Normalde daha önceki yazılarımda her zaman kısa bir girizgâh yaparak başlamıştım fakat bu yazının diğerlerinden farkı bir arkadaşımın başından geçenleri içerdiğinden bu şekilde giriş yaparak direkt olarak yazıya geçmek istiyorum. Buradan sonra yazılanlar arkadaşımın kendi kaleminden çıkmıştır.
2006 senesinde Anafen dershanesine gitmemle başlayan cemaat macerama yaklaşık 8-9 sene boyunca devam ettim. Anafen’deki hocalarım Allah var gerçekten çok iyi insanlardı şu an çoğu içerde olmasına rağmen onlar hakkında kötü bir şey söyleyemem asla. Dershaneye başladıktan kısa bir süre sonra, rehber hocamızın çok fazla öğrencisi olduğundan ona yardım amaçlı üniversite okuyan bir ağabeyin bize yapamadığımız sorular için hafta içi yardımcı olacağı söylendi ve o ağabeyle dershane saatleri dışında çalışmaya başladık. Ağabey Türkiye derecesi yaptığından ve biz de o zamanlar sekizinci sınıf olduğumuzdan gösterdiğimiz her soruyu yapabilmesi bizi çok etkilemişti. İyice alıştıktan sonra, dershane yerine evine gitmeye başladık, sonra halı saha maçları beraber namaz kılma ve kitap-kuran okumalarla devam etti. Bize o zamanlar askeri lise kazanma konusu hiçbir zaman açılmadı ki bunun nedenini yaklaşık 5 yıl sonra anlamıştım. Liseden mezun olup kendimiz de ağabey olunca, iki türlü hizmet olduğunu, bunlardan birinin “devre hizmeti” diğerinin de “hususi hizmet” olduğunu ve hususi hizmetin tabir-i caizse hizmetin yatak odası olduğunu, askeriye polislik tarzı durumların hususi hizmet alanına girdiğini, bunun dışındaki öğrenci yetiştirmenin ise devre hizmeti olduğunu öğrenmiştik. Yani biz o zamanlar devre talebesiymişiz, bundan dolayı bize o konular hiç açılmamış.Her neyse güzel bir Anadolu lisesi kazandıktan sonra dershanedeki rehber hocam beni çağırdı ve yanında daha önce hiç görmediğim iki genç ağabey vardı ve bana dedi bundan sonraki lise hayatında bu ağabeylerle birlikte olacaksın aynı geçen seneki gibi sana yardımcı olacaklar sen de onların birtakım isteklerini elinden geldiğince yapmaya çalışacaksın. Allah var o Türkiye derecesi yapmış ağabeyi o kadar çok sevmiştim ki, ona olan vefa duygum yüzünden tamam demiştim. Çünkü adam sırf bizim için hazırlıkta kalmıştı bunu biliyordum ve onun bize karşı yaptıklarının karşılığını mutlaka ödemek istiyordum.
Liseye başladıktan sonra o iki ağabeyden bir tanesi benim ağabeyim oldu ve benden tek isteği okuldan getirebileceğim arkadaşlarım varsa onları getirmemdi. Bunun için de tahmin edeceğiniz üzere maklube ve halı saha gibi iki tane mükemmel etkenimiz vardı. O zamanlar benimle birlikte başka bir arkadaş da vardı. Dönemimizin lise bir erkeklerin neredeyse hepsini bir şekilde getirdik ağabeyle tanıştırdık. Tabir-i caizse çok gazlıydık, hizmet ediyorduk. Daha 15 yaşındayız, ağabey bize “her getirdiğiniz çocuk için ne kadar sevap kazandığınızı bilseniz getirmedik çocuk bırakmazdınız” diyor sürekli, Gülen’in videolarını izliyoruz o ara tabi. Güneşin doğup battığı her yere Allah’ın adı ulaşacak videosu beni çok etkilemişti mesela. Her neyse bunların yanında risaleler falan derken gerçekten Allah rızası için bir şeyler yaptığımızı düşünüyorduk. Okulda affedersiniz yemediği halt kalmayan elemanları getirip, ağabey evinde yan yana namaza durduğumuzda Allah var çok ayrı bir mutlu oluyordum. Lise 1, lise 2 ve lise 3 derken son sınıfın yazında bize her zaman dedikleri adam getirin sözü bir anda kesildi ve tedbir yapacaksınız dendi. 2 senedir gittiğimiz FEM dershanesi yerine bir anda başka bir dershaneye kayıt olmamız istendi. Biz de ağabeyler diyorsa yaparız, itaat et kurtul kafasında şakirtler olduğumuzdan her dediklerini sorgulamadan yaptık. Son sınıfta ders çalışmanın yanında ciddi anlamda maneviyat yüklemesi de yapılıyordu ve bunların yanında çok kısa aralıklarla daha önce görmediğimiz ağabeyler bize sohbet vermeye geliyordu. Ağabey dediğime bakmayın koca koca amcalar desem yeridir. Yaza doğru bize ilk defa askeri okul konusu açıldı. Bizim gibi dinini bilen, namazını kılan, Allah peygamber bilen vatana millete hayırlı işler yapabilecek kişilerin asker-polis olması gerektiğini defalarca söylediler. O zamanlar haftanın yedi günü de ağabey evinde kaldığımız için, başımızdaki ağabey sırf bizimle ilgilenebilmek için derslerine gitmediği için yine vefa ve mahcubiyet duygusundan bu dediklerini de kabul ettik. O zamanlar tabi 17 yaşındayız, aileme de konuyu açtım kesinlikle olmaz dediler ama şimdi düşündüğümde “nasıl yapmışım ben bunu ya” diyebileceğim şekilde, mülakatlar için ailemden habersiz Ankara’ya gittim. Yoldayken aradıkları zaman söylemek zorunda kaldım ve orada anne baba rızası olmadan hiçbir işin hayırlı olmayacağını tecrübe ettim. Sağlık kontrolünde elendim ve gerisin geri döndüm geri.
Geri gelir gelmez başka bir ağabeyle görüştürdüler ve bana “madem orası olmadı, artık senin hizmetin seni yetiştiren ağabeyler gibi olmak” dedi. Zaten o zamanlar fiziksel olarak asker-polis olmaya kesinlikle elverişli değildim ve ağabey olarak hizmet etmek çok ama çok mantıklı gelmişti. Ailemin evinin olduğu yerde üniversite kazanmama rağmen, ağabey evinde kalmaya başladım ve ilk talebelerim verildiğinde çok mutlu olmuştum. Benle nasıl ilgilenildiyse onlarla ilgilenmeye başladım. Ailemin maddi durumu nispeten iyi olduğundan, çocuklara ekstra aktivite yapmak da hoşuma giderdi. Okulda da devam zorunluluğu olmadığı için hayatım talebelerim olmuştu. Aralarında sigara içen talebem vardı her ne kadar doğru söyledi bilmiyorum ama sigarayı bıraktırmıştım. Üniversitedeki 4 yılım boyunca çok çeşitli talebelerim oldu. Karakter olarak çok ağırbaşlı biri olamadığımdan, beni bölgedeki en serseri iki okulun ağabeyliği vazifesini vermişlerdi. Belki 60 kadar talebem vardı. Aslında benim altımdaki ağabeylere dağıtmam gereken bu talebeleri hem ağabey sayısı yetersizliğinden hem de çocuklarla ilgilenmeyi gerçekten çok sevdiğimden kendim yapmaya çalışıyordum. Üniversite üçüncü sınıfta 17/25 aralık mevzuları gerçekleştiğinde Allah var o ses kayıtlarının montaj olamayacağını düşündüm ve ağabeylerimizin ihanet etme ihtimalini bile düşünmediğimden o zamanlar cemaatte kalmaya devam ettim. Ama tam o sıralar çok garip bir şey oldu ve hayatında hiçbir kızla adamakıllı konuşmamış olan ben gidip bir kıza aşık oldum. Hani her insanın hayatını değiştiren enteresan detaylar vardır ya, sanırım benim hayatımı baştan sonra değiştirecek detay da buydu.
Bu arada meşhur Mart 2014 yerel seçimleri yaklaşmış ve haftada bir gün kaç kişiyi AKP’den vazgeçirdiniz toplantıları yapılıyordu. Cemaat hayatımda gerçekten çok ama çok toplantıya girdim fakat bu toplantılar kadar içimin sıkıldığı başka toplantılar hatırlamıyorum.
O zamanlar ciddi ciddi ilk defa AKP’nin karşısında kim varsa o partiye verilecek dendiğinde, ağabey AKP’ye oy veren adam Saadete verir ama CHP’ye eli titrer dediğimizde belki de başka konularla alakalı alamayacağımız kadar sert tepki almıştık. Bu siyasete bodoslama dalma ve kendinde gereksiz bir şekilde “ülkenin yönetimini değiştirme” yetkisi olduğunu cemaatte ilk gördüğüm an buydu.
O sene ben yukarıda bahsettiğim kızla konuşmaya devam ettim, kız tahmin edebileceğiniz üzere cemaatten değildi ama ben kıza her şeyi anlatıyordum. Sonra ben gerçekten kendime çok yakın bulduğum bir ağabeye bu kız konusunu açtım ve bana “siz ayrı dünyaların insanlarısınız, hizmet dışından biriyle olmuyor kesinlikle bitirmen lazım bu konuyu” dediğinde benim bütün motivasyonum kayboldu ve kafamda o an hizmetle alakalı çoğu şeyi bitirdim.
Tabi o ara seçimi AKP baya sağlam bir şekilde kazanmış ve herkeste büyük bir hayal kırıklığı olmuştu. Sonra cumhurbaşkanlığı seçimi gündemi gelmeye başladı. Normalde, çocukların durumuyla alakalı yaptığımızın toplantıların yerini sanki bir siyasi partinin ilçe gençlik kollarıymışız gibi toplantılar almaya başladı. Okuduğumuz risaleleri yazan Bediüzzaman Said Nursi’nin söylediği “siyasetin şerrinden Allaha sığınırım” sözü tamamen unutuldu ve bütün mesai AKP’yi indirme odaklı olmuştu. Bütün bunlar üst üste geldiğinde, yıllardır bizi yetiştiren o eski ağabeylere vefa duygusundan dolayı onlar gibi iyi birer ağabey olma güdüsü gitmiş oldu. Artık cemaat o eski sadece ve sadece Allah rızası için yapılan hizmetler yerine çıkar çatışmasından dolayı düşmanlık besleyen bir güruh haline dönüşmeye başlanmıştı.
Bütün bu düşünceler dayanılmaz bir hale geldiğinde ise eşyalarımı toplayıp ailemin yanında gitmiştim. Ama bütün bunlar yaşanırken şimdilerde çektiğimiz acıların en önemli sebebi olan ByLock uygulamasını çoktan indirmiştim. Normalde istişare defterlerine bile yazılmasına karşı çıkılan, talebelerin keyfiyet durumlarını byLock üzerinden istemeye başlamışlardı. İstişarenin yapılacağı yer oradan gelmeye başlamıştı. Sonra klasik herkesin artık bildiği rüyalar gelmeye başladı. Bahar yakın, en karanlık an güneşin doğuşunun hemen öncesidir tarzı paylaşımlar vs. Allah var o zamanlar bu uygulama yüzünden hayatın tamamen değişecek deseler “ya bi yürü git kardeşim” derdim.
O zamanlar bu uygulamanın bu denli başımıza bela olabileceğini kimse tahmin edemiyordu demek isterdim ama çıkan gerçekler sonucunda ByLock tespit edildiğinde herkese yükletildiğini bizim gibi insanların kalkan olarak kullanıldığını anladığımızda iş işten çoktan geçmişti.
Ben ayrıldıktan 1-1,5 yıl sonra 15 Temmuz darbesi gerçekleşti ve ilk defa o zamanlar yakinen tanıdığım insanların alındığını öğrendiğimde kendimi çok ama çok kötü hissettim. Sonra ByLock konusu açık açık dillendirildiğinde geceleri uyuyamaz oldum. Çünkü elbet bir gün ben de alınacaktım. Savcılığa kendiliğimden gitmeyi düşündüm ama isim vermediğim müddetçe yine içeri girecektim. İsim vermek bana ihanet etmek gibi geliyordu ve tanıdığım kişilerin de hiçbir suçunun olduğunu düşünmüyordum. Suçlu olduğunu düşündüğüm o büyük ağabeylerin çoktan yurtdışına kaçtığını biliyordum. Kaldı ki ben bir suç işlememiştim. Emin olun bu durum en kötüsüydü. Her gün haberlerde “byLock operasyonu çok sayıda gözaltı” haberini görünce yavaş yavaş sıranın bana geldiğini düşünüyordum. Bu şekilde belirli bir süre yaşamaya çalıştım. Ama bir sorun vardı, işim gereği yurtdışına çıkıyordum ve hiçbir sorun olmuyordu. Bir ara “ya ben indirmedim galiba” diye bile düşünmeye başladım.
Sonra bir gün telefonum çaldı, telefon hattımın üzerine olduğu kişiyi almışlardı. Başka bir ilde bu olay olduğundan oraya doğru yola çıktıktan 1 saat sonra yine telefonum çaldı ve o kişiyi salmışlardı ve bana “seni almaya gelecekler, bu işin sonu yok gidebiliyorsan git dedi”. Ben de işim gereği sürekli vizem olduğundan o gece ülkeyi terk etmek zorunda kaldım. Şimdi geriye baktığımda “acaba ülkeden kaçarak doğru mu yaptım?” diye düşünüyorum çoğu zaman. Çünkü inanın bu şekilde hayat çok zor. İltica ya da sığınma talebinde de bulunmadım. Allaha şükür bir şekilde oturum iznini hallettim. Tabi bu arada cemaat hayatıma nokta koymamdaki en büyük etkenlerden olan konuştuğum kızla konuşmaya devam ettik. Başıma gelenleri anlattığımda yapacak bir şey olmadığını ama bekleyeceğini söyledi. Bu beni o kadar çok motive ediyordu ki, Türkiye’ye tekrardan döneceğim günü sürekli hayal ediyordum.
Ama herkes gibi o da haberleri takip ettiğinden, gidişatın sürekli kötüye gitmesinden dolayı bu işin sonu yok bu durumun düzeleceği de yok artık bu aramızdaki mevzuyu uzatmanın manası yok diyerek ayrılmak zorunda kaldık. Bu durum beni gerçekten çok ama çok etkiledi. Zaten yalnızdım, ama şimdi tam anlamıyla yapayalnız kaldım. Sonra ailemden birini kaybettim ve cenazesine gidemedim. Bu da beni çökerten en büyük şeylerden biri olmuştu. Bunların dışında bir de hiç beklenmedik şekilde enteresan bir hastalığım ortaya çıktı ve iki aya yakın hastanede yalnız başıma yatmak zorunda kaldım. Yine de yılmadım ve dua etmeye devam ettim. Sonra Twitter’daki diğer eski cemaatten insanların başlarına gelenleri okumaya başladım. Ölenler, delirenler, çocuğunu kaybedenler, boğulanlar, işkence görenler vs.. Sonra cemaatle ve Akp ile alakası olmayan insanların düşüncelerini merak ettiğim için sol görüşlü insanları takip etmeye başladım. Onların düşüncesi her zaman aynıydı, “fetöcülerse beter olsunlar”. Bir gram acıma ve merhamet duygusu yoktu kimse de ki hala yok. Bütün bunlardan sonra olayların düzeleceğine ve bir gün Türkiye’ye döneceğime dair bütün ümidimi kaybettim ve ölene kadar gurbette kalacağımı hatta ve hatta mezarımın bile burada gömüleceğini düşündüm.
Sonra bu af mevzuları ortaya çıktı. Moral olarak çöken ben saçma sapan bir şekilde bu konuya tutunmaya başladım. Özellikle şu Twitter’daki “kral_zeus” isimli kullanıcının tweetlerini okumaya başladım. Adam öyle şeyler yazıyordu ki gerçekten umutlanmamak elde değildi. Hani bir insanın bir şeye çok ihtiyacı olur ya, benim de bu tarz yazılar ve haberler görmeye ihtiyacım varmış demek. Birkaç hafta nispeten moral olarak düzeldikten sonra, iki tane şey gördüm ve yine bütün ümitlerim suya düştü.
Bir tanesi Fethullah Gülen’in mısır televizyonuna verdiği o anlamsız röportaj ve bir diğeri ise Adem Yavuz Arslan denen şahısın “ben af maf istemiyorum affedilecek bir şey yapmadım” minvalindeki tweeti. Bu iki olay benim af konusunda dair bütün ümitlerimi tekrardan yitirmeme neden oldu. Gerçekten haber kanallarında olsun bazı köşe yazılarında olsun, ufaktan bahsi geçmeye başlayan bu af konusu üzerine bu iki anlamsız hareket her zaman aklımda olan ama pek de ihtimal vermediğim “cemaatin üst tarafı mağduriyetler kalsın hatta artsın istiyor” düşüncesinin gerçekten doğru olduğunu anlamamı sağladı.
Adem Yavuz Arslan yurtdışında rahat rahat yaşayan biri ve oradan rahatlıkla atıp tutan bir şahıs. Bir de o malum tweetinde “kendi adıma” diye bir ibare de eklemiş. Allah razı olsun cidden, sizin gibi insanların ekstra dikkat etmesi gerekirken böyle umarsızca davranışlar sergilemek, o sürekli bahsettiğiniz hapisteki bebeklerin hakkına girmekten başka bir şey değildir. Hapiste ya da girip çıkmış hayata tutunmaya çalışan insanlara sorsun bakalım af istiyor musunuz istemiyor musunuz diye. Affedilecek bir şey yapmamış olabilirsin ama günümüzün konjonktürüne göre konuşman ve düşünmen lazım. Yoksa bu zulümler çok daha uzun yıllar devam eder.
Fethullah Gülen’in röportajı için denecek çok bir şey yok aslında. 15 Temmuz’dan beri hatta 17/25 aralıktan beri yapılan her hamle gibi bu da berbat bir hamleydi. Uzun zamandır sessiz sedasızken, af mevzusunun ciddi anlamda filizlenmeye başladığı anda bu tarz bir hareket yapmak bana hiç ama hiç mantıklı gelmiyor.
Ben artık ülkeme ailemin ve arkadaşlarımın yanına dönmek istiyorum. Bu af ya da başka bir şeyle de olabilir hiç umurumda değil. Yeter ki rahatlıkla ülkeme gidip gelebileyim başka hiçbir şey istemiyorum. Ben suç işlediğime inanmıyorum ama şu anki durumda vatan haini bir terörist olarak görülüyorsam ve bu durumun düzelmesinin tek sebebi af ise buna elbette razı olmaktan ve bunu istemekten başka çarem yok. Eskiden izlediğim filmlerde ve dizilerde deliren insanları gördüğümde “bir insan nasıl delirir ya” diye düşünürdüm. Ama insanın kendi başına gelmesi gerçekten bambaşka oluyormuş. Hayatımda ilk defa kafayı yeme noktasına geldim ve gerçekten Allaha şükür aklıma mukayyet olabildim. Ama bu hayat bu şekilde nasıl geçecek hiçbir fikrim yok. Bir tarafım her zaman eksik ve o bir taraf aslında çok büyük bir taraf.
Beyoğlu
3 Yorumlar
Yazıyı okurken ağlamaklı oldum. Çok içten, çok doğru, çok güzel bir yazı. Ahh be, inş daha güçlü çıkacağız bu cendereden
YanıtlaSil-Ahmet (@a_wolfenstein)
Rabbim sabır versin size. Gurbet içinde gurbet yaşamışsınız..bende sizin gibi düşünüyorum,bu acılar bitsin de nasıl biterse bitsin,adı ne olursa olsun..Ne kahramanlık, nede bağımsız gazetecilik yapma zamanı..bunların tuzu kuru ,böyle ipe sapa gelmez konuşuyorlar.. insanların artık,canı burnunda..zalimide dahada tahrik edip,zulmü artırmamak lazım diye düşünüyorum..
YanıtlaSilgerçekten dediğin gibi cemaat ne kadar mağdur yaratırsa o kadar vaveyla kopar ve o kadar ortam karışır bunada cemaat tabiki elini oğuşturarak bakıyor canı gönülgen sizi destekliyorum
YanıtlaSilbu yapı aklın hayalin almayacağı derecede korkunç bir yapıdır
o tuzu kuruların umurunda değil tabiki çünkü bu eziyeti çeken biliyor