Bu yazıda Haham Danya Ruttenberg’in "İbrahim Suça Neden Ortak Oldu?” adlı yazısının çevirisini verip, bu konu üzerinde tartışacağım. Bu yazıyı bir nevi geyik yapmak gibi değerlendirebilirsiniz. Ciddi bir iddiası olmayan, zihin egzersizi bir yazı.
Haham Danya Ruttenberg hanımefendi, yedi adet kitabın yazarı olup, şu anda Avodah'taki Haham ikamet evinde hizmet vermektedir. İlgilenenler için yazının orijinal linki buradadır. Twitter linki de buradadır.
Yazıya başlamadan önce, geçen birkaç terim konusunda açıklama yapmak isterim:
• Yazıda göreceğiniz İshak'ın Kurban Edilişi (binding of the Isaac) olarak anlatılan hikâye İslam literatüründe Hz. İsmail'in kurban edilmesi olarak geçer.
• Eski Ahit (Old testiment) diye geçen metinler Tevrat'tır.
• Yazıda bahsedilen ayetler Tevrat ve İncil'e aittir, hiçbirisi Kuran’a ait değildir .
• Çeviri ve yayınlama için yazar Ruttenberg’den izin aldım.
Sara İbrahim'e, “Bu cariyeyle oğlunu kov” dedi, “Bu cariyenin oğlu benim oğlum İshak'ın mirasına ortak olmasın.” (Yaratılış, 21:10)
Hacer, anlamsızca köleleştirilmiş bir kadındır ve adı tam anlamıyla "yabancı" anlamına gelir. Sara onlara, hakları olan konumu vermek yerine savunmasız bir kadının ve çocuğun yaşamını tehlikeye atmayı tercih eder. İbrahim tereddüt eder. Ama Tanrı onu dinlemesini söyler. Hacer ve İsmail merhametsiz çöle gönderilir. Burada adalet yok. İbrahim sessiz ve itaatkârdır. Birkaç ayet önce bahsedilen Tanrı’yla cesurca karşı karşıya gelen ve savunmasızlar için şefkat isteyen adam nerede? Ve Yaratılış 22'de Tanrı, İbrahim'e İshak'ı sunağa bağlamasını ve boğazını kesmesini emreder. Ve İbrahim yine dümdüz talimatları izlemeye hazırdır. Sodom halkı için merhamet dileme şansını kullanmış olan İbrahim, halk için savaşan bir peygamberdir. Kendi çocukları için de basitçe adalet talep etme şansı vardı. Ve İbrahim sessizdi, hareketsizdi. Suça ortaktı... Sanırım bunun kaynağı, bence İbrahim'in kendi babası Taruh'a dayanır. Eski Ahit’in Arami dilindeki metinleri bize genç İbrahim'in bir gün babasının yaptığı putları parçaladığını söylüyor (Yaratılış Rabbah 38:11). Öfkeli Taruh, onu politik olarak güçlü Nemrut'a götürdü ve iki adam, İbrahim'i canlı bir şekilde yakılmak için ateşli bir fırına attı- sadece ilahi müdahale yoluyla hayatta kaldı. Bu, İbrahim'in öğrendiği, çocukların korunmadığı istismarcı ebeveynlik modeliydi. Adalet onlar için geçerli değildir. İbrahim Vaat Edilen Topraklar’a yola çıksa bile, kendisini çocukken öğrendiği kalıplardan çıkaramadı. Sevgi ya da şefkat içeren bir baba modeline sahip değildi. Bu yüzden kendi oğullarına merhametsizce davranması istendiğinde, işlerin farklı bir yoldan da halledilebileceğini kavrayamadı. Bize düşen, yangına atılsak bile yöntemlerimizde mümkün olduğu kadar şeffaf olmaya çalışmak ve yangından çıksak bile sandığımız kadar yarasız atlatamamış olabileceğimizi kabul etmektir. Nerede yandığımızı bilmek, ileriye doğru gittikçe dikkatli olmamıza yardımcı olur. Istırap çekmekten ziyade, iyileşmeye çalışmak, kuşaklar arasındaki mesafeyi kısaltır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------
- Yazının bağlamını daha iyi anlamak için, Ruttenberg’in Twitter paylaşımlarından değerlendirmeler paylaşmak istiyorum:
- Hepiniz bu metin ile eğlendiğimi biliyorsunuz, değil mi? İhtimalleri değerlendiriyor, neresi uyumlu neresi uyumsuz olduğunu görmeye çalışıyorum. Ne bu benzetmeyi süper, düz anlamıyla alıyorum (tüm parçaların benim bakış açımla aynı hizada olması gerekmiyor) ne de kesin böyle olmuştur diye bakıyorum.
- Sadece etrafı karıştırıyoruz, çok ciddiye almayın.
- İbrahim kazanma ihtimali olmayan durumdaydı. Ondan kurtulmak için sistemin açığını bulduğuna inanmıyorum. İshak'ın yok edilişini seçti.
- İshak içine kapanık birisiydi. Yaşadığı bu tecrübe çocukluk travmasına sebep olmuş olabilir.
Benim (Enes Gökçe) değerlendirmem:
Hz. İsmail'in kurban etmeyi, bir peygamberin yapacağına ve Allah'ın isteyeceğine inanmada şöyle bir problem görüyorum. Bir peygamber en uç noktada kendisini kurban edebilir, mesela kolunu kesebilir belki, ama bir başkasını kurban etmez. Bir masumu kurban etmeyi ilahi mesajların geneli ile tutarsız buluyorum. Allah'ın da kulunu test etmek için bir masumun canını almasını istemesi, pek normal gelmiyor. Bu senaryoda Yaratıcı (komedyen Louise CK’in tabiriyle) güvensizlik problemi yaşayan bir kız arkadaş/erkek arkadaş gibi hareket ediyor. “Beni seviyorsan şunu yaparsın!” diyen manipülatif bir sevgili gibi davranıyor. Bu sebeplerden dolayı klasik anlatılardaki Hz. İsmail'in kurban edilmesi emrinde tutarsızlık olduğunu düşünüyorum.
Prof. Mehmet Okuyan’ın bu konudaki değerlendirmesi, klasik anlatılardan çok daha farklı bir perspektif sunuyor. Okuyan’a göre Hz. İbrahim oğlunu kesmekle emrolunmadı, Kur’an’da da böyle bir emirden bahsedilmiyor. Tüm dinlerin temel öğretilerinden birisi masumları öldürmemektir. Maide 32’de bunu açıkça ifade eder: "Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur." Madem öyle, “kurban ibadeti böyle başlamadı mı?” diyebilirsiniz. Kurban ibadetinin çıkışı da bu olay değil zaten, kurban ilk insan Hz. Adem’den beri var. Hz. İbrahim duasında “Ya Rabbim, bana salihlerden bir çocuk ihsan eyle” diyor. Duada kurban etmeye söz vermek falan yok. Çocuk olan Hz. İsmail “Baba emrolunduğun şeyi yap” diyor ama çocuk bu, öyle anlamış olabilir. Dinler tarihçilerine göre, çocuk kurban etme, o dönemlerde olan bir şeydi. Hz. İbrahim de bu psikoloji ile gördüğü rüyayı bu şekilde yorumladı muhtemelen. Bu gelenekten çocuğun da babanın da etkilendiği kanaatini taşıyor Prof. Okuyan. (Okuyan’ın bu konudaki videosunu merak edenler için link)
Sonuç olarak, yukarıdaki tartışılan noktalara çok anlam yüklemeden, bu tarz kıssaların eleştirel gözle okunmasını, beyin jimnastiği olarak faydalı buluyorum. Ne Ruttenberg’in, ne benim, ne de Okuyan’ın hadiseyi okumasını doğru kabul etmeye gerek yok. “Binlerce yıl sonra gelmişsiniz. Bu hikayedeki garipliği şu ana kadar kimse görmemiş mi!” demeyin. Öyle olmadığını ben de biliyorum. Ne Allah'ın adaletsiz olduğuna ne de Hz. İbrahim’in büyük bir yanlış yapacağına bir Müslüman olarak ihtimal vermiyorum. Bunun yerine, “muhtemelen hikâyenin anlatılmayan kısımları var” demeyi veya “anlatılan kısımlarında bir tahrif olabilir” demeyi tercih ediyorum. Bunu dersek, dinden çıkmayız. Öte yandan kulaktan duyduğumuz anlatıları kelimesi kelimesine doğru kabul edersek, ortaya çelişkili karakterler çıkıyor. Bu çelişkileri görmek de önemli.
Sizler de düşüncelerinizi paylaşırsanız, okuyup istifade etmek isterim. Birbirimizin fikirlerini kabul etmek zorunda degiliz. Dinleyip, gözardı etmekte serbestiz. Hep beraber beyin jimnastiği yapmış oluruz.
Enes Gökçe
Twitter: @EnesGokce01
16 Yorumlar
Ilginc bir yazi,guzel bir beyin jimnasti olmus.
YanıtlaSilYalniz bu gidisle sadece "Allahin birliginden" baska inanacak birseyimiz kalmayacak.
Guldurdunuz beni :)
SilAslinda o kadar ilahi mesaj arasinda bu hikayedekiler cok ayrinti kaliyor sanki. Alah'in birligi, olumden sonra hayat, hesap gunu, adalet, guzel ahlak, ilim pesinde olma gibi dinin vurgu yaptigi noktalarin sayisi cok fazla. Kendimce onlara odaklanip, "dinin ozunde bunlar var" diye bakiyorum.
Dünyada ne söylendi ise insan söyledi. Ne yazıldı ise insan yazdı. "Tanrı varsa kötülük nereden kaynaklanıyor? Tanrı yoksa iyilik nereden kaynaklanıyor?" Boethius
YanıtlaSilSayın ANONIM, (19 Aralık 2019)
Sil''Kuran açıkça ''kesme'' emrinin verildiğini ve ibrahimin bu emre itaat gibi zor bir görevi yerine getirdiğini anlatıyor...'' diyorsunuz.
Ben ayetin Arapça metnini aşağıya alıyorum, burada ''kesme''yi ifade eden kelimeyi, yani Allah'a ait emir kipini bana gösterebilir misiniz???
İşte hem ayetin Arapça metnini, hem de burada kesmekle ilgili bir emrin olmadığına dair detaylı açıklamayı aşağıya alıyorum:
فلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ ﴿١٠٢
Saffât-102:(Çocuk) Babasıyla beraber koşup gezecek,(babasını anlayacak) çağa gelince, babası:“Ey Oğulcuğum! Rüyamda hep seni boğazlayacak vaziyetteyken görüyorum. Bir bak, sen ne düşünüyorsun (bu rüya hakkında görüşün nedir)?” dedi. Çocuk babasına “Ey babacığım! Sen emir olunduğun (uygun gördüğün) şeyi yap. Şüphesiz ki, Allah dilerse beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.
Yani ayetten Hz. İbrahim’e Allah tarafından kendi oğlunu kurban etmesi emri verildiğine dair bir anlam çıkmamaktadır, oradaki (افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ )'' ifâl ma tü'merü'' ise, Allah'ın İbrahim'e emri değil, oğlunun kendisine söylediği sözdür. Bu nedenle Allah'tan bir emir yoktur, o bir çocuk olduğundan dolayı öyle algılamıştır. İşte hz.İbrahim birkaç defa rüyasında oğlunu kesmeye teşebbüs ettiğini görünce, bu rüyanın ilahı bir emir olduğuna tevil ederek böyle bir girişimde bulunur, ama yüce Allah onun bu ihlas ve samimiyetinden dolayı yapmaya çalıştığı işi gerçekleştirmiş gibi kendisinden kabul ederek, çocuğun kurban edilmesine izin vermez ve onun yerine dünyadaki koçlardan birini fidye olarak melek aracılığı ile ona gönderiyor. Bu nedenle ayetten de anlaşıldığı gibi hz.İbrahim’in kendi oğlunu kurban etmesi için ilahı bir emir söz konusu değil. Ayrıca çocuğun babasına (افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ ) cümlesindeki (ما ) harfi (وقيل ما مصدرية على معنى افعل أمرك) masdar olup, (افعل أمرك ) ifâl, yani ‘’ emrini uygula, istediğini yap,’’ anlamında da olur. Bkz: (- الدر المصون - تفسير فتح القدير) adlı tefsirlere.
وأَنْ تكونَ مصدريةً. قال الزمخشري: "أو أَمْرَك، على إضافةِ المصدرِ للمفعول (الدر المصون)
Ayrıca Hz. İbrahim’n kendi rüyasında çok sevdiği oğlunu kesme teşebbüsü, temsili olarak dünya sevgisini gönülden söküp atması ile de yorumlanabilir. Ama Hz. İbrahim bunu üst üste birkaç defa görünce bunu hem gerçek oğul, hem de rahmani bir rüya olarak algılıyor. Oysa burada oğul ve boğazlama olayı mecaz olduğu anlaşılıyor. Yani oğuldan maksat dünya malı ve sevgisidir, boğazlamaktan maksat da dünya ve dünya sevgisini gönülden söküp atmaktır. O bu hadiseyi gerçekleştirmeye çalışırken yüce Allah da ona müsaade etmez ve engel olur, ama bunu içtenlikle yapmaya çalıştığı için yüce Allah bu işi gerçekleştirmiş gibi kendisinden hem kabul buyuruyor, hem de onu ve oğlunu ihlas, samimiyet ve fedakârlığın birer timsali olarak gönderdiği ilahi kitaplarda insanlara haber veriyor. Oysa aşağıda da belirtildiği gibi bu rüyada Allah’ın bir emri yok ve Allah böyle bir emri de vermez. Rüya ile kast edilen başka bir şeydir. Bu da yukarıda belirttiğim gibi ‘’Oğuldan maksat dünyadır ve boğazlamaktan maksat da bu dünya sevgisini gönülden söküp atmak ve Allah yolunda feda etmektir.’’ (الله اعلم) Saygılar.
Öncelikle Mehmet Okuyan ve siz yazarın kuran hakkındaki yorumlarınızı zorlama buluyorum. Kuran açıkça ''kesme'' emrinin verildiğini ve ibrahimin bu emre itaat gibi zor bir görevi yerine getirdiğini anlatıyor. İsmailin teslimiyeti ise ayrı bir iman dersi. Edebi olarak bazı kısımlarda imalar kullanılması zorlama yorum ve kaçamak yaparak ''savunmacı'' yaklaşıma araç edilmemeli.
YanıtlaSilİkince olarak Tanrı tasavvurumuz bizleri farklı değerlendirmelere götürür.
Tanrı adil olmayan böyle bir şeyi emreder mi gibi sorular bu tasavvura göre farklı cevaplar alır.
Bizde Eşarilerin bakış açısına göre ''allah emreder kötü olur, emreder iyi olur. Zatında iyi ve kötü yoktur. Mülk sahibi malında istediği gibi tasarruf eder''
Bu yaklaşıma göre Allahın ''kesme'' emrini vermesi sorgulanamaz. Allah ne emrederse o güzeldir doğrudur. Beş dakika sonra Allah tersini emrederse yenisi doğru ve güzel olur.
Mutezile bu yaklaşımı yanlış bulur. ''Allah güzel doğru olmayanı emretmez'' der. Mutezilenin anlayışına göre yorumlarsak İshakın kesilmesi veya Musa hızır kıssasında küçük çocuğun oldürülmesi sıkıntılıdır.
Siz de sanırım Mutezileye yakın düşünüyor ve bu kıssalarda problem hissediyorsunuz.
Kutsal kitapların bire bir Tanrıdan gelen kitplar değil de, peygamber dediğimiz kimselerin Tanrıyı anlama ve hayatı anlamlandırma çabası olduğunu, yani insan ürünü olduğunu düşünen biri olarak biraz Eşarilere yakın hissediyorum.
Tanrı veya tanrısal gücü biz sınırlayamayız, veya kutsal kitapların sınırlamalarına bağlı kalamayız. Tanrıyı sadece eserlerine bakarak anlamaya çalışabiliriz.
Tanrı bizim anlayışımıza bağlı bir varlık değildir. Mesela tanrı mutlak iyi olmak zorunda gibi konuşuyoruz, veya merhametli, veya adaletli.
Nerden biliyoruz?
Bir çocuğa tecavüz edilmesine izin vermesi, acı çektirmesi bize ters geliyor.
Tanrının buna izin vermeyeceğini nerden çıkardık? İyi olmak zorunda olduğunu nerden çıkardık?
Tanrı neyse odur, nasılsa öyledir. Bizim veya kutsal kitapların (peygamberlerin) temenni veya kuruntuları Onun ne-nasıl olduğunu değiştirmez.
Eserlerine ve yaptıklarına bakarsak, Eşerilerin dediği gibi ''malında istediği gibi tasarruf ediyor'' Günahsız çocuğa tecavüze izin de veriyor, insanların kalbini o çocuğa karşı sevgiyle de dolduruyor.
Tanrı neyse odur. Onu mevcut sınırlı bilgilerimizle sınırlamayı değil daha iyi anlamak için uğraşmayı denemeliyiz. Bilimlerde olduğu gibi, mesela evrene dogmatik bir dünya merkezli model çizmeyi bırakıp bilginin bizi götürdüğü yere gitmeli, evreni o şekilde tanımaya çalışmalıyız.
Tanrıyı ve evreni anlama çabamızı insan ürünü dogmatik ''kutsal'' kitaplara veya eski insanların çabalarıyla ulaştıkları çıkarımlara sabitlememeliyiz.
tamam da hocam biz neyle imtihan oluyoruz? Tanrı ona inanmamı neden istiyor. Hem onu kötü kabul edeceğim hem de inanacağım.
SilGörmediğim bilmediğim dualarıma karşılık vermeyen bir varlığa inanıyorum. Bari bu varlık vicdanımla çelişmesin sana akıl ve vicdan verdim onu dinle beni bul desin, onlara da zıt olacaksa neden bu varlığa inanmak bir üstünlük olsun ki? Yani bu varlık tutarlıdır kendi içinde bir mantığı vardır inanırsın, o da yoksa tam olarak hangi kuvvetli delil var da ben ona inanacağım? hadi ona inandım diyelim yarın bana bu kuranda benim cocugun kafasını kesmem istenmiş sen buna inandın bana iftira attın ben zorbamıyım derse ne yapcam ben? Bu iyi insan olmayı tercih etmek, az uyumak uyuyşturucu kullanmamak gibi bir şey değil ki, ortada garip tablolar var ve birini seçen cehenneme birini seçen cennete gidiyor böyle iş mi olur. Bari imtihanın bir mantığı olsun Tanrı iyi olsun ki iyi bir tanrıya inanalım.
Tanrı iyidir veya kötüdür demiyorum, sadece kesin olarak ne nasıl olduğu bilinemez diyorum. İyiliği, adaleti veya bizi imtihan ettiği düşüncesi, biz insanların çıkarımlarıdır.
Silİmtihan ettiğini nerden biliyoruz? Çünkü peygamberler öyle dedi. Bu sadece peygamber denen kişilerin düşüncesidir.
İnsanlığın çıkarımlarının bir çoğu Mantıklı çıkarımlardır, ve bence de bir çoğu doğrudur. Fakat bu çıkarımlara kesin gözüyle bakılamaz.
Ayrintili yorumunuz icin tesekkur ederim. Katiliyorum, yaraticinin icraatlerini anlamaya calismaliyiz. Dediginiz gibi, tecavuzlere, soykirimlara musade eden bir Yaratici var. Bunlara musade etmesinin anlamlandirmaya kendimce calisiyorum. Hikmeti uzerine dusunuyorum. Bununla birlikte Hz. Ibrahim kissasinda Yaratici bizzat zulmu isteyen, emreden aktor olarak karsimiza cikiyor. Bu acindan farkli buluyorum. Yaraticinin zulmu engellemek icin mudahale etmemesi farkli birsey, zulmu bizzat emretmesi farkli birsey. Bu acindan, benim icin "hikayede bir gariplik var" demek simdilik daha anlamli geliyor. Halen anlayamamis olma ihtimalimi de aklimin bir kenarinda tutuyorum.
Sil"mtihan ettiğini nerden biliyoruz? Çünkü peygamberler öyle dedi. Bu sadece peygamber denen kişilerin düşüncesidir."
YanıtlaSilKurandaki Bakara Suresi 155. Ayetten biliyoruz. kişi düşüncesi değil yani.
ayetin meali "Muhakkak ki, ölüm tehlikesiyle, korku ve açlıkla, mal, can ve yiyecek içecek gibi ürünlerin azaltılmasıyla sizi sınayacağız. Ama zorluklara karşı sabredip sebat ve dayanıklılık gösterenlere iyliklerin geleceğini müjdele."
Tanrı kötülüğü emreder ise...
YanıtlaSilO zaman emre itaat edilmez...
Tanrı kötülüğü emretmez. her lafı illa aşırız tezat anlayışı ile yargılamayı bırakırsanız pozitif bir durum ortaya çıkar. ısrarla islam dışı uygulamaları defalarca burda reddiyesi açıklandığı halde ısrarla bazı kişiler dönüp dolaşıp aynı örnekleri vererek temcit pilavı gibi beyanları tekrarlıyorlar.
YanıtlaSilHerkes trafik kurallarına riayet etse sıkıntı olurmu olmaz. etmeyenlşer yüzünden problemler yaşanıyor. din islam yüzünden değil.
inanmıyorsan inanma kimi ilgilendirri diyorsun gücü eline geçirinceye kadar diyor. iktidarlar yüzlerce örnek görüldü ki güçlü olunca ilk yaptıkları iş dikensiz gül bahçesi oluşturmaya çalışmak dikenleri budamak. bunun dinle ideoloji ile ilgisi yok. güç zaaftır. dini kurallar veya ahlaki normlarla terbiye edilmeyen her güç despot olur zulüm eder. dinin amacı sadece dindar değil, ahlaklı bir dindar yetiştirmektir.
ahlaki değerlere sahip olmayan bir dindarın, yeri gelir dinsizden farkı kalmaz. dindar olduğunu iddia ettiği halde zulüm yapabilir. kanunsuz işlere bulaşabilir. sonuçta dindarım diyenin kalbini bilmiyoruz. kandırmak için her türlü dini faaliyeti çok güzel şekilde yerine getiriyor gözükebilir.
islamın temel prsensibi şudur. bir inasının namaz kılması kuran okuması yada dinle ilgili güzel sözleri sizin için ölçü olmasın. buna göre o insan hakkında karar vermeyin. çünkü bunların tamamı Allah için yapılan şeylerdir ve direkt yaratıcı ile kul arasında olan bir münasebettir.
siz insanlara para,kadın,makam eline geçince ahlaki değerlere ne kadar uyduğuna bakınız. gücemi tapıyor. imkana kavuşunca o zamana kadar tasvip etmediği, eleştirdiği şeyleri kendisi yapıyormu? insanlara karşı tutumu ne? ne kadar kanunları insanların faydasına kullanıyor? şeffafmı? yoksa herşeyi gizli bir şekildemi yürütüyor?
bugün zaten sıkıntı burada. dindarları namaz kılıp kuran okuyarak aldatıyorlar, kemalistleri atatürk hakkında bir iki kitap yazıp yakasına rozet takarak. bribrilerinden hiçbir farkları yok. sonuçta karşı tarafın zaafına göre oynuyorlar.
Müddessir 19: "Kahrolası nasıl da ölçtü biçti!"
YanıtlaSilHz. İbrahim ve Hz. İsmail'in imtihanının öz itibariyle Hz. Musa-Hızır a.s. kıssasından farklı olduğunu düşünmüyorum. Hz. İbrahim'in Allah'ın kötülüğü emrettiğini bir an bile düşündüğünü zannetmiyorum. Bu emrin sonucunda hayır olduğuna ve şer görünen bu şeyin Allah tarafından hayra tebdil edileceğine dair çok güçlü bir inancı hep vardı zannımca (Hz. İsmail ölseydi bile). O öncelikle bunun gerçekten Allah'ın emri olup olmadığı konusunda bocaladı ve ondan emin olmaya çalıştı. Emin olduktan sonra artık emri sorgulama gibi bir duruma hiç düşmedi, daha çok bunu oğluna ve ailesine izah noktasında sıkıntı çekti. Neyse ki oğlu da kendisi gibiydi.
Bana göre bu imtihan'ın en önemli mesajı aklı tek başına rehber kabul edemeyeceğimiz ve aklın insanın hem en güçlü hem de en zayıf yanı olabileceğidir. Şeytan akıl yürüttü ve kendisinin insana secde etmemesi gerektiğine kanaat etti. Akıl yürütmesinin gerisinde kibri vardı. Allah'ın hiç sevmediği şey. Sonra ne oldu, ebediyyen lanetlendi.
Hz. İbrahim böyle bir şey yapmadı. İtaat etti. Çünkü akıl yürütse de kendi bedeni dahil herşeyini Allah'ın verdiği biri olarak Allah'ın mülkünde Allah'ın emrini sorgulamaktan ne elde edecekti?
Sadece aklına güvenen kolay aldanır. Pusula kullanmadan sadece duyularımla ve aklımla yolu bulurum diye yola çıkan yolda kalır. Pusula da belli. Kur'an ve sünnet.
Kötülüğü emreden tanrı kötüdür...
YanıtlaSilKötü tanrıya güven olmaz...
Dediğini yapsan da yapmasan da sonunda yine bize kötülük yapacaktır...
Komik mi bu şimdi? Deliliğe mi vuruyorsun kendini?
SilGayet mantıklı bir şey söylüyor adam: "Kötülüğü emreden tanrı kötüdür" diyor.
SilAllah vuracan diyorsa vuracan, kesecen diyorsa kesecen kardeşim. Ali'ye Veli'ye bu emri vermiyor ki, konuştuğu sohbet ettiği birine bu emri veriyor. Yaratıcı Hz. İbrahim'e oğlun İsmail'i kes demiş. Normal gözle bakarsanız baba cinnet geçiriyor denebilirdi. Fakat kutsal kitaplarda yazılı tonla olağanüstü işler var onları normal buluyorsunuz da bir bu mu anormal geldi?
YanıtlaSil