Header Ads Widget

test banner

Hainler Mezarlığının Hortlakları

Dilin, fikirlerin ta kendisi olduğunu söyler John Locke. Bu yüzden, dilin en güçlü yansıması olan bazı kelimelerin varoluş serüveni, akılda fikir, ciğerde nefes, dudakta ses, dilde anlam şeklinde sıralanmaz. İnsanın ta içinde bir yerlerde kazanır anlamını. Eskilerin tekâmül dediği uzun yolculuğu, daha yeryüzüne çıkmadan tamamlar. Duyduğunuzda, iliklerinize kadar hissedersiniz, içinize işler, güldürür, coşturur, hırpalar ve acıtır bazen de. 

Tehlikelidir bu yüzden kelimeler, güçlüdür, büyüktür. Tanrının, insanla diyalogunda işaret dili, tabiat dili ya da herhangi bir başka iletişim şekli yerine kelimeleri seçmiş olması bile, onlara karşı ne denli dikkatli olması gerektiği konusunda bir ipucudur insan için. 

Kelimelerin gücü olduğu gibi, gücün kelimeleri de vardır. Yerine ve varoluş amacına uygun kullanılmadığında, öldürücüdür bu kelimeler, zehirlidir. En yakınından başlar öldürmeye. Başlangıçta zevk veren bir uyuşturucu gibi, zevk verir önceleri. Gerçeklerden, hayattan koparır insanı, hayaller, vehimler alemine sürükler. Çift taraflı keskin bir bıçağa benzer gücün kelimeleri. Söylenene mızrak gibi saplanırken, söyleyeni de kâğıt kesiği gibi, ince ince, hissettirmeden yaralar. Sızlamaya başlayınca fark edilir ama iş işten geçmiştir. 

Bulaşıcıdır aynı zamanda gücün kelimeleri. O kelimelere muhatap olan biri, bir süre sonra aynı kelimeleri tekrar etmeye başlar farkında olarak ya da olmayarak. Bizim gibi toplumsal hafızası olmayan, okuyup araştırmayan Mezopotamya toplumlarında en sık görülen akıl ve kalp hastalığıdır, gücün kelimeleriyle konuşmak. Mağrur ve mağdur rollerinin sıklıkla değiştiği bu coğrafyada, iyi insan yetiştirememenin doğal sunucudur belki de bu durum. İyiliği, sadece tanrısal öğretilere sadakat ya da sisteme ve onun temsilcilerine biat kriterleri üzerinden değerlendiren toplumların, bir süre sonra evrensel ve ahlaki ilkelerden ve doğrulardan kopması da olması mukadder bir çıktıdır. 

Kişisel ve toplumsal yakın tarihimize dönüp şöyle bir baktığımızda, hep güce dair kelimelerin konuşulduğunu, duyulduğunu görürüz. En yakın ve etkileyici örnek, 2016 Temmuzundan sonra literatürümüze giren “hainler mezarlığı” kavramıydı. Bir belediye başkanı tarafından, ‘aferin’ almak için girişilen bu icraattan, hiçbir ahlaki ve insani değere uymadığı için, kısa süre sonra vazgeçildi. Geriye ise sahibinin alnında kara bir leke olarak sonsuza dek duracak olan bu kavram kaldı.
  
Toplumsal heyecan ve histeri anlarında ortaya çıkan bazı kavramlar, doğdukları ortamın ruh, ahlak ve psikolojik durumu hakkında ipuçları verirler. Hainler mezarlığı tanımı da 2016 yazında, kullanıldığı coğrafyanın ruh halini özetleyen bir kavram olarak görülebilir. Ölesiye ve öldüresiye bir nefretin, hayat hakkı tanımamanın, ezmenin, yok etmenin, hiç yaşamamış gibi olmasını sağlamanın özeti olan bu kavram, kitlelerin aklı değil, duygusu olduğu tezini doğrulayan bir sembol olarak tarihteki ve sosyolojideki yerini aldı. 

Kavramdaki ithamın muhatabı olan cemaat tabanı, İslam tarihindeki Boykot Olayı ya da Güney Afrika’da 40’lı yıllarda başlayıp, 90’ların ortalarında son bulan Apartheid benzeri uygulamalara maruz kaldı. İstisnasız, çaldıkları her kapı yüzlerine kapandı. İçinden çıktıkları, parçası oldukları toplumca dışlandılar, ötelendiler, sivil ölüme mahkûm edildiler. İş verilmedi, mallarına el konuldu, mülteci olarak çıktıkları yollarda öldüler, cenaze namazları kılınmadı, her zaman cömertliğinin ve fedakârlığının propagandasını yapan, bu bakımdan özel olduğunu iddia eden ‘kavimleri’ tarafından ağaç kökü yemeleri istenerek, yok edilmeye çalışıldılar. 

Tüm bu yaşananların, cemaatin genelini demokrat, sorgulayan, empati yapabilen ve ayakları yere sağlam basan bir topluluk haline getirmesi gerekiyordu. Yaşadıklarından çıkardığı dersle, hatalarını görmesi ve kendisine yapılan hukuksuzlukları, yanlışları, ithamları başkalarına yapmamaları bekleniyordu normal şartlarda. Fakat öyle olmadı. Cemaat adına söz söyleme yetkisi olan, eli kalem tutan kişiler, cemaat kodamanlarının gayrı resmi sözcülüğünü yapan yazar-çizer takımı, gerçek ve ‘hasbelkader’ gazeteciler, çoğunluğu yurt dışında olan tabanın bir kısmı, ‘hortladıkları’ hainler mezarlığına, kendileri gibi düşünmeyenleri gömme yarışına girdiler bir anda. Sosyal medyada, haber sitelerinde, köşe yazılarında vs. mecralarda hoşlarına gitmeyecek şekilde konuşan, yazan-çizen herkesi hain, satılmış, ajan, kafir ilan etmeye başladılar. 

Gazeteci Ahmet Dönmez hakkında söylenen ve söyletilenler, bunun en yakın ve canlı örneğidir. Sadece habercilik yaptığı, sorular sorduğu ve bazı yolsuzlukları/hukuksuzlukları yapanlarla cemaat tabanı arasına set çektiği için, diri diri gömülmeye çalışılıyor, hainler mezarlığına. Normalde ‘cı, cu’ diye anılmayı, kendilerine küfür sayanların rahatlıkla münferitçi vs. diye etiketledikleri –daha az popüler olan- insanlar için her gün yazılan, söylenen itham ve iftiralar ise vakayı adiyeden sayıldığı için konuşulmuyor bile. 

Aslında ideal üzerinden düşünmeyi bırakıp, yaşadığımız coğrafyanın gerçekleriyle durumu tahlil edersek, bu ahlaki savrulmanın şaşılacak bir şey olmadığını görürüz. Çünkü cemaat kitlesi de her zaman güçten yana olan, hukuku ve demokrasiyi teferruat olarak gören, yalnızken/güçsüzken silikleşen buna karşılık sürünün içine girdiğinde aslan kesilen, kendisini insan yapan tüm değerlere bir fiyat biçen Ortadoğu insanının temel karakteristiğini yansıtan bir örneklem sadece. Bu yönüyle baktığımızda, bu tekfir etme, lanetleme ve hain ilan etme kampanyasının aslında şok edici bir garabet değil, öteden beri süregelen bir rutin olduğunu görebiliriz. 

Mevcut tabloda yerli yerine oturmayan tek şey ise, cemaatin söylemdeki demokratlığı ile eylemdeki otoriterliği arasındaki büyük tezattır. Kendisinin bir ortak akıl (istişare) hareketi olduğunu her fırsatta ifade eden bu yapı, gerçeğe sırtını dönerek, bünyesindeki bir grubun yaptığı kanun ve ahlak dışı eylemlerin sorgulanmasına engel olmaya çalışıyor. Hâlbuki bu eylemler, sonuçları itibarıyla sadece failleri ve cemaat yöneticilerini değil, vebalini üstüne atıp kaçtıkları tabanın genelini de ilgilendiriyor. Tabandaki sorgulamanın temel dayanak noktası da bu aslında. Değilse, Maslow Piramidinin ilk basamağına geri döndürülen insanların, en tepedekileri ve dahi sistemin kendisini düşünmek ya da düzeltmeye çalışmak gibi bir derdi ve motivasyonu söz konusu bile değil. 

Kişinin, tüm haklarının elinden alınmasına, aç kalmasına, aşağılanmasına, hor görülmesine sebep olanlara isyan etmesi, en temel insani haklardandır. Buna hoşgörü göstermek, bünyesindeki yanlışları sorgulamak yerine elindeki gücü kullanarak onu susturmaya çalışmak, bir kez daha hain ilan etmeye yeltenmek zaafın ve acziyetin göstergesidir. Varlığını, gücünü ve otoritesini hayali düşmanlıklar, hainler, ajanlar vs. üzerine inşa edenler, kısa vadede güçlerini korusalar bile, zaman geçtikçe gerçekle yüzleşme, mahcup olma ve bir köşeye atılma hakikatiyle karşılaşacaklarını bilmek durumundadırlar. 

Dün hainler mezarlığına kürekçilik yapanlar, bugün unutulup giden birer önemsiz ayrıntıdan ibarettir. Bugün o kürekçiliğe özenenlerin sonu da dünkülerden farklı olmayacaktır. Bu kısır döngünün bir an önce son bulması ve gücün kelimelerinin unutulup gitmesi dileğiyle. 

Esenlikler dilerim. 

S. Yücel Derekök
Twitter: @konusankus 

Not: Bu yazı ilk olarak 5 Mart 2020’de https://konusankus.wordpress.com/ adresinde yayınlanmıştır. 
author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

4 Yorumlar

  1. Mevcut durumu çok güzel ifade,etmişsiniz .tebrikler

    YanıtlaSil
  2. Cok güzel bir yazi, kaleminize saglik.

    Berk Ates

    YanıtlaSil
  3. Gerçeklerin ortaya çıkması dileklerimle...

    YanıtlaSil
  4. Şöyle anlıyorum: Yazar, The cemaat'in kodamanlarının, sözcülerinin ne dediğini gereksiz biçimde önemsiyor.

    Kendisine inanan insanların dini duygularını ve maddi imkanlarını sömürmüş bir yapıdan bahsediyoruz. Ne anlayışı bekliyorsunuz ki. Onların nahoş sözlerini takip etmeye bile değmez. Kulağınıza geldiyse de bir Hoşt deyip geçebilirsiniz.

    YanıtlaSil