Hepimiz farkındayız: sosyal medya denilen platformlar bize çok şey katıyor ve bizden çok şey alıyor. Psikolojimizi ve sosyolojimizi değiştirdi ve değiştiriyor herkese ulaşmanın aşırı kolay olduğu şu modern zamanlar.
Akıllı telefonlarımızla birkaç tuşa basarak düşüncelerimizi, resimlerimizi vs yüzler veya binler (bazı ünlüler ve fenomenler için yüzbinler veya milyonlar) ile paylaşmak veya yüzler veya binlerin paylaşımından haberdar olmak bu zamanlara has bir şey.
Twitter’ı İnstagram ve Facebook’tan ayıran özellik güzel vakitlerin değil, genelde dertten kaynaklanan düşüncelerin paylaşılıyor olması. Gözlemleyebildiğim kadarıyla Twitter öncelikli olarak bir düşünce savaşı meydanı – herkesin 280 karakterle hünerini gösterip destek ve beğeni almaya çalıştığı.
Takipçilerden ve takip edilenlerden oluşan bu sanal çevreye değer veriyor insan içine girdikçe. Belki de çok zaman bu değer verilmesi gerekenden fazla oluyor. Aslında hayatımızda çok önemi olmaması gereken bazı insanların yorumları, beğenileri, eleştirileri, ve bazen hakaretleri gündelik hayatımıza da etki ediyor, psikolojimizi bozuyor mesela. O yüzden kendimizi çok kaptırmamamız ve asıl önemli sorumluluklarımızın sanal değil reel hayatta olduğunu unutmamamız lazım diye düşünüyorum.
Özellikle Türkiye’de veya yurt dışında yaşayan Türkler arasında Twitter’ın gün geçtikçe artan kullanımı ve etkisinin bir sebebinin de reel hayatta paylaşımların miktar ve kalitesinin – ülkenin geldiği bu acı kutuplaşmadan ötürü – azalması olduğu kanaatindeyim. Yani reel hayatta yalnızlaştığımızdan sosyal medyada bir arkadaşlık arıyoruz.
Şunu unutmamamız lazım ki sanal arkadaşlıklar – istisnalar dışında – gerçekten sanal ve uzun soluklu değil. Uzun soluklu olabilecek hakiki arkadaşlık dediğin emek gerektirir, zaman ve fedakarlık gerektirir. Saman ateşi gibi doğan sanal arkadaşlığın saman alevi gibi sönmesi de dolayısıyla doğal olacaktır. Yani demem o ki, çok kaptırmamamız lazım bu sanal ortama kendimizi. Dengeli olmamız lazım – her şeyde olmamız gerektiği gibi.
Bunları unutmamak şartıyla insanın bu sosyal medyadan istifade edebileceğini ve ettiğini de düşünüyorum. Bir kere başkaları okumasa, beğenmese, destek vermese bile kendimizi ifade etmeye çalışırken düşüncelerimizi oturtuyoruz. İster istemez düşünüyoruz ben ne düşünüyorum, ne demeye çalışıyorum diye. Yani beyin kaslarımızı geliştiriyoruz. Bu başlı başına güzel bir şey. Bir de bunu çok zaman – at gözlüklerimiz yeterince geniş açılı olamadığından ve saplantılarımızdan – yapamasak bile değişik görüşlerden istifade edebiliyoruz. Bu iki yarardan ötürü sanal medyayı ve özellikle Twitter’ı seviyorum şahsen.
Twitter’ı kılıç salladığımız bir savaş meydanı olarak değil de, öğretmekten daha çok öğrenmeye çalıştığımız bir mecra olarak görmekte ve kullanmakta yarar var. Niyetimizin doğru olması çok önemli yani. Eğer düşüncemizdeki yanlışlığa ihtimal vermeden düşüncemizin misyoneri olmaya çalışırsak kendimiz de bir şey öğrenemeyiz, başkalarını da sadece irite etmiş oluruz çok zaman.
Biliyorum bunları söylemesi kolay, yapması zor. Kendim yaptığımı da düşünmüyorum. Ama çoğu paylaşımımda olduğu gibi burda da yapmaya çalıştığım “arkadaşım, gel nefsimle beraber dinle”den ibaret. Okuyan sanal arkadaşlarıma selam eder, kafa ağrıtılmaya dayandıkları için teşekkür eder, doğruya ulaşmalarını niyaz ederim.
-İsa Hafalır
Not: Bu yazı ilk defa 12 Aralık 2018'de İsa Hafalır'ın kişisel medium sayfasında (link) yayınlanmıştır.
0 Yorumlar