Ölüm eşitleyici. Ölüm belki de dünyadaki tek adil şey. Ölüm aynı anda hem hayatı manasız yapıyor, hem de manalı. Manasız yapıyor çünkü ölüm olduğu için hayatta ne yaparsanız hepsi sonlu, hepsi değersiz. Manalı yapıyor çünkü ölüm olduğu için hayat sınırlı ve değerli; sınırsız şeylerin değeri olmaz çünkü.
Ölüm korkulacak bir şey değil kesinlikle. Biz varken ölüm yok, ölüm varken biz yokuz. Yani ölüm bizim için hayat kadar bir hakikat olmasının yanı sıra; şu da bir gerçek, ölüm bizim için yok. Bizden sonra geliyor, ölümle hiç karşılaşmıyoruz.
Ölüm insanı bir taraftan çok rahatlatıyor. Çünkü ne yaparsak, ne yaşarsak yaşayalım bir önemi yok ölüm olduğu zaman. Ölüm bir taraftan insanı çok rahatsız ediyor. Çünkü çok merak ediyoruz ölümden sonrası. Var mı arkasında bir şey? Cevabını hiç bilemeyeceğiz bir soru bu. Geri dönen yok ki cevap versin bize: “Bir çok giden memnun ki yerinden / Çok seneler geçti, çok seneler geçti / Dönen yok seferinden.”
Nasıl bu yaşama maruz kaldıysak ve şaşkınsak, geleceğinden şüphemiz olmayan ölümün beklentisi ile yaşamaya maruz kaldık ve şaşkınız.
Kaçıyoruz dolayısıyla ölüm fikrinden, üstüne konuşmak hoşumuza gitmiyor çoğumuzun. Ölümü ancak çok yakınımızın vefatı üzerine hatırlıyoruz, ağırlığını yaşıyoruz, ama o bile geçici oluyor (en azından yoğunluğu azalıyor.)
Ölüm gidene değil, kalana zor. Çünkü giden zaten gitmiş. Onun için zorluk yok. Ama kalan, kalan öyle mi ya? Bu zaten zorlu olan hayatı, şimdi bir de üzerine derin bir özlem eklenerek çekmek zorunda.
Hayat doğumla ölüm arasında sınırlandırılmış. Doğum öncesi de, ölüm sonrası da meçhul.
Bu meçhullerin ikisinin de yokluk olduğunu farzedelim. İki yokluk arasında neden bir varlık ortaya çıkmış? Neden varlık var? Felsefenin en önemli sorusunu kainat için değil de, kendimiz için, benlik ve bilincimiz için soruyoruz. Neden yokluk yerine varlık var? Yokluğun olması daha kolay değil miydi? Ama bu cevap da saçma; yokluğu bilmiyoruz ki! Bildiğimiz tek şey varlık.
Doğum big bang ise, ölüm de big rip. Aslında kainatın doğumu ve ölümü önemsiz bir insan için. İnsan için kainatın doğumu kendi doğumu, kainatın ölümü ise kendi ölümü.
Ölüm bir son. Bu yazının bir sonraki paragrafta bitmesi gibi hayatımız da bitecek bir gün.
Ölüm yaşamın son noktası. Bu yazının sonundaki son nokta gibi bir nokta. Noktasız ne cümle ne yazı olur, dolayısıyla nokta çok önemli ve gereklidir. Ama cümlenin veya yazının en önemli tarafı sonundaki nokta değil, anlattığı anlamdır. Ölüm bir noktadır.
-İsa Hafalır
Not: Bu yazı ilk defa İsa Hafalır'ın Substack sayfasında yayınlanmıştır: https://isaemin.substack.com/p/olum-uzerine?s=w
16 Yorumlar
Hem dediler ki o hayat sırf bizim dünya hayatımızdan ibarettir ölürüz ve yaşarız ve bizi ancak dehir (zaman) helâk eder, halbuki buna dâir bir ilimleri yoktur, onlar sâde zannederler. (Câsiye Suresi:24)
YanıtlaSilResûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi, parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne baksın. (Müslim, Cennet 55)
Ey nefis!
YanıtlaSilEğer şu dünya hayatına müştaksan, mevtten kaçarsan, kat’iyen bil ki, hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır.
O dakikadan evvel bütün zamanın ve o zaman içindeki eşya-yı dünyeviye, o dakikada meyyittir, ölmüştür.
O dakikadan sonra bütün zamanın ve onun mazrufu, o dakikada ademdir, hiçtir.
Demek güvendiğin hayat-ı maddiye, yalnız bir dakikadır.
Çocukken herkeste bilgisayar yoktu, sırayla otururduk arkadaşın bilgisayarına oyun oynamak için. Tadı damağımızda kalırdı, yeterince uzun zaman olmadığı için. Hele bir de oyunda yanıyorsan hemen, hepten keyifsiz. Yine okul yıllarında yaz tatili içimi burkardı. Arkadaşlar, sevdiğim öğretmenler, hiç açılamasam da her gün gördüğüm gülen gözler, hoşlandiğım kız terkederdi beni, ben onları terketmeden. Daha öncede alıntı yapmıştim: devamı olmayan şeyde lezzet yoktur, zeval-i lezzet elem olduğu gibi zeval-i elem dahi lezzettir sözlerinin anlamı bu gibi insani hisler midir? Mesafeli olmak, mert olmak mümkün mü sevdiğim şeylere? Allah için sevince mi mümkün olur mutluluğu da yoksunluğu da sevmek. Kavuşmak, mutluluk ne kadar çok da olsa kısa geliyor insana. Oruç tuttuğum günlere benziyor. Yeme içmeden mahrum olduğum günler daha uzun, fani iki üç günüme bedel sanki. Yoksa can sıkıntısı mı, hayır ruha meydan açılıyor olsa gerek. Bu lezzet ve mahrumiyet gel gitleri sonsuzluk arzusunun, batın-ı kalbin ayine-i Samed oluşunun izdisümleri mi yoksa insani bir yanılgı, küçük büyük hüzünler mi? Velhasıl hüzünleri, hazanları, vaktin kemale erdiği ikindiyi ve sonbaharı, güneşin batışını ve ölümün küçük kardeşi uykuyu seviyorum:)
YanıtlaSilHem, zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi istidat ve mânevî cihazât ile teçhiz edilen ve zemin mevcudâtına tasarıuf eden insan için, bu tâlimgâh-ı dünyada ve bu muvakkat ordugâh-ı zeminde ve bu muvakkat meşherde, bu kadar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyât-ı Rubûbiyet, bu hadsiz hitâbât-ı Sübhâniye ve bu gàyetsiz ihsanât-ı İlâhiye, elbette ve herhalde, bu kısacık ve hüzünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fânî dünyaya sığışmaz. Belki, ancak, başka ve ebedî bir ömür ve bâkî bir dâr-ı saadet için olabildiği cihetinden, âlem-i bekàda bulunan ihsanât-ı uhreviyeye işaret, belki şehâdet eder.
YanıtlaSilHem hiçbir cihetle akıl kabul eder mi ki, hadsiz rahmetli, muhabbetli ve nihayet derecede şefkatli ve Kendi san’atını çok sever ve Kendini sevdirir ve Kendini sevenleri ziyâde sever bir Zât-ı Kadîr-i Hakîm, en ziyâde Kendini seven ve sevimli ve sevilen ve Sâniini fıtraten perestiş eden hayatı ve hayatın zâtı ve cevheri olan ruhu mevt-i ebedî ile idâm edip Kendinden o sevgili muhibbini ve habîbini ebedî bir sûrette küstürsün, darıltsın, dehşetli rencide ederek sırr-ı rahmetini ve nur-u muhabbetini inkâr etsin ve ettirsin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Bu kâinatı cilvesiyle süslendiren bir cemâl-i mutlak ve umum mahlûkatı sevindiren bir rahmet-i mutlaka, böyle hadsiz bir çirkinlikten ve kubh-u mutlaktan ve böyle bir zulm-ü mutlaktan, bir merhametsizlikten, elbette nihayetsiz derece münezzehtir ve mukaddestir.
YanıtlaSilArkadaş! Hayat, Hâlıkın ehadiyetine bürhan olduğu gibi, mevt de devam ve bekasına bir delildir.
YanıtlaSilEvet, nasıl akan nehirlerin, dalgalanan denizlerin kabarcıkları ve yeryüzünde bulunan sair şeffaflar, şemsin ziyâ ve timsallerini göstermekle şemsin vücuduna şehadet ettikleri gibi, o kabarcık gibi şeffaflar ölüp söndükten sonra yerlerine müteselsilen gelip geçen emsalleri, yine şemsin ziyâ ve timsallerini gösterdiklerinden, şemsin devam ve bekasına ve bütün o şuâat, celevat ve timsallerin bir şems-i vâhidin eseri olduklarına şehadet ediyorlar. İşte o şeffaflar, vücutlarıyla şemsin vücuduna ve ademleri ve ölümleriyle de şemsin devam ve bekasına delâlet ediyorlar.
Evet, leyl ve neharın ihtilâfı, fusul-i erbaanın tahavvülü ve unsurların tebeddülü hengâmlarında meydana çıkan şu güzel mevcudat ve bu lâtif masnuatta devamla cereyan eden mübadele ve devir ve teslim muamelesi kat’î bir şehadetle, sermedî, âlî, dâimüttecellî bir Sahib-i Cemalin vücuduna ve bekasına ve vahdetine şehadet eden kat’î bir bürhandır.
Ni’meti ni’met eden, ni’meti nikmetlikten halâs eden ve mevcudâtı, firâk-ı ebedîden hâsıl olan vâveylâlardan kurtaran saadet-i ebediyeyi, o rahmetin şe’nindendir ki, beşerden esirgemesin. Çünkü, bütün nimetlerin re’si, reisi, gàyesi, neticesi olan saadet-i ebediye verilmezse, dünya öldükten sonra âhiret sûretinde dirilmezse, bütün nimetler nikmetlere tahavvül ederler. O tahavvül ise, bilbedâhe ve bizzarûre ve umum kâinatın şehâdetiyle, muhakkak ve meşhud olan rahmet-i İlâhiyenin vücudunu inkâr etmek lâzım gelir. Halbuki, rahmet, güneşten daha parlak bir hakikat-i sabitedir.
YanıtlaSilManyağımız geldi yine. Arkadaşlar bu fetullahçılığın beyine verdiği hasarı bu berk arkadaşta görebilirsiniz. Beyninizin bu şekilde süngere dönmesini istemiyorsanız kendinize dikkat edin, uzak durun. Bu kafanın bir adım ilerisi canlı bomba.
SilÖyle demeyeydin iyiydi :) Biz mahalledeki deli arkadaşımıza dahi çay söylüyoruz, cebine sigarasını koyuyoruz. Azıcık nezaketi, şefkati çok görmeyin gariplerden. Bir sonraki alıntılar size özel olsun; belki zamanla alışır, seversiniz beni :)
SilHem o dâimî cemâl, müştak seyirci ve istihsan edicilerin devam-ı vücudlarını ister. Çünkü, dâimî bir cemâl, zâil müştâka râzı olamaz. Zîrâ dönmemek üzere zevâle mahkûm olan bir seyirci, zevâlin tasavvuruyla, muhabbeti adâvete döner, hayret ve hürmeti tahkire meyleder. Çünkü, insan bilmediği ve yetişmediği şeye düşmandır. Halbuki şu misafirhânelerden, herkes çabuk gidip kayboluyor; o kemâl ve o cemâlin bir ışığına, belki zayıf bir gölgesine, bir anda bakıp doymadan gidiyor.
SilDemek, bir seyrangâh-ı dâimîye gidiliyor.
Madem cemal, kemal, rahmet bâkidirler ve sermedîdirler; elbette o cemâl-i bâkînin âyine-i müştâkı ve o kemâl-i sermedînin dellâl-ı âşıkı ve o rahmet-i ebediyenin muhtac-ı müteşekkiri olan insan, bâki kalmak için bir dâr-ı bekaya girecek ve o bâkilere refakat için ebede gidecek ve o ebedî cemal ve o sermedî kemal ve daimî rahmete, ebedü’l-âbâdda refakat etmek gerektir, lâzımdır. Çünkü ebedî bir cemal, fâni bir müştâka ve zâil bir dosta razı olmaz. Çünkü cemal, kendini sevdiği için, sevmesine mukabil muhabbet ister. Zeval ve fenâ ise, o muhabbeti adâvete kalb eder, çevirir. Eğer insan ebede gidip bâki kalmazsa, fıtratındaki cemâl-i sermediyeye karşı olan esaslı muhabbet yerine adâvet bulunacaktır. Evet, ebedînin sâdık dostu ebedî olacak. Ve bâkinin âyine-i zîşuuru bâki olmak lâzım gelir.
Sil
SilMesnevi 5. Cilt Kabak Hikayesi
Bir halayık şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı.
O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti.
1335. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı. Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı.
Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da.
Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi. Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,
1340. onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı. insanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur. eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? o halayık eşeğin altına yatmıyor mu? bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı.
Sil1345. Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi.
SilKadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim.
Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış.
Görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi.
Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.
1350. Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı.
SilYüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu.
Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü.
Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni, dedi
https://youtu.be/pJBfjREF8GA?si=qKx3znFkGHBecNUA
YanıtlaSil