İki haftadır yoğun bir şekilde hazırlandığımız, prova üstüne prova yaptığımız 23 Nisan sonunda gelmişti.
Eskişehir’de küçük bir mektepte bir kız öğrenciydim.
Birazdan sahneye çıkacak ve folklor oynayacaktık, çok heyecanlıydım. Annem beni izlemeye gelmiş, tüm öğrencilerin, öğretmenlerin ve velilerin gözü üzerimde olacaktı.
Ya hareketleri tam zamanında yapamazsam ayağım tökezlerse korkusu tüm bedenimi sarmıştı. O sıra karşıdaki Eskişehir Hapishanesinin camından bakan yaşlı bir adamı fark ettim. İlginç bir şekilde bu adam bir kız öğrenci sahneye çıktığında kendi kendine söyleniyor, sinirleniyordu.
Bir erkek öğrenci sahnede şiir okuduğunda sakince izleyen bu adam, bir kız öğrenci şiir okumak için sahneye çıktığında huzursuzluk gösteriyor, yüzündeki tüm damarlar şişiyor, kıpkırmızı bir suratla sinirli bir şekilde kafasını iki yana sallıyordu.
Derdi neydi acaba diye düşünürken, sunucu, okulun folklor takımının gösteri yapacağını izleyicilere duyurdu.
Boy sırasına göre sahneye çıkıyorduk ben en son çıkacaktım, sıra bana gelene kadar heyecandan bayılacağımı düşündüm.
Sahneye çıktık… İlk oyunda hareketlere odaklandığımdan ne izleyiciye ne etrafa bakabilmiştim. İlk oyun bitip alkışlar gelince bir anlık nefes aldım ve etrafıma baktım. Annem gözyaşları içinde beni izliyordu. Annem çok zeki bir kadındı, çocukluğundan beri, meraklı kişiliğiyle hep okumak istemiş ama büyükbabam hem savaş ve fakirlikten hem de kızımı okutursam millet ne der çekincesinden annemi okutmamıştı. Şimdi kendi kızının okumasından gurur duyuyor ve sevinç gözyaşları döküyordu.
Öğretmenlerime baktım, bizi iki haftadır çalıştıran beden eğitimi öğretmenimiz çok sevinçliydi, hiçbir hata yapmadan oyunumuzu sergilemiş ve seyirciyi mest etmiştik.
Bir an gözüm karşıdaki hapishanedeki yaşlı adama ilişti. Yaşlı adam, adeta çileden çıkmış gibiydi. Aşırı öfkeliydi, sürekli kafasını iki yana sallıyor galiba olmaz, olamaz, olmamalı diye bağırıyordu.
Bir an yaşlı adamla göze göze geldik, bana iğrenç bir mahlukum gibi bakıyordu. Gözlerinde bana karşı önce gıpta sonra haset oluşuyor sonra korku ve tiksinme ile bakıyor son olarak da acıma ile beni süzüyordu.
Neden herkesin mutlu olduğu bir günde bu adam çileden çıkmıştı. Zihinsel hastalığımı var acaba diye düşündüm. Ama öyle olsa sadece kız öğrenciler sahneye çıktığında yapmazdı bu davranışları.
Neyse bu yaşlı bunağın enerjimi düşürmesine izin veremezdim, gereğinden fazla vaktimi harcamıştım, belki de hapishanede olduğu için bizim mutluluğumuz onu çileden çıkarıyordu. Bizim gibi olmak istiyor ama yapmıyordu bundan dolayı da bizi kötüleyerek kendini rahatlıyordu. Belki de bir kadın katiliydi kim bilir kız öğrencilere karşı bu açık düşmanlığının başka ne izahı olabilirdi ki?
Folklor oyunumuza devam ettik, hiç hata yapmadan çok güzel bir şekilde oynadım. Yaşlı bunağın taciz eden bakışları dışında her şey çok güzel geçmişti.
Akşam yemeğinde anneme bu yaşlı adamdan bahsettim. Annem bu durumu hiç garipsememişti. Sanki kimden bahsettiğimi çok iyi biliyordu ve tanıyordu. “Boşver kızım ben seninle gurur duruyorum” dedi ve yemeğine devam etti.
Annem geçmişte yaşadıklarını anlatmak istemezdi, okumak isteyip büyükbabamının onu okutmadığını da dayımdan öğrenmiştim. Nedense bu adamla ile anemin geçmiş travmaları arasında bir ilişki sezdim. Ama annemi üzmemek için konuyu bir daha açmadım ve bir süre sonra da unuttum.
Ta ki bir gün sınıfımızdaki bir kız “koşun kızlar, karşı hapishanede kendine zamanın harikası(bediüzzaman) diyen yaşlı Said kitabında bizden bahsetmiş” diye bir nüsha kağıtla çıkıp gelene kadar
Kağıtları alıp okumaya başlayınca sinirim tepeme zıpladı. Benim için çok sıradan bir gün meğer başkaları için nelere işaretmiş de ben anlayamamışım…
“Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazar bakış, dikkatlardan nefret görüyorlar kat’î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım.”(Gençlik Rehberi, Said Nursi)
Hemen sözlükten raksetmenin anlamına baktım, dans etmek demekmiş. Gülmek ve dans etmenin -folklor da bir dans sayılırdı- nesi garipti ki bu adam bundan rahatsız olmuştu. Kendisi hapishanede olduğu için haset mi etmişti? Hapishanedekilerin durumunu düşünerek eğlenmememiz mi gerekirdi, çok mu gülmüştük yoksa... Gene kendimi suçlamaya başlamıştım, ama düşündüğüm gibi olsa lise öğrencileri derdi. Özellikle “lise mektebinin büyük kızları” demezdi.
Hem büyükten kastı ne? Folklor ekibinde her sınıftan kız öğrenci vardı. Bizi neye göre “büyük” kategorisine koymuştu acaba? Çok sonradan öğrenecektim orada geçen büyük ifadesinin manasını. Meğer bazı erkekler bizden daha çok takip ediyormuş ne zaman adet gördüğümüzü ne zaman ergenliğe girdiğimizi. Benim vücudumdan çıkan kan, çok büyük toplumsal bir mevzuymuş birileri için. Kandan önce yapabileceklerim kandan sonra yapabileceklerim şeklinde benim bilmediğim kurallar silsilesi varmış.
Sorun gülmek, dans etmek ya da eğlenmek değilmiş. Bunu erkeklerin yapması ya da ergenliğe girmemiş kızların yapması da sorun değilmiş.
Ama benim yapmam, yaşlı Said için büyük sorunmuş, çünkü benim artık kanamalarım başlamış vücudum değişmiş ki 200 metre öteden hapishane camından yaşlı Said bizi “büyük kız” kategorisine koymuş.
Okumaya devam ettim. Devamında yaşlı Said, gülüp dans ettiğimiz için bize demediğini bırakmamıştı. Bu deli bunağın güya pencereden bize bakıp, kıpkırmızı kesilip, kendi kendine söylendiği o an kalp gözü açılmış ve bizim 50 yıl sonraki hallerimizi görmüştü. Çoğunluğumuz ölmüş, kabir azabı çekiyormuşuz gülüp dans ettiğimiz için. Diğer yaşayanlar ise daha ölmemiş ama namussuz(!) olduğumuz, iffetimizi(!) koruyamadığımız için güzelliğimiz gençliğimiz gidince eşlerimizden nefret görüyormuşuz.
Yaşlı Said bunları görmüş ve bize acımış(!) sonra da ağlamış bizim için(!).
Evet biz gülüp eğlenirken, kendi kendine sorun etmiş bu yaşlı adam her şeyi, gülüp dans etmemizden namussuz ve iffetsiz olduğumuz sonucunu çıkarmış. İffetli kızlar gülmezmiş sesli şekilde, dans etmezmiş ulu orta hatta bu Said’e göre okumazmış bile o kızlar okuyacaksa da sadece kızlar için olan mekteplere Kuran okumayı öğrenmek için gidermiş. Sultan Fatih Sultan Mehmetleri yetiştiren anneler çok mu okumuş sanki, kadını kocası eğitirmiş evinde. Süfyan(!) Atatürk’ün Said’e göre özellikle toplumun ahlakını bozmak için açtığı mekteplere gitmezmiş ümmetin kızları. Ülkemizdeki tüm sorunların sebebi benim kız başıma okumaya cüret etmem, dans etmem ve sesli gülmemmiş. İslam dininden sapmaymış bunlar, ben sesli güldüğüm için ve devlet de benim sesli gülmeme izin verdiği için tüm Türkiye Tanrı tarafından cezalandırılmış ve fakir kalmış.
Biz “ehl-i dalâlet ve sefahet”mişiz. Bu ne demek diye sözlüğe tekrar baktım. “Zevk, eğlenceye ve yasak şeylere düşkün, doğru ve hak yoldan sapmış kimseler inançsız kimseler” yazıyordu. Aslında depresif bir kızımdır, babasız büyümek ve fakirlik beni çok etkilemişti. Keşke eğlenebilsem ve zevk alsam şu hayattan derdim hep. “Yasak şeylere düşkün” acaba kimin koyduğu yasaklardan bahsediyor. Gülmek, dans etmek, folklor oynamak, eğlenmek haram mı cidden? Çile mi çekmeliyiz, sürekli ağlamalı mıyız? Bu yaşlı Said’de galiba geçen okuduğum romanda geçen İsa’nın yaşadığı acıları yaşamalıyız diye kendine zincirle vuran papazın kafasından... Bu dünyada ağlarsak ötede gülermişiz. Sonsuz hayatta gülebilmek için bu dünyada ağlamalıymışız. Bu güzel bir ticaretmiş…Ne ilginç insanlar var yahu! Yaratıcı niye sürekli üzülmeni istesin, acı çekmeni istesin. Bu dünyada da gül ötede de gül…
Yok yaşlı Said’e göre zaten ölecekmişiz şimdi eğlenmenin ne manası varmış. Sonsuz hayat için çalışmalıymışız. Said takmış bizi güldürmemeye, gülen kızlar ona göre namussuz kafirlermiş bir kafirde Yaratıcıya inanmadığı için kaybettiği ailesinin hiç olduğunu düşünüp hep acı çekermiş. Yani ben şimdi gülüp dans ediyorum diye mutlu olduğumu sanıyormuşum ama gelecekte daha mutsuz olacakmışım ölümleri gördükçe. Said ise şimdi gülüp eğlenmese de totalde hem bu dünyada hem ötede daha mutlu olacakmış. İleride ölecek anne-baba acısını daha az yaşamak için şimdi eğlenmemek, gülmemek arasında neden-sonuç ilişkisi kurmuş. Psikiyatrinin ve psikolojinin çözmeye çalıştığı insanların psikolojik zaaflarına dem vurarak, huzur yalan çare hiç eğlenmemek demiş ihtiyar Said. Bizi güldürmemeye takan yaşlı Said obsesifçe kar-zarar listeleriyle bir ton dil dökmüş müritlerini ikna etmek için. Israrla ben bu dünyada da ötede de daha mutlu olacağım ne olur o kızlar gibi olmayın diye dil dökmüş. Gülmek cidden devrimci bir eylemmiş, adamın hayallerini yıkmışız.
Okudukça bu sefer ben acıdım bu yaşlı adama, hayatta hiç mutlu olamamış ısrarla kendi yolunun doğru olduğunu göstermek için, kendi kendini ikna etmek için bir ton dil döken huzursuz bir ihtiyar. Kuran yetmemiş onu ispatlamak için 14 tane Kuran yazmış. Kafasında 14 kitaplık şüphe. Özeti: hayır ben onlar gibi yaşamıyorum ama daha mutluyum inanın bana ben karlı bir ticaret yaptım, sadece ahirette değil dünyada da onlardan daha mutlu olacağım..
Bizim gibi olmak istiyor ama kendini baskılıyor. Kendini, istemediği bir hayat için ikna etmeye çalışıyor tek başına buna dayanamayacağı için tüm müritlerini hatta tüm dünyayı değiştirmek istiyor. Benim yok, sizin de olmasın... Bana hatırlatmayın diğer ihtimalleri…
Said’in istediği delilik maalesef toplu oynanan bir oyun ve ona göre biz “büyük kızlar” bu oyunu bozuyoruz. Varlığımız hayat tarzımız onun değerlerini aşağılıyor, onun müritlerinin kafasını karıştırıyor. Havva’nın Adem’e yaptığını biz Said’e yapıyormuşuz. Sevmiyor bizi. Dikkatini bize vermek istemiyor, bizi fark etmek istemiyor ama istemsizce ne yaparsa yapsın bizi fark etmek dikkatinin otomatik bize çekilmesi onu delirtiyor. Biz ona kendi güçsüzlüğünü başarısızlığını hatırlatıyoruz. Bizi imtihanı görüyor, soruyu çözmek zor geldiği için de sınav sorularını basitleştirmeye çalışıyor. Kendi fıtratının akışına ters yönde yüzmeye çalışıyor. Başaramıyor, öfkeleniyor, dış şartları değiştirmek için didiniyor bu sefer.
Daha fazla devam edemedim ve okumayı bıraktım. Depremlerin bile sebebini bize bağlayacak kadar delirmiş bu yaşlı adam.
Kendi halimde kendi iç dünyamda yaşadığım şeyler meğer dışardan nasıl gözüküyormuş. Bedenim Said için toplumsal bir konuymuş pardon sorunmuş.
Arkadaşlarla bu adamın bize namussuz demesini dava etmeliyiz diye konuştuk. Bakışlarıyla taciz ettiği yetmiyor gibi bir de hakkımızda ergence iffetsiz, namussuz, 50 sene sonra kabirde azap çekiyorlar, şimdi güzel olabilirler ama yaşlanınca çirkinleşecekler kimse de onlara bakmayacak diye yazmış. Okurken komşumuzun afacan oğlu aklıma geldi, O da onla yeterince oyun oynamazsam: “şişko, çirkin, sivilceli, yaşlanınca kimse sana bakmayacak” derdi.
Akşam eve gidince anneme bu konuyu açtım.
Annem, “büyükbaban böyle düşünmezdi, aşmıştı bazı şeyleri ama onun etrafı ve toplum o zaman böyle düşünürdü bundan dolayı okula gitmeme izin vermedi” dedi ve anlatmaya devam etti… Annem ilk kez kendi gençliğini ve travmalarını anlattı o gece. O anlattı ben hüzünlendim. Huzursuz ihtiyarların nefretle kaleme alınmış yazılarının ne kadar tehlikeli olabileceğini o gün anladım. Takıntılı fikirlerinin başkalarının hayatlarını nasıl cehenneme çevirdiğini…
Büyükbabam kızına namussuz derler diye okutmamıştı, şaka gibi gelebilir. Ama işte sesli gülmekten bile ne anlamlar çıkaran bu zihniyet o dönem karşıydı kız çocuklarının okumasına.
Mezun olunca öğretmen oldum köy enstitülerinde. Osmanlı’nın 600 yıldır sadece asker ve vergi toplamak için uğradığı köylere gidip okullar açtık hem erkeklere hem kızlara okumayı yazmayı öğretmek için. Ama ihtiyar Said’in türevleri oralarda da dedikodu kazanını kaynatıyordu. Kızlar erkeklerle birlikte nasıl okurmuş, ateş-barut gibi…yan köydeki okulda bilmem falancanın kızı hamile kalmış ey ahali demeleri yetiyordu, doğru yalan hiçbir şeyin önemi yoktu bir süre sonra kızlarını göndermezdi aileler. Köyün çoğunluğunun bir algıya inanması, ona gerçeklik hüviyeti kazandırıyordu. Erkek öğrenciler için sorun olmadı dedikodular.
Zamanla bizim deli ihtiyarın gazetelere manşet olduğunu gördüm. Generallerle artık cami temeli atıyordu kışlaların içinde. Gün onların günüydü artık. Sovyetlerin Kars’ı ve Ardahan’ı istemesi bu adamların önünü açmıştı. Kafir, dinsiz, komünistlere karşı ehli kitap ile ABD ile ittifak yapılmalı diye yazıyordu Said. Hükümette denize düşen yılana sarılır diyordu. İşgal tehlikesine, Komünizm tehlikesine karşı ancak Said gibileri yanımıza, devlet kadrolarına alarak mücadele edebiliriz diyorlardı. Sizin okuttuğunuz Hasan Ali Yücel çevirileri öğrencileri sorgulamalara itiyor, bize bu şartlarda itaat edecek insan tipi lazım diyorlardı.
Asker müritlerine özel ilgisi olan Said için artık gün doğmuştu. Bol bol asker müridi olacaktı. Değişim kokusunu çoktan alan Said zaten kitaplarında bol bol şakirt asker modelinin müjdesini vermişti. Gün gelecek Türk ordusu dizginlerini eline alacak, gerçek hüviyetine bürünecek, Trablusgarp’ta savaşırken sol gözünden yaralandığın için artık Süfyan gibi tek gözü sağlam kalan Atatürk’ten zincirlerini koparacaktı.Vefatından 5 yıl sonra en yakın talebeleri Mit müsteşarı Fuat Doğu ile çalışacak noktaya gelmişti. Aman canım bizim 50 yıl sonraki halimizi görmüş kalp gözü açık bir ihtiyar tabi sadece geleceği görüp o müjdeleri(!) veriyordu.
Artık çare Kırmızı Kitaplardı. Bağımsızlık için Cumhuriyet kazanımları askıya alınacaktı. Hasan Ali Yücel çevirileri rafa kaldırılıyor. Zamanın harikasının kırmızı kitapları raftan indiriliyordu.
Medeni kanunla gelen kız ve erkek çocuklarına eşit mirası bile, aman canım ne olacak kadınlara yarım hisse verilmeli sonuçta kadınlar evlenince kocalarına düşen fazla paydan yararlanır şeklinde bayağı ve laçka argümanlarla eleştiren(link), kadınların evlerinde bile nasıl giyineceğine karışan, aman kız çocuklar bacaklarını evde de örtsün erkeklerin aklı karışır diye sapıklaşan (link) zamanın harikasının kırmızı kitapları…
Askıya alınan cumhuriyet kazanımları, bırakılan devlet kadroları acaba tekrardan alınabilecek miydi? Komünizm tehlikesi bitince bu kitaplar tekrar rafa kaldırılabilecek miydi? Ya bu askı döneminde yaşayan bunlara teslim edilen milyonlarca genç ne olacaktı? Bağımsız ama zihni köle… Bedeni özgür, Stalin’in çizmelerinde ezilmemiş ama tüm kazanımlarının Cumhuriyet sayesinde geldiğini bilmeyen kız öğrenciler… Hakları getireni küçük Deccal, Süfyan olarak öğrenecekler. Kendilerini günde 5 vakit “min şerrin nisa, belain nisa, fitnetin nisa” diye aşağılayan yaşlı Said’i ise zamanın harikası…
Evet sesli güldüğü için dans ettiği için iffetsiz olan kadınlar, ama insanların yaşam tarzını değiştirmek için torpille girilen askeri kadrolar, amaç uğruna her yolu mübah gören iffetli(!) anlayış. Kendi inandığı oyunun kurallarına uymayanları hain görme(namaz kılmayan haindir),fikri yüzünden insanların öldürülmesinin doğru olduğunu savunma(link).
Said’in yazdığı gibi 50 yıl sonra kabir azabı çekmiyordum. Yanı başımızdaki İran’ın, Afganistan’ın yıkılışını izliyordum. Gençken, deli ihtiyar diye umursamadığım bu adamla tıpa tıp aynı öfkeye sahip eli silahlı militanların, gücü ele geçirince milyonlarca kadına nasıl bu dünyada kabir azabı çektirdiğine şahit oluyordum. Bizle her karşılaşmaları -sokakta, okulda, markette, işte- imtihanlarını zorlaştırdığı için evlere kapattılar kadınları. Said’in yaptığı kar-zarar hesaplarını yaptılar. Bu dünyanın hiçbir önemi yoktu varsın sonsuz hayatı kazanma uğruna kadınlar evde kalsın, bu onlar için daha hayırlıydı şimdi anlamasalar da ileride anlayacaklardı. Eğer dışarı çıkacaksalar hemen silinmesi gereken bir leke gibi hızlıca işlerini halletmeleri gerekiyordu. Tamamen simsiyah çadırlara bürünsünler. Dış dünyaya adeta Said’in baktığı hapishane penceresinden bakar gibi kumaş çizgilerin arkasından baksınlar neme lazım bu adamlar kızların artık “büyüdüğünü” fark etmekten hiç hoşlanmıyordu.
22 Yorumlar
Münferit'de Kafirun Suresinin sathı mailine giriliyor.
YanıtlaSilBuralar ölmüş galiba, ne yorum var, ne reaksiyon. Ben be bir konsomatrisin Tesettür Risalesinin gerçek versiyonu makalesini kaleme alayım bari.
YanıtlaSilEvet hocam. Yemyeşil bir bahçe gibiydi buralar, kurumuş bir çöle döndü. Ne diyelim, nasip :)
SilŞimdilik öyle olsa bile pek çok insanın yemişlerinden istifade ettiği bir bahçe burası. Pek çok zihin aradığı cevapları burda buldu veya kendi çıkarımlarını burda paylaştı. Sırf bu açıdan bile tarihi bir vazife gördü ve site aktif olduğu sürece arşivdeki yazıları hala bu vazifeyi sürdürüyor. Hatta belki bazı insanları depresyonun, bazılarını da intiharın elinden çekip almış bile olabilir vakti zamanında, kim bilir...
SilEyvallah hocam. Katılıyorum. MFP'nin yapmış olduklarıyla gurur duyuyorum ve ileriye matuf da güzel işler yapacağı umudunu taşıyorum.
SilBu yazıyı kimin yazdığına dair veya bu yazının nasıl yazıldığına dair bir bilgi olsa iyi olur. Şu anki haliyle Ahmet Wolfensteinin kendi tecrübesi gibi gözüküyor. Eğer metnin gençlik rehberindeki halinin farklı bir yorumlaması yapıldıysa Ahmet tarafından bunun da belirtilmesi iyi olur. Tarihi olayların birden fazla yorumu olabilir.
YanıtlaSilçok iyi bir eleştiri olmuş. bu tip tersine okumaların artması dileğiyle
YanıtlaSilOkuyan çok emin olun.
YanıtlaSilÇok güzel bir çalışma olmuş. Aydınlık sabahlar aydın düşünen gençlerin olacak
YanıtlaSilfetöye toz kondurmayın, zıvanadan çıkıp fetöye girmişiniz çok görmüyoz
YanıtlaSilAyağın taşa değse kalbini yokla demiş Hacı Bektaş Veli. Her deprem değil ama kimi niye insanların yaptıklarının bir sonucu olamasin.
YanıtlaSilibni Ömer buyurur ki; «Peygamberimiz bir gün mesçidden çıkınca gülüsüp konusan bir toplulukla karşılaştı, durarak, selâm verdikten sonra onlara
YanıtlaSil«Dünya zevklerini kırıp ölümü sık sık hatirlayiniz» buyurdu.
Baska bir gün de yine mesçidden çiktiktan sonra gülüsen bir toplulukla karsilasinca söyle buyurdu;
«Nefsimi kudret elinde tutan Allâh'a yemin ederim ki, benim bildigimi bilseniz, az güler çok aglardiniz.»
Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
«— Çok gülmek, kalbi öldürür.»
Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
«— Gençliginde gülen, yasliliginda aglar. Zenginken gülen, fakirlige düsünce aglar. Yasarken gülen, ölünce aglar.»
Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
«— Kur'ân'i okuyun ve aglayin. Eger aglayamiyorsaniz, aglamakli olun.»
Hasan-ül Basrî «islediklerinin karsiligi olarak simdi onlar az gülüp cok aglasinlar» mealindeki âyet hakkinda «dünyada kaldiklari müddetçe az gülsünler, cok aglasinlar» diye tefsir yapmaktadir.
Yine Hasan-ül Basrî buyuruyor ki; «Önünde cehennem varken gülen ve önünde ölüm varken sevinçli olan kimselere sasarim.»
Yine Hasan-ül Basrî bir gün gülen bir delikanliya rastlar, ona «Yavrum, Sirat'i astin mi» diye sorar. Delikanli «Hayir» der. Hasan-ül Basrî : «Cennete girecegin mi belli oldu» diye sorar. Delikanli «Hayir» diye cevap verir. Bunun üzerine Hasan-ül Bcsri : «O halde gülmen neye» der. Bundan sonra o delikanlinin bir daha güldügü görülmemistir.
Süfyan meselesi mahkemelerde yazarın eleştirdiği zata soruluyor. Kendisi savunmasında bunun aslının çok önce yazıldığını (1908 li yıllar) hem belli bir şahıs ismi vermediğini söylüyor. Örneğin o yıllarda Rivayette var ki, “Âhirzamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar, alnında 'Hâzâ kâfir' yazılmış bulunur.” hadisini birisi çıkacak zorla şapka giydirecek diye yorumlamış. 20-30 yıl sonra bu yorum birisini işaret etse neden bu yorumu yaptın denemez. Yorumu yanlıştır denebilir fakat kanaat her kişinin kendisine aittir
YanıtlaSilMiras olayına gelince orada elestirilen husus kırmızı kitapların yazarının şahsi fikri yorumu degildir. Elestirilecek bir sey varsa genel islami hükümler elestirilmeli. Konu hakkinda diyanet işleri yüksek kurulunun bağlantısı aşağıda https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/905/kadinin-mirastaki-durumu-nedir
YanıtlaSilMetinde geçen namaz kilmayanin hain olup öldürülmesi gerektiğine dair link açılıp okunursa namaz kilmayanlardan değil yine genel islam hukukunda geçen murtedin yani müslüman iken dinden cikanin öldürülmesi geçiyor. Ki orada dahi konu öldürmeyi teşvik değil başka bir seyi izah ederken bu islami hükmü örnek veriyor. Yani bir elestiri söz konusu ise dinin bu hükmüne eleştiri olmalı
YanıtlaSilSapiklasan linke dair ortada sapıklık falan yok. Yazar saçmalamış. Dinimize göre aile içinde dahi mahremiyet var mı yok mu merak eden araştırsın diyanet vs kime guveniyorsa sorsun. Linki tıklayıp okursanız bir kısım süfli alçak nefis sahipleri diyor kalkıp insanların geneli aileleri birbirine o gözle bakar demiyor. https://sorularlaislamiyet.com/yetiskin-bir-kiz-abisinin-yaninda-nasil-giyinmelidir-kardesler-arasindaki-tesettur-nasil-olmalidir
YanıtlaSilya bu islam dininin nasıl konu başlıkları var bu nedir? yetiskin-bir-kiz-abisinin-yaninda-nasil-giyinmelidir-kardesler-arasindaki-tesettur-nasil-olmalidir bir din bu sorulara mı cevap aramalıdır?
SilHerhangi bir dinin ana başlıkları Allah a ve ahiret gününe inanmak. Bunun sonucu olarak da bu bilinçte bir hayat yaşamak. Ya bu islam dininin nasıl konu başlıkları var derken kastettiginizi düşündüğüm sığlık, şayet bir sığlık ise dine ve dinin sahibine ait bir şey değil. Basitlik söz konusu ise bu biz insanogluna ve bizim hayatimiza dair. Örneğin Kur'an diyor şüphesiz mallarınız ve evlatlariniz sizin için bir imtihandir. Peygamberimiz diyor kişi ölünce 3 şey onunla gider ailesi ve malı geri döner ameli onunla kalır. Şimdi katilirsiniz katilmazsiniz bu sözlerin ruhunda dünyanın geciciligi var asıl olana yönlendirme var. Ama insanoğlu soruyor işte enflasyon kadar faiz haram olur mu borsa helal mi vs. Velhasıl bunları mevzu gündem eden din değil o dinin tabileri. Gelip mezhep imamlarina Allah a hakkıyla nasıl ibadet ederiz diye sormuyor insanlar.
SilAyrıca madem ki insan uyuyor yiyor iciyor alışveriş yapıyor ölüyor vs. Ama basit ama önemli hayata dair ne varsa insanlar madem ki sormuş dinin aslı, özü bunlarla uğraşmamis ama fıkıh diye bir bölümü sırf bunlara cevap vermiş bu da gayet doğal olsa gerek.
Silevet çok doğal gerçekten. heralde şu şekilde anlamalı: "sen bunlara mı şaşırıyorsun? oooo oooo daha neler var!".
Sil...sığlık meselesine gelince "odadaki fili" millet görmesin diye bin bir türlü kılıf buluyorsunuz? din dediğin kavramın bir çerçevesi var. ve bu tip konu başlıkları islamın genelde gündeminden düşmeyen şeyler. kutsal diye dokundurmadığınız şeyin, nasıl anormal ve zararlı bir kültür ortamı olduğuna dikkat çekiyorum ben. bunu sığlık olarak yorumlamakla aklınızca üstünlük subliminali gönderip esaslı bir eleştiriye karşı kurnazlık ediyorsunuz. okuyanlar anlamasın diye de "ayol bunda ne var ki insanlar soruyor işte." fıkıh mıkıh meshep imamları falan... bak teknik kelimeler de kullanıyorum. ben bu işin ustasıyım şimdi ikile tarzındaki" klişe cevabınızı size aynen iade ediyorum. ben burda sizin inanmışı olduğunuz dini kökünden eleştiriyorum. mesele fıkıh meselesi değil!
Sonuç olarak bu yazı çok seviyesiz bir yazı olmuş. Yazar içindekileri kusmadan birilerini bir kefeye koymadan said Nursinin ya da genel olarak İslam'ın kadına bakışı yanlıştıri anlatmaya calissaymis daha güzel olurdu. Kendisini puru pak eleştirdiği insanları çirkin yobaz vs gösteren bir yazı. Karşı tarafın zihnini okuduğunu anladığını zanneden ama en basit seviyede bile anlamadan dindar olan veya görünen kimselere kendinden emin bir sekilde içini kustugu bir yazı. Tebrik ediyorum kendisini.
YanıtlaSilTebligat kanununda şöyle bir hüküm var : Muhatap yerine kendisine tebliğ yapılacak kimsenin görünüşüne nazaran onsekiz yaşından aşağı olmaması ve bariz bir surette ehliyetsiz bulunmaması lazımdır” şimdi burada görünüşüne nazaran kelimesini nasıl okumak lazım. lise mektebinin büyük kızları ifadesinden yazar neler çıkarmış neler. Ortalama kinle bakmayan herkesin büyük ifadesinden anlayacağı bellidir. Yaşça büyük olan çocuk denecek yaşı geçmiş olan vs vs
YanıtlaSil