Ölüm bu yaşamın son noktası. Ölüm bir eşitleyici. En iyinin de, en kötünün de, en şanslının da, en şanssızın da mutlak kaderi. Ölüm rahatsız edici ve hatırlamak istenmeyen bir gerçeklik. Belki de hayattaki tek gerçeklik. Yaşamımız kadar, varlığımız kadar, er veya geç öleceğimiz de bir gerçek. Evet, bir gün, artık var olmayacağız bu dünyada. Bedenimizden geriye en çok kemiklerimiz kalabilecek. Ölümümüzden sonra kısa bir süre yaşayanlar arasından bizi hatırlayanlar, ananlar çıkacak. Ama büyük çoğunluğumuz itibariyle 1-2 nesil sonra esamemiz okunmayacak dünyada. Esamemiz okunsa ne olur ki? Biz zaten ölü olacağız.
Bir anda ölmüyoruz aslında. Her an, ölüme bir adım daha yaklaşıyoruz; her an, yaşamımızın bir anı ölüyor. Vakti bilinen doğum ile, vakti bilinmeyen ölüm arasında sıkışan bu kısa yaşam, elimizdeki her şey. Yaşayıp gidiyoruz, öleceğimiz vakti bilmeden. Yaşayıp gidiyoruz, çok nadir zamanlar haricinde ölüm hakkında düşünmeden.Ölüm varsa yaşamak neden? Çünkü bu kısa ve kısıtlı yaşamdan başka bir şey yok elimizde. Çünkü çoğumuz itibariyle ya yaşamı seviyoruz, ya canlı ümitlerimiz var, ya ölümden korkuyoruz, ya hayatı bitirmeye cesaret edemiyoruz. Ölüm, aslında bu hayatın manalandırıcısı. Yaşam kısıtlı olduğu için değerli. Yaşam, ölümden sonrasını hiçlik olarak görenler için de, bir çeşit varlık olarak görenler için de değerli.
Elbette ölüme bakış, ölüm sonrası yaşama (ahiret) inananlar veya inanmayanlar arasında çok fark arzediyor. Bir sene kadar önceki bir yazımda (link) şöyle yazmıştım: “ilk görüşte ahiret dünyanın arkasından gelen bir yer, ikinci görüşe göre ise dünya hayatının sonrası yokluk. Üçüncü görüşe—yani benim görüşüme—göre ise ahiret dünya ile paralel bir şekilde yaşanıyor. Yani ne arkasından geliyor, ne de yok.” Bu üç görüş için de bu dünyadaki doğum ile ölüm arasındaki yaşam çok değerli, en değerli.
Ölüm üzerinde düşünmek lazım. Ölümü düşünmeden hayat felsefesi ve tarzı kurmak aslında hayati-yaşamı ıskalamak olacaktır kanaatimce. Çünkü her şey zıddıyla bilinir. Bu dünyada var olmadan önce bir başka şekilde varsak bile onu hatırlamıyoruz, bu dünyada yok olduktan (ölümden) sonra bir şekilde var olacak olsak bile ne olacağını tam bilemiyoruz. Tek bildiğimiz şu an var olduğumuz, belli bir süre sonra ise dünyada var olmayacağımız. Bu dünyada belli bir süre sonra var olmayacağımızın—yani ölümün—gerçek manada bilincinde ve farkında olursak fiillerimize ve fikirlerimize bakışımız değişecektir diye düşünüyorum.
Çünkü her anın olduğu gibi bu kısıtlı yaşamımızın anlarının birleşiminin de geçici olacağının farkına varacağız. Mutluluk da, mutsuzluk da, ümit de, ümitsizlik de, huzur da, huzursuzluk da, sevgi de, nefret de; her şey, ama her şey, geçici. Dolayısıyla birbirinin tam tersi olsa da duygular; aslında aynılar, aslında eşitler; onlar elimizden akan giden kumlar, rengi-şekli farketmez, elde kalmıyor hiçbirisi. Bu durumu anlamak bize garip bir kabulleniş getiriyor.
O peşinden koşup durduğumuz hayat aslında hiç kaçmıyor bizden. Hep anlık olarak var oluyor ve yok oluyor. Bu durum, ilginç bir şekilde, hayatı hem manalandırıyor, hem manasızlaştırıyor. Bize mana ve manasızlık arasında bir kuantum halinde yaşamak düşüyor. Bu durumu bize ölüm üzerinde düşünmek anlatıyor. Benim ölüm hakkında düşününce aklıma gelen düşünceler bu kadar. Siz kendi düşüncelerinize dalmadan Erkan Oğur’un hikmetli sözleriyle yazıma son vereyim:
“Ah efendim, önemi yok halimin
Seyrederim hayretle şu alemi
Ne bilinir kıymet, ne kıyamet
Allah'a emanet, ne gelir elden
Ne sahibim bu yerde, ne kiracı
Sadece bir ömürlük misafirim ben”
-İsa Hafalır
5 Yorumlar
Bu konuda bir düşüncemi paylaşacağım. Öylesine karalanan bir yazı olmadığını ölüm konusunu gerçekten önemsediğinizi düşünerek yazıyorum. Edebiyat ölüm aşk gibi konulara eğildiği için bu konularda bir şeyler karalamayı edebiyat olarak gören yani sanat için böyle bir yazı elen kişi olmadığınızı farz ederek yazıyorum.
YanıtlaSil1)ölüm sonrası yaşama (ahiret) inananlar veya inanmayanlar arasında çok fark arzediyor.
2)Ölüm rahatsız edici ve hatırlamak istenmeyen bir gerçeklik.
3)Belki de hayattaki tek gerçeklik.
4)Yaşam kısıtlı olduğu için değerli.
5)er veya geç öleceğimiz de bir gerçek
6)Ölümü düşünmeden hayat felsefesi ve tarzı kurmak aslında hayati-yaşamı ıskalamak olacaktır
Bu fikirleri ne kadar sorguladınız? Bu fikirlerin ne kadar sizin araştırmalarınız okumalarınız sonrasında geldi ne kadarı sağdan soldan duyulan çocukken zihinde kalan hiç sorgulanmadan zihne yerleşen şeyler. Ölüm konusu merak edip uzun araştırmalar yaptığınız bir alan mı? Yoksa edebi bir şeyler karalamayı sevenler gibi aşk ölüm sevgi gibi temaları ele almalıyım mı dediniz. Eğer öyle yaptıysanız Türk kültürü, İslam kültürü, Cemaat kültürü bu 3 alandan gelen bilgileri harmanlayıp oradan gelen filtreden geçmemiş bilimsel yönü olmayan fikirleri yansıtmış olmuyor musunuz. Bu tarz dayanıksız fikirler olayın içinden çıkamamanıza, ölüm olgusuna takmanıza ve sizi mutsuzluğa iter. Mesela hayatta içtiğiniz çay bir gerçeklik değil mi , gerçeklik nedir, ölüm neden tek gerçeklidir. Bu tarz düşünceyi derinleştiren sorular sorduğunuzda bunlara cevap verebiliyor musunuz. Eğer ölüm olgusuna takıp yaşamdan zevk alamayan bir noktaya gelirseniz, bunun nedeni bu tarz düşünceleri gibi duruyor. Örnek olarak gene Ölümü düşünmeden hayat felsefesi kurmak hayatı ıskalamaktır diyorsunuz bu düşünce doğruysa insanların büyük bir bölümü hayatı ıskalamış görünüyor peki hayatı ıskalamak nedir? Bu insanlar gayet mutlu onların yaşadığı hayatı yaşamaya değer görmüyor musunuz? Niye ıskaladıklarını düşünüyorsunuz. Mutlu olmaları yetmiyor mu gerçek mutluluk bu değil mi diyorsunuz, değer nedir, bir hayat nasıl değerli olur? Mesela bir örgüte ideolojiye bağlanan kişiler hayatını ulvi bir amaca adanamayan bu hayatı boşuna yaşıyordur der. Benzemiyor mu sizin ölüm yorumunuzla? Örgüte giren kişi kendi çarpık düşüncelerini yansıtır, genelleme yapar, bilgisi olmadığı gibi tecrübeside yoktur hiçbir zaman o eleştirdiği insanlar gibi bir hayat yaşamamıştır onlar olamamıştır onlara gidip düşüncelerini de sormamıştır. İnananların ateistlere neden intihar etmiyorsun demesi gibi. Eğer bir ateiste bu soruyu sorup onun gözüyle bakmaya çalışmazsa kendi kendine "çünkü korkaklar ayrıca hayatları boyu depresyonda yaşıyorlar" gibi kendince argümanlar geliştirir hiçbir dayanağı olmayan kendi çarpık fikirlerine aşırı inanma ve hiç sorgulamama sonucu.
Bir kitap okuyorsunuz, yazan kişi dindar ve çok rahat "ölüm en büyük gerçekliktir bu hayat geçici hiçbir önemi yok, asıl hayat ahirettir onun için çalışmak gerekir" diyor. Bu düşünceler çocukluktan beri zihnimizin her köşesini işgal ediyor. Bir edebiyat kitabında bile yazan kişi Hristiyan olsun, aynı şekilde ölüme yaklaşabiliyor. Tamam ama bunlar ne kadar doğru? Dindarların ateizme geçerken yaşadıkları travmada ve depresyonda bu çarpık düşüncelerin ne kadar payı var. Sorgulayalım.
Ne geliyorsa başımıza bu çarpık fikirlerden geldi. Türk-İslam sentezi fikirler sadece ölüm konusunda değil, ahlak konusunda da kendini gösteriyor. Dindar olmayan bir insan ahlaksızdır her haltı yapar fikri ne kadar doğruydu? Ya da süslenen kadın aranıyor tarzı fikirler? Bunun gibi binlercesi bizi zehirledi, yabancılarda yok mu böyle fikirler onlarda da var. Dinler birbirine benziyor, kültürler de benziyor, her kültürede ataerkillik var mesela yani faturayı Türk-İslam sentezine çıkarmıyorum. Hepsi sorunlu bizdekinin vücut bulmuş en önemli köklerinden biri o.
Özetle fikrim, bugün hiçbir kitap okumasanız da, sosyal kültürde muhafazakarların yaptığı pislikler sizde dindar olan ahlaklıdır dinsiz olan ahlaksız, namaz kılsın yeter gibi fikirleri yıkar. Feministler Youtube gibi mecralarda haberlerde yer buldukça birçok tabunuz yıkılır sorgularsınız. Ama "ölüm" gibi toplumsal ve sosyal yansıması görülmeyen fikirleri sorgulamak için bu alanda felsefe, psikoloji ... artık hangisi bu alanı inceliyorsa kitap okumak gerekiyor o zaman o fikirlerde yıkılır sorgulanır daha sağlıklı fikirler elde edilir. Ölüm konusunda neden çarpık düşüncem olsun ki demiyorum çünkü her konuda paket halinde çarpık fikirlerimiz var. saygılar
SilYorumlarınızı okuycunca aklıma burada röportaj vermiş bir hanım geldi. Cemaatten fetöye evrilmenin şokunu feminizm oyuncağıyla unutmaya çalışan bir ruh haletini hala atlatamamış gibisiniz. Kendi hatalı tercihinin faturasını, Türk-İslam sentezine, atarerkilliğe oradan dindarlara.. önüne kim elirse, eline kim geçerse pataklayarak ödetme sevdasından vazgeçmeniz dileğiyle.
SilÖlüm, benim için iktisadi terminoloji ile ifade edecek olursam (yazarın alanına girdim ya hayırlısı) ceteris paribus bir durum. Yaşamımın kısıtlı olması ise yaşadıklarımı arzu ettiğim şekilde anlamlandırmıyor. Sadece marjinal faydasını artırıyor sanki. Ölümün bilincinde olmak her birimin, her geçici anın değerini artırıyor ama anlamlı olan veya en anlamlı olan ilk görüşün sunduğu sonsuzluk seçeneği gibi duruyor.
YanıtlaSilEy nefs-i emmare!
YanıtlaSilKat’iyen bil ki, senin
hususî ama pek geniş bir dünyan vardır ki,
âmâl (emeller), ümit, taallûkat (yakın, ilişkili olunanlar), ihtiyacat üzerine bina edilmiştir.
En büyük temel taşı ve tek direği, senin vücudun ve senin hayatındır.
Halbuki o direk kurtludur.
O temel taşı da çürüktür.
Hülâsa, esastan fâsit (bozuk) ve zayıftır.
Daima harap olmaya hazırdır.
Evet, bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan değil; ancak et ve kemikten ibaret birşeydir.
Âni olarak senin başına yıkılıyor, altında kalıyorsun.
Bak zaman-ı mâzi (geçmiş zaman),
senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi,
istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır.
Bugün sen iki kabrin arasındasın; artık sen bilirsin.