• “Simülasyon 6: İslam’ın ceza hukukundaki suçlar, o dönemde işlenmeseydi ceza hukuku nasıl olurdu?”
Bundan önceki “İslam Hukukunda önemli olan maksat mı, şekil mi?” başlıklı yazımızda bu konuya değinmiştik. Ona ilaveten burada şunları ifade edebiliriz;
Kur’an, indiği zaman diliminde hem Mekke’de hem de dünya genelinde “Ne kadar suç varsa, onların cezası şu olacak” diyen ve tek tek sayan bir kitap değil.
Cenab-ı Hak istese, Kur’an’da; bütün suçları ve onların cezalarını liste halinde bizlere veremez miydi? Verirdi.
Ama vermemiş. Neden?
Nedenine “İslam Dininin Değişmezleri ve Değişenleri Nasıl Belirlenir?” başlığı altındaki yazımızda değinmiştik.
Burada şunu ifade edelim: Eğer, yeryüzüne hiç vahiy inmeseydi, hiç peygamber gelmeseydi, insan denen varlığın (Akıl, muhakeme, vicdan, adalet gibi) mekanizmaları “ne kadar suç varsa” onlara uygun cezayı bulacaktı.
O yüzden, İslam dininin hukuk noktasındaki, bütün ayetleri iki kelimede özetlenir. Adalet ve hak.
Yeryüzünde, hangi ülke olduğu, hangi inançtan olduğu hiç fark etmez, hak üzerine adaleti tesis eden her yönetim modeli, hukuk noktasında İslam’dan onay alır.
Hak ve adaletin sağlanmadığı ülke, isterse tamamı Müslüman olsun, isterse yöneticilerinin tamamı hafız olsun, isterse o yöneticiler bütün ibadetleri katlayarak yapsınlar, İslam, o yönetimlere asla onay vermez.
Bu gerçeği bilenler için devletin dini adalettir. Hak üzerine adaleti tesis ettikten sonra, tesis eden yöneticilerin ırkı, dini, milliyeti hiç önemli değildir.
• “Simülasyon 7: Kur’an ayetleri o gün Mekke’de değil de, Pekin’de veya başka bir yerde inseydi, bugün adına sünnet denen sakal, cüppe, misvak gibi şeyler yine sünnet olur muydu?”
Sakal, cüppe, sarık gibi şekille alakalı hususlar Arap toplumunun gelenekleridir. Gelenek, evrensel olan dinin önünde, ona ambalaj olamaz. Günümüzde, Müslümanların en büyük yanlışlarından biri de –ticari dille söylersek- din denen ve bütün insanların ihtiyacı olan bir ürünü, ihraç ederken, yerel, geleneksel ambalajlar içinde sunmaları.
Bu ambalajlar, sunulan ülkelerde problem oluyor. O ülkelerde geleneksel değerlerine bağlı, bazı milliyetçi insanlar, “Bunların amacı, bize din ihracından daha çok, bizi ‘Araplaştırmak’tır” diye itirazı yapıyorlar.
O yüzden, dinin sunumunda, dîni, gelenekten; bizim kullandığımız tabirle, neti brütten ayırıp öyle sunmak gerekir.
Misvaka gelince, nasıl o günün Mekke’sinde el süpürgesiyle süpürülen evler, bugünün Mekke’sinde elektrikli süpürgeyle süpürülüyorsa, misvak da bir temizlik aracıdır. Onun yaptığı işi daha güzel yapan bir araç geldiğinde onun yerine çok rahat tercih edilebilir. Burada sünnet olan misvak değil, temizliktir. Temizlik sonucunu veren her araç, o çağın sünneti olur.
• “Simülasyon 8: Peygamber Efendimizin 23 yıllık Peygamberliği ile bizim aramızda 1500 yıllık bir yaşanmışlık olmasaydı, yani arada dört halife, Emeviler, Abbasiler, Memluklar, Selçuklular, Osmanlılar olmasaydı ne olurdu?
Dinin net halini görmek ve bulmak, bizim için çok daha kolay olurdu.
Dinin net haline “ürün” dersek, o ürünün 23 yıllık iniş zamanından bugüne kadar geçirdiği 15 asra da, onun 15 kat ambalaj içindeki “brüt hali” diyebiliriz.
23 yıllık iniş zamanın da bile, net-brüt ayrımı yapmak zorken, 1500 yılda katlanarak çoğalan bir brütün içinden neti bulmak kat kat zordur.
Zaten bugün yaşanan zorluğun temelinde de bu vardır.
Başka bir ifadeyle söylersek, geçen 15 asır, İslam’a açılan, onun nasıl anlaşılacağı ve hayata aktarılacağı konusunda rehber olan bir pencere olmak yerine –maalesef-15 kat koyu kumaştan kalın bir perde olmuştur.
İslam’a bu perdeden bağımsız bakmak, doğru olan bakıştır. Bu perdelerle bakıldığında görünen, netin önünde çok kalın bir brüttür.
Not: Bu yazıdan önceki yazıda yapılan yorumların birin de şöyle bir yorum var:
“Cihad: Düşmanlık yapanlar karşısında, Müslümanların başka hiçbir seçenek kalmadığında, caydırmak ve savunmak amacıyla mecburen başvurdukları yöntemin adıdır. "
Bi zeki sizsiniz herhalde?
Fetih nedir o zaman? başka hiçbir seçeneği kalmayan zavallı müslümanlar mı gitmiş el alemin yurdunu işgal etmiş, karısını kızını ganimet almış? (12 Kasım 2020 ANONİM)”
İşte bizim yazdığımız bu iki yazı tam da bu yorumlara cevap veriyor. “23 yılın dışında yaşananlar, İslam değildir. İslam’ın net halinden örnekler değildir. İslam’ın brüt hali içindeki yanlış yorumlarıdır.”
• “Simülasyon 9: Aradaki 1500 yıllık yaşanmışlık olmasaydı bugün yine mezhepler, şiilik, alevilik, selefilik, ehl-i sünnet gibi tartışmalı akımlar yine konularımız olur muydu?”
Bu akımların hepsi tepkiseldir. Bu akımlar; Kur’an’ın indiği 23 yıldan sonraki zaman diliminde, bir grup insanın karşısında başka bir grup insanın aldığı pozisyonun adı olmuştur.
Burada, yeri gelmişken, bu yazıyı şahsileştirecek bir duygumu ifade etmek istiyorum.
Empati yaptığımda, ben şahsen bir Hristiyan’ın, bir Yahudi’nin o inançlara mensup olmasını anlayabilirim.
Ama bir Şii’yi, bir Alevi’yi anlamakta hep zorluk çekmişimdir.
Bu ifademi Hz. Ali örneği üzerinden açayım. Hz. Ali ne kadar büyük, önemli, değerli bir insan olursa olsun neticede insandır.
Mutedil Şii ve Alevilere göre de Peygamber değildir.
Şimdi soru şu: Bu insan olmasaydı veya bu insana yapılan ve adına “haksızlık” denen şeyler olmasaydı, yine Şiilik ve Alevilik olur muydu?
(Bence olmazdı. Sizce …)
Şiiliğin alt kümesi diyeceğimiz bütün akımlar, Hz. Ali’ye karşı yapılanlara verilen tepkinin ortaya çıkardığı ekollerdir.
Burada doğru olan itikadî duruş: İnancı 23 yıllık zaman dilimi içinde olan iki değer üzerine bina etmektir. Kuran ve Onun peygamberi.
Benim anlamakta zorlandığım konu: Şiilerin ve Alevilerin inançlarını, 23 yılın sonunda, Kur’an’dan ve Peygamberden bağımsız gelişen ve şekillenen hadiseler üzerine bina etmeleri.
Burayı biraz açayım. Ehl-i sünnetin, “imanın şartı altı” dediği şartların, Şia’da karşılığı beştir. (Link)
Bu öyle büyük problemdir ki, bu konu başlı başına bir yazı dizisine konu olacak kadar uzun ve girift bir konu…
Yani acı gerçek şu: Öyle zannedildiği gibi yeryüzünde inanç esaslarında –bile- ittifak etmiş1,5 milyar Müslüman yok.
İnanç esaslarında ittifak edemeyenlerin diğer konularda ittifakı zorun da zorudur.
Kısaca özetlersek, Peygamber Efendimiz dün vefat etseydi, son ayetler dün inseydi, 1500 yıllık tarih arada kalın bir perde gibi durmasaydı, yukarıda saydığımız inanç mezheplerinin (hatta Hanefi, Şafi gibi amelî mezheplerin bile) hiç biri olmayacaktı.
Bu simülasyonlara yaptığımız yorumlarla geldiğimiz nokta şu: Din “brüt” değil “net” üzerinden yaşanmalı ve anlatılmalı.
“Net” dediğimiz, itikat, inanç ibadet, ahlak, adalet esasları bütün zamanlarda dinin değişmezleridir.
Bunun dışında kalan alan, dinde peygamberlerin muhataplarına göre, zaman içinde iman edenlerin muhataplarına göre farklı şekillenmeleri olan brüt kısmıdır.
-Mustafa Yılmaz
2 Yorumlar
Şiilik ile alevilik çok farklı bir şey. Alevilik bir tarikat, gülen cemaati gibi sonradan kemikleşiyor uğradıkları zulüm sonrası. Şiilik ise baştan beri var. Yani merkezden sonradan ayrılan niye şiilik olsun ki onlar durdukları yerde duruyor, niye merkezi sunnilik olarak görüyorsunuz. sunniler sonradan koptu belki yaptıkları zulüm neticesinde. şiilik işin merkezi düşünün, sunniler fitne çıkarıp milleti kesmeye başlayınca onlar kopmuş olur.
YanıtlaSil"niye merkezi sunnilik olarak görüyorsunuz"
Silböyle olmadığını şu cümlede ve devamında görmeniz mümkün.
"“Simülasyon 9: Aradaki 1500 yıllık yaşanmışlık olmasaydı bugün yine mezhepler, şiilik, alevilik, selefilik, ehl-i sünnet gibi tartışmalı akımlar yine konularımız olur muydu?”"