İnsan fıtrat olarak güç sahibi olmayı, ilgi ve beğeni görmeyi ister. İşin acı tarafı, bu istekler belli bir seviyeye ulaşınca tatmin edecek şeyler değil, bilakis bağımlılık oluşturup devamlı daha fazlasını istetecek, tatminsizliğe ulaştıracak şeylerdir. Çok güce, ilgi ve beğeniye ulaşan insanların etrafı kalabalıklar tarafından sarılmıştır. Kalabalıkları sürükleyen veya sürüklemeye çalışan insanların “kalabalıkların lanet”ine uğramaması çok zordur. Nedir bu lanet? Bu kalabalık dediğimiz şeyin ruhsuzluğundan kaynaklanır. Neden ruhsuzdur kalabalıklar? Çünkü “kalabalık” mensubu insanlar genelde bireyliklerine önem vermeyen; ya kendilerini önemli görebilmek için bulundukları kalabalığın (ve liderlerin/büyüklerin) bir çeşit kutsiyetine inanan, ya da kutsi görmeseler bile bu kalabalıktan maddi veya manevi (hayata basit bir mana, veya hayatı geçirebilmek için bir uyuşturucu veya eğlence gibi) çıkar bekleyen insanlardır. Kalabalığı bir insana benzetirsek, çok primitif, takıntılı, çıkarcı, insani derinliği olmayan bir canlı olarak görebiliriz. Bu kalabalıktan ilgi bekleyen bir insan kendisini onların lideri veya önemli bir mensubu olarak görse de aslında onların bir esiri olur. Budur kalabalığın laneti.
İnsanları kalabalığın lanetine duçar eden içindeki ilgi ve beğeni isteğidir. İnternet öncesi çağlarda insanların kalabalıklara ulaşması modern zamanlara göre çok daha zordu. İnsanları çok büyük kısmının gördüğü ilgi ve beğeni sadece yakın çevresinden geliyordu. Çok az sayıda insan yakın çevresi dışına ulaşabiliyor, kalabalığın laneti imtihanı ile yüz yüze geliyordu. Şimdi özellikle Twitter, Facebook, Instagram, YouTube gibi takipçilerin olduğu ve çokların günde çok saatlerini geçirdiği internet ortamları bu durumu tamamen değiştirdi. Yüz takipçisi olan da var, bin de, milyon da. Kaç takipçisi olursa olsun, insanların çoğu takipçilerinden ilgi ve beğeni görmek için düşüncelerini, eforlarını belirliyorlar; ruhları ve psikolojileri bundan ister istemez etkileniyor. Yani artık çoklarımız, değişik seviyelerde olsa da, kalabalığın lanetinin tehditi veya tesiri altındayız. Zaten tüm internet endüstrisi de ilgi çekmek üzerine kurulmuş; bu tasarım insanların zaafları ile birleşince “ilgi ve beğeni toplama” hastalığı kaçınılmaz oluyor.
İlgi ve beğeni avcılığın problemli olduğundan bahsettik, peki doğru olan nedir? İlgi peşinde koşmak yerine “kendimiz için” güzel şeyler üretmeliyiz. Tüketim ve ilgi/beğeni (yani diğer bir değişle “el’’den onay) takıntısı bu çağın büyük bir hastalığı. Halbuki insanlar ancak bir şey ürettiği zaman hakiki olarak mutlu olabilir. Tüketince hem bir değer üretmeyiz, hem de sadece geçici olarak mutlu oluruz. Dolayısıyla mananın, mutluluğun, dinginliğin peşindeki insanın yapması gereken şey tüketmek ve elden onay almak değil, üretmektir. İlgi ve beğeni peşinde koşarken de yaptığım eforlarla beraber bir şeyler üretiyorum diye düşünebilir insan; ama bunun halis, özgün ve özgür bir üretim olması zordur. Çünkü insan ilgi ve beğeni niyetiyle üretirken kalabalık ne der diye ölçer ve tartar. Bu ise yaratıcılığı ve samimiyeti baltalar. Bu tip üretimin değeri az olduğu gibi, mutluluğu da az olur. Çünkü üretim bir amaç değil, araç haline gelir. Üretim amacımız olursa her ürettiğimizle kendimizi değiştirir, kendimiz tekamül eder ve tatmin edici bir mutluluğa ulaşabiliriz. Ama üretimimiz ilgi ve beğeni için bir araç olursa, o zaman sadece tuzlu su misali içtikçe insanı daha da susatan, bağımlılık haline getiren bir canavarı beslemiş oluruz.
İlgi beklemek ve almak değil, ilgi vermek (burada ilgi vermeyi aşağı yukarı “dikkatini vermek’’ manasında kullanıyorum) peşinde olmalıyız. Ama ilgi vermek derken pasif olarak sosyal medya platformlarında beğenmekten bahsetmiyorum. İlgiyi bilgi, beceri, anlayış, üretim için bir girdi olması niyetiyle vermeli ve verdiğimiz zaman onu “tam olarak’’ vermeliyiz. Etrafımızın ilgi dağıtıcı şeylerle çepeçevre sarıldığı ve “multi-tasking”in hayat tarzı haline geldiği bugünlerde ilgiyi tam olarak vermek çok zor. Ama ilgiyi tam olarak vermeden tekamül de çok zor. Bunu vücut geliştirmek için vücudu zorlayacak ağırlıkları kaldırmaya benzetebiliriz. Yarım yamalak ağırlık kaldırdığınız zaman bunun size bir yararı olmayacaktır; bir kasınızı geliştirmek için o kasa odaklanmalı ve o kasın yapabileceğinin biraz üstünde egzersizler yapmalısınız. Onun gibi ilgi hangi işe yarayacaksa onun bilincinde, konsantre olarak ve kendimizi zorlayarak verebilirsek, işte ancak o zaman ilgi güzel bir çıktıya vesile olabilir.
Bu meselenin bir de sosyolojik tarafı var. İlgi avcısı insanların oluşturduğu bir toplulukta ilgi kapışılan bir meta, dolayısıyla diğer ilgi toplayanlar bir rakip veya düşman olarak görülebilir. Halbuki ilginin bilinçli bir şekilde verildiği bir toplulukta herkes birbirinden güzel şeyler öğrenir, birbirlerini anlar, daha iyi insanlar haline gelir; bilgi ve becerisinden dolayı ilgi toplayan insanlar başka ilgi toplayan insanları rakipler olarak değil, kendilerinden yarar sağlayabilecekleri arkadaşlar olarak görebilirler. Bu şekildeki bir topluluk hep beraber yükselebilir. Bu hayatta zaten birçok ortam hem “win-lose,” yani birilerinin kazanırsa diğerlerinin kaybetmesi gereken bir yer gibi, hem de “win-win,” yani herkesin kazanabileceği bir yer gibi tasarlanabilir. Tek yapılması gereken paradigmanın değişmesidir. Elbette ki bu hiç kolay olmayan bir değişimdir.
Velhasıl yapılması gereken ilgi toplama peşinde koşmaktansa, üretmek için ilgi verme peşinde koşmaktır. Bu zor olanıdır, çünkü insan kolay bir şekilde anlık zevk veren şeylerin olduğu bir hayatı sever, onu düşler. İnsan fıtrat olarak güzel şeylere ulaşmayı ister, ama emek harcamak istemez. İnsanların çoğunun düşünmeye, mana aramaya, emek sarfetmeye, tekamül etmeye ya niyeti, ya da kapasitesi-enerjisi-takati yoktur. İnsanların çoğu ile kendimizi karşılaştırmak yerine, insanların çoğunun yapmadığı şeyleri yapmak, hatta “insanların çoğu” gibi olmamaya çalışmak bence güzel bir tavsiye olur. Kalabalık mensubu olmaktan, kalabalığın lanetinin mağduru olmaktan, el ne der diye yaşamaktan Allah’a sığınanlara, üretmek ve tekamül etmek için çaba harcayanlara selam olsun.
İsa Hafalır
0 Yorumlar