaz. Bir diğer yadsınamaz şey ise iki kişilikli olduğu.
Gülen, hırsına yenik düştü. Belki niyeti kötü değildi. “Adalet-i izafiye” (bu arada, ben bunu “Tanrı’lığa soyunmak” olarak tabir ediyorum) düsturlarıyla güzel şeyler çıkabileceğine inandırmıştı belki kendisini. Ama sonu iyi olmadı; kendisinin tabiriyle, bu şarkı tam olmadı. 2010 sonrası seçtiği stratejiler ile kendisini ve cemaatini bu hazin sona hazırladı. Etrafındaki insanlara fazla güç verdi; devleti ele geçirmeyi iyi bir şey sandı; iki farklı Gülen olmasını problem etmedi; o meşhur “mualene”siyle gizlediği her şeyi ortaya çıkarttı; 15 Temmuz sonrasında ise sessizliğe gömüldü, belki de büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu, artık söyleyecek sözü kalmamıştı. Hasılı, arkasında bir kaçırılmış fırsat, yazık edilmiş bir hikaye, efsunlanmış (ülke standartlarına göre küçük) bir cemaat, kafası karışık (bu hareketle zamanında iltisakı veya gönül bağı olmuş) yüzbinler ve bölünmüş bir ülke bıraktı.
Gülen ardında ne bıraktı, biraz daha detaylandıralım. Gülen hareketini bir “kişilik kültü” (personality cult) olarak görebiliriz. Bu hareketin mensubu insanların çoğu Gülen’in Amerika öncesindeki vaazlarının ve sonrasındaki sohbetlerinin etkisinden kurtulamamış, ülke muktedirlerinin zalimliklerinin de etkisiyle cemaatleri hakkındaki söylenen kötü şeylere inanmak istemeyen kişiler. “Hocaefendi,” onların içlerindeki derin dini duyguyu temsil ediyor; “hak ve batılın çatışmasında” hak tarafındalar, çünkü onlar kötü bir şey yapmadılar, sadece iyi müslüman olmaya ve iyi insan yetiştirmeye çalıştılar (kötü şeyler olduysa onların sebebi “çürük elmalar.”) Bu hareketin mensubu insanların az bir kısmı hem hizmeti, hem de hususi hizmeti gayet iyi biliyorlar ve ikisinde de problem görmüyorlar. Çünkü “zaman bunu gerektiriyordu;” çünkü onlar başlarındaki hocaefendileriyle, görülen rüyalarla, müjdelerle, katlanılan zorluklarla, peygamberin varisiydiler; kurunun yanında yanan yaşların ehemmiyeti yoktu; niyetlerinden dolayı Allah affederdi; çünkü mahrem hizmetlerin değişik bir şeriatı vardı (hem, Hz. Abbas müslümanlığını gizlememiş miydi?). Bu hareketin mensubu insanların çok ama çok az bir kısmı ise hala sadece menfaatleri için oradalar, onlar için duygusal bir taraf yok, mesele sadece güç. Cemaat vesilesiyle güçlü oldular ve hala güçlü olmak istiyorlar ve başladıkları bu işte devam etmekten başka şansları yok.
Gülen, arkasında sadece cemaatini bırakmadı. Geriye zamanında bu harekete iyi gözlerle bakmış, en azından bir şekilde dirsek teması olmuş, veya iltisakı olmuş, veya muhibbi veya müntesibi olmuş yüzbinlerce insan bıraktı. Bu insanların çoğu şu andaki ülkenin haline üzülüyorlar, zalimlikleri görüyorlar, ve sorgulamaya başladılar. Bu sorgulamalar değişik yerlere evriliyor veya evrildi. Kimisi “the cemaat’i” bırakıp başka bir cemaate (mesela diyanet cemaatine) girdi, kimisi “birey müslüman” olmaya karar verdi, kimisi tüm islam tarihini sorgulayıp ana akım islama çok uzak ama yine de kendince müslüman oldu, kimisi agnostik, deist, ateist oldu. Ben bu kısımdaki insanları, (maruz kaldıkları finansal, psikolojik, sosyolojik problemler haricinde) sorgulamaya başlamaları açısından şanslı görüyorum. Çünkü “avam” olmayı bırakıp birey olma yolunda ilerlemek, zorlu olduğu kadar zevkli bir yol ve dayanılabilirse sonu güzel yerlere çıkıyor.
Gülen, aynı zamanda arkasında koca bir ülke bıraktı. Bunların bir kısmı Gülen’e zaten hep şüpheyle bakmış değişik fraksiyonlardaki dindarlar, bir kısmı dine (en azından pratik olarak) mesafeli insanlar. Bu insanların büyük çoğunluğu bugün Gülen’e kızgın, haklılık payları da yok değil tabii (ama bu insanlar da masum değiller, hiçbirimiz masum değiliz, ülke olarak anlayışımızda bir problem var; siyasal islamcılar ve dini cemaatler kadar Kemalistlerin, dindarları ikinci sınıf vatandaş görenlerin, Türk-Kürt milliyetçilerinin, kısacası bütün “şucuların, bucuların” suçu var; hepimiz oradaydık!)
Hasılı, Gülen ve Erdoğan savaştılar, Gülen yenildi, ama ülke kaybetti. Gülen öldü, adil bir mahkemede yargılanamadan gitti. Gülen öldü; Allah rahmet eylesin, taksiratını affetsin (bu benim herkes ama herkes için yapacağım dua.) Gülen öldü, ama Erdoğan hala ülkenin başında. Erdoğan kişisel kültünün de çatırdama sesleri geliyor, ama hala güçlü bu kült. Gülen gitti, ama ortada sosyolojik bir enkaz var.
Ülkede bir barış ve çözüm sürecine girilmesi lazım. Vahim durumumuzu bu hale getirenlerin suçundan çok, bu halden nasıl çıkarız diye düşünülmesi lazım. Kürt çözüm sürecinin konuşulduğu şu günlerde, umarım Gülen cemaati çözüm süreci de konuşulmaya başlanır. Hiç olmazsa Gülen’in ölümü, güzel bir şeylere vesile olur. Çok ümitvar değilim, ama umut fakirin ekmeği.
-İsa Hafalır
14 Yorumlar
Teşekkürler İsa bey , iki yıla yakındır takip edememiştim. Hala hatırladığım gibisiniz...Allah`a emanet olunuz.
YanıtlaSilİsa kardeş yazında "Bir insanın niyetini tam olarak bilemeyiz, ama yaptıklarına şahit olabiliriz." (Elhak doğru söz) dedikten sonra "Ne yaptı Gülen?" diye sorup kendi cevabını vermişsin
YanıtlaSilBu soruya, F. Gülen'in "asker eşleri başlarını açsınlar" diye not gönderdiği 1995 yılına kadar hizmet içinde bulunmuş, bu not gelince bu isteğe karşı çıkıp şakirtlik cübbesini çıkarmış biri olarak cevap vermek isterim.
1. F.Gülen Sızıntı dergisindeki başyazılarında kendini açığa vuran rijit Batı karşıtlığı yazılarını 1995 senesinde bıçak gibi kesiti.Sonra Batı sevgisi ve hoşgörü dolu yaklaşımlı yazılar yazmaya başladı.
1970 ler de "Peçe bile farz" derken 1995 de "Başörtüsü Hizmetimize engel olur", "Başörtüsü İslam'ın şartı değildir", "Başörtüsü teferruattır" diyerek ikinci yüzünü ortaya koymaya başladı.
BU TARİH 1995 HEM HİZMETTE KIRILMA HEM DE F.GÜLENİN ÇİFT KİŞİLİĞİNİN ORTAYA DÖKÜLMEYE BAŞLADIĞI TARİHİDİR.
2.Hizmet diye başlayan hareketi önce cemaate, sonra camiaya, nihayetinde CİAmiyaya evirdi. Nihayetin de 1000 yılcı Küreselcilere uşaklığı şeçti.
3. Altın nesil yetiştireceğiz diye milleti ikna edip evler açtı. Adına da Işık evleri dedi.
Bu evlerde kalanları sinsice ailelerinden kopardı, aile bağlarını bitirdi. (Bayram olur hizmet için deri toplanacak evine gitme, tatil olur okuma proğramı var evine gitme vb.)
4. Evlerde abilik ablalık sistemi kurdu. Bunlar ile evde kalanları 5 lik sistemle fişledi. 5 lik dediklerini (Bu kişiler; mutlak itaat edenler, F.Gülen'i Mehdi, Mesih görenler, sonuca ulaşmak kazanmak için her yolu mübah görenler) kendisi gibi çift kişilikli yapıp onlar ile mahrem yapıyı oluşturdu. (Terörist olan bunlardır)
5. Milletin teveccühünü kazanıp, gözlerini boyamak, esnafın paralarını himmet adı ile alabilmek için 4 lükleri kullandı. (Bu kişiler; Allah'ın dinine hizmet ediyorum diye her türlü fedakarlığı yapan, maaşından himmet veren, lakin itaat konusunda tam güvenilmeyen, Rüya ile amel edilmez diyen, takiye yapmayanlar )
6. Mahrem yapıdakilere haramı helal kıldı. (İçki içmek, Flört etmek, kumar oynamak, İma ile namaz kılmak)
7. Kitap sahibi 3 dini İbrahim Peygamber de buluşturup, harmanlayıp yeni bir Dünya dini oluşturma amacında ki küreselcilere destek vermek için "Dinler arası diyalog çalışması" adı altında İslam itikadını bozma çalışmaları yaptı.(Urfa Proğramın da temsili sırat köprüsünden İmam, Haham ve Papaz geçirdi.
İtikadımız da Allah'a ortak koşanlar sıratı geçemez)
8. Yalanın adını takiye yaptı. Bu sayede teröristleri (Mahrem Yapıdakiler) ile birlikte Münafklığın nirvanasına yol aldı.
9. Yurtdışında okullar açtı. yaptığı Türkçe olimpiyatları ile milleti o okullarda öğrencilere Türkçe öğretiyorum diye kandırdı. (Gerek ülkede gerek dışardaki okullarının eğitim dili ingilizcedir.)
10. 15 Temmuz 2016 da darbe yapmak istedi. Başarılı olamadı. Milletin tokatını yedi.
11. Her canlı gibi ölümü tattı. Çukuruna yuvarlandı. Haberlerden anladığımız Çiflikte ki çukuruna girme töreninde Müslüman ritüleleri uygulanmamış. Müslüman gibi gömülmemiş (Bu da gösteriyor ki Dinler arası Diyaloğ çalışmasında ciakirtleri baya yol kadedmiş)
Bu olaya yapılmış en mükemmel yorum. Tebrik ediyorum.
SilBir sürü yalan yanlış bilgi var burada. İnsanlar da işte sizin gibi inanıyor demek ki. Sorgulayın tamam da azıcık destekli bilgi koyun ortaya.
Silİsa Hafalır 5 lik sistemde puanı 5 olduğu için gayet iyi bir yazı yazmış
SilYukarıda ki "İsa kardeş" diye yorumum adsız çıktı. Adım Nurettin YAVUZ
YanıtlaSilYazinin geneliyle ilgili yorum yapmak istemiyorum. Ancak Isa Bey'in birey olma yolunda sorgulamalara baslayan kisileri sansli olarak gormesi konusuna deginmek istiyorum. Hafalir her ne kadar bu kisilerin cektigi sikintilara deginse de bunlarin olusturdugu buyuk travmalar konusunda cok az fikri oldugu izlenimi veriyor. Aslina bakilacak olursa bu 'empati' hatta 'sempati' eksikligi sikintilari dogrudan yasamamis yurt ici-yurt disi, cemaat ici-cemaat disi, dindar-sekuler, solcu-sagci, elit-avam hemen herkeste kendini gosteriyor. Travmalarin siddeti kisiden kisiye farketse de en temel ihtiyaclardan (yasam, saglik, beslenme, barinma), daha ust katmanlardaki insani gereksinimlere (sevgi, toplumsal saygi..) kadar pek cok sey kaybetti bu insanlar. Bunun sonucunda da cok somut fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik sorunlar yasiyor pek cogu. Bu insanlara 'birey' olma yoluna girdikleri icin 'sansli' olduklarini soylemek, en hafif ifadesiyle cok naif kaciyor. Bu konuda pek cok kesim gibi Hafalir'in da dengeyi saglayamadigini dusunuyorum.
YanıtlaSilSize katılıyorum. İsa Hafalırın mağdurları anlama konusundaki empati eksikligiyle ilgili eleştiri almaya çok katlanabildiği söylenemez. Bu tutumunun olası sebepleri arasında "diğer insanlar kadar mağdur olmadığı için söylediklerinin realiteyle uyumlu olmadığını" sezmesi ama bunu dışarıdan duymaya katlanamaması olabilir. Rahatça Türkiyeye gelebilmek ve muktedirlerle bir şekilde arayı düzeltip önemli insan olma rolünü yeni grupların içinde sürdürmek istiyor gibi görünüyor. Bu konfora ulaşmak dünyada cehennemi yaşayan mağdurları savunmaktan daha kolay ve çekici. Muktedirlerle arayı düzeltmede işe yarar bir yöntem de olabilir hatta. Kitap özetleri yapıp köşe yazıları yazmayı sorgulama için yeterli sayıyor ama ontolojik değişimi mümkün kılan bir dönüşüm yaşamış gibi görünmüyor. Yaşamış olsaydı fragmanlar şeklinde dağınık twetler atmaz ve ulaştığı yeni gerçeklikle ilgili kapsayıcı bir model ortaya koyabilirdi. Ayrıca terk ettigini düşündüğü mahallenin sokaklarında dolaşıp durması da iddia ettiği zihinsel değişime rağmen duygusal olarak hala aynı yerlerden beslendiğini düşündürüyor. Bu hali sürdürdüğü sürece kendisini ne kadar şanslı saysa da muktedirleri yeterince ikna edecek ben de sizdenim diyecek bir koku yaymıyor kamuoyuna. İşin kötüsü de muktedirlerin ona pek ihtiyacı yok gibi...
SilEk olarak mağdurlara yardım edip onların nasıl kandırıldığını ortaya koyup onlara yardım hizmetinde bulunacağını iddia eden insanların aslında duygusal tepkilerle dedikodu düzeyinin ilerisinde bir söyleme ulaşmadığını nasıl fark etmiyor çok şaşırıyorum. Evet cemaatin yediği naneler ortada ama siz bunların dedikodusunu yapmanın bir adım ötesine gidemediğinizin farkında değil misiniz! Neyse İsa Hafalır şanslı hayatında mutlu mesut devam etsin. Herkes kendisi için en iyi yolu bulacaktır günün sonunda.
Bu eleştiri görüntüşü altında varsayımlar ve saçma iddiaları boca eden arkadaşa cevap vereyim.
SilNeymiş efendim, muktedirlere yaranmaya çalışıyormuşum. Öyle yapmak isteseydim FETÖ derdim herkes gibi. Bu arkadaş Gülenist makyevalist bakışta olduğu için hayatı ''kendime nasıl yontabilirim'' perspektifinden görüyor ve herkesi öyle sanıyor. Eğrisiyle doğrusuyla hakikati ifade etmenin benim tek niyetim olduğunu havsalası almıyor.
Neymiş efendim, ontolojik dönüşüm yaşamamışım ve terk ettiğimi düşündüğüm mahallenin sokaklarında dolaşıp duruyormuşum. Bu arkadaş kaç yazımı okudu bilmiyorum, ama ya okumamış, ya anlamamış. Değişimime ve değişen düşüncelerime dair çok sayıda yazı yazdım, ve yazdığım 100'den fazla yazının %70-80'nin Gülen cemaatiyle alakası yok. Algıda seçicilik, cehl-i mik'ablık paçalarından akıyor.
Neymiş efendim, cemaatin yediği nanelerin dedikodusunu yapıyormuşum. Buna cevabı ben vermeyeceğim, Vahdettin Polat ve Emir Yıldız verebilir.
Güzel başlayıp kötü bitirdi. Dahi ve karizmatik. Ancak izlediği yol yanlıştı. Kaybeden kendisi oldu Kaybeden islam oldu. Kaybeden ülke oldu. Ilımlı islam fikri öldü. Diyalog ve herkesi kucaklama fikrinin altına dinamit koyup patlattı. Kürsüsünü suistimal etti. Kendisine saygı ve sevgi duyan kamu görevlilerinin sevgi ve saygısını kötüye kullandı, güç kontrolü için kullandı. Bankaya para yatırılması ve oy kullanma konusunda insanları dini pozisyonunu kullanarak manevi olarak zorladı. “Helmin mezid”, daha fazlası var mı deyip durdu, bir türlü doymak bilmedi. Kürsüsünden devlet başkanını (yolsuz da olsa) sürekli tehdit etti. Devlet adamlarının ve diğer insanların itibarını zedeledi ve benzeri ayak oyunlarına kalktı. Film senaryolarıyla yaptı gazeteleriyle yaptı. Gazete manşetçiliğine soyundu. Devlet mekanizmalarını kontrol etmeye kalktı demokratik seçimle gelen insanları ve sistemi yok sayarak. Cumhuriyetçiliğinin külliyen yalan olduğu ortaya çıktı. Başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı makanlarını hor gördü. Firdevs cennetlerine(!) talip ya, dünya saltanatları küçük kalıyor! Kobralarla geçinin derken lüzumsuz bir kavgaya girdi. Kendi öğretileriyle çelişti. Ülkeyi Afganistan benzeri ancak herhangi bir dini veya değer yargısı veya kaideleri olmayan bir yönetime teslim etti ve gitti. Hak, hukuk, adalet, insaf, izan kayboldu. İslama en büyük darbeyi vurdu ve gitti. Deccal imalarında bulunduğu Atatürkü haklı çıkardı. Sanki Atatürk 10 Kasım 1938’de saat dokuzu beş geçe vefat etti, kendisi de 10 Kasım 1938’de saat dokuzu altı geçe doğdu ve Atatürkün yolunun (CHPnin temsil ettiği yol değil tabi ki) daha doğru olduğunu dolambaçlı da olsa gösterdi insanlara. Yine de ölümüne üzüldüm ilk yıllarında yaptıklarını ve dinlediğim mütevazi sohbetlerini hatırlayınca. Ama topluma ve dünya barışına verdiği zarar inanılmaz, bence islami tabirle şirkten daha büyük toplumsal günahlar işledi ve gitti.
YanıtlaSilYazınızı ilgiyle okudum. Yapılan bir sürü yanlışın faturasını Fethullah Gülen'e ve cemaate çıkarıyorsunuz. Ama bir sürü cemaatte tarikatta da bunun gibi yanlışlar var. Bu yanlışların faturasını cemaatten ziyade İslam dininin kendisine çıkartmayı hiç düşündünüz mü? Yani İslam dininin kendisinin problemli olduğunu hiç düşündünüz mü? Doğrusu bunu merak ediyorum.
YanıtlaSilAna akım islamı eleştirdiğim yazılarım var. The cemaatin teorik eleştirisi yazımda vardı mesela, başka yazılarımda da var.
SilSelam ile... Geçenerde Sizi Ruşen Çakır'la söyleşirken dinledim, tanıdım. O söyleşide daha net şeyler dinlemiştim. FAkat bu yazınızda oldukça karışık ve çelişkili şeyler görüyorum. Elbette maruz kaldığınız hakızlıkların da bunda payı var, ama ben, yaşadıklarınızın ve özellikle başlattığınız bu sorgulamanın en azından bazı konularda sizi çok net bir yere gürmesini beklerdim. Dediğiniz gibi, birçok kişi değişik yere ve dinlere yöneldi. Ama söyleşiden veburada yazdıklarınızdan çıkardığım sonuç, sizin İslam'da karar kıldığınız. Benim kısmen eleştirim ve kısmen de tamamlamam dabu noktada. Genelleştirerek söyleyeyim, biz müslümanların çoğu işlerimizde ve değerlendirmelerimizde İslam'ı ölçü almıyoruz, onun yerine bağlı olduğumuz kişilerin, grupların vs ölçü olarak koyduklarını alıyoruz. Diğer bir ifade ile, İslam'ın içini işimize geldiği gibi kullanıyoruz. Öneğin, İslam der ki, haksız yere bir insanı öldüren kişi katildir, bütün insanlığı öldürmüş gibir. Fakat akıyoruz ki, bu öldüren kişi duruma göre bizim gözümüzde katil olmayabiliyor. Bunun tarihimizde çokörnekleri var. Örneğin, çocuklarını ve kardeşlerini öldüren padişahlara katil diyemeyenler var. Hatta byk bir fedakarlık olarak görüp övenler var. Muaviye'dn şlayarak Emevi sultanlarının, Abbasi ve devamı... Fethullah Gülen'in de bu kadar insan gücünü kimin hizmetine sunduğu g gibi ortadadır, tabii görebilenler için. Dolayısıyla burada Gülen ile Erdğan arasında sıkkışıp kalmaktansa, kendini illa da ikisinden birini tercih etmek zorunda görmektense, her ikisini de İslam'ın ölçüsüne vurmamız gerekmiyor mu? Allh'ın rahmetine gelince... Allah'ın rahmeti sonsuzdur, haddizatında herkese yeter. Ama Allah'ın bunun için bir ölçüsü var. Çünkü Allah, rahmeti için de gazabı için de ölçüler ve sınırlar koymuştur. Zahiren baktığımda, rahmet dlememi gerektirecek bir hal üzere ölmedi. Birey olma konusunu önemsiyorum. Burada bazıları eleştirmişler. Eleştirenler, bana göre ya birey olmanın ne demek olduğunu anlamamışlar, ya da "sürüden ayrılanı kurt kapar" meselinden hareketle birey olma konusuna sıcak baamışlar. Oysa asıl i birey olmatan başlıyor. Sağlıklı bir birey olmayı başaran kişi zaten birey olarak kalman yanlış olduğunu da kavramış olur. Sahabe bunu büyük ölçüde başarmıştı mesela. Bunun için Hz. Muhammed sav, "ya Resulullah, bu söyldiğin şey, Allah'tan gelen vahiy mi, yoksa senin görüşün mü?" diye soruyorlardı. Mesela peygamberden sonra irtidat edenlerin en azından bir kısmı, birey olmayı başaramamış kişierdi. Allah halimizi de atimizi de hayreylesin.
YanıtlaSil"Allah halimizi de atimizi de hayreylesin." ile son bulan görüş benim, Bekir TANK
Sil