Header Ads Widget

test banner

Siddhartha


Hermann Hesse’nin Siddhartha kitabının hem İngilizcesini, hem Türkçesini okudum. Bence çok özel bir kitap ve bir insanın aydınlanış serüvenini çok güzel bir dille anlatıyor. O yüzden bu kitabın bir özetini ve ardından da yorumumu paylaşmak istedim.

Kitap özeti:

Kitabın birinci bölümü, “Brahman'ın Oğlu.” Burada hikayemizin kahramanı Siddhartha ile tanışıyoruz. Genç Siddhartha, Brahminler kastına mensup bir ailenin oğlu. Babası ve diğer Brahminler onun bilge ve erdemli bir kişi olacağını düşünüyorlar çünkü o, hem zekası, hem yakışıklılığı, hem de karakteriyle çok özel birisi. Ancak Siddhartha’nın içinde bir boşluk var, Brahminlerin öğretilerinden bir türlü tatmin olmuyor. Siddhartha, hayatın anlamının, Atman’ı bulmanın, “ben”liğinden sıyrılmanın, Brahman yoluyla olmayacağını görüyor. Siddhartha’nın en yakın arkadaşı Govinda. Govinda’nın gözünde de Siddhartha ileride ermiş birisi olacak ve Govinda, Siddhartha’ya çok değer veriyor. Siddhartha, Samana diye adlandırılan gezgin dervişleri gördükten sonra onlara katılmaya karar veriyor. Bu bölümün sonunda Siddhartha sabrını göstererek babasından Samana’lara katılması için izin alıyor ve arkadaşı Govinda bu yolculuğunda ona eşlik ediyor.

Kitabın ikinci bölümü “Samanaların Yanında.” Bu bölümde Siddhartha ve Govinda, Samana'lar arasında yaşamaya başlıyorlar. Samanalar, dünyayı reddeden, kendilerini açlık, susuzluk gibi zorluklara maruz bırakarak ve meditasyon yaparak ruhsal aydınlanmaya ulaşmayı amaçlayan gezgin dervişler. Samana'lar arasında, Siddhartha ve Govinda katı bir disiplin içinde yaşıyorlar. Ama zaman geçtikçe Siddhartha, Samana'ların yöntemlerinin de nihai gerçeği bulmada yetersiz olduğunu fark ediyor. Bu sırada, Gotama Buda'nın (Buddha) öğretilerini duyuyor Siddhartha ve Govinda. Gotama, müritleriyle birlikte dolaşan ve aydınlanmış bir insan olarak kabul edilen bir mürşit. Bu bölümün sonunda Siddhartha ve Govinda, Gotama'yı bulmak ve onunla tanışmak için yola çıkıyorlar.

Kitabın üçüncü bölümü “Gotama.” Bu bölümde Siddhartha ve Govinda Gotama'yı ve onun takipçilerini buluyor. Gotama'nın öğretilerini dinlediklerinde, hem Siddhartha hem Govinda, derinden etkileniyor; ama Siddhartha, Gotama’nın öğretilerinden çok onun her halinden okunan iç huzurdan etkileniyor. Govinda, Gotama'nın öğretilerini dinledikten sonra hemen onun öğrencisi olmaya karar veriyor ve oluyor. Ancak, Siddhartha, kendi içsel yolculuğunun farklı bir yönde gitmesi gerektiğine, bir öğretiyle değil, kendi yolunda ve kendi tecrübesi ve deneyimlemesiyle ancak aydınlanabileceğine inanıyor, o yüzden arkadaşı Govinda’yı geride bırakıp oradan kendi başına ayrılıyor.

Kitabın dördüncü bölümü “Uyanış.” Bu bölümde Siddhartha, Gotama'nın yanından ayrıldıktan sonra kendini yeniden keşfetme yolculuğuna çıkıyor ve bütün öğretileri/bilgileri geride bırakmaya, “ben”i anlamaya çalışıyor. Siddhartha, bir süre sonra bir uyanış yaşıyor. Bu uyanışa, dünyaya ilk kez görüyormuş gibi bakarak ulaşıyor Siddhartha. Dünyayı “Maya’nın büyüsü” olarak değil, Tanrısal varlığı içinde barındıran değerli bir şey olarak görüyor. Tamamen yeni birisi oluyor ama aynı zamanda kendisini çok yalnız hissediyor.

Kitabın beşinci bölümü, “Kamala.” Bu bölümde Siddhartha bir süre amaçsızca dolaşıyor, dünyayı yeni gözlerle görmeye devam ediyor ve yeni hayatının ilk gecesini bir kayıkçının kulübesinde geçiriyor. Ertesi gün Siddhartha kayıkçıdan onu nehrin karşısına geçirmesini istiyor, parası olmadığı için ödeme yapamayan Siddhartha'ya kayıkçı, gelecekte nehre geri döneceğini ve o zaman ona bir hediye vereceğini söylüyor. Siddhartha şehre ulaştığında ilk gördüğü kişi Kamala, güzel ve zarif bir yosma. Siddhartha, Kamala’dan ona aşk sanatını öğretmesini istiyor. Kamala, bir şiir karşılığında bir öpücüğü kabul etse de, güzel kıyafetler giyip hediyelerle geri dönene kadar başka bir şey öğretmeyeceğini söylüyor ve zengin bir iş adamı olan arkadaşı Kamaswami’ye yönlendiriyor Siddhartha’yı.

Kitabın altıncı bölümü, “İnsanların Arasında.” Bu bölümde Siddhartha, Kamaswami’nin yanında çalışmaya başlıyor. Çok başarılı bir tüccar oluyor, ama bu kazanç-kaybı gönlünde hiç hissetmiyor. Dünyaya dalan, bu “çocuk insanlar”a üstten bakıyor; işlerini, gönlüne almadan, adeta bir oyun oynar gibi yapıyor; bu sırada Kamala’dan aşk oyunlarını öğrenmeye, onunla derin sohbetler yapmaya devam ediyor, ama diğer insanlar gibi “âşık” olmuyor.

Kitabın yedinci bölümü, “Samsara.” Bu bölümde Siddhartha yıllarını tüccarlıkla geçiriyor, kendine ait bir evi, uşakları, bahçesi olan zengin birisi oluyor. Siddhartha, dünyevi zevkler ve zenginlik içinde kayboluyor, eğlenceye, şaraba, kumara tam manasıyla dalıyor ve sonunda kendini mutsuz ve boş hissediyor. Bu yaşamdan uzaklaşmasını gördüğü iki rüya sağlıyor. Bunlardan ikincisinde, Kamala’nın bir kafeste tuttuğu bir kuşun öldüğünü görüyor, bu rüyadan uyandığında kendi yüreğinin ve “iç sesinin” de öldüğünü fark ediyor. Bu “Samsara”ya son vererek, tüm mal varlığını ve Kamala'yı terk ederek nehir kenarına geliyor.

Kitabın sekizinci bölümü, “Nehrin Kenarında.” Bu bölümde kendini çok kötü hisseden Siddhartha, nehrin kenarındayken bu boş ve gereksiz hayatı bitirmeyi, intiharı düşünüyor. Kendini ölmek için nehre bırakacakken, içinde kuvvetli “Om” sesini duyuyor ve intihardan vazgeçiyor, uzun ve dinlendirici bir uykuya dalıyor. Uyandığında kadim arkadaşı Govinda’yı buluyor karşısında. Govinda, yaşlanmış arkadaşını tanımıyor. Siddhartha, arkadaşına ondan ayrıldıktan sonraki hayatını anlatıyor ve Govinda yoluna devam ediyor. Siddhartha, bundan önceki hayatında “fazla düşünme” ve “fazla arama”nın ana hatalarından birisi olduğunu fark ediyor. Nehri dinlemenin kurtuluşu olacağını anlıyor.

Kitabın dokuzuncu bölümü, “Kayıkçı.” Bu bölümde Siddhartha, yeniden doğuşunun ardından nehir kenarında kayıkçı Vasudeva’nın yanına geliyor. Vasudeva, nehrin bilgeliğini ve onun sesini dinleyerek huzur bulan bilge bir kişi. Siddhartha, Vasudeva'nın yanında kalmaya ve ondan öğrenmeye karar veriyor. Nehir, yaşamın sürekli değişen, fakat aynı zamanda sürekli var olan bir sembolü. Nehrin akışı, zamanın döngüselliğini, yaşamın sürekli değişimini ve her şeyin birbirine bağlılığını temsil ediyor. Siddhartha, nehrin sesini dinlemeyi öğreniyor Vasudeva’dan, ve o çoklu seslerin arkasındaki tek sesin, “Om” olduğunu fark ediyor. Bu bölümün sonunda, Kamala, Siddhartha'dan olan oğlu Siddhartha ile beraber nehir kenarına geliyor ve orada bir yılan tarafından ısırılarak ölümcül bir şekilde yaralanıyor. Kamala ölmeden önce Siddhartha'ya, ikisinin oğlunu yetiştirmesi için emanet ediyor ve Siddhartha’ya olan son konuşmalarında, Siddhartha’nın aslında onun aradığı aydınlanmış Gotama’dan farklı olmadığını anlıyor.

Kitabın onuncu bölümü, “Oğul.” Bu bölümde Siddhartha, oğlunu yetiştirmeye çalışıyor ancak oğlunun asi ve hırçın bir çocuk olduğunu görüyor. Siddhartha'nın oğlu, iki kayıkçıyla yaşamaktan hoşlanmıyor ve alıştığı şehre ve zenginliğe geri dönmek istiyor. Vasudeva, Siddhartha'nın oğlunun eğer isterse gitmesine izin verilmesi gerektiğine (çünkü kendi yolunu kendisinin bulması gerektiğine) inanıyor, ancak Siddhartha onu bırakmaya razı edemiyor. Siddhartha, artık “çocuk insanlar” gibi bir sevgiye sahip olduğunu görüyor, çünkü oğlunu bu şekilde seviyor. Bir sabah, Siddhartha oğlunun kaçtığını fark ediyor ve peşinden koşuyor, ancak şehre vardığında bu kovalamacanın boşuna olduğunu anlıyor. Vasudeva’yla beraber nehir kenarına geri dönüyor.

Kitabın on birinci bölümü, “Om.” Bu bölümde Siddhartha, nehri dinlerken, hayatın nehir gibi kaçınılmaz bir akışı olduğunu fark ediyor. Ayrıca kendisinin ve babasının benzerliğini (çünkü ikisi de oğulları tarafından terk edildi), hatta aynılığını anlıyor. O gece Vasudeva'ya hissettiklerini anlatıyor ve bu sırada Vasudeva'nın Gotama gibi aydınlanmış olduğunu anlıyor. Siddhartha, Vasudeva ile beraber nehrin kıyısında otururken, hayatının tüm imgeleri önünde dans ediyor; neşe ve keder, iyi ve kötü, kahkaha ve yas sesleri. Bu seslerin çeşitliliğine rağmen aslında tek bir kelime olduğunu tam olarak anlıyor. Bu kelime, Om. Bundan sonra yüzü, Vasudeva'nın yüzünde ilk kez gördüğü aynı ilahi anlayış ile doluyor ve artık kaderiyle savaşmayı bırakıyor. Vasudeva bunu gördüğünde, bu anı beklediğini söylüyor ve ormana doğru yola çıkarak Siddhartha'yı ermiş bir kayıkçı olarak bırakıyor.

Kitabın on ikinci ve son bölümü, “Govinda.” Bu bölümde Govinda, hala Gotama Buda'nın öğretilerini takip eden bir keşiş olarak, ününü duyduğu bir bilgeyle tanışmak için nehir kenarına geliyor ve karşılaştığı Siddhartha’yı yine ilk anda tanıyamıyor. Govinda, Siddhartha'nın nasıl bu kadar huzurlu ve bilge bir insan haline geldiğini ona soruyor ve derin bir sohbete dalıyorlar. Siddhartha, Govinda'ya nehrin ona öğrettiklerini, yaşamın bir bütün olduğunu ve her şeyin birbirine bağlı olduğunu anlatıyor. Govinda bu anlatıları tam olarak kavrayamıyor. Siddhartha, ne kendisinin ne de başka birinin Govinda'ya bu bilgeliği öğretemeyeceğini söylüyor (çünkü bilgiler ve açıklamalar sınırlıdır ve aydınlanmanın tümünü asla iletemez.) Bunun yerine Siddartha, Govinda'dan onun alnını öpmesini istiyor ve Govinda bunu yaptığında, Siddhartha'nın bilgeliği, Govinda'ya anında iletiliyor.

Kitap yorumum:

Bu kısımda, yorumdan daha çok, bu güzel kitabı biraz da kendi kelimelerimi ve anlayışımı katarak ve kitaptan bazı alıntılar yaparak tekrar özetlemiş olacağım. 

Bu kitapta bir iç yolculuğuna ve sonunda bir aydınlanmaya şahit oluyoruz. Kitabın başında kadim bir din öğretisi (Hinduizm) içinde büyüyen Siddartha, bunun yeterli olmadığının farkında. Ritüellerin, öğretilerin, sözlerin arkasında bir şeyler olduğunu, bunlarla oraya ulaşılamayacağını biliyor. Bir Zen anlatısında denildiği gibi, nehrin nehir, dağın dağ olmadığının farkında Siddartha.

Karşısına alternatif (ezoterik diyebileceğimiz) bir öğreti çıkıyor, Samana’ların öğretisi. Hiç düşünmeden hemen peşinde düşüyor, ve arkadaşı Govinda eşlik ediyor ona. Samana’ların arasında nefislerini törpülemeyi öğreniyor iki arkadaş; beklemeyi, düşünmeyi, ve oruç tutmayı. Ama bunun da yeterli olmadığının, tam olarak anlamak istediği benliğinin hala dokunulmadan orada durduğunun farkında Siddartha. Gotama’nın varlığını duyunca çok heyecanlanıyor Govinda. Siddartha, onun yolunun bir öğreti takip etmek olmayacağını bilmesine rağmen eşlik ediyor arkadaşına Gotama’ya varmak için.

Gotama’nın ermiş olduğunun hemen farkına varıyor Siddartha, ama biliyor ki onun sözleri dinlemek yerine kendisinin deneyimlemesi lazım. Gotama'ya şöyle diyor “Kendi aramalarının sonunda, kendi izlediğin yolda, düşünerek, meditasyonla, bilip kavrayarak, ilhamla sağladın bunu. Öğretiyle değil! Ve -ben böyle düşünüyorum, ey ulu kişi- kimse öğretiyle kurtuluşa kavuşamaz! Kimseye, ey saygıdeğer kişi, ilham saatinde senin neler yaşadığını sözle olsun, öğretiyle olsun aktaramaz, anlatamazsın!” O yüzden arkadaşını arkada bırakıp kendisi yola koyuluyor ve yolu onun sonunda ermesine vesile olacak nehre çıkıyor. Bu nehirde ilk aydınlanmasını yaşıyor Siddartha. Anlıyor ki, nehir nehirdir, dağ dağdır. Öncesinde kör ve sağır olduğunu anlıyor Siddartha, “Anlamını çıkarmak istediği bir yazıyı okuyan biri, işaretleri ve harfleri küçümsemez; yanılsama, rastlantı ve değersiz bir kabuk diye bakmayıp okur, inceler ve sever onları, her harf karşısında böyle davranır. Oysa dünya kitabını ve kendi varlığımın kitabını okumak isteyen ben ne yaptım, önceden varsaydığım bir anlam uğrunda işaretleri ve harfleri hor gördüm, görüngüler dünyasına yanılsama dedim, kendi gözümü ve kendi dilimi nasılsa var olmuş değersiz nesneler saydım. Olamaz böyle şey, geride kaldı bu, artık uyandım, gerçekten uyandım ve ancak bugün açtım dünyaya gözlerimi.” diyor. Ama burada bitmiyor hikayemiz. Artık dünyaya gözlerini yeni açmış bir bebek gibi bakan Siddartha, hayatının akışına bırakıyor kendini. 

Yeni Siddartha’nın karşısına ilk çıkan insan kayıkçı Vasudeva. Vasudeva’nın ermiş olduğunun farkında değil bu noktada Siddartha, ve yoluna devam edip güzelliği ve derin fikirlerinden etkilendiği Kamala ile karşılaşıyor. Kamala'yı seviyor Siddartha, ama herkes gibi değil, Kamala'ya “Ben de senin gibiyim. Sen de sevmiyorsun, yoksa bir sanat olarak sevgiyle nasıl uğraşabilirsin? Bizim gibiler belki sevemez. Çocuk insanlar yapabilir bunu; bu, onların gizidir.” diye söylüyor. Yeni hayatına dalıyor Siddartha, Kamala ve tüccar Kamaswami’nin yanında, önce dünyaya gönül vermeden dünyayı yaşıyor, ama sonra dünyaya dalarak dünyayı yaşıyor. Burada, önceden kötü olduğunu sadece ilmel yakin olarak bildiği Samsarayı (daha çok sufliliğine atıf yapılan yaşam döngüsünü) hakkel yakin yaşıyor Siddartha. Sonunda bu düşmüşlükten iğrenmiş olarak yine nehre ulaşıyor Siddartha.

Burada, intiharın eşiğindeyken, ikinci uyanışını yaşıyor Siddartha. Om kurtarıyor onu, yani kutsal hece. Bu aydınlanmanın ardından “Esenliğe kavuşabilmek, Om’un sesini yeniden işitebilmek, yine doğru dürüst uyuyup doğru dürüst uyanabilmek için umutsuzluğa kapılmam, düşüncelerin en aptalcasına, intihar düşüncesine kafamda yer verecek kadar alçalmam gerekiyordu.” diye düşünüyor Siddartha. Ardından Siddartha, aramanın aydınlanmanın önündeki engel olduğunu anlıyor ve yeni dostu (ve bir bakıma mürşidi) Vasudeva ile nehirden öğrenmeye başlıyor. Hayatın zamansızlığı ve bütün çeşitli seslerin arkasında tek ses (Om) olduğunu burada aynel yakin olarak anlıyor Siddartha. Ama bu yakini derinleştirmek için önce sahip olduğunu bilmediği Siddartha ismindeki oğlu ile karşılaşması gerekiyor.

Oğlu, Siddartha’ya, o burun kıvırdığı çocuk insanları anlamasını sağlıyor, çünkü artık onlar gibi sevebiliyor. Oğlunun ayrılışının ardından nehir, sesi ile Siddartha’ya, hayatın zamansızlığını ve Om’un tekliğini hakkel yakin olarak gösteriyor. Burada üçüncü ve mutlak aydınlanmaya ulaşıyor Siddartha, varlığın birliğine ulaşıyor. Artık benim işim bitti diye ormana doğru yola çıkıyor ermiş Vasudeva, ve Siddartha artık yeni Vasudeva oluyor.

Kitabın sonunda Govinda geliyor Siddartha’nın yanına. Siddartha’nın sözlerle olan öğretisini, eline aldığı bir taş için “Bu taş taştır, aynı zamanda hayvandır, aynı zamanda tanrıdır, aynı zamanda Buddha’dır, ilerde şu ya da bu nesneye dönüşeceği için ona saygı duyuyor, onu sayıyor değilim, çoktan ve her zaman şu ya da bu nesne olduğu için sevip sayıyorum onu. Özellikle taş olması, bana şimdi ve bugün taş olarak görünmesi, özellikle bu sevdiriyor onu bana” demesini tam olarak anlayamıyor. “Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmasını beceremez, dışardan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Sen, ey saygıdeğer kişi, belki gerçekten arayan birisin, çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen gözünün önündeki bazı şeyleri görmüyorsun.” ve “Dünyanın kendisi, gerek çevremizdeki, gerek içimizdeki varlık asla tek taraflı değildir. Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Samsara, tümüyle Nirvana değildir, asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkâr olamaz.” ve “gelecekteki Buddha günahkâr kişinin içinde şimdiden, bugünden vardır, geleceği içindedir onun, onda, sende, herkeste oluşan, olası, gizli Buddha’ya tapmak gerekir.” demesini de anlamıyor Govinda. Çünkü varlığın birliğini ve dolayısıyla Nirvana ve Samsara’nın da aynı olduğunu, sadece bir paranın iki yüzü gibi olduğunu anlamıyor.

Ama seziyor Govinda, Siddartha’nın ermiş olduğunu. Govinda, başından öptüğü zaman Siddartha’nın aslında Gotama’dan farklı olmadığını anlıyor, sözlerle değil, hal ile Govinda da aydınlanıyor. 

Kitapta üç aydınlanma yaşıyor Siddartha. İlkinde ilmel yakin biliyor çokluğun birliğini, ikincisinde aynel yakine ulaşıyor, üçüncüsünde ise hakkel yakine ulaşıyor. Sonunda babası oluyor, oğlu oluyor, Vasudeva oluyor, Gotama oluyor, Govinda oluyor. Ne mutlu ona. Ne mutlu aydınlanma yolunda olanlara. Çünkü farkında olmasalar da, aslında aydınlanmış durumdalar, çünkü aydınlanma ve yolda olma, tıpkı Nirvana ve Samsara gibi, aynı birlik, bir paranın iki yüzü.

Hepimizin aydınlanabilmesi dileklerimle.

-İsa Hafalır


author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

3 Yorumlar

  1. Muhtesem bir yazi olmus, emegine saglik.

    Yolun kendisi o kadar guzelki, farkinda olunca hep devam etsin diyorum...

    YanıtlaSil
  2. “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dâreyni iktiza eder.”

    YanıtlaSil
  3. Zünnun'u (balık sahibi Yunus'u) da hatırla. Hani o, öfkelenerek gitmişti de, bizim kendisini hiçbir zaman sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Fakat sonunda karanlıklar içinde: "Senden başka ilâh yoktur, sen münezzehsin, Şüphesiz ben haksızlık edenlerden oldum" diye seslenmişti. (Enbiyâ Suresi;87)

    Şu münâcâtın (yakarışın) sırr-ı azîmi şudur ki:

    O vaziyette esbab bilkülliye sukut (değerini kayıp) etti.

    Çünkü o halde ona necat (kurtuluş) verecek öyle bir Zat lâzım ki,

    hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semâya geçebilsin.

    Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve hut (balık) ittifak etmişler.

    Bu üçünü birden emrine musahhar eden (boyun eğdiren) bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir.

    Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı.

    Demek esbabın tesiri yok.

    Müsebbibü’l-Esbabdan başka bir melce olamadığını aynelyakin gördüğünden,

    sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için,

    şu münâcat birden bire geceyi, denizi ve hût’u musahhar etmiştir.

    YanıtlaSil