Bu yazıda idol kelimesini insanüstü hayranlık duyulan, hayatın merkezine konulan kişiler veya anlayış, ideoloji, grup, olgu vs. gibi “şey”ler manasında kullanacağım. Bu yazımda, başlığından anlaşılacağı üzere, idol veya idoller edinmenin çok büyük problemler getirdiğini detaylandırmaya çalışacağım.
Öncelikle idol edinmenin kendimize ne kadar büyük bir aşağılama olduğunun farkına varmamız lazım. Çünkü böyle yaparak kendimizi değersiz görüyor, kendi değerimizi idollerimize bağlamış oluyoruz. Hayatımızı idollerimiz için yaşamış, kendimizi onlara adamış oluyoruz. İdollerimiz olmasa manasız olacağını düşündüğümüz hayatımıza idollerimizle birlikte büyük bir mana kattığımızı zannediyoruz. Ama şurası ne hazin ki (çok zaman) o çok değer verdiğimiz idollerimizin bizim için herhangi bir farkındalıkları veya umursamaları olmuyor. İdol diye bahsettiğim kişiler veya şeyler için onları idol olarak gören “birey”ler “ihmal edilebilir ve değersiz,” çünkü o bireyler koca bir yığın arasında ufacık bir toz tanesi. Yani idol edinip kendimizi değerli zannederken aslında en değersiz hale düşmüş oluyoruz. Halbuki gerçek değeri tam manasıyla bir “birey” olduğumuz zaman kazanabiliriz. Biz idol edinerek başkalarına veya başka şeylere ihtiyaç duymadan “kendi başına” değerli olabilecekken, hayatımıza gerçek bir mana bulabilecekken, “bir piyon” olmayı kabul etmiş ve kendimize en büyük haksızlığı yapmış oluyoruz.Meselenin ikinci vahim boyutu bu idollerin birbiri ile savaşından kaynaklanıyor. Bu savaşta bir piyon olarak kullanıldığımız zaman bizler, bir birey olarak başka bireyleri “sırf başka bir idolün piyonu” olduğu için “safi kötü” görebiliyoruz. Halbuki her insanın beğenilecek ve istifade edilebilecek taraflar vardır, güzellikleri vardır. Bunlardan sırf idoller arasındaki (çoğu zaman güç) savaşlar(ı) uğruna vazgeçilmiş olunuyor. Piyon olduğumuz zaman biz, kendi renklerimizdeki piyonlara—aslında bir “manalı” sebebe dayanmayan—sevgi duymakla beraber, diğer bütün renklerdeki bütün piyonlara bir kızgınlık ve hatta bazen nefret duyabiliyoruz. Dolayısıyla içimizde baskın gelen duygu “sevgi değil nefret” oluyor ve bu çok ama çok acı ve hazin bir durum. Piyon olduğumuz zaman biz devamlı tedirgin oluyor, dünyayı bir harp meydanı olarak görüyoruz. Halbuki dünyayı bir harp meydanı olarak değil de elimize bir kere geçmiş ve güzel ve mutlu yaşamamız gereken mükemmel bir fırsat olarak görsek, görüşleri ne olursa olsun herkesten istifade etsek, (naif olmadan) herkesi dost bilsek bu hayatın hakkını çok daha iyi vermiş oluruz. İdollerden kurtulup piyon olmayı reddetmenin kişisel getirisi bu. Bunun toplumsal getirisi ise aynı derecede önemli. İdoller kendilerine yeterli sayıda piyon bulamadıkları zaman bu biteviye süren ve çok manasız idol savaşları son bulacak ve toplum huzura kavuşabilecek. İdol edinen kişilere piyon dedik bu paragrafta, idollere de şah diyelim ve öyle devam edelim düşünmeye.
Meselenin üçüncü vahim boyutu idol edinildiği takdirde insanın kendinden verdiği ödünler. Evet, çok zaman şahlar özellikleri bakımından onları idol edinen kişilere, yani piyonlarına benzerler, ama her bakımdan aynı değillerdir. Aslında bir piyonun şahına uymayan bazı özellikleri—doğal olarak—olur. Bu durumda piyon olup şahın bizden farklı olan özelliğini fark ettiğimiz zaman bizlerin iki seçeneği çıkıyor ortaya. Ya kendimizden ödün verip içimizden gelen doğal özelliğimizi sırf şaha uymuyor diye değiştireceğimiz, ya da şahımızla aramıza bir mesafe koymuş olacağız. İlk seçenek yine ilk vahim durumda anlattığıma benzer şekilde kendimize yapacağımız büyük bir haksızlık olacaktır. İkinci seçenek ise yapılması çok zor bir şeydir. Çünkü bazı özellikleri beğenilmeyen idol yavaş yavaş idollükten çıkar ve kendisini piyon olarak görenin hayatının manasını az da olsa sorgulamasına ve bu durum daha da şiddetlenirse bir “varoluşsal krize” yol açar. Varoluşsal krizler öyle kolay atlatılabilecek durumlar değildir. Kısacası—en azından insanların ekserisi için—piyon olmak kendinden ödün vermeye ve kendini değersizleştirmeye sebebiyet verir.
Meselenin dördüncü vahim boyutu idol edinerek hayatın aslında çok çürük bir temel üstüne bina edilmiş olması. Çoğu zaman biz hangi şahın piyonu olacağımızı üzerinde hür, özgür ve derinlemesine düşünerek seçmeyiz (zaten öyle olsaydı piyon olmazdık!) Bilakis hangi şahın piyonu olacağımızı doğduğumuz ortam, ailemiz, arkadaşlarımız, büyüklerimiz! belirler. Şöyle bir oturup düşünmeyiz bile niye ben bu şahın piyonuyum diye. Çünkü düşünmemize ihtiyaç yoktur. Zaten hayatın manasını bulmuşuzdur, şimdi bizim ihtiyaç duyduğumuz tek şey bu manayı başkalarının da bulmasına yardımcı olmaktır (alın size misyonerlik!) Şahımızın ne kadar güzel olduğuna ve neden haklı olduğuna dair hazırlanmış argümanlar, kitaplar, videolar vs. bilimum neşriyat zaten hazırdır. Onlardan kana kana içtikçe tatmin oluruz; başkaları ne düşünüyor, ne diyor üzerinde bir an bile durmaya gerek görmeyiz. Halbuki ne acı ve hazin bu durum değil mi? Aslında çok zaman bir ön kabul veya varsayımdan başka bir şey olmayan “benim şahım iyidir, doğrudur” düşüncesi hayatınızı üzerine bina ettiğiniz bir temel oluyor! Çürük bir temel üzerine tek taraflı okumalar yaparak gökdelenler dikiyoruz. Sonra temelde bir taşın oynaması tüm binayı yıkıyor, yıllar heba oluyor, insan boşluğa düşüyor, üçüncü vahim durumda bahsettiğim varoluşsal kriz kaçınılmaz oluyor.
Bu dört vahim durumdan sonra bende hasıl olan şu görüş ile bitirmek istiyorum. Aslında aydınlanma, erme veya nirvanaya ulaşmak için insanın “tüm idollerinden hakkıyla kurtulmuş olması” bir gerek koşuldur.
İsa Hafalır
1 Yorumlar
Allah cc a hakkıyla kul olmayı başka bir açıdan tarif etmişsiniz bence. Yani gerçek Müslümanlık da asıl Peygamber sav i aşınca ortaya çıkıyor.
YanıtlaSilMevlana nın dediği gibi " men bende şudem, bende şudem, şudem" ( Kul oldum, kul oldum, kul oldum).
Allah cc a gerçek kul olan başka hiçbirşey e kul, köle, piyon vs olmaz.