İlk yazıda “Fetö”ye duyulan nefretin rasyonel nedenlerinden bahsetmeye çalıştım. Rasyonelden kastım sağduyulu ve soğukkanlı bir bakışla da anlaşılabilecek ve hak verilebilecek nedenlerdi. Bu yazıdaysa irrasyonel olarak tanımladığım, çelişkili, duygusal ve/veya haksız bulduğum nedenler üzerinde duracağım.
İlk yazıda da belirttiğim gibi ben “Fetö” nefretinin irrasyonel nedenlerinin rasyonel olanlardan daha baskın olduğunu düşünüyorum. O nedenle bu kısım daha uzun sürecek. Öncelikle rasyonel olarak tanımladığım nedenlerin sorunlu kısımlarıyla başlayacağım ve aklımdaki birkaç ilişkili konuyla vakit buldukça devam edeceğim yazılara. Yorumlarınız olursa yazının altına yazabilirsiniz, elimden geldiği kadar cevap vermeye çalışırım onlara da.
1. Darbe Girişimi:
Bir önceki yazıda darbe girişimini “Fetö”ye duyulan nefretin rasyonel ve haklı bir gerekçesi olarak tanımladım. Bununla birlikte darbe girişiminden dolayı “Fetö”ye duyulan öfkenin rasyonel olarak görülebilmesi için bazı ön şartlar olduğunu düşünüyorum. Bunlardan en önemlisi demokrasi konusunda hassasiyettir bana göre, zira eğer darbenin kötü olduğunu ve “Fetö”nün de darbe yapmaya çalıştığı için nefret objesi olduğunu söylüyorsak öncelikle darbenin niye kötü olduğunu da açıklamamız gerekiyor.
Çoğulcu demokrasi kavramı dünya tarihinde oldukça yeni bir kavram aslında. Bugünkü şekliyle ve bu kadar yaygın olarak görülmesi II. Dünya Savaşı sonrasının ortaya çıkardığı bir durum. Özellikle 19.yy öncesinde medeniyetin on bin yıldan fazla süren tarihinde insanlık neredeyse tamamen demokrasi dışı rejimlerle yönetildi. Modernliğin ortaya çıkmasından sonra da gelişmiş modern ülkelerden bazıları dahi faşist veya sosyalist devletlerde görüldüğü gibi demokrasi dışı rejimlerle yönetildi. Bu rejimler çoğulcu demokrasiyi sadece uygulamamakla kalmıyor, aynı zamanda kötü ve yanlış bir tercih olarak görüyorlardı. Bunun teorisini yazan Carl Schmitt gibi düşünürleri de vardı bu rejimlerin. Dahası bugün de dünyanın en kalabalık ülkesi ve en büyük ekonomisi Çin'de göstermelik seçimler dahi yapılmıyor. Dünya nüfusunun ezici çoğunluğu tam olarak demokratik olmayan rejimler altında yaşıyor. Özellikle son yıllarda gelişmiş Batılı demokrasiler dahil dünyanın her köşesinde demokrasiye tam olarak inanmayan, hatta açıkça karşı olan liderler güçleniyor veya ülkelerin başına geçiyor.
Bizim ülkemize gelirsek zaten hiçbir zaman tam bir çoğulcu demokrasi oturmuş değildi Türkiye'de. Bu ülkede Abdülhamid'in istibdatından sol/seküler kesim, tek parti rejiminin otoriterliğinden muhafazakâr kesim şikâyet eder. Ülkenin başbakanını asmış 27 Mayıs'ı bugün bile pek çok solcu savunur, ama onlara göre 12 Eylül tüm sorunların anasıdır. Ergenekon, Balyoz'da yapılan haksızlıklardan haklı olarak şikâyet eden seküler kesim 28 Şubat'ı, Ak Parti'ye kapatma davalarını, 27 Nisan Muhtırası'nı hiç ağzına almaz. Dindarların iktidarı ele geçirmesiyle bilinç altlarındaki tüm düşüncelerini öğrenme fırsatı bulduğumuz hoca efendilerse her fırsatta İslam'da demokrasi diye bir şey olmadığını söylemekte yarışıyorlar (isteyenler YouTube'da aratabilir bu konuyu).
Şu hâlde demokrasiye inanmayan veya karşı olan bir kişi (mesela Kemalist bir darbe olsa bundan rahatsız olmayacak bir insan) “Fetö”den darbe girişimi nedeniyle nefret ettiğini söylüyorsa muhtemelen “Fetö”cülerden darbeci olduklarından dolayı nefret etmiyor, darbecilerden “Fetö”cü oldukları için nefret ediyordur. Durum buysa nefretimizin nedeni inandığımız ulvi ilkeler değil, incir ağacını ele geçirme kavgası demektir.
2. Devlet içerisinde yapılanma:
Bir önceki yazıda bahsini ettiğim gibi “Fetö”nün devlet içerisindeki yapılanması nevi şahsına münhasırdır ve bunu bahane ederek her dindarın devlette çalışmasına “Fetö”nün yerini bunlar aldı gibi gerekçelerle karşı çıkılmasını doğru bulmuyorum. Dahası her insanın bir çevresinin olması bu çevredekilerin kendisine benzemesi de doğal. Yani makul sınırlar içerisinde falanca cemaatten olan insanların çevrelerine kendi cemaatlerinden insanları toplamaları veya bir solcunun çevresine solcuların daha çok olması ve onun referans olduğu kişilerin de bu gruplardan olması son derece doğal. Sorun olan nokta hayatın olağan akışından kaynaklanan bu türden ağların ötesinde kendisi gibi düşünmeyen herkesi dışlayan onlara hayat hakkı tanımayan, kendisi gibi olanlaraysa liyakatine, yetkinliklerine bakmadan sadece "bizden" olduğu için kapıları sonuna kadar açan yaklaşımlardır. Ne yazık ki bunlar Türkiye'de her kesimde sıklıkla görülen durumlar ve bunların ahlaki olarak savunulması mümkün değil.
O halde “Fetö”yü soru çaldılar, her yeri ele geçirdiler gibi argümanlarla haklı olarak eleştirirken kendisine yakın gördüklerinin makul sınırları aşan kadrolaşmalarını, mülakatlarda kendisi gibi düşünmeyenlerin objektif olmayan kriterlerle haksız şekilde elenmesini vs. savunan veya bunlara karşı ciddi hiçbir eleştirisi olmayan kişilerin bu eleştirilerinde ne kadar samimi olduğu da tartışılır. Mesela çeşitli kurumlarda ve hatta KPSS'de soruların çalınması “Fetö”nün en fazla dile getirilen ahlaksızlıklarından birisidir. Fakat üzerinde düşünürsek burada asıl çalınan şey sorular değil kadrolardır. Yoksa ucunda kadro olmayan soruların hiçbir değeri bulunmuyor (mesela bir hırsız evimize girip arabamızın anahtarını çalsa ve kapının önündeki arabamızı alıp götürse evime hırsız girdi anahtarım çalındı demeyiz, arabam çalındı deriz). Yani “Fetö”nün buradaki asıl ahlaksızlığı tüm Türk vatandaşlarına eşit olarak açık olması gereken kadroları hile yaparak kendi yandaşlarına vermiş olmasıdır. Peki bugün bir kurumun mülakatında yazılı sınavdan en yüksek puanları almış insanlar sadece bizim gibi düşünmüyor diye mülakatlarda haksız bir şekilde eleniyorsa buradaki ahlaksızlık diğerinden özünde çok farklı mıdır? (boyutlarının vs. aynı olduğunu söylemiyorum sadece ahlaki olarak iki davranışı kıyaslıyorum) Değilse birisine alabildiğine karşı çıkarken diğerine ses çıkarmamayı hatta alttan alta savunmayı nasıl izah edeceğiz? Acaba amaç zaten nefret edilen “Fetö”nün açığını bulmak mı yoksa gerçekten “Fetö”den bunları yaptığı için mi nefret ediyoruz? Yani duruşumuz ahlaki mi, yoksa siyasi mi?
Burada yine diğer bir mesele “Fetö” devlete sızarken bundan gerçekten kimsenin haberi yok muydu? İnsanlar gerçekten kandırıldı mı? Veya hangi konuda kandırıldı? Mesela yine 2010 KPSS gibi bir olayı ele alalım. Bu sınavın sorularının çalındığı sınav sonuçları ilan edildiği anda belliydi. Her yıl soruların tümünü doğru yapan 90-100 civarında kişi varken o yıl birden 3 binlere çıkmıştı bu sayı. Yani gizli saklı bir şey yoktu ortada. Bundan dolayı ÖSYM başkanı istifa etmek zorunda kaldı. Fakat sınavın sadece öğretmenlik için gerekli olan eğitim bölümü iptal edilirken diğer memuriyetler için gerekli olan genel bölümü iptal edilmedi. Niye? Bunu kimse fark etmedi mi? Yine poliste, askeriyede “Fetö”nün yapılandığını seküler kesim on yıllardır söylüyor. 90’lı yıllarda Fehmi Koru ile Hikmet Çetinkaya arasındaki tartışmalar, akşamları canlı yayınlanıyordu en çok izlenen TV kanallarında ve bu sızmaların tüm detayları 15 Temmuz sonrasındaki kadar açık anlatılıyordu orada. 2012 yılında darbeleri araştırma komisyonuna verdiği ifadede o zaman Zaman Gazetesi imtiyaz sahibi Alaeddin Kaya açıkça ordu içerisindeki elemanlarından kendilerine sürekli istihbarat geldiğini vs. anlatıyordu.
Balyoz'da Ergenekon'da operasyon yapanların “Fetö”cü savcılar ve polisler olduğunu hiç kimse fark etmemiş miydi yani?
Kısaca bunların da hiçbir inandırıcılığı bulunmuyor. Bu yapının nasıl bir yapı olduğunu da neler yapıp ettiklerini de ülkede herkes az ya da çok biliyordu. Yani bugün muhafazakarların kandırıldık demesi yapılıp edilenlerle ilgili olamaz niyetlerle ilgili olabilir. Başka bir deyişle aslında muhafazakâr kesim şunu demek istiyor, biz bunların bizim için veya bizimle aynı amaçlar için orduya sızdıklarını düşünüyorduk, oysa o askerler tutup bize karşı darbeye kalkıştılar. Biz bunlar soruları çalarak devlette kadrolaşırken devletteki dindarların sayısını çoğalttıklarını düşünüyorduk meğerse bunlar Amerika merkezli global bir yapılanmanın emrinde paralel bir devlet kurmaya çalışıyorlarmış vs.
İşin gerçeği Cumhuriyet'in 90 yıllık tarihine bakılırsa gerçekten de dindarlar haksızlığa uğradı, devletten dışlandı, “Fetö”cü taktikleriyle orduya sızanlar dışındakiler YAŞ kararlarıyla atıldı vs. Eğer Kemalistler bu haksızlıkları yapmamış olsaydı “Fetö”cülerin bu sızmaları vs. de muhafazakârlar tarafından bu kadar görmezden gelinmeyebilir, hatta desteklenmeyebilirdi (veya en azından mazeretleri olmazdı). Fakat olan olmuş, geçen geçmiş onları bir kenara koyalım ve bugüne bakalım. Artık hep birlikte soru çaldılar, devlete sızdılar vs. dediğimiz ve bunların yanlışlığı üzerinde mutabakat sağladığımız bu günlerde geçmişi yorumlarken hiçbir ahlaki sorgulama yapmayacak mıyız? “Fetö”nün ahlaki olarak sorunlu tüm faaliyetlerini 15 Temmuz sonrasında duymuş gibi yaparak bugün ahlaki olarak sorunlu başka davranışları sergilemeye devam mı edeceğiz? “Fetö” dışındaki insanların tüm olup bitenden çıkaracağı hiçbir ders yok mu?
3. Dini Anlayıştaki Sorunlar:
Bir önceki yazıda “Fetö”nün baştan itibaren bir şirket gibi gayri insani ve hesapçı davrandığını, kendi çıkarlarını öncelediğini ve bunların da kendisini geleneksel bir dini yapılanma gibi gösteren bir grup için ciddi sorunlar içerdiğinden bahsettim.
Tüm bunlar kendi adıma bu yapının herkesçe cemaat olarak görüldüğü ve takdir ettiğim faaliyetleri olduğu zamanlarda dahi bu yapıya İslami olarak mesafeli durmama neden oldu. Fakat bir grubun gittiği yolu beğenmemek, hatta bir yapının gerçekten ahlaki olarak sorunlu faaliyetlerde bulunması kendi başına suç teşkil etmez. Geldiğimiz noktada pek çok insanın “Fetö”yle ilgili sevmedikleri ve yanlış buldukları her şeyi suç gibi algıladıklarına ve gösterdiklerine şahit oluyorum.
Yanlış denilen şeylere baktığımızda bunların bir kısmı aslında pek çok başka cemaatte de gözlenebilecek yaklaşımlar. Mesela gazeteyi açıyorsunuz ve karşınıza bir haber çıkıyor "“Fetö”nün çöp çatan albümü ortaya çıktı". Ortalama adamın verdiği tepki şu olsa gerek bu haberi okuduğunda "vay vay vay bu adamlardan de bu beklenirdi. Demek çöp çatan ablalar üzerinden evleniyorlarmış". Peki şimdi biraz geriye çekilelim ve düşünelim burada bir suç var mı? Belki insanların grup içerisinde kalmasına katkı sağlıyor olabilir. Ama o kadar. Özgür düşünen bir insanın yapmayacağı ama başka cemaatlerde de görebileceğimiz, suç teşkil etmeyen bir olay var karşımızda. O halde niçin şeytani bir suç işlenmiş gibi veriliyor bu haber?
Yine buna benzer Fethullah'a kâinat imamı diyorlarmış, mehdi diyorlarmış vs. deniyor. Kâinat imamı dedikleri kavramın tasavvuftaki ismi gavsı azamdır (https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/gavs-gavsul-azam). Allah adına kâinatı yönettiğine inanılan kişidir gavs. Buna kutub da deniyor. Şimdi şeyhine gavs, kutub, mehdi vs. diyen tek dini yapı “Fetö”cüler midir?
Veya deniyor ki Fethullah'ın peçetesini yiyiyorlar, kalmış çayını içiyorlar. Tüm bunları yapan bir tek “Fetö”cüler midir? İnternette biraz aratırsanız pek çok şeyhe taparcasına gösterilen saygı ve sevginin örneklerini görmek mümkün. Cübbeli Ahmet Hoca'nın peygamber çişini, kanını içmenin faziletleri üzerine vaazları var (https://www.youtube.com/watch?v=_Jdz6qln_Zs). Şimdi peygamberin çişini içmek bu kadar faziletliyse ona yakın olduğu düşünülen bir şeyhin kalmış çayını içmek de çok garip bir davranış olmasa gerek.
“Fetö”yü bunlar üzerinden şeytanlaştırmak iki önemli sorun doğuruyor bana göre. Birincisi bunlar içerisinde dini olarak yanlış, hesaplaşılması gereken anlayışlar var ve bunları sadece “Fetö”ye özel sorunlar olarak görmek bu sorgulamaların yapılmasını engelliyor. İkinci olaraksa bunlar içerisinde korunması gereken veya en azından bu kadar kolay harcanmaması gereken, bu topraklardaki dini geleneğin içerisinde önemli yer tutan kavramlar var. Bu şeytanlaştırma tüm bu kavramları da “Fetö”yle birlikte insanların zihninde gayrı meşru hale getiriyor. Mesela bugün cemaat kelimesi veya imam kelimesi herhalde çok da iyi çağrışımlar yapmıyor olsa gerek insanların zihninde.
Tabi ki bu yapının geleneksel dini yapılardan ayrılan başka sorunları da var bir önceki yazıda bahsini ettiğim gibi. Mesela askeriyeye sızarken içki içmeye, kadın erkek ilişkilerindeki İslami sınırları aşmaya cevaz vermeler vs. Bunlar benim de her zaman eleştirdiğim ve bu yapının dini anlayışına karşı olmama neden olan konular. Fakat yine tekrar etmek gerekiyor ki burada suç olan şey askeriyeye sızmaktır, devlet hiyerarşisi dışından emir almaktır vs. Yoksa mesela özel bir şirkette çalışan dindar bir insan şeyhine gidip kokteyllerde içki içmediğimde dışlanıyorum arada bir kadeh içsem olmaz mı diye sorsa o da şarap içme, bira iç o nebizdir, Ebu Hanife de buna cevaz verdi dese, bana göre bu da sorunlu bir fetvadır ama burada bir suç unsuru yok sadece kendi adıma Sünni İslam anlayışı içerisinde göremeyeceğim bir din yorumu var. Sünni İslam dışında dini yorumlar benimsemekse kendi başına suç değildir.
Kendi gözlemim dindar kesimde 15 Temmuz sonrasında dini olarak her türlü farklı yorumu, hatta siyasi olarak her türlü farklı yorumu suç gibi görme anlayışı oluştu. Mesela bir insan tutuklanmış, bunun yanlış olduğunu söylüyorsunuz aldığınız cevap ama o da şu şekilde sapık inançlara sahipti veya ama o da CHP'ye destek veriyordu vs. oluyor. Bu da bizi dini olarak çok dar bir yoruma hapsediyor. En çok sesi çıkanlar Sünniliğin en katı yorumlarını benimseyip, kadın hakları konusunda, insan hakları konusunda, özgürlükler konusunda en geri yorumları benimseyenler oluyor. Bunlar dışında çıkan seslerse hemen kısılıyor (mesela ilahiyatçı Mustafa Öztürk'e gösterilen tepkiler buna bir örnek olabilir). Geldiğimiz noktada konu devletin sadece tek bir dini yorumu benimsemesi ve tüm cemaatlerin buna uyup uymadığını devletin denetlemesi gibi çağrılara kadar uzandı. Oysa bu ülkenin tarihinde hem gayrı müslimler, hem de İslam içerisindeki heteredox inanışlar kendilerine yaşama imkanı bulabilmiştir.
“Fetö” konusunda suç olan şeyler bellidir. Devlet hiyerarşisi dışından emirler almak, soru çalmak, yasa dışı dinleme yapmak ve en sonunda da bunu darbe yapmaya kadar götürmek suçtur. Bunları örgütlü yapmak örgütlü suçtur. Hatta bu ülkenin kanunlarına göre terör örgütü suçudur. Oysa çöp çatan ablalar üzerinden evlenmek, şeyhini mehdi olarak görmek, İslam’ın rafizi yorumlarına inanmak, İslam'dan başka dine inanmak ve hatta tümüyle ateist olmak vs. suç değildir. İsteyen istediğine inanır, isteyen bunun propagandasını da yapabilir. Bu ayrımı yapmamak bir noktada bu ülkede kimsenin nefes alamadığı bir ortam doğurur, günün birinde bugün sizin savunduğunuz İslam yorumunu savunanlar değil de başkaları devletin doğru İslam’ı tanımlama gücünü ele geçirirse bu sefer nefes alamayan siz de olabilirsiniz. O nedenle suçlarla dini ve siyasi görüş farklarını birbirinden ayırmak çok önemlidir.
(devam edecek)
-Ahmet Şeker
1 Yorumlar
Bu arkadaş fetullahçı değilim diyor. Bakıyorsunuz ki ABD.den yazıyor, kendi aklınca sürekli fetullahçılığı ve yaptıklarını aklamaya çalışıyor. Ama nasıl oluyorsa fetullahçı değil. Fetullahçımısın değilmisin bilmiyorum ama onlar kadar yalancı ve takiyeci bir münafıksın, bu gayet net görülebiliyor.
YanıtlaSil