Canlı ve cansız varlıklar arasındaki temel fark, canlıların biyolojik işlevlerini gerçekleştirmek ve yaşamlarını sürdürmek için enerji harcayabilen, içsel bir düzenleyici mekanizmaya sahip olmalarıdır. Cansız varlıklar ise enerji harcamayan, kendiliğinden hareket etmeyen ve biyolojik bir düzenleyici mekanizmaya sahip olmayan nesnelerdir.
Canlı bir organizmanın ölümü, vücut fonksiyonlarının kalıcı olarak durmasıdır. Bu durum genellikle solunum, dolaşım ve beyin faaliyetlerinin durmasıyla gerçekleşir. Ölüm, hücrelerin ölümü ile başlar ve ardından organlar ve sistemler de etkilenir. Ölüm, biyolojik olarak geri dönüşümsüz bir süreçtir ve organizmanın ömrünün sonudur.
Cansızlıktan canlılığa geçiş, bilinen tüm bilimsel kanıtlara göre meydana gelmemiştir. Canlılığın ortaya çıkışı, öncelikle bir dizi kimyasal reaksiyon olaylarının bir sonucudur. Bilimsel tüm çalışmalar cansızlıktan canlığa geçişi net olarak açıklayamamıştır. Açıklanamayan kısımlarına ise Tesadüfler zinciri sonucu oluştu denilerek gelecekteki bilimsel çalışmaların bu tesadüfleri açıkalayabileği tezi üzerinde durulmaktadır. Bir organizmanın varlığı ve devamı için ihtiyaç duyulan DNA, hücreler, metabolizma ve benzeri kompleks özelliklerin oluşması için milyarlarca yıl süren evrim sürecinin gerekli oluduğu sonucuna varılmıştır. Bundan yola çıkarak geliştirilmiş olan Teorinin adına Evrim Teorisi denilmiştir. Cansızlıktan canlılığa doğrudan bir örnek vermek mümkün değildir. Bugünkü bilimsel veriler ışığında henüz bu sorunun cevabına ulaşılamamıştır.
Evrende var olan tüm nesneler, cansız olsalar bile enerji akışına dahil olurlar. Termodinamik yasalarına göre, enerji ne yaratılabilir ne de yok edilebilir, sadece bir formdan diğerine dönüşebilir. Dolayısıyla, cansız nesnelerin de doğal olarak bir enerji akışına dahil oldukları ve enerji dönüşümlerine maruz kaldıkları söylenebilir.
Ruh ve beden ilişkisi, felsefi ve bilimsel açıdan tartışılan bir konudur. Felsefi açıdan bakıldığında, beden ve ruh arasındaki ilişkiyi açıklamak için farklı teoriler öne sürülmüştür. Bazılarına göre ruh ve beden ayrı varlıklar olarak kabul edilirken, bazılarına göre ruh ve beden aynı varlığın farklı yönleri olarak ele alınır.
Bilimsel açıdan bakıldığında ise, beden ve ruh arasındaki ilişkiyi tam olarak açıklamak için henüz kesin bir kanıt bulunmamaktadır. Ancak nörobilim araştırmaları, Ruhun; beynin bütün fonksiyonların kaynağı olduğunu göstermektedir. Beynin biyokimyasal ve elektriksel faaliyetleri, duygu, düşünce, bellek gibi psikolojik özellikleri de kontrol eder. Bu nedenle, beden ve ruh arasındaki ilişkinin bir bütün olarak ele alınması, fiziksel ve psikolojik sağlık sorunlarının birlikte ele alınması gerektiğini göstermektedir.
Canlı organizmalarda yaşam fonksiyonlarının bitmesine bilimin cevabı, özellikle biyoloji ve tıp alanındaki çalışmaların sonucunda elde edilmiştir. Canlı organizmaların yaşam fonksiyonları, hücrelerin metabolik faaliyetleri ile sağlanır. Bu faaliyetler, hücrelerin enerji üretimi, protein sentezi, moleküler taşıma, hücre bölünmesi gibi süreçleri içerir. Ancak bu faaliyetlerin sürdürülebilmesi için organizmanın fizyolojik ve biyokimyasal dengesinin korunması gereklidir.
Canlı organizmaların yaşam fonksiyonlarının bitmesi genellikle biyolojik ölüm olarak adlandırılır. Biyolojik ölüm, kalp atışlarının durması, solunumun sonlanması, beyin faaliyetlerinin durması gibi fizyolojik süreçlerin durması ile gerçekleşir. Bu süreçlerin durmasına neden olan birçok faktör olabilir, örneğin yaşlanma, hastalık, yaralanma gibi. Ancak bu süreçlerin tam olarak nasıl gerçekleştiği, biyolojik ölümün tam olarak ne olduğu hala tam olarak anlaşılamamıştır ve bu konu bilimsel araştırmaların devam ettiği bir alandır.
Şimdi de canlılıktan cansızlığa geçişi evrenimizdeki farkı örnekler ile inceleyelim:
1-Yumurta Örneği:
Yumurta tek başına hiçbir canlılık özelliği taşımaz ve üzerinde canlılık barındıracak hiçbir kimyasal barındırmız. Döllenmiş bir yumurtadan canlı bir civciv çıkana kadar dış etkileşimlere ihtiyaç duyar. Yumurta, potansiyel bir canlı organizmayı barındıran cansız bir nesnedir. Yumurtanın içinde embriyo gelişimi için gerekli olan besin maddeleri ve canlı hücreler bulunur.Ancak bunlar tek başına canlı değildirler. Yumurtadan civciv çıkabilmesi için en önemli özellik döllenmiş olmasıdır. Döllenme diğer tüm canlalardaki üremenin temel özelliğidir. Döllenmiş de olsa bir, yumurta kendiliğinden canlı bir tavuğa dönüşemez. Yumurtanın embriyo gelişimi için belirli sıcaklık, nem ve oksijen düzeylerine ihtiyacı vardır. Bunun yanı sıra, yumurta içindeki embriyo gelişim sürecinde dış etkilere ihtiyaç duyar. Bu dış etkileşimler arasında, dişi tavuğun yumurtayı kuluçkaya yatırması, embriyonun çevresindeki sıcaklığı kontrol edebilmesi, gerekli besin maddelerinin alınabilmesi gibi faktörler yer alır. Yumurta örneğiyle birleştirirse eşeyli üreme yapan bütün canılar için cansızlıktan canlılığa geçiş bir takım süreçlerin bir araya gelmesine bağlıdır.
2- Virüsler
Virüsler hakkındaki tartışmalar bilimsel açıdan hala devam etmektedir. Bazı bilim insanları, virüsleri canlı organizmalar olarak kabul ederken, bazıları ise cansız nesneler olarak görür.
Virüslerin canlı olmayan nesneler olarak kabul edilmesinin nedeni, kendi başlarına metabolik aktivitelerini gerçekleştirememeleri ve hücre bölünmesi yapamamalarıdır. Bunun yanı sıra, virüslerin dış ortamda uzun süreler boyunca hayatta kalabilmesi ve çoğalabilmesi, onların canlı olmayan birer nesne olarak görülmesine neden olmaktadır.
Ancak, virüsler, hücre içinde çoğalabilme özelliğine sahiptirler ve bu nedenle de canlı organizmaların içinde yaşayarak hastalık yapabilirler. Bu nedenle, bazı bilim insanları, virüsleri canlı organizmalar olarak kabul etmektedir.
Sonuç olarak, virüslerin canlı veya cansız olarak kabul edilmesi hala tartışmalı bir konu olsa da, genel olarak cansız nesneler olarak kabul edilmektedir. Virüsler de tıpkı yumurta örneğinde olduğu gibi canlılık kazanabilmesi, çoğalabilmesi için uygun ortama ihtiyaç duyarlar.
3- Bitkiler
Bitkiler konusunda evrende birçok örnek bulunabilir. Örneğin bitkilerin toprakla olan ilişkisi, bitkiler kökleri vasıtasıyla topraktan su ve besinleri alır ve fotosentez yaparak oksijen ve gıda üretirler. Bu iki unsurdan herhangi biri olmadan bitki yaşayamaz. Yine bitki tohumları tek başına hiçbir canlılık emaresi göstermezler. Laboratuvar ortamında incelenen bitki tohumlarında canlılığı oluşturabilecek hiçbir etmen bulunamaz. Ancak bu tohumların canlılık özeliği kazanabilmesi için gerekli şartlar oluşturulması gerekir. Toprakla buluşması, yeterli sıcaklık, su vb. etmenler bir araya geldiğinde tohumda canlılık süreci başlar. Fakat diğer iki örnekte de olduğu gibi bu etmenlerin bir araya gelmesiyle canlılığın nasıl başladığı henüz bilimsel olarak açıklanabilmiş değildir.
Ayrıca, insanlar ve hayvanlar da birbirlerine bağımlıdırlar. Hayvanlar insanların ürettiği gıdaları tüketirken insanlar da hayvanların ürettiği ürünleri kullanırlar. Bunun yanı sıra, insanlar da diğer insanlarla etkileşim halindedir ve birbirlerine bağımlıdırlar. Toplumsal yapıların oluşumu, ekonomik sistemlerin işleyişi gibi birçok faktör bu bağımlılığın örnekleridir. Kısacası canlılığın devamı için bütün varlıkların birbiri ile etkileşim halinde olmaları gerekmektedir. Güneş, su, oksijen, karbondioksit vs. bütün bu etmenler bir arada olduğunda canlılık devam etmektedir.
Tabiatın dengesi, birbirine bağımlı canlı ve cansız unsurların uyum içinde çalışması ile sağlanır. Örneğin, arılar bitkilerin tozlaşmasını sağlar ve bitkiler de arılara gıda kaynağı sağlar. Denizlerde fitoplanktonlar oksijen üretir ve planktonları yiyen balıklar ve diğer hayvanlar da denizdeki ekosistemi dengelemek için avlanır. Ayrıca, yağmur ormanlarının ekosistemi de birbirine bağımlı canlılardan oluşur. Bitkiler, hayvanlar ve mikroorganizmalar birlikte çalışarak ormanın sağlığını ve verimliliğini korurlar.
Yukarıda belirtiğimiz yumurta, virüs ve bitki örneklerinden sonra şimdi de konuya dijital dünyadan bakarak yeni bir pencere açmak istiyorum.
4- Bilgisayarlarda canlılığa geçiş.
Donanım, bilgisayarın fiziksel parçalarını ve elektronik bileşenlerini ifade eder. Bunlar arasında işlemci, bellek, sabit disk, klavye, fare, ekran, hoparlör gibi parçalar yer alır. Donanım, yazılımların çalışması için gerekli işlem gücünü, depolama alanını ve giriş/çıkış aygıtlarını sağlar.
Yazılım ise, bilgisayarın çalışmasını sağlayan programlardır. Bunlar, işletim sistemleri, uygulamalar, oyunlar, araçlar, sürücüler gibi çeşitli türlerde olabilir. Yazılımlar, donanım üzerinde işlem yaparak, kullanıcıların ihtiyaçlarına cevap verir ve belirli işlemleri gerçekleştirir.
Donanımın kendi başına herhangi bir işlevi yoktur, yazılım olmadan bir anlam ifade etmez. Donanımın işlevi, yazılımların çalıştırılması ve verilerin işlenmesi için gerekli işlem gücü, bellek ve depolama alanını sağlamaktır. Yazılım, donanım üzerinde çalışarak, kullanıcıların ihtiyaçlarına cevap verir ve donanımın doğru şekilde kullanılmasını sağlar. Dolayısıyla, donanım ve yazılım birbirleriyle etkileşim halinde olan iki temel bileşenidir ve birlikte çalışırlar. Ayrıca yazılım ve donanımın bir araya gelip çalışması için dışarıdan bir etki olan elektriğe ihtiyaç vardır. Elektirik verilmez ise bildiğiniz üzere bilgisayar çalışmaz.
Evet yukarıdaki bilgiler ışığında yumurta, hücre, bitkiler ve dijital dünyadaki yazılım ve donanım örneklerinin ortak yönü, birbirleriyle etkileşim içinde olmaları ve birbirlerine ihtiyaç duymalarıdır. Her örnek, kendi içinde bir dizi bileşenden oluşur ve bu bileşenler birlikte çalışarak işlevlerini yerine getirirler. Bu örneklerin her biri, birlikte çalışarak belirli bir amaç için optimize edilmiştir ve her bir bileşen diğerine bağımlıdır. Dolayısıyla, bu örneklerin her birinde, birbirleriyle etkileşim halinde olan bileşenler aracılığıyla bütünsel bir işlevsellik sağlanır. Bugün geldiğmiz noktada bilimin açıklayamadığı şey ise evrendeki bu iletişimlerin nasıl birbiri ile etkileştimde bulunduklarıdır. Tohum örneğinden yola çıkarsak tohumun cimlenmesi için uygun ortamları sağladığımız anda tohuma canlılık özelliğinin veriliş anı henüz çözülebilmiş değildir. Aynı örneği anne karnında döllenmiş bir yumurta hücresinin çoğalarak büyümesinin ardından bir den kalp atışının başlaması da henüz açıklanabilmiş değildir. Kısacası canlılıktan canlılığa geçiş aşaması bir çok noktada açıklanamamaktadır. Bilimsel veriler açıklayamadıkları bu konular için yazının başta da belirtiğimiz üzere “tesadüf” diyerek aciz kaldığını kabul etmektedir. Aynı şekilde yaşlanma ve ölüm konusunda da bilim henüz emekleme aşamasındadir ve açıklayamamaktadır. Ruh ve beden ilişkisi de aynı kategoride değerlendirilebilir. Yukarıda bahsettiğimiz bütün süreçleri bilem veriler ile açıkalamaya çalışır. Bilime göre evrendeki herşey veriler üzerine inşaa edilmiştir. Bu yüzden bilim, Allah inancını kabul etmek istemez. Bilim açıklayamadığı konuları “tesadüf” gibi basit bir kavramın içerisine yerleştirmeye çalışır.
Halbuki yukarırdaki süreçlerin tamamında olan olaylar bizim duyularımızla hissettiğimiz 3 boyutlu eğer zamanı da kadarsak 4 boyutlu bir evren içinde gerçekleşmektedir. Şimdi tekrar bilgisayar sistemine geri dönelim. Yazılım ve donanımdan oluşan, bilgisayar sisteminlerini kendi içinde bir evren olarak düşünürsek. Bu evrene evrenin dışından bir etki ile elektirik verdiğimizde sistem çalışmaya başlamaktadır. Elektriği kestiğimizde sistem çalışamaz bir nevi ölür. Bu örnekten yola çıkarsak Ruh ve beden ilişkisini de benzer bir akıl yürütme ile değerlendirebiliriz. Bedenin tek başına hiçbir canlılık özelliği yoktur. Ruhun bedenden bağımsız nasıl bir yapıya sahip olduğunu bilemiyoruz. Ancak, bedeni donanıma benzetirsek şayet, ruhu da bir yazılıma benzetebiliriz.
Öyleyse şöyle diyebiliriz. Ruh tek başına bedenle buluşacağı ana kadar işlevsizdir. Fakat bilgisayarı çalıştıran bir işletim sistemi gibi milyarlarca satırdan oluşan bir programla yazılmıştır. Bilgisayar donanımıyla buluşan bir işletim sistemi nasıl çalışmaya başlarsa, ruhla birleşen beden de aynı şekilde çalışmaya başlayacaktır. Ruh bir takım verilerle yüklü olarak insan bedeni ile buluşur. Ön yüklemeli olan bu sistem bedenle bütünleştikten sonra çalışan sistemde sürekli yeni veriler yüklenmeye devam eder. Diğer canlılar içinde aynı süreç geçerlidir diyebiliriz. Örneğin yumurtadan çıkan bir civciv annesinin peşinden gideceğini bilir, yem yemesi gerektiğini bilir. Fakat bütün bu verilerin nasıl yüklendiği ve nesilden nesile nasıl aktarıldığı konusu halen daha bilimin çözüm bulamadığı konulardandır.
Allah inancı ile yola çıkılması durumunda bilimin çözemediği noktalar çok rahatlıkla bir yaratıcının bunu yaptığına verilebilir. Kanaatimce bilinmeyen herşeyi Yaratıcıya vermek bilimin gelişmesine mani bir olay değildir ve “tesadüf” lere vermektense yaratıcıya verip onu çözmeye çalışmak daha kolay bir yöntem olabilir. İnsanlık tarihi boyunca bilinç ve zeka sürekli gelişmiştir. Bu gelişim sürekli bir değişimle birlikte olmuş, bulunan her yeni buluş kendiyle birlikte bir çok soruları beraberinde getirmiştir. Bundan sonra da böyle olacağı çok açıktır. Her bir yeni keşif, yeni icat, yeni bir buluş kendilerinden sonra onlarca yüzlerce keşfedilecek, bulunacak şeyeri ortaya dökmektedir. Öyleyse bilemediklerimizi “tesadüflere” değil Yüce bir Yaratıcıya vermek akıl ve mantıkça daha uygundur diye düşünüyorum.
-Abdullah Denikul
14 Yorumlar
Sızıntı dergisine göndermek için mi yazmıştınız bu yazıyı?
YanıtlaSilMaalesef bizim yazılarımızı sızıntı ve çağlayan dergilerine kabul etmiyorlar.
SilRuha bir derece müşâbih ve ikisi de âlem-i emrden ve irâdeden geldiklerinden, masdar itibâriyle ruha bir derece muvâfık, fakat yalnız vücud-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan kavânîne dikkat edilse ve o nâmuslara bakılsa görünür ki, eğer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi, o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki, o kanun dâimâ bâkîdir, dâimâ müstemir, sabittir; hiçbir tegayyürât ve inkılâbât, o kanunların vahdetine tesir etmez, bozmaz. Meselâ, bir incir ağacı ölse, dağılsa, onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek bâkî kalır.
YanıtlaSilİşte, mâdem en âdi ve zayıf emrî kanunlar dahi böyle bekà ile, devam ile alâkadardır; elbette ruh-u insanî, değil yalnız bekà ile, belki ebedü’l-âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünkü, ruh dahi Kur’ân’ın nassı ile, " De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir." ferman-ı celîli ile âlem-i emrden gelmiş bir kanun-u zîşuur ve bir nâmus-u zîhayattır ki, kudret-i ezeliye ona vücud-u haricî giydirmiş.
Demek, nasıl ki sıfat-ı irâdeden ve âlem-i emrden gelen şuursuz kavânîn, dâimâ veya ağleben bâkî kalıyor; aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı irâdenin tecellîsi ve âlem-i emrden gelen ruh, bekàya mazhar olmak daha ziyâde katîdir, lâyıktır. Çünkü, zîvücuddur, hakikat-i hariciye sahibidir. Hem, onlardan daha kavîdir, daha ulvîdir; çünkü, zîşuurdur. Hem, onlardan daha dâimîdir, daha kıymettardır; çünkü, zîhayattır.
Yazıdan alıntı: "Ruh ve beden ilişkisi, felsefi ve bilimsel açıdan tartışılan bir konudur. Felsefi açıdan bakıldığında, beden ve ruh arasındaki ilişkiyi açıklamak için farklı teoriler öne sürülmüştür. Bazılarına göre ruh ve beden ayrı varlıklar olarak kabul edilirken, bazılarına göre ruh ve beden aynı varlığın farklı yönleri olarak ele alınır."
SilBurada da: Allah ın emir ve iradesinden kaynaklı olarak görülen, âlemdeki hissi varlığı olmayan esyadaki kanunlara dikkat edilir ise; ruhun bu kanunlara, namuslara bir derece benzer olduğu, eğer bu kanunlara, haricî (dış, dıştan) bir varlık giydirmek mümkün olsa idi bunların birer ruhu olacağı, nasıl ki değişimler, bu kanunların birliğine, devamlılığına zarar vermiyor, öyle de insan ruhunun da daha sağlam, dâimî ve kalıcı olan, hayat ve şuur sahibi, harici bir varlık olduğu yorumu, çıkarımı yapılmış.
SilRuhun mahiyetine dair:
https://sorularlaislamiyet.com/ruh-nedir-ruhun-mahiyeti-anlasilabilir-mi-ruh-beyinden-mi-ibarettir
Hayat, Zât-ı Zülcelâlin en parlak bir bürhan-ı vahdeti ve en büyük bir mâden-i nimeti ve en latîf bir tecellî-i merhameti ve en hafî ve bilinmez bir nakş-ı nezîh-i sanatıdır.
YanıtlaSilEvet, hafî ve dakîktir. Çünkü, enva-ı hayatın en ednâsı olan hayat-ı nebat ve o hayat-ı nebâtın en birinci derecesi olan çekirdekteki ukde-i hayatiyenin tenebbühü, yani uyanıp açılarak neşv ü nemâ bulması, o derece zâhir ve kesrette ve mebzûliyette, ülfet içinde, zaman-ı Âdem’den beri hikmet-i beşeriyenin nazarında gizli kalmıştır; hakikati, hakiki olarak beşerin aklı ile keşfedilmemiş.
Hem hayat o kadar nezîh ve temizdir ki, iki vechi, yani mülk ve melekûtiyet vecihleri temizdir, pâktır, şeffaftır. Dest-i kudret, esbâbın perdesini vaz’ etmeyerek, doğrudan doğruya mübâşeret ediyor. Fakat, sâir şeylerdeki umûr-u hasîseye ve kudretin izzetine uygun gelmeyen nâpâk keyfiyât-ı zâhiriyeye menşe’ olmak için, esbâb-ı zâhiriyeyi perde etmiştir.
Yine yazar verdiği örneklerden sonra şöyle diyor yazısında:
Sil"Cansızlıktan canlılığa doğrudan bir örnek vermek mümkün değildir. Bugünkü bilimsel veriler ışığında henüz bu sorunun cevabına ulaşılamamıştır. "
Müellif de benzer şekilde hayatı (canlılığı); ince, bilinmez, en parlak bir birlik delili olarak görüyor.
Sil" Hem bir delildir onlara ölü toprak. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar." (Yâsîn Suresi:33)
Şüphe yok ki, daneleri de, çekirdekleri de yaran Allah Teâlâ'dır. (En'âmSuresi:95)
âyetlerini cağrıştıran bir örnekle zamanı Adem den bu yana o kadar çok ve o kadar göz önünde olduğu halde, tohumun uyanıp açılması bile gerçek anlamda çözülememiş, gizli kalmıştır diyor.
Bu yüzden sair şeylerde Allah'ın izzetine, hikmetine perde olan sebeplerin, kanunların canlılıkta doğrudan konulmadığını, hayatın her iki tarafıyla (mülk ve melekut) şeffaf olduğu düşüncesinde.
Mülk ve melekut kavramlarına dair:
https://www.yeniasya.com.tr/suleyman-kosmene/hayatin-mulk-ve-melekut-yuzlerinin-pakligi_475196
Ferdiyet cilvesi, kâinat yüzünde öyle bir sikke-i vahdet koymuştur ki, kâinatı tecezzî kabul etmez bir küll hükmüne getirmiştir. Bütün kâinata tasarruf edemeyen bir zat, hiçbir cüz’üne hakikî mâlik olamaz. O sikke de şudur:
YanıtlaSilKâinatın mevcudatı, envâları en muntazam bir fabrika çarkları gibi birbirine muavenet eder, birbirinin vazifesini tekmile çalışır. Öyle bir tesanüd, öyle birbirine muavenet, öyle birbirinin sualine cevap vermek ve birbirinin imdadına koşmak ve birbirine sarılmak, birbiri içine girmek suretiyle öyle bir vahdet-i vücut teşkil ediyorlar ki, bir insanın cesedindeki unsurlar gibi, birbirinden kabil-i tefrik olmaz. Bir unsurun dizginini tutan, umumun dizginlerini tutamazsa, o tek unsurun dizginini zaptedemez.
İşte, kâinatın simasındaki bu teavün, tesanüd, tecavüb, teanuk, pek parlak bir sikke-i kübrâ-yı vahdettir.
Yazar yazısında şöyle bir sonuca varıyor: "Evet yukarıdaki bilgiler ışığında yumurta, hücre, bitkiler ve dijital dünyadaki yazılım ve donanım örneklerinin ortak yönü, birbirleriyle etkileşim içinde olmaları ve birbirlerine ihtiyaç duymalarıdır. Her örnek, kendi içinde bir dizi bileşenden oluşur ve bu bileşenler birlikte çalışarak işlevlerini yerine getirirler. Bu örneklerin her biri, birlikte çalışarak belirli bir amaç için optimize edilmiştir ve her bir bileşen diğerine bağımlıdır. "
SilBenzer bir şekilde üstad hazretleri bunu (kainatın yüzünde görünen yardımlaşma, iç içe geçme, birbiriyle cevaplaşma) Allah' ın Ferd isminin bir cilvesi olarak görmekte, öyle bir okuma yapmakta. Kâinatı bölünme kabul etmeyen bir küll, bütün olarak ifade ediyor.
SilBelki aşağıdaki bir başka cümlesine de benzetilebilir buradaki parça bütün ilişkisi. "meselâ, gözü veren Zat, hem gözü görür, hem ince bir mânâ olan gözün gördüğünü görür, sonra verir."
Bu konuyu işleyen daha uzun bir açıklama için şu linke bakılabilir:
https://sorularlaislamiyet.com/allahin-isimlerinden-olan-ferd-ne-demektir-ferdiyet-ne-anlama-gelir-0
Abi bu çok uzun özeti ne
YanıtlaSilzaten özet olarak yazmıştım. Daha fazla kısaltamadım :))
SilAbdullah beyin yazısıyla aynı istikamette denebilecek risale-i nurlardan alıntıları mı kasdettiniz uzun diye emin olamadım ama öyle farzederek kendi anladığım kadarıyla özetlemeye çalışayım ilgili alıntıların altında. Ama önemli konularda özet pek mümkün olmuyor yine de deneyeceğim.
YanıtlaSil