Maddi olarak kaybedecek bir şeyi kalmayınca, manevi cesaretini topluyor ve 'cinayet ve cinayete yataklık etmekten' yargılıyorlar Tanrıyı ‘Ölümün soluğu’ diye çevrilmiş ‘God on Trial’ (2008) filminde, gaz odalarına öldürülmeye götürülmeyi bekleyen yahudiler. Bu filmin "The Trial of God" isimli kitaptan esinlenildiğini gördüm geçmişini araştırınca. Tanrı var mı, yok mu sorunsalına değil, kötü eylemlerinin asıl nedenini bulmaya çalışıyor film, yani teodise içeriyor. Teodise/Theodicy kötülüğün varlığı ile mutlak iyi olduğuna inanılan Tanrının nasıl bağdaştığını açıklama çabasına verilen tanım literatürde ve daha çok kötülük problemi karşısında Tanrıyı savunma anlamına geliyor. Bu sitedeki bazı yorumlardada filmde geçen benzer yakarışlara denk geldiğini anımsıyorum.
Özetle filmde geçen konuşmalarda bundan ibaret zaten, ama gerçekten nefes kesen sahneler var. Tahmin ediyorum Tanrı’da memnun olmuştur yaptıklarının yarattıkları tarafından yargılanacak kadar dikkat çekmesine ve bunun ardındaki hikmetin ne olduğunun sırlarının aranmasına. Çünkü en eğitimliler filmde hep ‘nasıl’ sorusu soruyorlar yaşanan kötü olayların ne anlama geldiğini anlamak için, inançlı kesimi temsil eden oyuncular ise nasıl sorusunu sormadan hikmeti biliyorlarmış gibi bir sakinlik ve dinginlik içindeler. Gerçekten akla durgunluk veren bir denge var, inancın azalması ile varlıktaki olgulardaki anlam arayışı arasında.
Tanrı önce İbrahim ile sonrada onun soyundan gelen Musa ile bir sözleşme/ahit yapmıştı, buna göre İbrahim-İshak-Yakup’un soyu Tanrının kurallarına uyduğu sürece kollanacaktı. Oysa Firavundan itibaren savaşlar sürgünler derken yahudiler dünyanın her yerine başıboş yayılmış şekilde hayatta kalma mücadelesiyle devam ettiler, dile kolay 3500 sene. Bütün bu acıları gerçekten hak ettiler mi? Tanrının gazabını bu kadar çekecek gerçekten ne yapmış olabilirlerdi? Tam da burada tanrıya küsmüşlerin konuşmaları var filmde. Firavunları yerle bir eden Tanrının şu anda da yahudileri yok ettiğini çünkü kötü bir Tanrı olduğuna veryansın ediyor yargılamadaki bir tanık. Buna mukabil ise yaşananların çok değerli bir kurban olduğunu ve sonunda da belki kendi devletlerinin olabileceği umudunu paylaşıyor başka bir tanık. Bu filmde gerçekten nefes kesen diyaloglar ile fazlasıyla propaganda kokan taraflar yan yana işlenmesi izleyenin çok uyanık olmasını zorunlu kılıyor.
Varlık krizi (Varoluşsal bunalım) çekenlerin başyapıtı olmaya aday bir film olmuş ve bu sitenin takipçilerinin çoğunun varlık krizi çektiğini İsa Hafalır’ın yaptığı anket sonucunda gördük. Tanrı ile insan arasında yapılan anlaşmayı insan mı bozdu yoksa Tanrı mı bozdu tartışması tahminim birçok inanç kesiminin içinde konuşulmuş, sorgulanmış veya en azından akıllara gelmiştir, filmde de birçok diyalog geçiyor bu minvalde. Yahudilik 6 bin senelik tarihi ile gerçekten devasa bir birikim barındırıyor, her ne kadar şu anda sayıları dünya nüfusunun çok çok azını oluştursalarda. %1’lik bir nüfusun, çok fazla gündem olması iki taraf içinde çok sıkıcı bir durum gerçekten. Bence Tanrı yahudileri emsal teşkil etsin diye (case study) örneklendirme yapıp muhatap alıyor, ne acıdır ki bu bakış açısı çok az kişide var veya nabza göre şerbet verecek şekilde ilerliyor yani eğer iyi bir şeyden bahsediyorsa orada bahsedilen ‘sıfat’ olduğu eğer kötü bir şeyden bahsediyorsa orada bahsedilen yahudiler olduğuna dair genel bir kanı var. Oysa her zaman sıfat ön plana çıkmalı değil mi? Bu şekilde bakış açısı bence birçok sorunu çözebilir.
Özgür iradeye değinmeden böyle bir film zaten çekilemezdi. Özgür irade ile yapılan yanlışların sorumlusu biziz Tanrı değildir savunması yapılıyor. Çünkü gerçekten doğadan insanı çıkardığın zaman doğa 50 sene içinde kendini tamir ediyor, ama insan dışında başka bir canlıyı çıkardığın zaman (uçuşan böcekleri mesela) 50 sene içinde yaşanmaz bir hal alıyor. Özgür irade insanı insan yapan etken olmasına rağmen nasıl kötülüklerin kaynağı olabilir? Gazali'nin Hz. Ali’nin sözüdür diye aktardığı “Eğer senin dediğin doğru ise hepimiz kurtuluruz. Fakat eğer benim dediğim doğru ise, o takdirde ben kurtulurum, ama sen helak olursun.” (İhya, a.g.y) sözüde filmde işleniyor dindar biri tarafından. Yetinmeyip bir çok kez duyduğumuz doktor-ameliyat benzetmesi de paylaşılıyor. Din bilimin karşısında somut deliller sun(a)masa da soyut argümanları çok daha ikna edici. Bundan ötürü filmdeki fizik profesörü ikide bir yargılamayı somut deliller üzerine çekiyor ve sadece samanyolundaki 100 bin milyon gezegen içinde neden dünya gezegeni neden yahudiler seçilmiş olsun ki diye soruyor izleyicilere? Bal arıları sadece yahudilerin çiçeklerinden mi bal topluyor yoksa bütün çiçeklerden mi diye ısrar ediyor savunmasına. Bütün yaşananları somuta indirgemekte ısrar edercesine. Gözlemlenen evrende 1 milyar trilyon tane gezegen olduğunu tespit edildi şu an itibariyle, gerçekten düşününce benim aklım mavi ekran veriyor evrenin büyüklüğüne, dünyadaki kum tanelerinin 10 katından fazla gezegen var. İnançlı kesim ise buna gayet güzel yanıtlıyor, Tanrı için bir atom ile evreni yaratmak arasında fark mı var sanıyorsun!
Tanrıyı suçlamak veya suçlu bulmak ne kadar mantıklı onu izleyiciye bırakıyor film. Zulümlere ve mazlumlara tarihte veya günümüzde denk geliyoruz (Uygurların ki en ağırlarından biri), belkide en büyük zulümlerden biridir soykırım, geri dönüşü olmayacak şekilde bir canlının varlığının sonunu getirmek. Belki de bu yüzden ‘Tanrınızı elinizden almalarına izin vermeyin’ tavsiyesine karar sahnesinde karşılaşıyoruz baş hakim tarafından. Peki şimdi ne yapacağız diye acıklı bir soruda soruluyor ve insan neslinin bilmem kaç yıldır yaptığı dua yine burada imdadımıza yetişiyor ‘şimdi... dua edeceğiz’ diyorlar ölüme yürürken...
Ahmet Çağlar
Twitter: @AhmetCaglar20
Özetle filmde geçen konuşmalarda bundan ibaret zaten, ama gerçekten nefes kesen sahneler var. Tahmin ediyorum Tanrı’da memnun olmuştur yaptıklarının yarattıkları tarafından yargılanacak kadar dikkat çekmesine ve bunun ardındaki hikmetin ne olduğunun sırlarının aranmasına. Çünkü en eğitimliler filmde hep ‘nasıl’ sorusu soruyorlar yaşanan kötü olayların ne anlama geldiğini anlamak için, inançlı kesimi temsil eden oyuncular ise nasıl sorusunu sormadan hikmeti biliyorlarmış gibi bir sakinlik ve dinginlik içindeler. Gerçekten akla durgunluk veren bir denge var, inancın azalması ile varlıktaki olgulardaki anlam arayışı arasında.
Tanrı önce İbrahim ile sonrada onun soyundan gelen Musa ile bir sözleşme/ahit yapmıştı, buna göre İbrahim-İshak-Yakup’un soyu Tanrının kurallarına uyduğu sürece kollanacaktı. Oysa Firavundan itibaren savaşlar sürgünler derken yahudiler dünyanın her yerine başıboş yayılmış şekilde hayatta kalma mücadelesiyle devam ettiler, dile kolay 3500 sene. Bütün bu acıları gerçekten hak ettiler mi? Tanrının gazabını bu kadar çekecek gerçekten ne yapmış olabilirlerdi? Tam da burada tanrıya küsmüşlerin konuşmaları var filmde. Firavunları yerle bir eden Tanrının şu anda da yahudileri yok ettiğini çünkü kötü bir Tanrı olduğuna veryansın ediyor yargılamadaki bir tanık. Buna mukabil ise yaşananların çok değerli bir kurban olduğunu ve sonunda da belki kendi devletlerinin olabileceği umudunu paylaşıyor başka bir tanık. Bu filmde gerçekten nefes kesen diyaloglar ile fazlasıyla propaganda kokan taraflar yan yana işlenmesi izleyenin çok uyanık olmasını zorunlu kılıyor.
Varlık krizi (Varoluşsal bunalım) çekenlerin başyapıtı olmaya aday bir film olmuş ve bu sitenin takipçilerinin çoğunun varlık krizi çektiğini İsa Hafalır’ın yaptığı anket sonucunda gördük. Tanrı ile insan arasında yapılan anlaşmayı insan mı bozdu yoksa Tanrı mı bozdu tartışması tahminim birçok inanç kesiminin içinde konuşulmuş, sorgulanmış veya en azından akıllara gelmiştir, filmde de birçok diyalog geçiyor bu minvalde. Yahudilik 6 bin senelik tarihi ile gerçekten devasa bir birikim barındırıyor, her ne kadar şu anda sayıları dünya nüfusunun çok çok azını oluştursalarda. %1’lik bir nüfusun, çok fazla gündem olması iki taraf içinde çok sıkıcı bir durum gerçekten. Bence Tanrı yahudileri emsal teşkil etsin diye (case study) örneklendirme yapıp muhatap alıyor, ne acıdır ki bu bakış açısı çok az kişide var veya nabza göre şerbet verecek şekilde ilerliyor yani eğer iyi bir şeyden bahsediyorsa orada bahsedilen ‘sıfat’ olduğu eğer kötü bir şeyden bahsediyorsa orada bahsedilen yahudiler olduğuna dair genel bir kanı var. Oysa her zaman sıfat ön plana çıkmalı değil mi? Bu şekilde bakış açısı bence birçok sorunu çözebilir.
Özgür iradeye değinmeden böyle bir film zaten çekilemezdi. Özgür irade ile yapılan yanlışların sorumlusu biziz Tanrı değildir savunması yapılıyor. Çünkü gerçekten doğadan insanı çıkardığın zaman doğa 50 sene içinde kendini tamir ediyor, ama insan dışında başka bir canlıyı çıkardığın zaman (uçuşan böcekleri mesela) 50 sene içinde yaşanmaz bir hal alıyor. Özgür irade insanı insan yapan etken olmasına rağmen nasıl kötülüklerin kaynağı olabilir? Gazali'nin Hz. Ali’nin sözüdür diye aktardığı “Eğer senin dediğin doğru ise hepimiz kurtuluruz. Fakat eğer benim dediğim doğru ise, o takdirde ben kurtulurum, ama sen helak olursun.” (İhya, a.g.y) sözüde filmde işleniyor dindar biri tarafından. Yetinmeyip bir çok kez duyduğumuz doktor-ameliyat benzetmesi de paylaşılıyor. Din bilimin karşısında somut deliller sun(a)masa da soyut argümanları çok daha ikna edici. Bundan ötürü filmdeki fizik profesörü ikide bir yargılamayı somut deliller üzerine çekiyor ve sadece samanyolundaki 100 bin milyon gezegen içinde neden dünya gezegeni neden yahudiler seçilmiş olsun ki diye soruyor izleyicilere? Bal arıları sadece yahudilerin çiçeklerinden mi bal topluyor yoksa bütün çiçeklerden mi diye ısrar ediyor savunmasına. Bütün yaşananları somuta indirgemekte ısrar edercesine. Gözlemlenen evrende 1 milyar trilyon tane gezegen olduğunu tespit edildi şu an itibariyle, gerçekten düşününce benim aklım mavi ekran veriyor evrenin büyüklüğüne, dünyadaki kum tanelerinin 10 katından fazla gezegen var. İnançlı kesim ise buna gayet güzel yanıtlıyor, Tanrı için bir atom ile evreni yaratmak arasında fark mı var sanıyorsun!
Tanrıyı suçlamak veya suçlu bulmak ne kadar mantıklı onu izleyiciye bırakıyor film. Zulümlere ve mazlumlara tarihte veya günümüzde denk geliyoruz (Uygurların ki en ağırlarından biri), belkide en büyük zulümlerden biridir soykırım, geri dönüşü olmayacak şekilde bir canlının varlığının sonunu getirmek. Belki de bu yüzden ‘Tanrınızı elinizden almalarına izin vermeyin’ tavsiyesine karar sahnesinde karşılaşıyoruz baş hakim tarafından. Peki şimdi ne yapacağız diye acıklı bir soruda soruluyor ve insan neslinin bilmem kaç yıldır yaptığı dua yine burada imdadımıza yetişiyor ‘şimdi... dua edeceğiz’ diyorlar ölüme yürürken...
Ahmet Çağlar
Twitter: @AhmetCaglar20
Dip not 2: ekşi sözlükteki yorumları okudum, etkilendim. Bilerek ya da bilinç altımda alıntı yapmış olabilirim.
Dip not 3: Benzer bir konu, kendini kurtarıcı/seçilmiş sanma kompleksi ve sonuçları https://en.wikipedia.org/wiki/Messiah_complex
Dip not 3: Benzer bir konu, kendini kurtarıcı/seçilmiş sanma kompleksi ve sonuçları https://en.wikipedia.org/wiki/Messiah_complex
4 Yorumlar
Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
YanıtlaSilMahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!
Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında
Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında
Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!
Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i
En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i
Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın
Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın
Emvâcı hurûş-âver olurken melekûta
Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta?
Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet
Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet?
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin
Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in?
İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ
Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
Lâ yüs'ele binlerce sual olsa da kurbân;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın...
Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın
Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi
Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!
Recep Tayyip'in ve Fetullah'ın yaptıklarının, sebep olduklarının inancınızı kaybettirmesine izin vermeyin. Evet bu dünya belki sizin ve benim bildiğimizden ve tahmin edebileceğimizden bile kötü ama bizi böyle savunmasız bırakan insanlar bunlar. Hayatın amacı birbirimizin ve kendimizin acısını hafifletmekten başka birşey değil. Onlar ise ego'larının, gruplarının, cemaatlerinin, partilerinin, ailelerinin, ceplerinin derdinde hareket ettiler. Biz bunu göremedik. Görmemizi istemediler. Güçsüz olduğumuzu kabul edelim. Cenneti umalım. Tanrı herşeyin üstündedir.
YanıtlaSilhttps://www.youtube.com/watch?v=TmxSxKxBbQE
Tebbe suresi 31. ayette mealen şöyle denmiyor mu?
SilDin ve devlet büyüklerinizi, kanaat önderlerinizi, yaşam koçlarınızı, ideolojik ve politik önderlerinizi İlah ve Rab edinmeyin.
insanları seversiniz bilgisinden isitfade edersiniz saygı gösterirsiniz. ama putlaştırmassınız. herşeyi o daha iyi bilir demezsiniz.
iştişare bunun için var. ama iştiraeninde hakkını vermek şartı ile. dalkavukları etrafınıza toplayıp, sözlerinizi onlara iştişare kararı altında onaylatarak iştişarecilik oynamadan.
muhalif düşüncelerin afaroz edilmeden dile getirilmesine, onların akıllarındaki soruların giderilmesini sağlayarak yapılmalı iştişare.
peygamberler hariç hiç bir insan masum değil ki, onların bile zelle denen hataları olabiliyorken. Neden abilere, hocalara cemaatlere verilmesi gerekenden daha fazla saygı sevgi göstererek onların imtihanını da zorlaştırıyorsunuz.
bunu yapmanın diğer bir dezavantajıda, islam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmüş oluyorsunuz. Düşünün islama zarar vermek isteyen bir münafık bir ajan vs her kimse ne yapar, yöneticilerin etrafında bir kalkan oluşturarak belkide onu put haline getirterek bri çok saf müalümanın ayağının kaymasına neden oluyor.
bugün kim olursa olsuni hoca da şeyhte, abide tarikat lideride siyeasi liderlerde, yaşıyorlarsa ölünceye kadar imtihana tabiler ve peygamberde değiller. o yüzden son nefeslerini verinceye kadar ne şekilde gidecekleri belli de değil.
bu nedenle, bir insan takip ettiği, peşinden gittiği kim olursa olsun sorgulamak zorunda, yaıplan işlerin islama ne kadar uygun olduğunu düşünmek zorunda,
destek veriyorsanız, onaylıyorsanız, savunuyorsanız bunu yapmak zorundasınız.
Unutmayalım ki, Allah herhangi bir cemaatten, tarikatten veya partiden değil. Hepimiz kurana göre hesaba çekileceğiz, partinin cemaatin tarikatın prensiplerine, hareketlerine, giyim ve kuşamına göre değil.
bu sebeple, filanca tarikate girince, hocaya tabi olunca filanca partinin içinde bulunduğumuzdan dolayı bize iltimas geçilmeyecek. sorgudan muaf olmayacağız.
Peygamberimiz bile kzı fatımaya, kızım peygamber kızısın diye babana güvenme demişken, biz ne peygamber çocuğuyuz, nede hocalarımız, şeyhlerimiz, liderlerimiz peygamber.
peşinden gittiğiniz insanların, ne namazına ne orucuna ne kuran okumasına bakmayın. sizleri aldatmak isteyenler bunları çok güzel şekilde yerine getirierek kandırabilir. bunu yıllarca da yapabilir.
peki neye dikkat edeceğiz. Para ile olan ilişkisine, nereden kazanıyor nerede nasıl harcıyor, kazancına faiz kredi haram giriyormu? davranışlarında kararlarında sevmediği yada düşmanları söz konusu olduğunda adaletle hareket ediyormu?
kendi partisi, cemaati, tarikatinden birisi için verdiği karar ve davranışlarlar, diğer kişiler için söz konusu olduğunda aynımı? yoksa taraftarına karşı lafları fetvaları eğip bükerek, kelime oyunlarına kaçarak konuşurken, diğerlerine en keskin kelimeleri kullanarak mı hareket ediyor.
Peygamberimiz kızım bile yapsa elini keserim derken, müslüman olduğunu ifade edenler, bir olay karşısında aynımı hareket ediyor yoksa, ilk önce olayı yapanın kendi partilerinden cemaatlerinden olup olmadığına bakarak ona göremi konuşuyorlar.
bizimki yapsı ise ne yapalım deyipte öteki yapınca tu kakamı ilan ediyorlar.
bunlara bakın ve peşinden gittiğiniz insanın ona göre takip edecekseniz edin.
unutmayın, hem yaptıklarımız ve söylediklerimizden mesul olduğumuz gibi, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan, söylememiz gerekirken söylemediklerimizden de mesulüz.
ooo birileri allah/tanrı ikilemini aşıp tanrıyı sanık sandalyesine bile oturtmuş. ama önce bi muhammeti oturtun o sandalyeye de sorun bakalım. bizim çocukluğumuzu ergenliğimizi gençliğimizi ve kariyerimizi mahveden dini öğretilerinin hesabını sorun. kendine 40 yaşında gelen yükümlülükleri anasından doğardoğmaz rahibe gibi tesettüre sokulan kız çocuğunu sorun. 31 çekti diye vicdan azabından kıvranan ergeni sorun. günahlarının cezası olarak gireceği cehenemi hayal edip korkan çocuğun hayal dünyasını kirletmesinin hesabını sorun. Tanrıyı yargılmadan önce bi muhammedi yargılayın. kimse anlamasın diye de god on trial yazmayın. gelin millet allahı yargılıyoruz! diye bi manşet atın.
YanıtlaSil