Çayın keyfi kalmadı. Neredeyse 20 yıldır yurt dışında yaşayan birisi olarak doğduğum, büyüdüğüm, yetiştiğim vatanımın halini görmek bana ızdırap veriyor. Hiç ilgilenmeyeyim, işime bakayım, bana bahşedilmiş bu güzel hayatı ailemle yaşayayım diyorum, olmuyor. Bir takıntı halinde hala takip ediyorum Türkiye’yi, sadece orada hala sevdiklerim olduğu için değil, tüm halk için üzülerek takip ediyorum. Bari elimden bir şey gelse, ama o da yok. Tek can sıkıntısı kalıyor elimde, boşu boşuna çayımın keyfini kaçıran bir keder kalıyor.
Yurt dışındaki 20’ye yakın yılım bana çok şey öğretti. Milliyetçiliğin, muhafazakarlığın, adanmışlığın ve neredeyse bütün “izm”lerin aslında ne kadar saçma olduğunu anladım. Hepsi kendimizi içinde bulduğumuz ve anlam veremediğimiz hayata bir anlam kazandırdığını düşündüğümüz uyuşturucular aslında. “İzm”lerin savaşını izlerken yapılan haksızlıklar, insafsızlıklar, kaçırılan fırsatlar, ıskalanmış hayatlar görüyorum.
Sonra düşünüyorum. Ben de hayatı ıskalıyor muyum acaba? Ne kadar manalı hayatım? Neden başka kişilerin ve toplulukların hayatı ile ilgileniyorum? İkiye ayrılıyorum. İlk tarafım diyor ki bu yaptığım saçma, yersiz, ve yararsız. İkinci tarafım diyor ki sen dünyaya gözünü kapatıp kendi halinde yaşayabilecek bir insan değilsin; mecbursun ilgilenmeye, düşünmeye, paylaşmaya. Hangi tarafım doğru söylüyor bilemiyorum. Şu an ikinci tarafım baskın gelmiş olacak ki, bu kısa yazıyı kaleme alıyorum.
Aslında ben artık sadece Rize çayı içen bir insan değilim. Oolong çayına da, Jasmine çayına da, sütlü Darjeeling çayına da, Yerba Mate’ye de aşinayım, onları da seviyorum. Artık kendimi bir Türkiye’liden çok bir dünyalı olarak görüyorum. Yine de özümde Rize çayı var. İstiyorum ki sadece Rize çayını paylaşamayan doğduğum vatanın vatandaşları farkına varsınlar; bir çay ne kadar güzel olursa olsun hayatta başka çayları da denemek lazım. Başka fikirlere, felsefelere, kültürlere, anlayışlara açılmak lazım. Açıldıkça farkına varıyor insan; açılmayınca sen aslında etrafının kopyası oluyorsun, çok saçma şeylere takılıp kalıyorsun, hayat çok zenginken sen kendini istemsizce fakir kılıyorsun, hayatta çok şey kaçırıyorsun.
Farklı renklerde ama aynı malzemeden—yani “görüş”leri farklı olsa da dar bakışları, tutuculukları, müsamahasızlıklarıyla “anlayış”ları aynı—olan insanların ekseriyette olduğu doğduğum vatanımın geleceğine de ümitle bakamıyorum. Sütün kaymağı kendisindendir; dolayısıyla kaymak diyebileceğimiz yöneticileri, ileri gelenleri değil asıl problemli kısım; süt, yani halkın kendisi. Öyle değil mi? Keyif çayı atanlar, keyif çayı kapanlar olmasa atamazlardı.
Ümitsizlik benim bile binlerce kilometre ötede çayımdan keyfi alıyor. Belki de birinci tarafıma kulak vermeliyim. Rize çayını bırakmalıyım.
-İsa Hafalır
0 Yorumlar