Header Ads Widget

test banner

Türkiye Muktedir(ler)ine Dair

Yok, yazım “derin devlet, asıl ülkeyi yönetenler” gibi komplo teorisi ürünü ve tam olarak kim olduğu belli olmayan insanlara dair değil. Bu yazı gördüğümüz kadarıyla ülkeyi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), ve AKP genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a dair. 

AKP hakkındaki görüşlerimi Mayıs 2019’da yazdığım MFP yazımda belirtmiştim (Link) O yazı Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı ilk İstanbul yerel seçiminin haksız bir şekilde iptal olmasının hemen ardından yazılmıştı. MFP yazımın ardından İmamoğlu ikinci seçimi farkla kazandı, bunun üzerine ben dahil birçok insanda bir şeylerin değişebileceğine dair bir umut oluşmuştu. Ama ne yazık ki son 6 ayda değişen çok bir şey olmadı. AKP hala o yazıda anlattığım gibi ülkeyi çok kötü bir şekilde yönetmeye devam ediyor. Onların yönetimi açısından bir iyileşme olmadı, belki daha bile kötü oldu. Adaletsizlik, ülkeyi kutuplaştırma, ekonomik ve dış politik başarısızlıklar, tahammülsüzlük ve dediğim-dedimcilik hala son hızıyla devam ediyor. Dolayısıyla AKP hakkında düşüncelerim hala MFP yazımda belirttiğim gibi… Bir değişiklik olmadı. O yazıda yazdıklarımı burada tekrar etmem abes olur, okumayan (ve okumak isteyen) yukarıda linkini verdiğim MFP yazımı okuyabilir. 

Bu yazımda aslında ülkenin gerçek muktediri Tayyip Erdoğan’ı değerlendirecek ve eleştireceğim. Hepimiz biliyoruz ki AKP bakanları ve AKP’nin en etkili insanları da dahil olmak üzere kimse aslında Erdoğan’ın iradesinin aksine hiçbir şey yapamıyor. Bilakis, neredeyse bütün önemli kararları Erdoğan’ın bizzat kendisi veriyor. AKP’de onun sözüne karşı gelebilecek herhangi bir kimse yok. Tabii ki üst siyasette çok hassas ve gergin dengeler olduğunu; ne gizli anlaşmalar, ne gizli gruplar, ne gizli tehditlerin döndüğünü göz ardı edemeyiz. Dolayısıyla Erdoğan’a “gerçek muktedir” derken belki abartılı bir söz etmiş oluyorum. Yine de en azından şunu diyebiliriz: aslında AKP demek Erdoğan demektir ve dolayısıyla AKP’nin icraatlarının en baş sorumlusu Erdoğan’dır. 

Erdoğan’ın çok ilginç bir kişiliği ve karakteri var. Seçimler öncesinde ve önemli kararlarda bilimsel şekilde yapılmış anketlere çok önem verdiğini biliyoruz. Dolayısıyla bir tarafı bakımından çok rasyonel bir insan. Ama çoğu itibariyle duygusu ile hareket eden, halkın ve muhataplarının duygusuna vurgu yapan, duygu seviyesi çok yüksek bir insan. İnandığı şeyler var ve bunlara inancı dünya ne derse desin değişmiyor. Mesela tüm ana iktisat teorisinin aksine faizin enflasyonu azalttığına değil, arttırdığına inanabiliyor (bunu sadece toplumu manipüle etmek için söylemediğini, gerçekten böyle bir inancı olduğunu bir tanıdığım vasıtasıyla biliyorum). Mesela uluslararası ilişkilere çok girift ve komplike olarak değil de, çok basit “şu haklı, şu haksız” boyutunda yaklaşması da bence buna inancından kaynaklanıyor. Zaten tüm iktidarı boyunca ülkeyi sanki bir belediye yönetir gibi yönetmesi de bence aklında bulunan (ve ne yazık ki çoğu zaman yanlış olan) “şu doğru, şu yanlış” şeklinde “kısa yollara” inancından kaynaklanıyor. Kanaatimce Erdoğan ülke için ne iyi ne kötü olduğunu kendisinin bildiğine kesin olarak inanmış durumda, o yüzden Erdoğan’ın değişmesi neredeyse imkânsız. 

Böyle bir insan bir ülkenin lideri olmasaydı ve aynı zamanda bir şekilde kitleleri peşinden sürüklemeye becerisi olmasaydı çok problem olmayabilirdi ama ne yazık ki Erdoğan Türkiye’yi 18 yıldır yönetiyor. Evet, yiğidi öldür hakkını ver demişler atalarımız. Erdoğan güçlü bir lider ve gücünü devamlı savaşmaktan alan, her savaştan güçlenerek çıkan birisi. Türkiye’nin adalet, ekonomi, özgürlük, insan hakları, refah ve huzur bakımından içler acısı durumuna rağmen hala Türkiye halkının ortalama yüzde yirmi-otuzu Erdoğan’ı bir kurtarıcı lider olarak görüyor ve ne yaparsa yapsın destekliyor. Erdoğan Kemalist rejimi de, zamanında Kemalist olan TSK’yı da, zamanında beraber çalıştığı “The Cemaat”i de yendi. Hala karşısında çok zayıf, stratejisiz, tesirsiz bir muhalefet var ve bu muhalefet ülkenin rezil haline rağmen Erdoğan ile savaşlarından galip gelmeyi bir türlü başaramadı. Bence bu durumun üzerine onlarca politika bilimi ve sosyoloji doktora tezi yazılsa yeridir. Çok ama çok ilginç bir durum. 

Erdoğan, Trump’ın Amerika’yı soktuğu hale benzer bir şekilde ve hatta Trump’tan önce, Türkiye’yi “gerçek ötesi” (post-truth) bir devire sokmuş durumda. Ağzından çıkanların doğru olmasına gerek yok, söylemesi yeterli. Ülkenin yüzde 30’u ona inanıyor, geri kalan yüzde 70’i ağzından çıkan şey bariz yanlış olduğunu gösteren argümanları üretebilseler bile argümanları tesirsiz kalıyor. Zaten Erdoğan (bence stratejik bir şekilde) o kadar sık kullanıyor ki bu gerçek ötesi argümanları, kamuoyu daha bir öncekinin tartışması bitmeden bir sonraki ile karşılaşıyor. Dolayısıyla Erdoğan ülke gündemini hep kendisi belirliyor. 

Mesela ikide bir CHP’nin geçmişte yaptıklarından bahsediyor ve subliminal olarak biz gidersek o günler geri gelir mesajı veriyor, tüm dünya bizim karşımızda ve bizi bitirmeye çalışıyor diyor (zamanında hep faiz ve vaiz lobisi diyordu), Kürt sorununu kaşıyor, İsrail’e laf ediyor, İskandinav ülkelerinden iyiyiz diyor, bir camide Kuran okuyor, hala en büyük tehdit FETÖ diyor, ülkede işsizlik enflasyon almış başını giderken tüm dünya refah olarak bizi kıskanıyor diyor, sanki bir iktidarın tek yapması gereken yol, bina ve havalimanıymış gibi bunları başarılı olduklarına delil olarak sunuyor, milyonlarca lirayı çöpe atan Fatih projesi gibi projeleri veya ne işe yaradığı belli olmayan Kanal İstanbul gibi projeleri anlatıyor, kendi partisi seçim için Osman Öcalan’ı televizyona çıkartırken Selahattin Demirtaş’ın haklı nedenlerle içerde tutulduğunu iddia ediyor, muhalif gazeteciler sudan sebeplerle içeri atılırken onlar gazetecilikten dolayı içeride değiller diyor, her geçen gün bütün veriler ülkenin daha kötü günlere gittiğini gösterirken gelecek günlerin güzelliğini vadediyor… İnanın daha devam edebilirim. 

Yukarıda bahsettiğim ve ülkenin gündemine temcit pilavı gibi sunulan ve gerçek ötesi konuların her birisini açabilir, Erdoğan’ın neden yanlış olduğunu anlatabiliriz. Ama nafile. Bunların gerçek olmasına gerek yok zaten. Bunlar birer hikaye. Bunlar Erdoğan için ya gerçekten inandığı ya da stratejik olarak kullandığı, ülkeyi hala muhalefetsiz yönetmesini sonuçlandıran birer araç. Erdoğan bu araçları çok etkili kullanan ve bu bakımdan (ülke itibariyle değil, şahsı itibariyle) çok başarılı bir lider. Yukarıda dediğim gibi, Erdoğan bence gerçekten haklı olduğuna, ülke için neyin iyi olduğunu bildiğine inanıyor. İnansa da inanmasa da sonuç aynı: verdiği kararlar, uyguladığı ve uygulamayı planladığı politikalar, gerçekten kopmuş durumda ve yanlış. Ülke bir uçuruma doğru gidiyor ve bunun baş sorumlusu kaptan, reis, cumhurbaşkanı Erdoğan. 

Erdoğan aynı zamanda çok yalnız birisi. Beraber yola çıktığı neredeyse herkesi kaybetti. Kaybettiklerinden sessiz kalmayı reddedenleri şeytanlaştırmaktan çekinmedi hiç. Bir bakıma kendini bu yalnızlığa kendisi itti. Etrafındaki mantıklı insanları kaybettikçe daha da daldı “inançlarına.” Belki de artık ülkeyi ve dünyayı rasyonel olarak okuyabilme yetisini kaybetmek üzere. Erdoğan’ın değişik özelliklerinden birisi de şu. İktidarının neredeyse tamamında karşısına ona zorlu soru sorabilecek gazetecileri almadı, kimse ile yüz yüze bir tartışmaya girmedi. Erdoğan aynı zamanda kendisini köşeye sıkıştırmış birisi, çünkü İngilizce tabiriyle “soft landing” yani yumuşak iniş ihtimali bıraktırmadı kendisine. İktidarı bittiği anda başına gelebileceklerin farkında. Onun gözü kapalı takipçileri haricinde hiçbir dostu kalmadığının, bugün muktedir olduğu için suçlanamadığı şeylerin dokunulmazlığı bittiği anda karşısına çıkacağının bilincinde. Hayatının sonuna kadar muktedir kalmaktan başka çaresi yok o yüzden. 

Peki Erdoğan hayatının sonuna kadar muktedir kalabilir mi? Milyon dolarlık soru bu işte. Benim tahminim kalamaz. Çünkü balon patlamak üzere. Bu balonu patlatacak en büyük etken ekonomi (keşke adalet ve özgürlük olsaydı; ama bencil ademoğlu işte, en önem verdiği şeyi kendi cebi ve boğazı). Ekonomi çok kötü durumda ve iyileşmeye adım attıracak hiçbir sebep görünmüyor. Diğer taraftan siyasi arenada Babacan, Davutoğlu, Gül yavaş yavaş da olsa geliyor. AKP iktidarından nemalananlar haricinde mutlu insan çok az kaldı ülkede. Erdoğan’ın gözü kapalı takipçileri bile en azından ekonomik olarak zor durumda. Ülkede huzur yok, kardeşlik yok, refah yok; bunun yerine korku var, endişe var, ümitsizlik var. Erdoğan’ın bu balonu sındırmaya niyeti de planı da yok. Görünen o ki Erdoğan bir hayal dünyasında yaşıyor ve şimdilik bu hayali o veya bu şekilde ülkede kritik bir kütleye satmayı beceriyor. Ama bu sürdürebilirliği olan bir durum değil. Bence Erdoğan’ın ömrünün sonuna kadar bu böyle devam edemez. 

Bir gün ülke olarak bu kötü kabustan uyanacağız ve o gün hasarı tamir etmemiz, yaraları sarmamız gerekecek. Umarım o gün bizi daha fazla bekletmez ve o gün başımızda olanlar Erdoğan’ın gittiği yoldan gitmezler. 

İsa Hafalır
Twitter: @isaemin 
author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

0 Yorumlar