Kendi yorumlarımı daha önceki incelemelerimdeki gibi farklı renkle belirtmedim, çünkü çok az yorum yaptım. Özetleme kısmı bittiğinde metin ortalama bir yazı uzunluğunda olduğu için hem yorum yapıp yazıyı uzatmak istemedim, hem de okuyucunun hayal gücüne bıraktım. Kitabı okuyanlarla Twitter ya da site üzerinden müzakere yapabiliriz.
Genel Olarak
İletişim yayınlarından çıkan bu kitap Sebastian Haffner’in otobiyografisi.
Sebastian Haffner Almanya’da yaşayan bir Alman ve kendi gözünden 1914 yılından başlayarak 1934 yılına kadar geçen zamanı anlatıyor. Maalesef kitap yarım kalmış bir eser, ve bu durumu kitabın sonuna geldiğinizde fark ediyorsunuz. Bir anda kitap bitiyor ve aslında kitabın bir taslak olarak kaldığını Sebastian Haffner’in ölümünden sonra çocuğunun bu taslağı bulup bastırdığını öğreniyorsunuz. Sebastian Haffner zamanı olmasına rağmen bu taslağı tamamlamayı hiç düşünmemiş.
Kitap o kadar akıcı ve hikayenin kahramanı Sebastian Haffner ile öyle bir bağ kuruyorsunuz ki, yarım kalmış bir film gibi, acaba sonra ne oldu, başına ne geldi, ne yaptı, ne hissetti soruları beyninize üşüşüyor.
Kitaptan çok etkilendim çünkü 100 yıl önce yaşamış biri tam olarak benim içimden geçenleri, benim hissettiklerimi, benim çıkmazlarımı yazmıştı. Benle aynı yaştayken de hikayesini bitiriyordu. Kitabı okurken acaba o ne yaptı, ne kararlar aldı, sorunları nasıl çözdü diye düşünürken kitap son buldu.
Sebastian Haffner 1907 yılında doğmuş. Almanya’nın 1.Dünya savaşı yıllarını bir çocuğun gözünden, Nazilerin iktidara gelmesi dönemine kadar geçen süreyi bir ergenin gözünden ve Naziler dönemini de hayatının baharında bir yetişkinin gözünden anlatıyor.
Reichstag Yangını
Ekonomik olarak Almanya’nın durumu 1914’den beri çok kötü, ama Naziler iktidara geldikten sonra o kadar usta bir siyaset izliyorlar ki halk bu durumdan asla şikâyet etmiyor. Çünkü öyle bir algı oluşturmuşlar ki kimse şikâyet edip “ne yani kahve ve tereyağı için mızmızlanacak kadar haysiyetsiz misin” sözlerine muhatap kalmak istemiyor. Son yapılan seçimlerde ülkenin %56’sı muhalif partilere oy vermiş olsa bile, şikâyet etmeyi mızmızlanmak olarak görüyorlar.
Naziler artık iktidara geldikten sonra medya tamamen tek tipleşiyor. Tüm olaylar halka “ameliyat başarılı oldu ama hastayı kaybettik” tarzında veriliyor. Her şey iktidarın başarısı olarak yazılıyor. İşin ilginç olanıysa diyor yazar; köklü demokrat büyük gazetelerin hepsi artık Nazi bültenine dönüşmüştü, ama yazar kadroları hala aynıydı…
Naziler öncesinde ülkede sürekli devrimler, karşı devrimler, darbeler, suikastler oluyor. Bir tarafta komünistler silahlanmışken diğer tarafta da Nazi-vari milliyetçi gençler silahlanmış. Hitler partisini kurduğunda ise artık milliyetçi gençleri tek bir potada birleştiriyor, ve SA’ları (yani partisinin yarı sivil silahlı gençlik kollarını) kuruyor. SA’lar birçok silahlı eylem ile sivil vatandaşları, muhalifleri, yazarları, diğer parti üyelerini, sanatçıları, komünistleri, sosyal demokratları öldürüyor. SA’lar bu katliamları Naziler muhalefetteyken de yapıyor, Naziler iktidar olduğunda ise bu durum hız kazanıyor ve çıkarılan bir genelge ile polislerin SA’ları her durumda desteklenmesi kararlaştırılıyor. Yani bir çatışmada bir taraf SA ise onlar haklıdır, ölen kişiler de vatan hainidir.
Aslında Hitler’in tüm gücü ele geçirdiği, kimsenin SA katliamlarına ses çıkarmadığı, ama hala bir muhalefetin de olduğu bir zamanda Reichstag (Alman meclisi) yangını oluyor. Hitler iktidardayken biri boş meclis binasını yakıyor. Hitler ilk olarak “komünistler bunu yaptıysa, ki benim hiç şüphem yok, Allah onlara merhamet etsin” diyor. Daha sonra yangının faili bir Komünist, arzu edilen her türlü kimlik belgesiyle yakalanıyor.
Bu olay sonrası sol partiler yasaklanıyor, komünistler katlediliyor ve medya sevinç naraları atarak bu durumu zafer olarak lanse ediyor. Ertesi gün ülke, bir zafer havasında, sanki düşman kuvvetlerini yenmiş gibi kutlamalara başlıyor.
Yazar bu olay ve sonrasında yaşananlar da 3 kesimi suçluyor: Komünistlerin yöneticileri, Muhalefet liderleri, ve Halk
Yazar bir faydası olmayan boş bir bina neden yakılır ki diye şüphelerini dile getiriyor, ama en şüpheci kişiler bile Komünistlerin bunu yapabileceğini, onlarda bu mayanın olduğunu düşünüyordu diyor. Ve tüm Almanya Komünistlerin bunu yapabileceğini kabul etti, yaptıkları konusunda ise az bir şüphe vardı diyor.
Yazara göre Alman halkının o yangını Komünistlerin çıkardığını düşünmesi çok normaldi, Komünistler olağan şüpheliydi ve bunu yapabilirlerdi. Hitler’in onları kandırması halkın suçu değildi diyor yazar. Ama yangın bahanesiyle herkesin kişi hürriyetleri askıya alındığında kimseden ses çıkmaması, halkın hiçbir tepki vermemesi, işte bu halkın suçuydu diyor.
Komünistlerin o dönemde zaten bir iç savaş olacağından bahsediyorlar ve iç savaşa hazırlanıyorlar, hatta meşhur bir sloganları var “her an hazır olmak” diye. Halk Komünistlerin bir iç savaş çıkarıp karşı devrim yapmak istediklerini ve tetikte beklediklerini biliyor. O yüzden kimse Reichstag yangınının failinin komünist çıkmasını/çıkarılmasını garipsemiyor. Halkın ve yazarın garipsediği bu yangından sonra Komünistlerin kuzu gibi katledilmeleri.
Yazar, her daim bekledikleri o iç savaşa hazır olun mesajı veren Komünist liderlerin meğerse o sırada yurtdışına kaçma planları yaptıklarını söylüyor. Kurt postuna bürünmüş kuzu gibiydiler, hiçbir direniş gösteremeden yok edildiler ve üst düzey liderleri de kaçtı diyor.
Aynı şekilde %56 oy çoğunluğuna sahip muhalefet partisi liderleri de bir gece yurtdışına kaçtı diyor. Halk bir sabah uyandığında kendilerini lidersiz buldu, bu olaylar karşısında oysa hepsi mücadeleye hazırdı. Çoğunluktaydılar, her şeye rağmen çoğunlukta ve Almanya’yı Nazilere teslim etmek istemiyorlardı diyor. Ama artık ülkede tek bir parti vardı: Naziler ve tek organize güç de onlardı.
Mahkemelerin Yıkılması
Yangından önce Hitler her gün Yahudilere hakaret ediyor, ama stajyer hâkim olan Sebastian’ın çalıştığı mahkemede birçok Yahudi yargıç var.
Alman halkı kendi etrafında tanıdığı Yahudilerin iyi insanlar olduklarını, ama bir de kötü Yahudilerin olduğunu ve Hitler’in onlara hakaret ettiğini düşünüyor. İffetli olan ve olmayan Yahudi diye bir ayrım var en başlarda.
Kültürlü eğitimli doktor bir arkadaşı bile 1. Dünya Savaşında ölen Yahudi oranı neden Almanlara kıyasla düşük diyerek ırkçılık yapıyor. Herkes Hitler kadar düşünmese bile yavaş yavaş antisemitizm yayılıyor.
Bir gün SA mensupları Prusya Yüksek Mahkemesini basıyor ve tüm Yahudiler binayı terk etsin diyor. Yahudi hakimler cübbelerini çıkarıp boyunları bükük bir şekilde, koridora sıralanmış SA mensuplarının arasından geçerek binayı terk etti diyor.
SA mensuplarından biri Sebastian’a sen Ari ırktan mısın diyor. O da “evet” diyor.
Tabi koskoca yüksek mahkemenin Alman hakimlerinin gözünün önünde oluyor bu rezalet. Düne kadar birlikte çalıştıkları hakimler, yarı-sivil düz polis rütbesinde bile olmayan kişiler tarafından aşağılanıyor ve onlara ise bu durumu sadece izlemek düşüyor. Ülkenin en güçlü en yüksek makamlarındaki Alman hakimler yeni yetme partili gençlerin yaptığı bu durumu sadece izliyor.
Sebastian bile stajyer hâkim olarak bu aşağılanmayı kaldıramıyor, bürokrasi merdivenlerinin daha başında bir hakim, ama Yargı erginin, devletin maaşlı, rütbeli bir üyesi. Polis güçlerine emir veren bir hakim pozisyondayken nasıl bir SA mensubu ona hangi cüretle Ari misin diye sorabilir? Evet cevabı verdiği için kendini affedemiyor, bu aşağılanmayı kabul ettiği için. O gün o olaydan sonra Almanya Yüksek Mahkemesi bitmişti diyor. Sadece Yahudi hakimleri çıkarmadılar, o gün tüm yargı Nazilere teslim oldu diyor.
Sonrasında ise hakimlere artık inanılmaz yetkiler veriliyor, kanuna bağlı kalmalarına gerek kalmıyor ama hepsinin dokunulmazlığı da kaldırılıyor. Artık hepsi bu kanunsuz düzende Hitler’in iradesine uyduğu sürece tam yetkili, ama o iradenin aksine bir karar alırlarsalar da kendilerini toplama kampında bulacaklardı. Seçtiğiniz kelimelere göre ya toplama kamplarına, ya da adalet bakanlığında üst bir mevkiye gelebiliyordunuz diyor yazar.
Yahudilerin yerine birçok genç SS örgütü üyesi hakim alınıyor. SS sistemi paralel bir devlet gibi, kendi içinde bir rütbe sistemi var, bu rütbe partideki mevkinizi gösteriyor. Genç bir hakim olabilirsiniz ama SS üyesi olmanız bile, mahkemedeki Nazi olmayan üst düzey hakimlere karşı üstünlük sağlıyor. Hatta öyle bir üstünlük ki hepsi sizden korkuyor, sizle iyi geçinmeye çalışıyor.
Sebastian çoğu genç için büyük bir fırsat doğmuştu diyor, Almanya yeniden yapılandırılıyordu, bürokratik pasta yeniden pay ediliyordu. Birçok pozisyon açılmıştı ve Hitler’e sadakat sayesinde genç yaşta yükselebilirdiniz. Yıllarca gelemeyeceğiniz kadrolara 1 günde gelebilirdiniz. Hiçbir hukuki bilgiye doktoraya gerek yoktu, sizden zaten kanunları uygulamanız da istenmiyordu. Heil Hitler diye selam veren genç Hakimlere yaşlı üyeler Medeni kanunu uygulaması için yalvarıyordu.
30 yıllık bir hakimsiniz, yargının en üst organında Yüksek Mahkemede bir üyesiniz. Yıllarınızı vermişsiniz o noktaya gelmek için, 30 yılınızı verdiğiniz bir hukuk bilginiz ve mesleğiniz var. Arkadaş çevreniz üst düzey generaller, emniyet müdürleri, bakanlar vs. Ve bir gün mahkemenizi iktidar partisinin gençlik kolları militanlar basıyor ve devlet başkanın emriyle Yahudiler çıkacak diyor. Devlet hiyerarşisinde korumanız olan polislerin bile rütbesinde değil, memur bile değiller. Bu aşağılanmayı sadece izliyorsunuz.
Olay Sebastian’ın dediği gibi Yahudiler değil, Yahudiler yoluyla tüm bir ülke dizginleniyor, hepsine korku salınıyordu. Kimse 30 yıl emek verdiği kendisine hukukçu hakim statüsü sağlayan bilgileri çöpe atıp kafasına göre karar vermek istemez. Bunu ancak mesleği bilmeyen başarısız ama sadık genç hakimler yapabilir, ki zaten yaşlılar emekli edilip, istifa ettirilip ya da atılıp onlar getiriliyor.
Peki bürokrasi neden sesini çıkarmadı?
En yakın arkadaşları SA’lar tarafından öldürülen subaylar neden sessiz kaldı? Nazi oldukları için mi?
Herkes artık kendini düşünüyor ve yükselmeye işini kaybetmemeye bakıyordu. Sopa yiyenlerden olmamak için sopa atanların safına katılmak, evet insanlar bu yüzden Nazi oluyordu.
Nazi olmayanlar da sadece toplama kamplarına gönderilenlerden olmamak, ya da işini kaybetmemek için itaat ediyordu.
Arkadaşlıklar
1933 yılında, 26 yaşında stajyer bir hakim adayıyken artık hiçbir arkadaşım kalmamıştı diyor yazar.
Samimi bir dost grubu var. 6 kişiler. O gruptan biri Komünist biri de Yahudi olduğu için ülkeyi terk ediyor ve yazarın kendisi de sonunda ülkeyi terk edecek. Diğer 2 kişi ise Nazi oluyor ve bürokraside yükseliyor. 1 kişi ise Nazi parti üyesi bir avukat olarak zenginleşiyor.
Naziler iktidara geldikten sonra arkadaş grubundaki, canciğer arkadaşları değişmeye başlıyor. Siyaset onların da dost grubuna giriyor. Sonradan Nazi olacak kişiler Yahudi arkadaşlarının üstüne gidiyor, ondaki gerginliği zevkle izliyorlar. Onun yanında özellikle Yahudileri aşağılayıp, ama onu kastetmedikleri söylüyorlar. Yazar ise bu duruma katlanamıyor. Basit politik fikir aykırılıkları olarak görmüyor bu tartışmaları, bir tarafta boykot adı altında insanlar aç bırakılıp öldürülürken; ne yani saçma sapan argümanlarla bunları destekleyecek misiniz, ya da sessiz mi kalacaksınız diyor.
Bir gün SA’lar sosyal demokratların mahallesini basıp büyük bir katliama neden oluyorlar. Tabi bu durumu gazetelerden öğrenmek mümkün değil, daha sonra Nazi olan 2 dostu Nazi partisine üye oldukları için bu katliamı zevkle onlara anlatıyorlar. Yazar ise bu duruma hayret ederek tepki veriyor. Bir tane sosyal demokrat evini basan SA mensubunu öldürdü diye koca bir mahalledeki tüm sosyal demokratların öldürülmesini nasıl savunuyorsunuz diyor. Nazi arkadaşları onlar da direnseydi, korkakça boyun eğdiler diye dalga geçiyor. Biri önce onlar başlattı, bu devletin meşru müdafaa hakkıdır diyor. Tartışma büyüyünce Nazi arkadaşları, yazara “sizin gibi insanlar bu devlet için gizli tehlike oluşturuyor” diyor. Bunun üzerine yazar o zaman beni Gestapo’ya (İstihbarat) ihbar et diyor. Arkadaşı da uzun bir süredir bunu düşünüyordum diyor ve o günden sonra bir daha asla bir araya gelmiyorlar. Yazar bir süre bekledim gerçekten beni ihbar edecek mi diye, ama etmedi diyor.
Evet siyasetin zehrinden kaçamıyor, siyaset tüm özel alana sıçrıyor. Siyaset derken de basit politikalar değil, Nazi partisinin yaptığı katliamlar tartışmanın konusunu oluşturuyor. Herkesin lanetlemesi tepki vermesi gereken bir katliam tartışmanın konusunu oluşturuyor. Böyle bir tartışmada “olur böyle fikir ayrılıkları dostluğumuz zarar görmesin” demek mümkün mü? Bizzat katliama uğrayan gruptan Komünistler ve Yahudilerden dostunuz varken onları teselli etmek yerine, sizinkiler de hak etmiş direnmemişler bile, ne korkaklar diye alay eden insanlarla dost olmak mümkün mü? Evet grupta Komünist ve Yahudi korkusundan sesini bile çıkarmıyor; Alman ve apolitik olan yazarımız itiraz ediyor, ama o da en yakın arkadaşı tarafından tehdit ediliyor; anlıyoruz ki devlete ihbar o dönemin en yaygın hastalıklarından. Saçma ve cani fikirlerinizle bir tartışmada baskın gelemiyor musunuz, korkmayın arkanızda koca Almanya devleti var.
Yahudilerin Ruh Hali
Sebastian’ın kız arkadaşı bir Yahudi. Yahudilerin yaşadığı ruh halini onun sayesinde görebiliyor. Kız arkadaşı yapılan zulümlerden sonra birçok Yahudi gibi Yahudi milliyetçisi oluyor. Hitler’in Yahudiler’e yaptığı baskı ve sindirme onları iyice kenetliyor.
Sebastian bir gün kız arkadaşının evine gittiğinde, onun babasıyla konuşuyor. Babası Sebastian’a direk savunma psikolojisiyle Yahudilerin Hitler’in dediği şeyleri yapmadığını bunların iftira olduğunu anlatıyor. Sebastian bir Nazi olmamasına rağmen kızın babası ona “neden bize bunu yapıyorsunuz, neden hala yalan söylüyorlar tüm iktidarı ele geçirmelerine rağmen” diyor.
Yahudiler bir neden arıyor, anlam verirlerse çözebileceklerini düşünüyorlar.
Her Alman’ın Nazi olmadığını anlatıyor Sebastian. Ama Yahudiler bir travma yaşıyor ve her Alman’a Hitler’in yalan söylediğini, kendilerinin asla vatan haini olmadığını anlatıyor. Hayal kuruyorlar eğer Hitler hastalanırsa bir Yahudi doktor olarak onu kurtaracaklarını ve biz vatan haini değiliz gördün mü diyeceklerini ve Hitler’in de görüşünün değişeceğini düşünüyorlar. Herkese vatan sevgilerini gösterecekleri bir olayın olmasını hayal ediyorlar.
Kızın babası yazara Tevrat’da geçen Kral Nebukadnezar’i anlatıyor ve Yahudileri yok etmeye çalışan Kral Nebukadnezar’in bunu başaramadığını, bugün kimsenin onu hatırlamadığını oysa Yahudilerin hala var olduğunu Tanrı’nın onları hep koruduğunu Hitler’e karşı da koruyacağını söylüyor.
Bir neden arıyorlar, hayaller kuruyorlar, Tanrı’nın koruması altında olduklarını, kutsal kitaplarındaki hikayeler gibi gene Yahudilerin imtihan geçirdiklerini düşünüyorlar.
Nazi Olmayanları Ruh Hali
Yazar Nazi olmayan halkın ruh halini 3 kategoriye ayırıyor:
Birinci kategoridekiler sürekli kehanette bulunan, az kaldı çöktü çökecek diyen grup. Özellikle yaşlı kesim ekonomiyi batıracaklar, sürdüremezler bu düzeni çöker diye sürekli tarih veriyor. Bu kişiler asla vazgeçmedi, her seferinde yanılmalarına rağmen ölene kadar böyle güzel günler gelecek diye vaat ettiler diyor yazar. Kimi zaman belli bir ay, kimi zaman da belli bir yıl vererek devam ettiler. Yıllar sonra dedikleri çıksa, evet biz demiştik size dercesine hep tarih verdiler ve kendilerini inandırdılar.
İkinci kesim, tam karamsarlar. Bu kesim, hayata küsmüştü, ölçüsüz bir karamsarlığa teslim olmuş ve sonsuza denk pes etmişlerdi diyor yazar.
Bu kesim bir Nazi’ye de dönüşebiliyordu. Madem hayat anlamsız her şey boş o zaman bir de şeytanın saflarına bakalım sonuçta ne önemi var ki, diyebiliyorlardı diyor yazar.
Üçüncü kesim ise yazarının da içinde bulunduğu, gerçeklikten kaçan kendi fil dişi kulesine çekilen kesim. Bu kesim kulaklarını her şeye karşı tıkayan, hiç birşey olmuyormuş gibi kendi özel hayatına devam etmeye çalışan kesim. Bu kesim başta gayet fazla, hatta Yahudiler bile ne olursa olsun sinemasına, partisine gidiyor, normal hayatına devam ediyor. Ama bu uzun sürmüyor. Siyaset özel hayatı da işgal ediyordu, gerçeklerden kaçamıyorlardı, eninde sonunda bir akrabaları tutuklanıyor ya da işten atılıyordu diyor yazar.
Böyle bir dönemde “benin kutsallığını” korumalıyım diye düşünüyor yazar. Yani sadece suç ortağı olmamak değil, Nazilerden nefret bile etmemeliyim. Nefretimi bile haketmiyorlar ve nefretin beni değiştirmesinden korkuyordum diyor. Nazilerin benim üzerimde hiçbir etkisi olmamalı diyor.
Bu dönemde Nazi propagandaları dışında edebiyatta pastoral eserler patlama yapıyor. İnsanlar siyasetten kaçmak için çiçek, böcek edebiyatına eğiliyorlardı diyor.
Özel hayat kalmadı artık siyaset her yere girdi, bu zehirli gazdan kurtulmanın bir tek yolu vardı diyor yazar: göç etmek. Almanya’da kalıp olaylara kulağını tıkamak mümkün değildi.
Ama ülkene manevi olarak veda etmek çok ağır, kendi vatanımda sürgündüm ve vatansızdım artık diyor. Nazilerin ilk işgal ettiği ülke Almanya’ydı. Almanya’da müsteşar olmaktansa, Chicago’da sigara satan bir büfe işletirim diyor. Almanya’da kaldığı sürede bir savaş çıkmasından ve Hitler’in başkumandanlığı altında savaşmaktan çok korkuyor.
Göç etmek birçok bilinmeyene yelken açmaktı diyor yazar. Babası “mülteciler her ülke için yüktür, bu yükü omuzunda hep hissedersin, gitme” diyor. Burada bir hakimlik sınavını geç, statünü eline al, sonra düşünürsün diyor; bunca sene okudun staj yaptın, şurada 5 ay kaldı bekle, olaylar durulur diyor.
Sebastian bekliyor ve sınavlara hazırlanıyor bu sırada devlet memurlarının yeniden yapılandırması kanunu yürürlüğe giriyor. Bu kanun ile artık milli siyaset açısından yeterince güvenli olmamak ithamı ile memurlar işten atılabiliyor. Emekli olanların emekli maaşlarına el konulabiliyor.
Yazarın emekli babasına da bir gün bir zarf geliyor. Zarfta bu kanun kapsamında emekli maaşının devam edebilmesi için cevaplaması gereken bir dizi soru var: bu zamana kadar hangi siyasi partiye, derneğe veya organizasyona üye oldunuz; ülke için neler yaptınız vb. sorular… Cevapladıktan sonra en son kısma da “milli diriliş hükümetinin arkasındayım” diye beyan edip imza atması gerekiyor.
Babası son güne kadar bekliyor ve düşünüyor. Bir yandan dik durursa ailenin tek geçim kaynağı olan emekli maaşını kaybedecek diğer yandan da Nazi olmamasına rağmen bu yaşta bu aşağılanmayı kabul edecek.
Babam bir gece gizlice soruları cevapladı ve zarfı postaladı diyor yazar. Postaladıktan sonra da 3 gün yemek yiyemedi ve kustu diyor. Bazı insanlar böyle durumlarda kalp krizi geçirir, onun da midesine vurdu bu durum, o olaydan sonra asla eskisi gibi olmadı, ve 2 sene sonra da vefat etti diyor.
Kim bilir daha kaç insan Hitler’in katliamları başlamadan önce böyle öldü ya da intihar etti. Tarihi olayları bireylerin hayatlarına inerek okumak isteyenler için kitapta daha birçok anı ve gözlem var.
Ahmet
Twitter: @a_wolfenstein
Böyle bir dönemde “benin kutsallığını” korumalıyım diye düşünüyor yazar. Yani sadece suç ortağı olmamak değil, Nazilerden nefret bile etmemeliyim. Nefretimi bile haketmiyorlar ve nefretin beni değiştirmesinden korkuyordum diyor. Nazilerin benim üzerimde hiçbir etkisi olmamalı diyor.
Bu dönemde Nazi propagandaları dışında edebiyatta pastoral eserler patlama yapıyor. İnsanlar siyasetten kaçmak için çiçek, böcek edebiyatına eğiliyorlardı diyor.
Özel hayat kalmadı artık siyaset her yere girdi, bu zehirli gazdan kurtulmanın bir tek yolu vardı diyor yazar: göç etmek. Almanya’da kalıp olaylara kulağını tıkamak mümkün değildi.
Ama ülkene manevi olarak veda etmek çok ağır, kendi vatanımda sürgündüm ve vatansızdım artık diyor. Nazilerin ilk işgal ettiği ülke Almanya’ydı. Almanya’da müsteşar olmaktansa, Chicago’da sigara satan bir büfe işletirim diyor. Almanya’da kaldığı sürede bir savaş çıkmasından ve Hitler’in başkumandanlığı altında savaşmaktan çok korkuyor.
Göç etmek birçok bilinmeyene yelken açmaktı diyor yazar. Babası “mülteciler her ülke için yüktür, bu yükü omuzunda hep hissedersin, gitme” diyor. Burada bir hakimlik sınavını geç, statünü eline al, sonra düşünürsün diyor; bunca sene okudun staj yaptın, şurada 5 ay kaldı bekle, olaylar durulur diyor.
Sebastian bekliyor ve sınavlara hazırlanıyor bu sırada devlet memurlarının yeniden yapılandırması kanunu yürürlüğe giriyor. Bu kanun ile artık milli siyaset açısından yeterince güvenli olmamak ithamı ile memurlar işten atılabiliyor. Emekli olanların emekli maaşlarına el konulabiliyor.
Yazarın emekli babasına da bir gün bir zarf geliyor. Zarfta bu kanun kapsamında emekli maaşının devam edebilmesi için cevaplaması gereken bir dizi soru var: bu zamana kadar hangi siyasi partiye, derneğe veya organizasyona üye oldunuz; ülke için neler yaptınız vb. sorular… Cevapladıktan sonra en son kısma da “milli diriliş hükümetinin arkasındayım” diye beyan edip imza atması gerekiyor.
Babası son güne kadar bekliyor ve düşünüyor. Bir yandan dik durursa ailenin tek geçim kaynağı olan emekli maaşını kaybedecek diğer yandan da Nazi olmamasına rağmen bu yaşta bu aşağılanmayı kabul edecek.
Babam bir gece gizlice soruları cevapladı ve zarfı postaladı diyor yazar. Postaladıktan sonra da 3 gün yemek yiyemedi ve kustu diyor. Bazı insanlar böyle durumlarda kalp krizi geçirir, onun da midesine vurdu bu durum, o olaydan sonra asla eskisi gibi olmadı, ve 2 sene sonra da vefat etti diyor.
Kim bilir daha kaç insan Hitler’in katliamları başlamadan önce böyle öldü ya da intihar etti. Tarihi olayları bireylerin hayatlarına inerek okumak isteyenler için kitapta daha birçok anı ve gözlem var.
Ahmet
Twitter: @a_wolfenstein
0 Yorumlar