“Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum…” (26,180)
Doğu topluluklarının ortak kaderidir, geçmişin sürekli tekrar edip durması. Mezopotamya’da yaşayan herhangi bir milletin, herhangi bir mensubu, her beş ya da on yılda bir tekrar eden bir “kader” döngüsünün içindedir. Zaman değişir, aktörler değişir fakat yaşananlar hiç değişmez. Bu yönüyle, Carl Bessai’nin yönetmenliğini yaptığı, hep aynı günü yaşayan 3 gencin hikâyesini konu edinen Repeaters filminin seti gibidir bu coğrafya.
Bu sebeple, yaşanan her tarihi olay, yazılan her edebi metin, söylenen her özlü söz, mevcut durumu net bir şekilde ifade eder ve anlatılmak isteneni özetler. Ünlü edebiyatçı ve yazar Ömer Seyfettin’in Diyet adlı hikâyesi de söz konusu tanıma uyan eserlerdendir. Hikâyenin konusu kısaca şöyledir:
Koca Ali, gösterişten uzak sessiz, sakin bir hayat yaşayan ve eşsiz kılıçlar yapan bir kılıç ustasıdır. Ömrünü işine ve çevresine faydalı olmaya adayan bu adamın en belirgin özelliği ise onuruna düşkün olmasıdır.
Yaşadığı toplumda sevilen ve itibar gören Koca Ali’ye bir gün iftira edilir ve hırsızlıkla suçlanır. Bir süre sonra kanun karşısına çıkarılır ve yargılanır. Devrin kanunlarına göre, ancak diyetini ödeyerek itham edilen suçtan aklanabilecek ve kolunun kesilmesinden kurtulacak olan Koca Ali, parası olmadığı için verilen cezaya razı olur.
Ancak onun dürüst bir insan olduğunu bilen çevresindeki insanlar, ona yardımcı olmak amacıyla, şehrin en zenginlerinden olan Kasap Hacı Mehmet’e gider ve ondan, Koca Ali’nin diyetini ödemesini isterler.
Kasap Hacı Mehmet, Koca Ali’nin diyetini öder, bunun karşılığı olarak da onu yanına hizmetçi olarak alır. Koca Ali, efendisinin her emrini eksiksiz yerine getirmesine rağmen, yapılan iyiliğin sürekli olarak başına kakılmasından kurtulamaz. Hacı Kasap, bulduğu her fırsatta, Koca Ali’ye yaptığı iyiliği hatırlatır ve kolunun diyetini ödediğini tekrar eder durur.
Bu başa kakma ve hakaretlerin dozu ve sıklığı günden güne artmaya devam eder. Sonunda Koca Ali dayanamaz ve kolunu dirseğinden keserek, Hacı Kasap’ın önüne atar, böylece özgürlüğüne kavuşur.
Hikâyede anlatılan olay ve olayı şekillendiren değer kalıbı, Mezopotamya coğrafyasının yaşam döngüsünde oldukça önemli bir yer tutar. Batıyı bencil ve menfaatçi gören Ortadoğu insanı, kendisini bunun tam karşısında konumlandırarak, dostluk, vefa, fedakârlık gibi kavramlar üzerinden kendine rol biçer. Bu rol biçme hali, ferdi yaşamda olduğu gibi, toplum hayatında da oldukça yaygın ve etkilidir.
Doğuyu şekillendiren sosyal alanlar olan vakıflar, dernekler, tarikatlar, cemaatler vs. hep başkalarına faydalı olma, yapılan iyilikler karşılığında herhangi bir şey beklememe; hatta bunu düşünmeyi dahi ayıplama kurgusu üzerine hareket eder.
Gülen cemaati de içinden çıktığı toplumun temel karakteristiğini yansıtan ve yukarıdaki meziyetlerle övünen yapılardan bir tanesiydi. “insanlığa hizmet, almadan vermek, kendinden fedakarlık yapma, beklentisiz olma” gibi oldukça iddialı motivasyon ölçülerine sahip olan yapının referans kaynağı ise, izinden gittikleri Seid Kurdi’nin: “…milletin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım…” cümlesiydi.
Makamı, parayı elinin tersiyle iten cemaat öncülleri, sadece topluma hizmet etme kaygısıyla hareket ettiklerini anlatır ve bu sayede taraftar toplardı. İşler yolunda gittiği vakitlerde, oldukça başarılı çalıştı bu sistem. İnsanlar, Diyet hikâyesinin kahramanı Koca Ali gibi, hiçbir beklenti içinde olmayan bu “gönüllülerden” etkilenir, onların fedakârlıklarını takdir eder ve onlarla bir şekilde ilişki kurarak sisteme dâhil olurdu. Sistem de onlardan hiçbir karşılık beklemeden, sırf “Allah rızası için” başkalarına yardım eder, okumak isteyene imkân sunar, ticaretle uğraşanlara rehberlik eder, açtığı kurumlar sayesinde işleyen bir iyilik hareketi olarak varlığını sürdürürdü.
15 Temmuz olayının ardından, cemaat kodamanları başta olmak üzere, yapıda pek çok tuhaflıklar baş gösterdi. İleri gelenlerin pek çoğunun tası tarağı toplayıp Avrupa ülkelerine kaçmasının ardından, geride kalanlarda bazı travmalar görülmeye başlandı. Aldatılmışlık hissine kapıldı insanlar. Kısa süre sonra ise sorgulama ve suçlama evresine geçildi. Sahip oldukları her şey ellerinden alınan cemaat tabanı, bundan sorumlu gördükleri cemaat kodamanlarını eleştirdi ve onlara cevabı zor sorular sordular.
Cemaatin karar alıcıları, kendilerine her şeylerini emanet eden ve onlara sınırsız güvenen insanların sorularına cevaplar vermek yerine, oldukça tuhaf bir savunma şekli geliştirdiler. Yazının başında özetlenen hikâyenin menfaatçi ve cimri kahramanı Kasap Hacı Mehmet gibi, insanlara “bedel” hatırlatması yaptılar. Bunu da oldukça acımasız ve mensubu oldukları dinin temel öğretilerine tamamen zıt bir dil ve üslupla yaptılar. Başlangıçtaki hoşgörü ve fedakârlık söyleminin yerini, tepeden bakmacı ve rijit yaklaşım tarzı aldı. “yolun kaderi” şeklinde formüle edilen bu yaklaşım, hesap sormanın önünü kestiği gibi, aksi davranış ve söylemler içinde olanları da hızla soyutlayıp, itibarsızlaştırıyordu.
Kaybettiklerinden dolayı feryat edenlere, hesap soranlara, ses yükseltenlere, “her şeylerini zaten cemaate borçlu oldukları” ima edilmeye başlandı. İnsan onurunu ve emeğini hiçe sayan bu yaklaşım, her fırsatta dile getiriliyor, böylelikle çatlak seslerin önüne geçiliyordu. “Beklentisiz olma” iddiasıyla insanlara yardım edenler, artık: “hizmet olmasaydı, kaybettiklerinize hiçbir zaman ulaşamayacaktınız zaten. Cemaat sayesinde okudunuz, para, makam, statü vs. kazandınız” demeye; en azından bunu ima etmeye başladılar.
Kasap Hacı Mehmet karakterinin ete kemiğe bürünmüş hali vardı adeta ortada. Yaptıkları hatalarla, cemaat mensuplarına çok büyük bedeller ödeten bu insanlar,
İnançlarını sağlamlaştırdıklarından, inançlarını,
Aile kurdurduklarından, ailelerini,
Huzur vadettiklerinden, huzurlarını,
Ekonomik özgürlük sağladıklarından özgürlüklerini,
Okumasına vesile olduklarından, mesleklerini,
Burs verdiklerinden, ekmek paralarını,
Makam verdiklerinden, itibarlarını,
Ticaretle para kazandırdıklarından, sermayelerini aldılar.
Hesap soranlara ise bu kayıplarının, kendilerine bahşedilenlerin “diyeti” olduğunu söylediler. Hâlbuki mensubu oldukları din, onları bu tür söylem ve eylemlerden men ediyordu. Yazının başında atıf yapılan Kur’an ayeti ve benzer pek çok ayette Allah, “tebliğcilerin” herhangi bir beklenti veya ücret talebi içinde olamayacağını açıkça deklare ediyordu.
Her şeyini kaybetmiş, boşluğa düşmüş, hayata dair beklentisi ve ümidi iyice azalmış olanların önünde iki yol var şimdi.
Ya kendilerine söylenen yalanlara inanmaya devam edip, kendilerine biçilen “yolun kaderini” yaşamaya devam edecekler. Ya da kaybettiklerinin her birinin hayatlarına ait birer “uzuv” olduğunu bilecek ve bunları tıpkı Koca Ali gibi koparıp, “Kasap Hacı Mehmetlerin” önüne attıklarının farkına varacak; böylece kimseye diyet borçları kalmadığını haykırarak hürriyetlerine kavuşacaklar.
Esenlikler dilerim.
S. Yücel Derekök
Bu sebeple, yaşanan her tarihi olay, yazılan her edebi metin, söylenen her özlü söz, mevcut durumu net bir şekilde ifade eder ve anlatılmak isteneni özetler. Ünlü edebiyatçı ve yazar Ömer Seyfettin’in Diyet adlı hikâyesi de söz konusu tanıma uyan eserlerdendir. Hikâyenin konusu kısaca şöyledir:
Koca Ali, gösterişten uzak sessiz, sakin bir hayat yaşayan ve eşsiz kılıçlar yapan bir kılıç ustasıdır. Ömrünü işine ve çevresine faydalı olmaya adayan bu adamın en belirgin özelliği ise onuruna düşkün olmasıdır.
Yaşadığı toplumda sevilen ve itibar gören Koca Ali’ye bir gün iftira edilir ve hırsızlıkla suçlanır. Bir süre sonra kanun karşısına çıkarılır ve yargılanır. Devrin kanunlarına göre, ancak diyetini ödeyerek itham edilen suçtan aklanabilecek ve kolunun kesilmesinden kurtulacak olan Koca Ali, parası olmadığı için verilen cezaya razı olur.
Ancak onun dürüst bir insan olduğunu bilen çevresindeki insanlar, ona yardımcı olmak amacıyla, şehrin en zenginlerinden olan Kasap Hacı Mehmet’e gider ve ondan, Koca Ali’nin diyetini ödemesini isterler.
Kasap Hacı Mehmet, Koca Ali’nin diyetini öder, bunun karşılığı olarak da onu yanına hizmetçi olarak alır. Koca Ali, efendisinin her emrini eksiksiz yerine getirmesine rağmen, yapılan iyiliğin sürekli olarak başına kakılmasından kurtulamaz. Hacı Kasap, bulduğu her fırsatta, Koca Ali’ye yaptığı iyiliği hatırlatır ve kolunun diyetini ödediğini tekrar eder durur.
Bu başa kakma ve hakaretlerin dozu ve sıklığı günden güne artmaya devam eder. Sonunda Koca Ali dayanamaz ve kolunu dirseğinden keserek, Hacı Kasap’ın önüne atar, böylece özgürlüğüne kavuşur.
Hikâyede anlatılan olay ve olayı şekillendiren değer kalıbı, Mezopotamya coğrafyasının yaşam döngüsünde oldukça önemli bir yer tutar. Batıyı bencil ve menfaatçi gören Ortadoğu insanı, kendisini bunun tam karşısında konumlandırarak, dostluk, vefa, fedakârlık gibi kavramlar üzerinden kendine rol biçer. Bu rol biçme hali, ferdi yaşamda olduğu gibi, toplum hayatında da oldukça yaygın ve etkilidir.
Doğuyu şekillendiren sosyal alanlar olan vakıflar, dernekler, tarikatlar, cemaatler vs. hep başkalarına faydalı olma, yapılan iyilikler karşılığında herhangi bir şey beklememe; hatta bunu düşünmeyi dahi ayıplama kurgusu üzerine hareket eder.
Gülen cemaati de içinden çıktığı toplumun temel karakteristiğini yansıtan ve yukarıdaki meziyetlerle övünen yapılardan bir tanesiydi. “insanlığa hizmet, almadan vermek, kendinden fedakarlık yapma, beklentisiz olma” gibi oldukça iddialı motivasyon ölçülerine sahip olan yapının referans kaynağı ise, izinden gittikleri Seid Kurdi’nin: “…milletin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım…” cümlesiydi.
Makamı, parayı elinin tersiyle iten cemaat öncülleri, sadece topluma hizmet etme kaygısıyla hareket ettiklerini anlatır ve bu sayede taraftar toplardı. İşler yolunda gittiği vakitlerde, oldukça başarılı çalıştı bu sistem. İnsanlar, Diyet hikâyesinin kahramanı Koca Ali gibi, hiçbir beklenti içinde olmayan bu “gönüllülerden” etkilenir, onların fedakârlıklarını takdir eder ve onlarla bir şekilde ilişki kurarak sisteme dâhil olurdu. Sistem de onlardan hiçbir karşılık beklemeden, sırf “Allah rızası için” başkalarına yardım eder, okumak isteyene imkân sunar, ticaretle uğraşanlara rehberlik eder, açtığı kurumlar sayesinde işleyen bir iyilik hareketi olarak varlığını sürdürürdü.
15 Temmuz olayının ardından, cemaat kodamanları başta olmak üzere, yapıda pek çok tuhaflıklar baş gösterdi. İleri gelenlerin pek çoğunun tası tarağı toplayıp Avrupa ülkelerine kaçmasının ardından, geride kalanlarda bazı travmalar görülmeye başlandı. Aldatılmışlık hissine kapıldı insanlar. Kısa süre sonra ise sorgulama ve suçlama evresine geçildi. Sahip oldukları her şey ellerinden alınan cemaat tabanı, bundan sorumlu gördükleri cemaat kodamanlarını eleştirdi ve onlara cevabı zor sorular sordular.
Cemaatin karar alıcıları, kendilerine her şeylerini emanet eden ve onlara sınırsız güvenen insanların sorularına cevaplar vermek yerine, oldukça tuhaf bir savunma şekli geliştirdiler. Yazının başında özetlenen hikâyenin menfaatçi ve cimri kahramanı Kasap Hacı Mehmet gibi, insanlara “bedel” hatırlatması yaptılar. Bunu da oldukça acımasız ve mensubu oldukları dinin temel öğretilerine tamamen zıt bir dil ve üslupla yaptılar. Başlangıçtaki hoşgörü ve fedakârlık söyleminin yerini, tepeden bakmacı ve rijit yaklaşım tarzı aldı. “yolun kaderi” şeklinde formüle edilen bu yaklaşım, hesap sormanın önünü kestiği gibi, aksi davranış ve söylemler içinde olanları da hızla soyutlayıp, itibarsızlaştırıyordu.
Kaybettiklerinden dolayı feryat edenlere, hesap soranlara, ses yükseltenlere, “her şeylerini zaten cemaate borçlu oldukları” ima edilmeye başlandı. İnsan onurunu ve emeğini hiçe sayan bu yaklaşım, her fırsatta dile getiriliyor, böylelikle çatlak seslerin önüne geçiliyordu. “Beklentisiz olma” iddiasıyla insanlara yardım edenler, artık: “hizmet olmasaydı, kaybettiklerinize hiçbir zaman ulaşamayacaktınız zaten. Cemaat sayesinde okudunuz, para, makam, statü vs. kazandınız” demeye; en azından bunu ima etmeye başladılar.
Kasap Hacı Mehmet karakterinin ete kemiğe bürünmüş hali vardı adeta ortada. Yaptıkları hatalarla, cemaat mensuplarına çok büyük bedeller ödeten bu insanlar,
İnançlarını sağlamlaştırdıklarından, inançlarını,
Aile kurdurduklarından, ailelerini,
Huzur vadettiklerinden, huzurlarını,
Ekonomik özgürlük sağladıklarından özgürlüklerini,
Okumasına vesile olduklarından, mesleklerini,
Burs verdiklerinden, ekmek paralarını,
Makam verdiklerinden, itibarlarını,
Ticaretle para kazandırdıklarından, sermayelerini aldılar.
Hesap soranlara ise bu kayıplarının, kendilerine bahşedilenlerin “diyeti” olduğunu söylediler. Hâlbuki mensubu oldukları din, onları bu tür söylem ve eylemlerden men ediyordu. Yazının başında atıf yapılan Kur’an ayeti ve benzer pek çok ayette Allah, “tebliğcilerin” herhangi bir beklenti veya ücret talebi içinde olamayacağını açıkça deklare ediyordu.
Her şeyini kaybetmiş, boşluğa düşmüş, hayata dair beklentisi ve ümidi iyice azalmış olanların önünde iki yol var şimdi.
Ya kendilerine söylenen yalanlara inanmaya devam edip, kendilerine biçilen “yolun kaderini” yaşamaya devam edecekler. Ya da kaybettiklerinin her birinin hayatlarına ait birer “uzuv” olduğunu bilecek ve bunları tıpkı Koca Ali gibi koparıp, “Kasap Hacı Mehmetlerin” önüne attıklarının farkına varacak; böylece kimseye diyet borçları kalmadığını haykırarak hürriyetlerine kavuşacaklar.
Esenlikler dilerim.
S. Yücel Derekök
Twitter: @konusankus
Not: Bu yazı ilk olarak 5 Ocak 2020’de https://konusankus.wordpress.com/ adresinde yayınlanmıştır.
Not: Bu yazı ilk olarak 5 Ocak 2020’de https://konusankus.wordpress.com/ adresinde yayınlanmıştır.
4 Yorumlar
Gayet acik ve temiz bir dille olan biten anlatilmis.
YanıtlaSil15 Temmuz'dan aldığım dersler:
YanıtlaSil- Kimse sana Allah rızası için birşey yapmaz. O sadece perdedir. Günü gelince aldığın küçük şeylerin bedelini herşeyini kaybederek ödersin.
- İlahiyat camiası en sıkıntılı camiadır. Mistik öğretilerle yetiştirildiklerinden alacakları kararlar gerçekçi olamaz. Bu realiteden uzak fikirlerle girişimlerde bulunmak uzun zaman işe yarasa da , büyük bir atılıma neden olsada birgün büyük bir hata ile herşeyi kaybettirme ihtimalleri de çok çok yüksektir.
- Elin parasını toplayıp kolayca harcamaya alışanlar, elin hayatını da çok kolay riske atabilir hatta sonra da en güzel ülkelerden onların acısıyla alay eder gibi biz af istemiyoruz gibi saçma ve zalimi irite edip acıları artırıcı ifadeler de edebilirler.
- Din aklı en çabuk kısa devre yapan iletkendir. Dünyanın en mantıklı ,en eğitimli grubunu ,aslında hep aynı şeyleri anlatan medrese eğitimi almış ilkokul mezunu ve davranışları incelendiğinde bariz akli bir rahatsızlığı olduğu görülen, yaşı ve kronik hastalıkları gereği bile kararlarına itibar edilmemesi gereken, bir din sihirbazının etrafındaki çıkar örgütüyle aldığı kararlar uçuruma götürebilir.
- Belki de geçmişte Alim dediklerimiz yeterli güce ulaşamadan öldüklerinden hayırla yad ediliyorlardır.
- Yaradan öyle bir yaratmış ki iyi ile kötüyü biraz yüzüne bak anlarsın. Gülen efendimizi anlatırkenki yüzüne bakın birde gücü elde ettiğine inandıktan sonraki yüzüne bakın.Yüzler yalan söylemez.Aynı şeyi diğer cephedekilere de uygulayabilirsiniz.
- Gizlenemeyecek kadar büyüdüğünde şeffaflaşmıyorsan gizli bir ajandayı gerçekleştirme amacındasındır. Baskıda gizlenip, baskı kalktığında hala gizleniyorsan bir gizli ajandan vardır.
- Bir yerde itibar paraya göreyse o yerde hayır yoktur.
- Dİn para istemeye önsöz yapılıyorsa aksi söylensede orda din için değil para için çalışılıyordur.
- Özel hayatını tam olarak bilmediğiniz, borç alıp vermedii-ğiniz, sırrınızı emanet edip test etmediğiniz, zor günde kalıp dostluğundan emin olmadığını hiç kimseye kefil olmayın. Test edilmemiş güven ilk büyük testde yerle bir olabilir.
- Sorumluluk almayan yönetim kademelerinden uzak durmalı. Gülen 17-25 giriimi başarısız olunca istifa etse ve bir huzur evine gitseydi, cemaatin başına gelecek makul bir yönetim devletle anlaşır bu yıkım noktasına gelinmeden devletle girilen ikili sevişme ve savaşma ilişkisinden kurtulunabilirdi. ABD'nin amborgosunu niye deldiniz anlamına da gelecek bir yolsuzluk üzerinden darbe girişimi(bu amborgoyu delerken rüşvet almayı mazur göstermez) ters tepti ve Gülen'in organizesine onay verdiğine inandığım bu başarısız giriimin bedelini ödeyip susup kenarına çekileceğine dozu artırıp, iyilik hareketi diye gönül veren tabanı uçuruma sürükledi.
- Kaderini tek adamın kararlarına bağlı hiçbir gruba eklemlendirme.Tek adamlar 40 yıllık emeği bir saçma kararla mahvetmekte çok mahirdiler...
Güzel yorum
YanıtlaSilYolun kaderi diyen Özcan iblis Feto ve ahmaklar topluluğuna diyorum ki lanet olsun sizlere
YanıtlaSilMilleti inananları perişan ettiniz çocuk çocuğu zalime yem ettiniz yetmedi sıcak yerinizden af istemeyiz bahar gelecek hezeyanları ile kandırmaya devam ettiniz
Kanlı pis ve hırsız elinizi çekin üstümüzden