Bir önceki yazımda (link) iç yolculuğuma dair bir güncelleme paylaşmıştım ve yazımın sonunda, sorularınız olursa bir sonraki yazımda cevap vereceğimi söylemiştim. İşbu yazıyı bu yüzden kaleme alıyorum. Blog yazısının altına gelen soru ve yorumlarla başlayalım (bazı yorumları parçalara ayırdım ki, tek tek cevap verebileyim):
İlk yorum:
“Çok cesur bir yazı aslında bu yazınız. Kendi kimliğinizi herkese net bir şekilde ortaya koymuşsunuz. Kolay değil, tebrikler!”
Eyvallah hocam!
“Eşiniz ve çocuklarınız ne durumdalar? Eğer eşiniz ile aynı fikirde değilseniz, çocuklarınızın inanç dünyasının nasıl olması gerektiği konusunda nasıl bir mutabakat var, nasıl yönetiyorsunuz bunu?”
Eşim hâlâ dindar, ama çok açık görüşlü bir dindar (fikirlerininin ne civarda dolaştığına dair Khalid Abou Al Fadl’in fikirlerine bakmak bir fikir verebilir.) Çocuklarımız henüz çok genç (6 ve 9 yaşlarındalar). Eşimle aynı fikirde olduğumuz da, aynı fikirde olmadığımız da çok şey var. Ama çocukların nasıl yetiştirilmesi gerektiği konusunda bir sorunumuz yok. Eşim, eşim diye söylemiyorum (veya bu yazıyı okur diye de söylemiyorum, çünkü kendisi MFP yazılarını okumuyor), süper birisidir. Çok sorumlu, planlı, işini en güzel şekilde yapan, iyi niyetli ve iyi kalpli bir insandır. Çocukların nasıl yetiştirilmesi konusunda kaptan o, ben ancak yaver oluyorum. Çocuklarımızı birer müslüman olarak yetiştirme konusunda elimizden geleni yapıyoruz, dualarını öğreniyorlar, müslüman hafta sonu okuluna gidiyorlar (Türklerin camisi değil, başka bir cami), müslüman arkadaşları var. 9 yasındaki oğlumuz ayriyeten arapça okuma, Kuran ve İslam dersleri alıyor. Ben birer ergen veya yetişkin olana kadar bir dini güzelce öğrenmelerini yararlı buluyorum. Sonra büyüdükleri zaman, elbette ki, düşüncelerimi öğrenecekler, üzerinde tartışacağız; ama öncelikle “standart” islamın nasıl olduğunu bilmeleri gerekir ki, benim veya başkalarının fikirlerini de anlayabilsinler. Zaten eşim de ben de her zaman ahlakı önceliyoruz, ve dinin ahlak tarafının asıl olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Kısacası bir mutabakatımız var çocukların inanç ve din dünyası konusunda (en azından bir 5-6 sene daha :)).
“Psikolojik olarak nasıl baş ettiniz inanç değişim sürecinizde? Yok olacaksak pek anlamlı gelmiyor hayat, özellikle problemlerin çok olduğu bir hayat.”
Yok olacak mıyız, olmayacak mıyız bilmiyorum. Olmayacağımızı umuyorum. Ama yok olacaksak bile, şu an bu ihtimalle barışığım. Tabii bu duruma ulaşmam hiç de kolay olmadı. Zor zamanlardan geçtim. Bir önceki yazımda belirttiğim gibi felsefe ve doğu dinleri okumaları yaptım. Varoluşçlular bana çok şey kattılar, ama orada tatmin olamadım. Beni daha çok dinginleştiren zen felsefesi ve farkındalık (mindfulness) oldu. Tavsiye ederim. Özellikle Waking Up uygulamasındaki podcastleri çok tavsiye ederim.
“Kırılma noktanız ne zaman oldu, neyi fark ettiğinizde inanaçlarımda bir problem var dediniz?”
Bir veya birkaç kırılma noktam olmadı; bu süreç içinde sürekli kırıldım ve hâlâ kırılmaya devam ediyorum :) Ama başlıcalarını saymak için (önceki yazılarımda da bahsetmiştim bunların bazılarından) şu kitaplar (yaklaşık olarak sırasıyla) kırılmalarım noktasında bilgi verici olacaktır: Lesley Hazleton’dan “The First Muslim” ve “After the Prophet,” Yuval Harari’den “Saphiens,” Marcelo Gleiser’den “The Island of Knowledge,” Reza Aslan’dan “God: A Human History of Religion” (bir özetini şurada yazmıştım,) Richard Holloway’den “A Little History of Religion,” Richard Kearney’den “Anatheism: Returning to God After God” (bir özetini şurada yazmıştım,) Alan Watts’dan “Become What You Are,” “The Way of Zen” ve “Out of Your Mind” (Watts’a dair şöyle bir özet yazmıştım), Joseph Goldstein’den “One Dharma.”
Neyi farkettiğimde inançlarımda bir problem var dedim? Bu bir anda olmadı, yavaş yavaş inancımın tahkiki değil taklidi olduğunu farkettim ve tahkiki bir inanç (veya inançsızlık, veya arasında bir şey) oluşturmak için çalışmaya başladım, ve hâlâ çalışıyorum.
İkinci yorum (ve altına gelen bir yorum):
“Net olmanıza sevindim, Allah’tan uzaklaşmana üzüldüm…” ve altına yazılan “Anladığım kadarı ile Allah’tan uzaklaşmamış, aradaki beşeri olanlardan uzaklaşmış. Arayış devam ediyor gibi.... Dilerim aradığını bulur...”
Eyvallah. Aslında kimse net olmak zorunda değil. Ben tercih olarak net olmayı seçtim. Bundan yıllar önce şöyle bir şey yazmıştım Twitter hesabımda “Tanrı’ya aklen yaklaşırken, O'ndan kalben uzaklaşmak…” Zannediyorum olan bu. Sadece bunun üzerine bile bir yazı yazılır aslında, ama şimdilik sadece buna kafi diyelim.
Üçüncü yorum:
“Uzun zamandır yüz yüze gelsek size şunu sormayı içimden hep geçirmişimdir. Peki Hz Muhammed? O sizin için nerde onca yıl o sizin için nerdeydi? Hep İslam diyorsunuz, O’nsuz bir İslam düşünemiyorum. O’na duyulan sevgi, onun takım arkadaşı olmak, bunları düşünmek içinizi ısıtmıyor mu? Allah ile ilişkinizi çok güzel özetlemişsiniz. Ben Hz Muhammed’le olan ilişkinizi belki biraz haddimi aşarak merak ediyorum.”
Çok haklısınız (ve bu arada çok kibarsınız), Hz. Muhammed’siz bir İslam düşünmek mümkün değil. Nursi’nin de (yaklaşık olarak) dediği gibi, Hz. Muhammed için sadece iki seçenek mümkün: birincisi gerçekten vahiy almış bir peygamber, ikincisi çok büyük bir sahtekar (veya meczup). Ben ikincisini kendisine hiç yakıştıramıyorum ve dolayısıyla ilki olduğuna inanıyorum. Zaten kendime (kendimce) “müslüman” diyebilmemin tek sebebi de bu. Hz. Muhammed benim gözümde “vahiy” denilen şeye (o her neyse artık, en azından benim kafamda bu çok karışık) muhatap olmuş ve bunu paylaşmış birisi. Bunun ötesinde, çok iyi birisi. Ben Hz. Muhammed’i çok seviyorum. Onun takım arkadaşı olmak gibi bir düşünce içimi çok ısıtmasa da (çünkü hiçbir takım sevmiyorum artık), onun sevgisi içimde daim.
Dördüncü yorum (bu uzun yorum bir dostumdan gelmiş, ve sonrasında bir e-mail göndererek ekstra şeyler daha yazdı; ikisini de paylaşıyorum):
“Hayırlı olsun İsacım. Sen mutluysan huzurluysan önemli olan bu. Ben de geldiğim noktada dine dair pek çok konuda sana benzer düşünüyorum ama kendimi hala Müslüman görüyorum. Ben gelenek, community [topluluk] ve kimliği de dine dair konularda önemli bir yere koyuyorum. Atalarının dini gibi değil ama insan olarak hepimizin anlamlı bir hayat için bunlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Sadece akılla ve bilinçle varoluşun gerçekliğine ulaşmak bence mümkün değil zira insan olarak çok sınırlıyız bana göre, biraz fazlaca evrimleşmiş bir maymun. Yani objektif bir doğruya ulaşmak için kullanılan aracın kendisi yeterince güvenilir değil bana göre. O halde din de (dinsizlik de dahil) tüm insanı varoluş da özünde sübjektif bir deneyim. Sübjektif dediğimizde buraya geleneğin, communitynin, kimliğin girmesi de kaçınılmaz. Yani evet eskiden olduğu gibi İslami tek doğru olarak görmüyorum ve Allahın farklı şekillerde tezahür edebileceğini düşünüyorum ki buna bir anlama inanan ateistin inancı da dahil bana göre ama bunların hepsi de bir tercih özünde. Eğer bunlar sübjektif tercihlerse ve benim insan olarak amacım anlamlı bir hayat yaşamaksa iyi şeyler yapmaya çalışan ateistle birlikte olmak, onun kabullerine saygı duymak veya Kölner Dom da Stabet Mater ilahisi söyleyen çocukları dinleyip bunun güzelliğinden ve maneviyatından lezzet alıp ama hala ben de Müslümanı demek, gidip Sultanahmette namaz kılıp ondan da lezzet almak benim için en make sense eden [mantıklı gelen], yerli yerine oturan tutum. Ama herkesin ki kendine tabi”
ve
“Yazındaki konularla ilgili olarak da benim gördüğüm bizim eski mahalleden pek çok kişinin düşündüğü sorguladığı şeyler son zamanlarda. Cemaat Erdoğan kavgası bu süreçte katalizör etkisi oldu sanırım ama asıl neden olduğunu düşünmüyorum. Asıl neden genel modernleşme ve biraz da globalleşme süreci bana göre. Daha bu kavgalar tam başlamadan önce de Cemaat okullarıyla ilgilenen bir arkadaş öğrencilerin dine bakışının eskisi gibi olmadığından vs bahsediyordu. Modernlikle ve başka kültürlerle karşılaşan insanlar doğal olarak eski kabullerini sorguluyor zira geleneksel toplum içerisinde normal olan, doğal gelen o kabuller modern ve global bir toplumun ihtiyaçlarını karşılamıyor. O durumda kimisi bizler gibi inançlarını update ediyor şu ya da bu şekilde, kimisi de AKP tabanında gördüğümüz gibi milliyetçi, otoriter bir siyaseti dinin yerine koyuyor ki o da başka tür bir sekülerleşme.
Yani yalnız değilsinin ötesinde oldukça mainstream [ana akım] bir durum bana göre yaşadığın dönüşüm. Sadece herkes senin kadar net ve açıktan ifade etmiyor olabilir bu sorgulamaları. Onun yerine namazını tam kılmayı bırakıyor mesela insanlar. Ben de düzenli namaz kılmıyorum Amerika'ya geldiğimden beri (~4 yıl). Ama yine Cumalara gitmeye çalışıyorum, veya once in a while [arada sırada] kılıyorum, veya Ramazanda çocuklarla akşam kılıyoruz vs. Dediğim gibi kısmen bu çocuklara bu kültürü vermekle de alakalı. Bana göre bir kök, bir kimlik, biraz da bir topluluğa aidiyet hissi gerekiyor insan için. O yüzden ateistler de kilise kuruyor, seküler Yahudiler de sinagoga gidiyor vs. Ama sadece kültür olarak da bakıyor değilim, hala inancım da var sadece bunun illa belli formlarda ortaya konması gerektiğini düşünmüyorum (biraz eskiden sekülerlerin dediği kalbin temiz olacak noktasına yakın duruyor :) ama yine Cumaya filan gidiyorum.
Dediğim gibi herkesin yolculuğu kendine, sen mutlu ve huzurluysan kimsenin diyeceği bir şey yok.”
Bu yorumun üstüne yorum olmaz :), ben dostuma neredeyse yüzde yüz katılıyorum. Zaten benim durduğum yerde neredeyse dostumun durduğu yerle aynı.
Beşinci yorum:
“Bu görüşlerinizi paylaşmaya başladığınızda sosyal çevrenizden ne gibi tepkiler aldınız? Aynı şekilde kabul görmeye devam mı edildiniz mi yoksa isteyerek yada istemeden bir dışlama oldu mu?”
Sosyal çevrem (özellikle eskiye nazaran) çok geniş değil. Etrafımdaki insanların neredeyse hepsi çok yakın ve sevdiğim (ve beni sevdiklerini umduğum) insanlar. Düşüncelerimi açıkladığımda bir dışlama olmadı, çünkü ben zaten bir süre önce dışlayabilecek kesimin dışına çıkmıştım :) Bu demek değil ki, sevdiklerimin hepsi bu duruma karşı kayıtsız. Çok sevdiğim ve beni çok seven insanlardan durumuma çok üzülenler var. Ben de onların üzülmesine üzülüyorum, ama yapılabilecek bir şey yok. Allah’tan sevgilerimiz baki, idare ediyoruz :)
Altıncı yorum:
“Anladığım kadarıyla bir Tanrı inancınız var. Hatta teistim diyorsunuz ve İslamiyete geleneksel kalıpların dışında bir inancınız var. Tanrı’nın bir insan ile konuştuğunu (vahiy) nasıl temellendiriyor ve ispatlıyorsunuz kendinize?”
Yukarıdaki yorumlarda birine yaptığım yorumda dediğim gibi, vahiy benim için hâlâ karışık bir mevzu. Bunu ispatlayamıyorum kendime. Aslında vahiy ve peygamberler hakkındaki kısa düşüncelerimi bir önceki yazımda şöyle ifade etmiştim: “Peygamberler “kozmik bilinç” diye tanımlayabileceğimiz Tanrısallıktan, yani o “İlahi bulut”tan, kendi kapasitelerine (kültürleri, anlayışları, dilleri vs) göre “kaplarını” dolduran özel (ve güzel) insanlar.” Hâlâ bu konudaki düşünmelerim devam ediyor, daha çok söyleyecek şeylerim olursa belki ileride bu konu ile alakalı bir yazı yazarım.
Yedinci yorum:
“İsa bey, lise ve üniversite yılları boyunca sizi dini inançlarınızla kabul etmeyeceklerini bildiğiniz Kemalistlere yaklaşamayarak cemaati seçmişsiniz. Cemaatin sağladığı inançlı ortamı ve oradaki çoğu masum hocanın çabalarıyla oluşturulan eğitim imkanlarını, toplanan diğer zeki çocukların zihin açıcı enerjilerini kullanıp motive olmuşsunuz. Arkadaşlık ve sosyal destek ihtiyacınızı oradan karşılamışsınız. Onların yönlendirmesinin de etkisiyle yurtdışına gitmişsiniz. Orada da yabancı bir kültürde, yabancı bir dini ortamda yalnızlık çekmemişsiniz ve yine cemaati seçmişsiniz. Cemaat büyüdükçe içlerinde kalmış, ego besleyici rollerde bulunmuşsunuz. Etinizin kemiğinizin çoğu onlarla geçirdiğiniz zamanlarla oluşmuş. Tüm bunların da etkisiyle şimdi kimseye muhtaç olmayan bir kariyeriniz ve maddi imkanınız var…”
Kendinizce yaptığınız bu özette haklılık payı olan çok taraf olsa bile; bu özet, pastel bir resim, karikatürize ediyor, ve çerçevelemesi (framing) “cemaate diyet borcunuz var” şeklinde. Ben buna kesinlikle katılmıyorum. Ben kendi hikayemi kendi ağzımla yazdım MFP yazımda (link). Bu kadarıyla iktifa edeyim.
“Bu yüzden kolayca cemaate rest çekebilmişsiniz de. Sizin gibi bir sürü Bilkent mezunu var, çoğu 15 Temmuz sonrası 3 maymunu oynayıp hiç cemaatin kapısından geçmemiş gibi ölüye yatıyor ve sessizce kendilerini gizliyorlar. Bu yüzden sizinki ayrı cesaret. Bir grup kurup peşinizden insanları sürüklemek istiyorsanız bilemem ama yine de diğerlerinden daha fazla risk aldınız. Diğerleri Türkiye’ye gidebilirken siz gidemiyorsunuz. Bunların farkındayım…”
Çok şükür kendi ayaklarım üzerinde durabiliyorum, çok şükür kimseye muhtaçlığım, borcum, diyetim yok. Çok şükür çok güzel bir hayatım var. Benim MFP, YouTube, (zamanında) twitter üzerinden yaptığım bir cesaret miydi, yoksa aptallık mıydı bilemiyorum ama yaptığıma pişman değilim. Bir grup kurup peşimden insanları sürüklemeyi kesinlikle istemedim. Peki neden yaptım? Çünkü doğru olduğunu düşündüm. O kadar.
“Ama yine de sormadan edemiyorum. İç yolculuğunuzu paylaşıp insanları etkileme sorumluluğunu alırken şunu düşünüyor musunuz: Çoğu insan sizin imkanlarınıza sahip değil. Entelektüel olarak da maddi olarak da. Çok fazla acı çekiyorlar. Cemaat yem olarak kullanıp kendi çıkarları için onları terk etti. AKP zulümlerden zulüm seçiyor ve sınır tanımıyor bunda. Böylece halkın geri kalanını sizi de böyle yaparız diye korkutuyor. Kemalistler zaten asla haz etmediği ve çocukluktan cemaatin kollarına ittiği dindar Anadolu halkının çocuklarının eziyet çekmesini şehvetle izliyor. Ne siyasiler ne hukukçular ne de Türk halkı bu adaletsizliği görmek istiyor. İnsanlar hapislerde çürüyor. Bu arada kalmış insanların çoğu Türkiye’de ve tek sığınakları nasıl yakaracaklarını dahi bilmedikleri Allah’ları. Siz bu yazınızla onların bu inancını da ellerinden alıp delirmenin ve çaresizliğin eşiğine itiyor olabilir misiniz?”
Eyvallah. Haklısınız. Türkiye’deki genel durum çok kötü, Türkiye’deki “cemaate iltisak” saçmalığıyla ceza çekenlerin durumu çok ama çok acı. Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum, Türkiye’de yüz binlerce KHK ve FETÖ/PDY davaları mağdurları var, ama benim bir önceki yazımı sadece bin küsür kişi okuyor. MFP’ye girip yazıyı okuyanlar zaten genel itibariyle sorgulayan insanlar. Bu insanlar sadece benim yazılarımı mı okuyorlar? Twitter’da, YouTube’da, Çağrı Mert Bakırcı’yı, Rıdvan Aydemir’i, Diamond Tema’yı vs vs, görmüyorlar mı? Ben kimsenin inancını elinden almak istemiyorum. Kimseyi çaresizliğe de itmek istemiyorum. Umuyorum ve inanıyorum ki (en azından orta-uzun vadede) yazdıklarım, kimse için kötü olmaz, bilakis iyi olur. Ama bu durum önceliğim değil. Bana isterseniz bencil veya egoist deyin, ama ben başkaları için değil, kendim için yazıyorum. Doğru olduğunu düşündüğüm şeyleri ifade ediyorum, bunları yazarken düşüncelerimi oturtuyorum; ve yayınlıyorum çünkü insanların çoğu paylaşmayı sever ve ben kesinlikle bu insanlardan birisiyim.
“İnsanların bu yazıyı okuduğunda ne yapmasını bekliyorsunuz, yanlış ya da doğru aklı temellere dayansın ya da dayanmasın farketmez, tek sığınakları olan mevcut inançlarını bırakıp sizi alkışlamalarını mı ve hayranlıkla peşinizden gelmelerini mi? Travma ve acı dolu bu insanlara ne önerirsiniz? Onların hiçbiri sizin imkanlarınıza sahip değil. Acı çekmekten başka da nasiplerine düşen bir şey yok...”
Alkış veya hayranlık beklemiyorum; umursamazlık veya kızgınlık bile olsa karşılaştıklarım, düşüncelerimi yazmaya devam edeceğim hocam. Çünkü ben düşünmeyi, yazmayı ve paylaşmayı seviyorum.
Benim travma ve acı dolu insanlara öneride bulunmak haddim değil. Onların yaşadıklarını yaşamadım (başka şeyler yaşamış olsam da). Çok klişe olacak ama sabrı (ve hakkı) tavsiye ederim sadece. Yazdıklarımı okumak iyi gelmiyorsa eğer, okumasınlar bence. Ama bu gereksiz bir tavsiye, çünkü öyleyse okumuyorlardır zaten. Vesselam.
Son olarak:
Blog’da gelen yorumların hepsine cevap verdim. Şimdi kısaca mesajlarla gelen tepkilere dair birkaç kelam edip yazımı bitireyim müsadenizle.
Birinci özel dostum şöyle bir yazışmamız oldu. Dostum: “Bu kadar açıktan yazmaya gerek yoktu bence.” İsa: “Ben içimde tutamıyorum. Karakterim böyle.” Dostum: “Yok be, şimdi kaldır bence, ben okudum :)” İsa: “Sadece senin için yazmadım ki :)” Dostum: “Diğerleri hep seni judge edicek. Benim kıymetimi bil :)” İsa: “Etsinler onlar, ben senin kıymetini biliyorum :)”
İkinci özel dostum şöyle yazdı: “Harika özetlemişsin, İsacım, eline sağlık. Ve bu açıklıkla yazman da takdire şayan bir durum. Kendi tamamlanmamış din modelimi benim de bir ara, en azından kendim için, yazmam lazım ama, işte... :))” Ben de kendisine yazmasını ve paylaşmasını rica ettim, belki bir gün yazar ve ikna edebilirsem MFP’de paylaşırız :)
Can abimle yazışmalarımız oldu. Can abi ölüm sonrası sonsuzluğa inandığını ve bunun çok güzel olduğunu yazdı. Ben de bunun böyle olduğunu umduğumu ama pragmatik sebeplerle inanmak istemediğimi yazdım.
Şimdilik bu kadar. Bir sonraki yazıya kadar, hepinize iyi zamanlar diliyorum.
-İsa Hafalır
9 Yorumlar
Rıdvan Aydemir apostate prophet YouTube kanalındaki kâfir mi
YanıtlaSilCevaplar icin cok tesekkur ederim. Cok samimisiniz
YanıtlaSilBen teşekkür ederim.
SilÇünkü, bir daha dönmemek üzere zevâl ise, şefkati musîbete; muhabbeti hırkate; ve nimeti nikmete; ve aklı meş’um bir âlete; ve lezzeti eleme kalbettirmekle, hakikat-i rahmetin intifâsı lâzım gelir.
YanıtlaSilTurk halki ve cemaatin icindekiler icin sorun darbede basarisiz olmak. Darbeye kadar varligiyla yillarca cemaati besleyenler ve cemaatin varligiyla kendini besleyenler ne hikmetse bir gecede yillardir yapilan ama gormezden geldikleri tum ahlaksizliklara uyandi. Kimse kaybedenin tarafinda olmak istemiyor, cemaatin kendisi bile! Bu yuzden Fetullah dibindeki adami tanimam diye yalan soyluyor. Sucun sahibi olmazmis derler eskiler. Simdi her seyi garibanlarin ustune yiktilar. Kendi itibarinin pesinde adamlar, karsidakinin hayatina yaptigi etkiye kor sagir olmus. Onlar da sorgulasaymis diyorlar. Oldu canim, sen ovune ovune bitiremedigin zekan, basarin akademik egitimin ve mutlulugunla yillarca kor kor ocagina odun tasidigin cemaatin ic yuzunu goremedin, simdi de tum sucun uzerine yikildigi gorme engelli KHKliya, hapiste bebegiyle hepinizin sucunun cezasini ceken annelere, felcli polislere, kanser hastalarina karsi hicbir sorumluluk almadan hakki ve sabri tavsiye etme yazilari yaziyorsun! Yillarca yurt disindan sizi ve sizin gibileri ornek gosterip adam topladi cemaat! O zamanlar egonuz iyi oksaniyordu ve sesiniz cikmiyordu. Hepiniz el birligiyle yukselttiniz, el birligiyle cokerttiniz! Simdi entelektuel capsizliginizin, yetersiz paradigmanizin sorumlulugunu, kisitli kaynaklariyla tum cezanizi ceken garibana yikip dinlediginiz iki youtube kanaliyla aydinlandiniz saniyorsunuz! Ingilizce yazim kurallarini Turkceye uyguladiginizin bile farkinda degilsiniz! Sayfa sayfa bakin ben ne kadar mutluyum yazacaginiza biraktiginiz enkazin sorumlulugunu alin, her seyi garibana yikip itibar pesinde kosmayin!
YanıtlaSilHocam sizin cocuklar camiye gidiyor, kuran ogreniyor, ekstra islam bilgisi ve kuran dersi aliyor :))) walla degme islamcidan daha mumin cocuk yetistiriyorsunuz. bu sey hikayesi gibi olmus https://www.haber7.com/medya/haber/72350-iste-bir-misyonerin-carpici-hikayesi
YanıtlaSilAllah bozmasin :)
ATA'nın yazısıyla bağlantıyı kuramadım hocam :) Çocuklar piano, dans, yüzme, futbol, tenis dersleri de alıyorlar :)
SilEline sağlıl kardel. Soru 1, ölüesen alla korusun islami usulle mi defnedileceksin, 2. İçki içiyor musun?
YanıtlaSilEvet, şu andaki düşünceme göre İslami usule göre defnedileceğim. İçkiyi denedim, ama ''içki içiyorum'' diyecek kadar içmedim/içmiyorum.
Sil