Header Ads Widget

test banner

Bilincin zor problemi üzerine


Bilinç (consciousness) değişik kişiler ve metodolojiler tarafından değişik şekillerde tanımlanan bir terim: öz bilinç, farkındalık, uyanık olma durumu bunlardan bazıları. Ben David Chalmers ve Thomas Nagel'in bilinç tanımını kullanıyorum bu yazıda: bir şey olmanın nasıl bir şey olduğu hissi. Yani bir nevi deneyimleme (experience). Bizim içimizde olan—kişisel, birinci şahıssal, fenomenal—sübjektif bir film (inner subjective movie), daha doğrusu 5 duyu organın tüm girdilerinin ve hayallerin, fikirlerin, duyguların vb olduğu bir deneyimleme, latincesiyle “qualia.” Chalmers bu tanımı biraz daha açıyor ve şunu soruyor bilinç hakkında: “Deneyim çevresindeki tüm bilişsel ve davranışsal işlevlerin performansını açıklamış olsak bile—algısal ayrım, kategorizasyon, içsel erişim, sözlü rapor—hala yanıtlanmamış bir soru kalacaktır: Bu işlevlerin performansına neden deneyim eşlik ediyor?” Chalmers bunu “bilincin zor problemi” (hard problem of consciousness) olarak adlandırıyor.

Chalmers bu problemi “bilincin kolay problemlerinden” (easy problems of consciousness) ayırıyor. Nedir bu kolay problemler? Bu problemler bizim beynimizde gerçekleşen nörolojik faliyetlerle deneyimlerimiz üzerinde bir korelasyon aramak şeklinde özetlenebilir. Tabii ki aslında “beynin işleyişini tamamen çözmek” hiç de kolay bir problem değil, (Steven Pinker’in tabiriyle) belki kansere toptan bir çözüm bulmak kadar veya Mars’a koloniler kurabilmek kadar zor bir problem.

Bir örnek üzerinden gidelim. Mesela elimize bir elma aldığımızda bu elmanın rengini görürüz, dokusunu hissederiz, kokusunu alırız; ve ondan bir ısırık aldığımızda onun tadını alırız. Bütün bunlar olurken beynimizin değişik yerlerindeki nöronlar değişik şekillerde ateşlenmektedir ve bunları bilimsel metodları kullanarak ortaya çıkarmaya çalışabiliriz. Burada Chalmers’ın bu problemlere kolay demesinin sebebi elimizdeki mevcut bilimsel metodları yeterince ilerletince ve üzerinde çok çalışılınca bunların çözülmesinin ihtimal dairesinde olması. Bu problemler “indirgenebilir” (reducible) problemler. Mesela bir kasırga ne kadar karmaşık bir metoroloji fenomeni olsa da, en azından teorik olarak onun fiziğinde yer alan unsurların bir bileşkesi olarak ortaya çıkıyor ve onlara indirgenebilir. Zaten bütün bilim de bu şekilde işliyor, en altta kuantum fiziği, onun üzerinde fizik, onun üzerinde kimya, onun üzerinde biyoloji (ve belki üzerine psikoloji, sosyoloji); bilim bize indirgenebilir problemler üzerinde cevaplar arayan bir metodoloji sunuyor. Yani parçalarını ve bu parçaların ilişkisini tamamen anlayınca üstteki fenomenin de anlayabiliyorsunuz.

Örneğimize geri dönecek olursak, bu elmanın rengini, kokusunu, dokusunu, tadını aynı zamanda deneyimliyoruz. Şu an kullandığımız bilim bize metodolojik olarak bu deneyimlemenin nasıllığını açıklama kapasitesine sahip değil. Niçin açıklayamıyor? İlk olarak bilim “objektif” olgularla ilgilenir, “subjektif” olgularla değil. Ama bu deneyimleme tamamiyle subjektif. İkinci olarak, burada bir “açıklayıcı boşluk” (explanatory gap) var; yani fiziksel özelliklerin, deneyimlendiğinde şeylerin nasıl hissettirdiğini açıklamakta sahip olduğu zorluk.

Chalmers, bilinç dediğimiz deneyimin parçaların toplamından daha fazlası olduğunu ve indirgenemez (irreducible) olduğunu savunuyor. Bunu açıklamak için Chalmers’ın felsefi zombi (philosophical zombie) kavramı çok yerinde. Bu zombi fiziksel olarak insanla aynı olan ve normal bir insandan ayırt edilemeyen bir kişi (yani tüm materyal boyutu, nöronların işleyişi, beyinde olanlar vs aynı), ancak bilinçli deneyime (qualia'ya) sahip olmayan birisi. Bu zombi ile insan arasındaki fark işte bilinç dediğimiz şey. İşin ilginç tarafı ben sadece kendimin felsefi bir zombi olmadığıma emin olabilirim, çünkü qualiya’mı birinci elden deneyimliyorum. Ama başka herhangi birinin olmadığına emin olamam, sadece dediklerine inanırsam bunun böyle olduğunu düşünebilirim.

Bilincin zor problemi üzerinde çalışılan, tartışılan, teoriler oluşturulmaya çalışılan bir problem. Bununla alakalı üç yol izleniyor diyor Chalmers. Birincisi bilincin aslında bir sadece bir ilüzyondan ibaret olduğu savunulabilir (mesela Daniel Dennett bunu savunuyor). İkincisi bilincin kainatta temel (ingilizcesiyle fundamental; yani uzay, zaman, kütle, enerji gibi indirgenemez) olarak alınması fikri. Üçüncüsü ile bilincin aynı zamanda evrensel olduğu, yani atom altı parçacıklarından başlamak üzere atomlar, mikroplar, küçük-büyük hayvanlar; yani herşey. Bu üçüncü fikir panpsişizm (panpsychism) olarak adlandırılıyor. Tabii ki burada hala çözülememiş bir problem var: atomlarda bile bulunan ön-imleçsel bilinç nasıl oluyorda insandaki gibi bir bilince dönüşüyor (combination problem). Bu konuda Giulio Tononi’nin ortaya attığı “integrated information theory” gibi teoriler var; bu teori bir sistem ne kadar çok bilgi işliyorsa bilincinin o kadar arttığını söylüyor. Bu tabii ki yapay zekanın da bilinci olup olmadığı, veya toplumların, dünyanın, evrenin nasıl bir bilinci olduğu sorusunu doğuruyor. Kısacası bilincin zor problemi üzerine çalışılmaya başlanmış, ama henüz çok yol katedilememiş bir problem.

Ben bilinç ve bilincin zor problemi ile çok ilgiliyim. Çünkü kanımca bunlar materyalizmin fethedemeği tek kaleler. Bir de bilinç, “ben neyim” sorusuyla ve “özgür irade” sorunsalı ile direk ilintili. Ben neyim? Sadece atomlar, moleküller, hücrelerden oluşan bir beden miyim? O zaman bu iç deneyimlemeyi, bilincimi, nereye koyacağım? Eğer materyalistlerin dediği üzere bir an önceki durum, bir an sonraki durumu kesin veya (kuatum mekaniğine göre) olasılıksal belirliyorsa, ben bu satırları yazarken kendi iradem diye bir şey tamamen sıfır mı, hiç yok mu? Materyalist dünya görüşü bunu söylüyor, ama buna kendisi bile inanmıyor, en azından inanmıyormuş gibi davranıyor.

Kadim ve hikmetli bir tavsiye vardır ya, kendini bil diye. Bence hem kainatı hem de kendimi bilmemin anahtarı bilinci anlamak. Oraya ulaşamayacak olsam da o yolda gitmeye niyetliyim.

David Chalmers’ın kurduğu Zombie Blues rock grubuyla söylediği şarkısının sözleriyle bitireyim.

I act like you act, I do what you do / But I don’t know, what it’s like to be you / What consciousness is, I ain’t got a clue / I got the zombie blues.

-İsa Hafalır


author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

0 Yorumlar