Kendi yorumlarımı farklı bir renk ile gösterdim ki okumak istemeyenler rahatlıkla o kısımları geçebilir.
Bu yazı hem kitap özeti hem de kitap incelemesi şeklinde olacaktır.
Kitap biyografi kitabı olduğu için gayet detaylı ve uzun bir özet çıkardım. Kitap özeti yazarken kafamda bu tarz, içinde özeti de barındıran, kitabın her noktasını ele alan yazılar yazmak vardı. Bu yazı önceki 3 yazıma nazaran tam olarak kafamdaki konsepti yansıtıyor. Ortalama bir yazı en fazla 2000 kelime oluyor. Bu yazı ise 9780 kelimedir.
Neden Stefan Zweig?
Zweig benim en sevdiğim yazarlardan biridir, ilk olarak can sıkıntısından hikayelerini okumaya başlamıştım. Hikayeleri diğer hikayelerden farklı olarak karakter analizlerine, psikolojik derinliklere sahiptir. Bu yönüyle hikayelerini çok realist bulmuş ve etkilenmiştim. Daha sonra biyografi, tarih kitaplarını ve otobiyografisini okudum. Zweig’ın çoğu fikri, hayata bakışı, yaşadıkları beni çok etkiledi ve onda kendimi buldum. Orta sınıf bir Yahudi çocuğu olan Zweig, kendisine hayran kaldığım ve kendisinden insanlık öğrendiğim ilk Yahudi’dir. Zweig bu hayatta çok mücadele etmiş, insanlık adına çok şey yapmıştır ama en son kötülerin döktüğü kanlar ve başına gelenlerden dolayı ümitsizliğe kapılarak intihar etmiştir. İntihar dinimizde büyük bir günah olmasına rağmen, Zweig’ın intiharı beni çok etkiledi ve onu bu açıdan iyi anladığımı düşünüyorum. Onun intiharı dünyadan hiçbir beklentisi olmayan sadece iyi olmaya çalışan ama kaybeden bir yorgun savaşçının intiharı gibi… Bugün dilleriyle dünyanın zerre kıymeti yok deseler de dünyaya tapan onca insan varken, millete din dersi verirken ihtirasları, güç arzuları için her şeyi yapan onca insan varken, Zweig’ın intiharı bana dünyayı gerçekten konaklama yeri olarak görmüş biri olduğunun delili gibi geliyor.
Joseph Fouché - Kitap Özeti ve İncelemesi
Joseph Fouché, Stefan Zweig’a göre zamanının en güçlü ama bütün zamanların en tuhaf adamıdır. Hangi görüşten olurlarsa olsunlar çoğu Fransız tarihçi Fouché’i kötülerler, hiç kimse tarafından sevilmez bir tiptir. Balzac tarafından önemli bir karakter olarak görülene kadar da tarihin arka sayfalarında kalmış, çağdaşları Napoleon ve Robespierre’e (Jakoben lider) nazaran önemsiz bir figür olarak görülmüştür.
Gerçek hayatta üstün kişilikler ve safiyane idealler çok nadiren başarılı olurlar. Önemli olan çok daha değersiz ama becerikli türlerdir. Fouché de işte böyle bir tiptir.
Fouché 1759’da Fransa’da denizci bir ailede dünyaya gelir. Fransa’da şartlar eşit değildir. Halkın alt tabakasından gelen kişiler senelerce çalışsa bile en fazla onbaşı olabilirler, başka bir seçenekleri yoktur. Fouché gibi zeki kişiler için hiçbir şekilde önce çıkma imkânı yoktur. O da tek şansı olan kiliseye girer. Kilisede eğitimini tamamlayarak matematik ve fizik öğretmeni olma imkanını yakalar. Rahip yemini etmez. Öyle olunca fazla yükselemez. O bir kimseye ya da herhangi bir şeye geri dönüşü olmayacak şekilde bağlanacak bir karakterde değildir.
20’li-30’lu yaşları arasında on yıl boyunca manastırın koridorlarında hayatını geçirir Fouché. Bu zaman dilimi ölü gibi gözükse de ona çok şey katmıştır. Suskun kalabilme tekniğini öğrenmiştir. Her olay karşısında yüzü hep aynıdır, hiçbir zaman öfke patlaması ya da duygusallık yaşamaz. Yüzü, hareketleri, ses tonu hiçbir zaman bir renk vermez. Manastır yıllarında Cizvit tarikatının kurucusunun metotlarıyla iradesini terbiye etmiş ve yüzlerce yıllık papazlık sanatının birikimi olan hitabet sanatını da en iyi şekilde öğrenmiştir. Tıpkı Fransız devriminin 2 büyük diplomatı (Talleyrand, Sieyes) gibi o da kiliseden gelmedir. Demir gibi sert bir iradesi vardır, lükse ve debdebeye önem vermez, şahsi duygularını sonuna kadar gizleyebilir.
Sinirlenen siyasetçilerin nasıl medya tarafından linç edildiği, rasyonel konuşmayanların nasıl sözlerinin çarpıtıldığı malumunuzdur. Bu açıdan soğukkanlı hiçbir şekilde duygularını belli etmeyen bir insan hem iyi siyasetçidir hem de duygularını belli etmediği için kısa sürede yükselebilir, amirlerinin nefretini üzerine çekmez.
Kaderin cilvesi olarak Fouché, Avukat Robespierre (Napoleon kadar önemli bir figürdür, ileride kim olduğu anlatılacak) ile özel bir dostluk kurar. İlişkileri enişte kayınbirader olma yolunda ilerler. Ama nişan bozulur ve Fouché ile Robespierre arasındaki öfkenin ilk tohumları orada atılır.
O zamanlarda insan hakları her yerde tartışılmaya başlanmış, politika her yere girmiştir. Fouché de kiliseden ayrılarak bir kulüp (partilerin ilk hali tahminim) kurar ve ateşli konuşmalar yapmaya başlar. Bulunduğu kasaba tüccarlar şehridir, öyle olunca Fouché ılımlı bir politika izler, köleliğin kaldırılması gibi radikal söylemlerde bulunmaz. Hızlı bir şekilde burjuva sınıfına kapağı atmak için çirkin ama zengin bir tüccar kızıyla evlenir. Bu üçüncü toplumsal tabaka ona göre yakında en önemli sınıf olacaktır.
1789 yılında Fransız Devrimi olmuştur. Fouché, Konvansiyon meclisi (TBMM gibi) için adaylığını koyar ve seçmenler neyden hoşlanıyorsa onu vaat eder. Fouché ticareti koruyacağını, insanların servetlerini koruyacağını, huzursuzluk çıkaran radikallere (komünistler) izin vermeyeceğini belirtir. Çünkü tüccar şehrinde rüzgâr soldan değil sağdan esmektedir. Tüccarlar radikal değişikliklerden korkmakta ticaretlerini yapacakları istikrarlı bir ortam istemektedir.
Sol, sağ, muhafazakarlık kelimeleri yıldan yıla ülkeden ülkeye değişse de ilk ortaya çıkma zamanlarında, sağı burjuva yani tüccarlar temsil eder. Ticaret yaptıkları için radikal değişiklikler istemezler, kâra odaklanırlar ve kârlarını artıracak politikalar ve istikrar isterler. Kralı ise istemezler, sonuç olarak kral tek adamdır ve istediği kanunu özellikle vergi kanunu koyabilmektedir, onlar ise kanunları kral değil biz belirleyelim, vergileri azaltalım derdindedir. Sonuç olarak onlar şanslıdır ve kendilerinden güçlü tek otorite olan kralı yıktıktan sonra onlar için devrim bitecektir. Kimse hak hukuk için devrim yapmaz, herkes kendi çıkarını gözetir.
Sol ise radikaldir çünkü komünizmi ister. Komünizm sadece kralın gitmesinden ibaret değildir, birçok değişikliği beraberinde getirir. Aslında sol kralı istemez, ama kral gittikten sonra yerine burjuva yani işçilerin patronları gelirse kral gider diktatörler gelir düşüncesindedirler. Bir işçi için kral ya da burjuvanın yönetimde olmasının bir farkı yoktur. Her şeyi kökten sorgularlar mesela neden asgari ücret vardır ve neden ilk sermayeyi getirip fabrikayı kuran ama çalışmayan patron kârın büyük bir bölümünü alırken sürekli orada çalışıp çarkların dönmesini sağlayan onlar karın tokluğuna çalışmak zorundadır? Bu düzeni kim belirlemiştir? O gün için bu düzene karşı tek karşı çıkan sistematik düşünce komünizm olduğu için komünist takılırlar. Dinler bu sistemi sorgulamaz, din adamları da genelde kral ya da burjuvanın yanındadırlar. Öyle olunca komünistler dini afyon olarak görürler ve bu sistemin devam etmesi için işçileri kandıran bir düşünce biçimi olarak sınıflandırırlar. Asgari ücret alan bir işçi kiliseye gittiğinde rahip ona sabret ahiret daha önemli derken, aynı rahip bir burjuva ile ziyafet çekebiliyordur. Aynı şekilde kralın egosundan dolayı çıkan bir savaştan dolayı, rahip Hıristiyanlık için cihat edeceğiz diye işçilere vaaz verebiliyordur. Ama komünizme göre neden bir işçi, düşman olan ülkenin işçisi ile savaşıp öldürürken veya ölürken, yani krallarının satranç tahtasında piyon olurken, cihat etmiş olsun ki? İnsan insan değil midir neden savaşacaklardır? Onların kazancı var mıdır bu savaşta? Kendi ülkesinin kralı mı ona yakındır yoksa başka ülkenin kendisiyle aynı hayatı yaşayan, aynı şeyi yiyen, aynı şeyi giyen işçisi mi?
Fouché, 32 yaşında muhafazakâr söylemler ile aday olur, tipsiz, sıska, hortlak suratlı bir adamdır. Ruhen de tip olarak da soğukkanlı, soğuk bir surata sahiptir. Kaba tutkuları yoktur, kadınlara, kumara ilgi duymaz. Şarap içmez. Hovardalıktan zevk almaz, kaslarını hareket ettirmez, masa başında çalışır hep. Sinirlerinin ona hükme geçmez, tensellik onu baştan çıkaramaz. İnsanlar bir açık verene kadar pusuya yatar. Ne tehdit ne öfke onu yıldıramaz. Napoleon ve Robespierre bu taştan sükunetin karşısında dağılacaklardır.
Stefan Zweig zeki, iradesi demir gibi, hiçbir zaafı olmayan, İslami açıdan baktığımız da belki hiçbir günahı işlemeyen Fouche gibi bir kişiyi yazmıştır. Çünkü bu kişiler kötü olursa sıradan kötüler gibi değildir, dönemlerine damga vuran en büyük kötülerdendir. Kalvenizm’in kurucusu Jean Calvin de böyle biridir. Onu da başka bir kitapta inceleyen Stefan Zweig’ın böyle kişilere ilgi duyduğunu düşünüyorum. Çünkü bu kişiler filmlerde gördüğümüz kötü karakterlere benzemez. Hiçbir şeye zaafları yoktur, yolsuzluk yapmaya çalışmazlar, paraya bir zaafları yoktur. Cinselliğe bir zaafları yoktur, kesinlikle eşlerine sadık ya da hiç evlenmemişlerdir. Eğlenceye karşı bir zaafları da yoktur, eğlenmezler demir gibi iradeleri vardır. Bu insanlar sırf karakterlerindeki kötülükten dolayı kötülük yaparlar. Hiçbir çıkarları yoktur. Belki en büyük ve tek zaafları, güç ve yönetme ihtiraslarıdır. Onu engelleyemedikleri için, ona ulaşmak ve asla kaybetmemek için yapmayacakları şey yoktur.
Bu tip kişiler adli suçlulara benzemez. Pragmatist olsalar da her renge giren çıkarcı gündelik hayatta gördüğümüz kişiler kadar da basit değildirler. Kesinlikle bir hedefleri vardır ve o hedefe cesurca giderler. Korkaklıktan değil, rasyonel oldukları için her renge girerler.
Böyle insanları bir Mercedes’e binerken göremezsiniz. Öyle bir hatayı asla yapmazlar. Yapmadıkları için toplumun orta ve üst kesimini de kandırabilirler.
Fouché de Cizvitlerin öğretileriyle nefsini terbiye etmiş ve demir gibi iradeye sahip olmuştur. Günümüzde bu tarz kötü kişilere örnek aklıma gelenler önce Fethullah Gülen sonra da bazı tarikat liderleri (bazı dedim çünkü çoğu tarikatın lideri zaaflarını gizleyemiyor bile en başta paraya zaafları var), nedense Jean Calvin’in anlatıldığı Vicdan Zorbalığa karşı kitabını okuduğumda da aklıma Gülen geldi. Çünkü Gülen’in de demir gibi bir iradesi var ve sıradan hiçbir şeye zaafı yok. İslam açısından da büyük günah sayılan ne paraya, ne içkiye, ne eğlenceye, ne şehvete, hiçbirine girmemiş. Böyle olunca iyi insanları da çok rahat bir şekilde kandırabiliyor. Siz onu tutup eleştirdiğinizde size, sen önce üç saat uyu ve şu zaaflarını yen diyebiliyorlar.
Gülen sürekli "uçmak kaçmak keramet değil" der. Aynı şeyi tarikatlar da söyler: "en büyük keramet istikametini korumaktır" diye. Peki istikamet nedir? Aslında kast ettikleri, kişinin İslam’ı nasıl yaşadığına bak asıl keramet o olduğudur. Dediğim gibi Gülen’e baktığınız da hiçbir sıkıntı göremezsiniz, namazlarını saatlerce dosdoğru kılar, az yer, az uyur, az konuşur, hiçbir günaha karşı meyli bile yoktur. Ama işte kaçırdığımız nokta böyle insanlar da kötü olabilir. İradesi demir gibi diye onu örnek almamak gerekiyormuş. İrade başka, ahlak başka çünkü. İslam’ın günah saydığı çoğu husus irade ile ilgili. İradesi güçlü olan biri tüm o günahlardan uzak durur, bizim gibi güçsüz iradeliler de onlara imrenir ve onları üstün kişiler sanır. Zweig’ın bu kitaplarını o açıdan çok önemli buluyorum, buradaki kötüler ne hayatta ne filmlerde gördüklerimize benzemiyor. Tamamen davranışlarıyla kötü olduklarını belli ediyorlar, eğer o davranışları işlemeseler dıştan bakınca evliya gibiler. Dıştan bakınca evliya gibi olduklarından dolayı yarın o kötü davranışı işlediklerinde ya "yapmamıştır iftiradır" diyoruz ya da "yaptıysa da ondan daha mı iyi bileceğiz demek ki zaruretti gerekliydi" diyoruz. Ağlayarak saatlerce namaz kılan, Allah deyince titreyen bir kişiye bile güvenmemek gerekiyor. Kötülük ve ahlaksızlık başka bunlar başka şeyler. Neden kötülük yapıyorlar? Hepsinin farklı nedenleri var, ama özlerinde küçük birer Tiran ruhlular. Filmlerde bu kişileri göremeyiz çünkü kendilerini anlatan filmlere bile müdahale edecek kadar güçlüler ve en tepedeler.
Fouché bir entrika müptelasıdır. Karışıklıklardan ve fişlemelerden müthiş zevk alır. Ömrü boyunca ağır başlı, namuslu, görevine bağlı memur profilinin arkasına saklanmıştır.
Ancak ve ancak tarihe derinlemesine bakanlar, Napoleon’un gerisinde duran, çağı biçimlendiren, her şeye karışan bu adamı fark edebilir.
1789’da krallığa son verildikten sonra burjuvalar için devrim bitmiştir. Ama radikaller hala daha yeni durumdan memnun değildir, kral gitmiştir ama onların durumu değişmemiştir. Onlar ateizme ve komünizme varan topyekûn bir devrim isterler. Radikal proletaryanın öncüleri Jakoben Marat, Danton ve Robespierre’dir. Kraldan sonra diğer güçler olan parayı ve Tanrıyı da devirmek isterler. Kraldan sonra egemenlik halkın meclisindedir. Peki meclisteki Jirondenler yani ılımlı burjuva mı yoksa radikal proletarya mı kazanacaktır?
Jakobenler= Radikaller= Proletarya= Komünistler=Bolşevik= Sosyalist= Sol
Jirondenler=Ilımlı=Burjuva= Muhafazakâr= Sağ
Fouché ilk gün oyları sayar, kafasında tartar ve ılımların daha güçlü olduğuna kanaat getirir. Ama başlarda sivrilmez, ön planda durmaz, hala daha rüzgârın yönünü tayin etmeye çalışmakta, olayları izlemektedir.
Bir devrim asla öncülere, onu başlatanlara değil, onu bitirenlere ve bir ganimet gibi yerde sürükleyenlere aittir.
Mısır’da Müslüman kardeşlerin yenilgisi ve Sisi aklıma geldi. Devrimi başlatan gruplar bir bir iktidardan dışlandı ve biri (Sisi) geldi kazanımlara kondu. Tabi bu kolay olmadı çünkü devrimi halkın birleşmesi sağladı, eski diktatör devrildikten sonra da böyle bir güce karşı kimse duramazdı, o yüzden önce Müslüman kardeşlere iktidar verildi ve diğer liberal ve sol gruplara onların elinden zulüm yapıldı. Ve eski diktatörü yıkan koalisyon bir bir dağıtıldı, bunun üzerine güç tekrardan orduya geçti, daha doğrusu ordu despotluk ile halkı idare edecek noktaya geldi. Devrimcilerin istedikleri şeylerin hayal olduğunu, onlara gösterdiler. Umutlarını ve güçlerini kırıp kendilerine razı ettiler. Çünkü birleşmiş halk dağıtıldı ve birbirine düşman hale getirildi. Artık kimse Müslüman kardeşlere güvenemez hale geldi ve onların demokrasi değil şeriat ve diktatörlük getireceğine inandı. Yan yana duramazlardı artık çünkü, Müslüman kardeşler iktidara gelince meydanda hala reform yasaları geçene kadar biz meydandan gitmeyiz, Mübarek devrilsin diye değil reformlar olsun diye devrim yaptık diyen halkı polis ile dağıttı, dövdü, öldürdü (polis ile halk karşılaşırsa illaki ölümler olur ve oldu). Dün omuz omuza sokaklarda gösteri yaptıkları bir gruba (Müslüman Kardeşler) iktidar verilince, sizin de sesiniz çok çıkıyor, işte biz geldik biraz bekleyin, reformları yapacağız ama evinize dönün, böyle olmaz, istikrar lazım bize diyen o gruba güvenmediler; o grupta zaten skandal yasalara imza atıp, polisi dünkü kardeşlerinin üstüne saldı. Askerde sadece bekledi, birbirlerine düştüklerinde darbeyi yaptı.
Güçlü olduğunu bilmek Fouché’ye yeter. Nişan ve kıyafetlere ihtiyacı yoktur. Aşırı hırslıdır ama şöhret peşinde değildir. Geride durup sözde liderleri etkisi altına almak onun için kafidir. Jirondenler devrilir, Fouché kalır. Jakobenler devrilir Fouché kalır. Direktuvar, konsüllük, imparatorluk, krallık ve yeniden imparatorluk yıkılır ama Fouché hep baki kalır.
Kral tutsaktır hala, daha idam edilmemiştir. Mecliste kralın durumuyla ilgili oylama yapılacaktır. Ilımlı burjuva yaşamasından yanadır, radikaller ise idam edilmesinden. Fouché de bir ılımlı olarak kralın neden yaşaması gerektiği hakkında konuşma hazırlar. Radikaller kaybedeceklerini bildikleri için halkı örgütlerler ve kraldan nefret eden halk meclisin etrafını sarar. Ilımlılar bu durumundan korktuğu için birlikleri bozulur ve oylamada dik duramazlar. Sıra Fouché'ye gelmiştir, Fouché ılımların azınlıkta kaldığını hesaplar ve kaybeden tarafta asla olamayacağı için kral için ölüm der. Bu onun ilk resmi dönekliğidir ve ileride de hep kral katili olarak anılacaktır. Bu durumu düzeltmek için birçok yazı yazacaktır ama nafile. (Rüzgârın yönü değişince kral katili olarak anılmak kötü olacaktır)
Fouché ertesi gün kimseyi ikna etmeye uğraşmaz, baskın çıkmaya çalışır, karşı tarafa düşünmeye fırsat vermeden saldırır ve aşağılar. Daha dün kralın affını savunan bir yazı hazırlayan Fouché, ertesi gün radikal Jakobenlerden bile daha sert bir manifesto ile kralın ölümünü savunur. Bir anda en radikal Jakobene dönüşür.
Meclis, devrimi (1789) kırsalda savunması için 200 milletvekilini seçer ve onları taşraya gönderir. Her türlü yetkiyle donatılan bu kişiler gittikleri yerlerin küçük tirancıklarıdır. Her ne kadar birçok yetki ile donatılsalar da üstlerindeki Kamu Güvenliği Komitesine karşı sorumludurlar ve şikâyet durumda giyotine giderler. Yani gittikleri ilin hem valisi, hem hakimi, hem savcısı, hem belediye başkanı, hem emniyet müdürü, hem de garnizon komutanıdırlar. Yeter ki merkeze çok şikâyet edilmesinler, yereldeki nüfuslu kişilerin öfkesini üzerine çekmesinler. Sonuç olarak artık kral yoktur, ülkenin yönetimi de Meclis’e kalmıştır, Meclis de ilk iş milletvekillerini diğer illere yönetici olarak atar.
İlk kez cumhuriyete geçildiğini unutmamak gerekiyor, daha cumhurbaşkanı, hükümet, başbakan, bakanlar gibi şeyler yoktur.
Bu yönetim biçimi aslında diktatörlük için çok elverişlidir. Yetkileri çok geniş kişileri, merkezden uzağa yani taşraya atasanız bile sizin fikirlerinizden ayrı hareket edemezler. Çünkü şikâyet durumunda onlara en ağır cezayı vereceğinizi bildikleri için şu an yerimde diktatörümüz olsa ne yapardı, ben de onu yapmalıyım diye hareket ederler. Halkın malına çöken onları yargılayan idama mahkûm eden bir hâkim de aynı şekilde boynu giyotinde kendi kaderini beklemektedir. Müthiş yetkileri de olsa eğer diktatörü memnun edemez ise o da bir anda her şeyini kaybeder ve aynı duruma düşer. O yüzden bu sistemde en tepedeki kişinin kötü olması yeterlidir. Diğer her insan aslında emir kuludur, kendileri yaşamak için başkalarını öldürürler. Stalin’in iç işleri bakanı gibi, tüm sürgün edileceklerin listesini o tutar, istese bir kişiyi o listeden çıkarabilir ama Stalin bunu anlarsa kendi ismi de o listeye yazılır, o yüzden en yetkili ama çaresiz bir emir kuludur. Böyle bir sistemde sizden en nefret eden insanları bile bir er gibi kullanabilirsiniz. Sağ görüşlü bir diktatör varsa sol görüşlü binlerce bürokrat sağ görüşlü olmaya mecburdur. İlla bir diktatöre de gerek yok, kanunlar ile de bunu sağlayabilirsiniz. Nasıl bir kanun herkesi bağlıyor, herkes o kanuna göre karar vermek zorunda kalıyor. Siz de yapacağınız bir kanun ile herkesin elini kolunu bağlarsınız. Üniversitelerde başörtüsünü yasaklayan bir kanun düşünün ve bunun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmediğini düşünün, rektörler bu durumda ne yapabilir ki, hepsi birer ere dönüşür. Yargıtay’ın Bylock kararından sonra, hangi hâkim Bylock delil değildir diyebilir ki, zaten Yargıtay öyle bir karar gelirse o kararı bozup geri göndereceğini önceden deklare ediyor. Sonuç olarak cumhuriyete geçilse bile, öncelikle sağlam kanunlara ihtiyaç var, yoksa herkes bir kişinin iradesine tabi olur. Kişilerin kanunların iradesine tabi olması gerekir ve o kanunların da insan haklarına uygun olması gerekir. O kanunların ileride karizmatik bir lider tarafından değiştirilmemesi için de kuvvetler ayrılığı gerekir. Yani öyle bir sistem kuracaksınız ki baştan güzel olacak ve o güzelliğin ileride değiştirilmemesi için de kimseye çok fazla yetki vermeyeceksiniz. Kimse devlete tam anlamıyla hakim olamayacak. Yürütme ve Yasamayı alsa bile Yargıya hakim olamayacak. Anayasa basit bir kanun gibi %50+1 ile değiştirilmeyecek. Sistemi baştan kötü kurarsanız ve değişmemesi için önlemler de alırsanız, bu sefer de tam tersi olur. Değiştirmek için çok geniş çapta koalisyonlar yıllarca mücadele eder ve en sonunda değiştirir. Ama onu değiştiren artık o kadar güçlü olmuştur ki, ülkede ne isterse onu yapar.
Fouché de o 200 milletvekilinden biri olarak gönderilir. Gittiği yerde şimdi en sert Jakoben olmuştur. Jakoben liderleri Danton ve Robespierre’in dokunulmaz ilan ettikleri kilise ve özel mülkler konusunda bile Fouché onlar gibi çekimser kalmaz. Daha dün ılımlı bir burjuva iken şimdi Jakoben liderlerden bile daha radikaldir. Radikal sosyalist ve Bolşevik bir program koyar. İlk ve net komünist manifestoyu Karl Marx’dan önce aslında o yazmıştır.
“Yeryüzünde hala mutsuz olan tek bir kişi kalmışsa bile özgürlük, yoluna devam etmeli, ilerlemeye devam etmelidir.” Bu etkili sözler Fouché’in komünist manifestosundan alınmadır.
Fouché bildirisinde zenginlerin her zaman kendilerine farklı bir insan gözüyle baktığını, zenginlerin imtiyazlarını devam ettiren, sadece burjuva devrimi olarak kalan devrimlerin, kralın ölmesi ama yeni tirancıkların doğması olduğunu belirtir.
“Cömert ve cesur davranın, her vatandaştan ihtiyaç duymadığı ne varsa çekip alın, zira fazla olan her şey açıkça halkın haklarının ihlalidir.” (Fouché’in komünist manifestosundan) (Komünistlerin karanlık yüzü, iş pratiğe gelince zenginlerin mallarına çökerler ve intikam almasınlar diye onları öldürürler)
Fouché rahiplerin dini alanların dışında dini kıyafetler giymelerini yasaklar. Bu mağrur zümrenin yeniden eski Hristiyanlığın masumiyetine yönlendirilmesi gerektiğini belirtir. (Halkın rahiplerin kıyafetlerini sırf intikam ve gıcıklık için, onları aşağılamak için yasaklanmasını istediğini düşünüyorum, zamanında krala verdikleri desteğin faturası için. Kıyafeti soyluluk simgesi gibi görüyor olabilirler, buradaki tepkisel bir hareketin 200 yıl sonra Türkiye’de başörtüsünün yasaklanmasının mazereti olması nasıl bir cahilliktir, aslında o da tepkiseldi.)
Fouché rahiplerin bekaret zorunluluğunu kaldırır ve zorunlu evlenmeleri için de 1 aylık süre tanır. Hristiyan usulü cenaze törenlerini kaldırır, haçları, çarmıhları, aziz heykelleri kırıp döker. (Fouché zaten kendi rahip yemini etmiyor, yani rahip yemini edince evlenemiyorsunuz bir daha. Ona göre zaten bu bir saçmalık, bir nevi onlara iyilik yaptığını da düşünüyor olabilir. Ama Fouché insanların iyiliği için bir davranışta bulunmaz. Tabi evlenmek zorunda kalan rahipler açısından büyük bir acı yaşanmıştır.)
Kiliseden aldığı tüm altın şamdanları, som madenden haçları merkeze gönderir. Ateist vaazlar verir.
Fouché bunları fanatiklikten yapmıyordur, hala gerçekçi ve hesaplıdır, ne kadar çok servet elde eder ve onu da merkeze gönderirse o kadar iyidir. Yeni kurulan cumhuriyetin paraya ihtiyacını olduğunu bildiği için onları memnun etmek ve kendi yıldızını da parlatmak için tüm kazancı merkeze gönderir. Zenginlerden de çöktüğü malları merkezdeki kamu güvenliği komitesine göndererek, onların takdirini kazanır. Merkezde artık Lyon kasabı olarak anılır. Kral katili unvanından sonra bir de Lyon kasabı unvanını kazanır.
Görüldüğü gibi Fouché ilk katı laikliğin temellerini atmıştır. Dünyada hala Fransız tipi olarak geçen bu laiklik sistemini Türkiye de örnek almıştır. Görüldüğü gibi aslında kral devrilmiş ve halk büyük bir öfkeyle zenginlerin de iktidarına son vermek istemiştir. Kilisenin yıllardır bir otorite olması diğer yandan kraldan kalan artıkları toplayan çakal konumunda olması onları kraldan sonraki en örgütlü güç olan kiliseyi de yıkmaya zorlamıştır. Fransa bu nedenlerle katı bir laiklik ile aslında dini değil kiliseyi yıkmaya çalışmıştır. Fouché’nin gene “Yeryüzünde hala mutsuz ola tek bir kişi kalmışsa bile özgürlük, yoluna devam etmeli,” sözü aslında solculuğun temel manifestosudur. Yani herkes mutlu olmalı, devlet halkın her bir ferdi içindir, bu olana kadar devrim yapılır ve yönetim değiştirilir diyor Fouché. Peki Türkiye’de neden sol, dinsizlik olarak algılanıyor ya da neden başörtü düşmanı solcular var. Aslında Fransa’da da gördüğümüz gibi kilise o zaman örgütlü ve kralın gitmesiyle en büyük güç haline geliyor, zaten kralın eski suç ortağı da olduğu için aslında solcular halkın yanında ve kilisenin de otoritesini kırarak halkı kiliseden de kurtarmak istiyorlar, tekrardan cadı avları yaşanmasın diye. Yani sol dine karşı olarak çıkmamış, kiliseye karşı olarak çıkmış. Gene de Fouché vaazlarında ateizmi övmüştür. Ama unutmamak lazım Fouché radikallerin en radikalleri konumundadır. Yani sadece kiliseye karşı olmak zaten radikalizmdir, bu yetmez o daha da ileri gidecektir. Nietzsche gibi Türkiye’de din düşmanı bilinen kişilerin bile, kiliseye karşı olduğunu, yeri geldiğinde İslam’ı takdir ettiğini okumuştum. Türkiye’de de din düşmanlığı ve tarikat, cemaat düşmanlığı ile karıştırılmaktadır. İkisi kesinlikle aynı şey değildir. Kilise nasıl güçlenince diğer yorumları ve ekolleri bastırıyor farklı düşünceyi engelliyor. Aynı şekilde İslam’da da belli bir cemaat güçlendiğinde ilk işi diğer cemaatlerin üstüne çökmek farklı İslami yorumları baskılamak oluyor. Cübbeli Ahmet ile Mustafa Öztürk arasında yaşananlar gibi. Bu tartışmaları dışardan izleyen ramazanda orucunu tutup, Cuma namazına giden, Allah’a inanan bir seküler ülkücü kesinlikle cemaatlere karşı olacaktır, dine değil. Aynı şekilde ordudan 28 Şubat’ta atılanlar için “X tarikatı (Fetö’nün başka kolu)” gibi ifadeler kullanıyorlar. Bu ifadeden bireysel dindara karşı değiller, tarikata üye olana karşılar gibi bir argüman çıkarmamak gerekir. Çünkü üst düzey generaller kendi mahallesinin çıkarlarını öne almak için dindar mahallere çıkarı gereği karşı olabilir, ama halka ve kendi Kemalist tabanlarına bu durumu doğrudan diyemiyorlar. Bu da aslında çoğunluğun din ile problemi olmadığını gösteriyor. Olsa çünkü açık açık konuşurlardı. Tabi nasıl Fouché kiliseyi yağmalarken, ateistliğinden yapmıyor, bu tip siyasi olaylar da tamamen siyasal çıkarlarla ilgili. Başka bir mahalleyi yok edip, pastadaki payını korumakla ilgili. Fransa’da nasıl burjuva ve Jakobenler pastayı paylaşmak ve büyütmek yerine, diğerinin tabağındakini almaya çalışıyor, Türkiye’de öyle. Görünür birçok sebep olsa bile kazıdıkça işin arkasından en son bu sebebin çıkacağını düşünüyorum. Yani bir yüzbaşı altındaki teğmenin siyasi görüşünü sevmediği için de onu irticacı diye üstüne rapor etmiş olabilir, ya da bunu rapor etmesem benim başım belaya girer diye de olabilir. Ya da gerçekten tarikat liderlerine gıcık olduğu için altındaki teğmenin tarikata bağlı olmasını yakıştıramaz ve ihbar eder. Ama büyük resimde böyle bir irticacıları hadi fişleyin politikasının arkasında mahalle kavgası ve siyasi çıkar yatmaktadır. Ne kimse vatan haini Masondur, ne kimse Pakraduni ajandır, ne de kimse ateistliğinden bunu yapar. Kabil’in Habil’i öldürmesindeki gibi aslında her şey net ve berraktır ve tek bir sebebe dayanır. Kabil ne ajandır, ne işbirlikçi, ne Ermeni, ne Mason, ne Dönme, ne Vatan Haini, ne Rum, ne ateist sadece kendi çıkarını düşünen bir insandır.
Lyon Ayaklanması Fransız Devrimi’nin en kanlı anlarından biridir. Hayalperest, devrime körü körüne bağlı biri, şehirde isyan çıkması üzerine suçlu ilan edilir ve idam edilir. İdama merkezi yönetimin (Jakoben ağırlıklı) karşı çıkması üzerine idam yerel yönetim (burjuva ağırlıklı) tarafından gerçekleştirilmiştir. Bunun üzerine merkezi yönetim bir orduyla Lyon şehrine gönderir ve yerel kuvvetleri bozguna uğratır. İbret olsun diye de tüm şehrin yıkılması ve insanların idam edilmesi için Fouché’yi gönderirler.
Fouché içgüdüleri ve zekasından ötürü kendi hayatı tehlikeye girmediği sürece insan hayatına önem verir. Ancak kendi hayatı ya da çıkarı tehlikeye girdiğinde başka bir insanın hayatını ya da kaderini önemsemez. (insanların %90’ı gibi) Tıpkı Lenin gibi idamdan tiksinir ama politik düşmanlarını idam ile köşeye sıkıştırmayı ister.
Cinayetin canavar tohumu, öldürmeyi düşünsel düzlemde onaylamaktan doğar. Halkı coşturmak için söylenen radikal söylemler, jargonlar bir süre sonra halkı etkiler. Bu sefer halk sizin hain dedikleriniz için idam ister. Bu durumda da korkak liderler istemeye istemeye idamları onaylarlar. Lider kendi yarattığı iradeye köle gibi boyun eğer. Politik cinayetler de böyle ortaya çıkar.
15 Temmuz için de ilk günlerde askerler pişmanız, ölümleri kesinlikle onaylamadık, böyle olacağını bilmiyorduk demişlerdi. Sonra galiba ifadelerini geri aldılar. Aynı şekilde darbe emir komuta içinde olacaktı, ölüm olmayacaktı gibi hafiften darbeyi bilenler kendilerini savunmak için böyle bir argüman ortaya koyabiliyor. Zweig’in sözü ise gerçekten bu durumu anlatıyor. “Öldürmeyi düşünsel düzlemde onaylamak” katil olmak için yeterlidir. Yani 200 km hız ile araba sürüyorsanız zaten önünüze çıkacak her yayayı öldürmeyi göze almışsınızdır ve umurunuzda değildir tıpkı darbe yapmak gibi.
Politik cinayetler de böyle ortaya çıkar söylemi bana Hrant Dink’in ölümünü hatırlatıyor. Sonuç olarak medyada hedef gösterilmiş, tehdit edilmiş biriydi ve bir gün biri çıktı onu öldürdü. Onu hedef gösterenler büyük ihtimal bu cinayeti onaylamamışlardır, zaten cinayeti işleyen ile hiçbir örgüt arasında bağ bulunamadı. Yani tetikçi aynı zamanda planı yapandı. Şu an bu cinayetin arkasında Fetö var derken de Fetö organize etti manasında değil, görevi ihmal ederek engellemedi manasında diyorlar. Dink’in yakınları o dönem onu tehdit eden hedef gösteren, milliyetçiliği yaygınlaştırıp, Ermeni düşmanlığı üretenlerin de katille birlikte yargılanmasını arzu ediyorlar.
Görüldüğü gibi bu insanlar realist ve rasyonel hareket eder. Halkın nabzını tutarlar, halkın fikirlerine göre yani rüzgârın yönüne göre hareket ederler. Bu kişileri ikna etmek için halkın fikirlerini değiştirmek gerekir. Manyak ve cani oldukları için değil pragmatist oldukları için böyle yaparlar.
Fouché de korkusundan, ılımlı olarak görülüp gözden düşmeyeyim diye bu görevi kabul eder. Şehre gittiğinde idam edilen şehit için önce bir tören düzenlerler. Bu sırada kiliseyi yağmalayan bir grup devrimci eşeğe papaz kıyafeti giydirmiş, kuyruğuna da incili bağlamıştır. Törende intikam yeminleri edilir ve ertesi gün 60 kişi idam edilir. Sonraki günlerde 2 bin burjuvayı idam ettirir. Ama merkezde rüzgâr ılımlıların lehine esmektedir, öyle olunca infazları durdurur ve jakobenlerin üzerine gider. Bunun üzerine merkeze yargılanmak üzere çağrılır, suçu fazla insancıl olmaktır. Lyon kasabı olan Fouché bir anda Lyon halkı gözünde kurtarıcı olarak görülmeye başlanır. Hainlere adalet için ölüm sloganıyla öldürdüğü onca insanın suçunu ileride yanındaki arkadaşına yükler ve kendisinin her zaman bunlara engel olmak istediğini belirtir. Merkeze dönmeden önce idamları gerçekleştiren cellatlarında idamına hükmeder. Çünkü iz bırakmak istemiyordur.
Fouché merkeze gelir. Merkezde jakoben lider Robespierre tüm gücü ele geçirmiş ve parti içi muhalifleri bir bir temizlemiştir. Hem partide tek etkin kişi odur, hem de bu sayede devlette en etkili kişi odur. Fouché’yi de sevmediği için onun da idamını ister. (Robespierre’in kız kardeşi ile nişanı bozması + meclisin ilk zamanında burjuvanın yanında olması + son olaylarda infazları durdurup jakobenlerin üzerine yürümesi, aşırı radikal ve ateist olması, Robespierre’in kendi Tiran fıtratı gibi nedenler bunda etkilidir)
Robespierre kendi cumhuriyet anlayışını, devrim anlayışını, ahlak anlayışını, hatta dini anlayışını hayata geçirmek ister ve bunu insanlık uğruna kutsal bir görev addeder. Onun gibi düşünmeyen herkes haindir. Farklı düşünen herkes de idam edilmelidir. Robespierre Fouché’e gibi ateizmi savunmaz, din konusunda orta yoldan gidilmesi gerektiğini savunur. Robespierre geleneksel Hıristiyanlığa da, içi boş materyalizme de karşıdır.
Fouché merkeze geldikten sonra yargılamaya çıkmadan önce güç devşirmeye çalışır. Vekiller ile dostane ilişkiler kurar. Kurduğu ilişkiler sayesinde Jakoben kulübünün lideri olur. Tabi bu durum Robespierre’i çileden çıkarır. Onun gücünü hesaplamamış ve düşmanını küçümsemiştir. Derhal mecliste bir konuşma yaparak böyle bir adamın Jakoben kulübünün başkanı olmayacağını belirtir. Vekiller Robespierre’e katılmasa bile hepsi ondan korkuyordur, çünkü bir emriyle istediği kişiyi giyotine gönderebilir. Fouché başkanı olduğu kulüpten derhal atılır. Artık Fouché’nin kalemi kırılmıştır ve giyotine doğru yol alır.
Kitapta Fransa’nın yönetiminden pek bahsetmese bile Kral gittikten sonra güç meclise geçmiş daha sonra Jakobenler mecliste gücü sağlayıp politikayı etkilemişlerdir. Bir süre sonra da güç kamu güvenliği komitesine geçmiştir. Robespierre de oranın büyük ihtimal başkanıdır ve bir süre sonra kendi diktatörlüğünü kurmuştur. Türkiye’deki ilk TBMM gibi başta ülkeyi tamamen meclis yönetir, meclis oyla bakanları, başkanı falan atar istediği zaman da görevden alır. Şu anki Türkiye gibi hükümet, meclisten güçlü değildir, daha hükümetleşme ve partileşme yeni yeni başlamaktadır. Ama mecliste illa öne çıkan figürler olur hatta partileşme olur ve parti başkanları da vardır. Robespierre de parti başkanıdır ve bir süre sonra tüm gücü elde eder. Başka biri parti başkanı olsa bile devletteki kamu güvenliği komitesi görevinden dolayı partilileri tehdit edebilmektedir.
Robespierre’nin diktatörlüğü ve korku salması, ondan herkesin nefret etmesine neden olur. Muhalif parti, kendi partisi, altındaki yöneticiler herkes ondan nefret ediyordur. Kimsenin düşüncesine saygı göstermiyor, kendine alternatif olarak sivrilen herkesi de giyotine gönderiyordur. Fouché bu nefreti olabildiğince yaymaya çalışır, vekillere ulaşıp onların sürgün listelerinde olduğunu belirtir. Gizliden gizliye ona olan öfkeyi artırabildiği kadar artırır. Robespierre de gizli polislerine Fouché’yi takip ettirir. Onların bir darbe tezgahladığını anlar ve kendi hamlesini öne alır. Önemli bir konuşma yapacak sonra da Fouché başta olmak üzere tüm muhalifleri giyotine gönderecektir.
Ama 26 Temmuz günü Robespierre konuşma yaptığında bu sefer hem kendi partisindeki hem de muhalif partideki milletvekillerinden itirazlar gelir. Ertesi gün de kendisi hain ilan ederek giyotine gönderirler.
Fouché arka planda tüm vekilleri Robespierre’e karşı ikna etmiş ve onu al aşağı etmişlerdir. Robespierre giyotine gönderilir ve öldürülür. Halk bu durumu sevinçle karşılar daha dün Fransa’nın tanrısı olarak görülen adam bugün lanetleniyor ve devrimin tüm şiddetinin faturası ona çıkarılıyordur. Onu idam edenler ise barış süvarileri olarak görülüyor ve devrim terörizmini bitiren kişiler ilan ediliyordur. Artık devrimde hataların olabildiği kabul edilmiş ve tüm fatura Robespierre’e çıkarılmıştır. Karşı devrimciler, yani sağ kanat, güçlüdür. Çünkü Jakobenler kendi liderlerini idam ettirmişler kan kaybetmişlerdir. Robespierre’e yapılan her eleştiri Jakobenlerin fikirlerine bir saldırıdır.
Fouché burjuvanın yanına geçmez, bilir ki devrim sırasında yaptıklarının hesabı sorulacaktır. Onun için tek kurtuluş sol da kalıp Jakobenlerin gücünü korumaktır. Lyon’daki vahşetten sorumlu olan herkes tek tek idam edilir, ama Fouché kendisinin emir kulu olduğunu, o insanları kurtarmak için elinden geleni yaptığını ama Robespierre’in dinlemediğini iddia eder. Bu karşı devrimcileri bir süre ikna etse de karşı devrimciler de kan istiyor ve intikam arıyordur.
Bir halk kahramanının arkasına sığınarak, onu gazlar ve yeni bir işçi isyanı çıkartarak tekrar jakobenlerin güçlenmesini arzu eder ama yöneticiler bunu erken fark eder ve halk kahramanını idam ettirirler ve Fouché’nin bu işin arkasındaki gizli beyin olduğunu anlarlar. Fouché, hakkında gelen şikayetler üzerine tutuklanır ama idam edilmeden önce kaçmayı başarır ve 3 yıl boyunca ortalıklarda görünmez ve bir nevi sürgün hayatı yaşar.
Ancak aşağıları da bilenler hayatın bütününü tanımış olurlar. İnsanlık için en anlamlı bilgiler sürgündeyken gelmiştir; büyük dinlerin yaratıcıları, nihai önemdeki sözlerini söylemeden önce çöllerin suskunluğuna çekilmişlerdir. Bir sanatçı ancak başarısız olduğunda öğrenir, bir mareşal hatalarını ancak yenilgiye uğradığında anlar, bir devlet adamı ancak gözden düştüğünde politik açıdan gerçekçi bir genel görüş kazanır. (Bir de başarısızlığa rağmen yolun kaderi diyerek suçu yola atan, aslında böyle daha iyi bakın yurtdışında büyüdük diyerek acıyı kutsayan, hüsnü zannımızın kurbanı olduk diyerek gene hiçbir hata ve ders çıkarmayan kült cemaatler var)
Fouché 3 yıl boyunca sürgünde fakir bir hayat yaşar. Robespierre ölümüyle zenginler tekrar rahat bir nefes almış ve ortaya çıkmaya başlamışlardır. Artık güç tekrar paraya geçmiştir, para tüm kapıları açmaya başlamıştır. Mahkumların ve göçmenlerin mülklerine el konur. Vurguncular ve savaş tüccarları için en güzel yıllardır artık.
Açlık başına tak eden Fouché her türlü pis işi yapar, üst düzey yöneticiler için ajanlık yapar ve onların kulağı olur. Geçmişin radikal komünisti şimdi cumhuriyetçi bankerlerin her işini yapan birine dönüşmüştür. Hem üst düzey yöneticilere ajanlık yaparak üstlere ulaşabilen biridir, hem de cumhuriyetçi bankerler ve zenginlerin bir işi olduğunda rüşvet ile onların işlerini üst düzey yöneticilere ileten bir kişidir.
Fouché’nin hizmet ettiği burjuvalardan Barras devlet darbesi yapar ve Fouché’yi de hizmetlerinin karşılığı olarak elçi olarak atar. Elçiliği de başarılı bir şekilde yapar ve Fransa’ya polis bakanı olarak döner. Bu karar zenginleri korkutmuş, jakobenleri ise sevindirmiştir. Jakobenler tekrar güçleneceklerini hayal ederler, içlerinden en sert olan devlette çok üst bir mevkiye getirilmiştir. Ama bekledikleri gibi olmaz, Fouché’nin başlıca sloganı anarşiyle (devlet burjuvalara geçtiği için komünistlere devleti yıkmaya çalışan anlamında anarşist diyorlar) mücadeledir, o bir polis bakanıdır ama burjuvaların atadığı bir bakandır, bu sefer onlara hizmet eder. Müthiş bir tutucu olur, düzen ve huzur sloganı ile basın özgürlüğüne ve her türlü eleştiriye son verir. Tabi jakobenler bu duruma hiç memnun değildir, kendi içlerinden çıkan biri burjuvaların yaptıklarını bile aratır olmuştur. Burjuvalılar jakobenlerin işçileri örgütleyip meclisi basmasından korkaklar ve Fouché’den akıl isterler. Fouché ertesi gün jakobenlerin partisini kapatır, hepsi çil yavrusu gibi dağılır ve Fransız Devrimi sona erer.
Fouché polis bakanlığında sadece kendisine verilen emirleri yapan bir er gibi durmaz. Diğer tüm bakanları, meclisi, generalleri herkesi denetler ve izletir, onlar hakkında bilgi toplar. Kendisini o makama getiren herkesi takip ettirir. Herkesin sekreteri, aşçısı ona hizmet eder. Bilgi o devir için her şeydir, tüm bilgiyi kontrol eder, rüşvet ağlarına sahip olur. Her zaman ikili üçlü oynar, tüm bilgiye sahiptir, bilgiyi istediği gibi kullanır asla direktuvar’a tüm bilgiyi aktarmaz. Her kesimi kandırır hepsine dost gibi görünür. Bazen komplo kurar, bazen engeller, bazen gizli tutar, bazen ise ifşa eder. Herkesin için tehlikeli ama aynı zamanda vazgeçilmez birine dönüşür. Kralcılara ve anarşistlere resmi toplantılarda kükrer ama el altından onları uyarır ve besler. Bu sayede yarın kim güçlenirse güçlensin onlarla iyi ilişkileri olacaktır. Bir anda tüm kesimler tarafından sevilen bir bakana dönüşür.
Görülüğü gibi asla başkasının altında çalışmıyor, en kötü durumlardan polis bakanlığına gelse bile tüm eski ideolojisini bir kenara bırakıp eski arkadaşlarını tutuklasa da hala çok cesur ve kendi çıkarları ve hedefleri için de elinden geleni yapıyor. Hiçbir zaman elindeki ile yetinmiyor.
Fouché elindeki bilgiler sayesinde direktuvar’ın yıkılacağını bilir. Direktuvar ülkeyi yöneten beş kişiden oluşan en üst mercidir. Robespierre’in idamından sonra ülkeye bunlar egemen olmuştur. Barras da o beş üyeden biridir. Üyeler birbirinin kuyusunu kazmaktadır, ekonomi kötü ordu da yenilgi üstüne yenilgi almaktadır.
Ülke bu haldeyken Bonaparte Mısır’dan kalkıp başkente gelir, Bonaparte sevilen kahraman bir komutandır, ama onun geleceğini sadece Fouché biliyordur çünkü Bonaparte’nin eşi onun casusudur, ruh hali kötü ve aşırı lükse düşkün o kadını para ile casus yapmıştır.
Ekonomi kötüdür, savaş kapıdadır ve kahraman bir general başkente gelmiştir. Herkesin aradığı lider o’dur. Herkes onun darbe için geldiğini bilir. Direktuvar’ın iki üyesi şimdiden onun yanındadır. Ülkedeki uçan kuştan haberdar olan polis bakanı ise darbeden hiç bahsetmez Direktuvar’a. Kimin güçlü olduğunu kimin kazanacağını anlayana kadar tarafsız kalır, ne darbeyi haber verir ne de darbecilere yardım eder.
Fouché, Napoleon Bonaparte ve tüm ekibini yemeğe davet eder, darbenin tüm kurmay takımı polis bakanının evinde yemektedir. Herkes yemekteyken Başkan Gohier de yemeğe gelir. Napoleon ve ekibi acayip tedirgin olur, o an oracıkta tuzağa düştüklerini düşünürler. Fouché ise bu durumdan acayip zevk alır. Raskolnikov’un sorgu hâkimi gibi başkalarını tehlike altında tedirginken izlemek onun en büyük zevklerinden biridir. Fouché orada ikili oyununu gösterir acaba aptal olan kimdir? Darbeciler mi yoksa Başkan mı?
Napoleon’un darbe yapacağı gün mışıl mışıl evinde uyur Fouché. Başkan’ın çağırmasıyla onun yanına gider ve darbeyi önceden haber vermediği için azar işitir. Fouché ikili oynamaya devam eder. Direktuvar’ın iki üyesi Napoleon’un yanındadır. 1 üyesi de rüşvet ile satın alınmıştır. Darbenin ilk günü Napoleon’un lehine geçer. Fouché de polis teşkilatını hazırda bekletir eğer darbe başarısız olursa direk darbecileri tutuklayarak kahraman olacaktır, yok başarılı olursa hiçbir önlem almadığı için gene Napoleon’un önemli bir bakanı olacaktır.
Napoleon savaş alanında müthiş bir generaldir. Ama kürsüye çıkınca konuşmayı bilmez sinirlerine de hâkim olamaz. Savaş tanrısı benim yanındadır gibi sözler söyler. Buna rağmen akşama darbe başarılı olur ve Napoleon konsül olur. Halk darbenin başarılı olduğunu polis bakanı sayesinde öğrenir. Cumhuriyet, kahraman General Napoleon tarafından kurtarılmıştır.
Halk arasında Fouché’nin dönekliği skeçlere konu olur. Ama insanlar ondan korkup itaat ettiklerini sürece gülmelerinin bir önemi yoktur, Fouché böyle şeylere takılmaz, hesaba kitaba gelmeyecek biri olduğunun bilinmesi onu memnun eder.
Fouché’i dilencilikten kurtarıp yanına alan, Napoleon’u da sıradan bir asker olmaktan yetkili bir generale atayan Direktuvar üyesi Barras, sürgün edilir. Tarihin en büyük nankörlüğü o gün yaşanır.
Fouché polis bakanlığına devam eder, ülkede kısa sürede asayişi sağlar, başarılı ve enerjik bir bürokrattır.
Fransız ordusu büyük bir yenilgi alır ve bu durum hemen Napoleon’un liderliğini sorgulamaya açar. Fouché’ de tabi ki sadık kalmamış hemen tarafsız statüye geçmiştir. Neyse ki savaş kazanılır ve Napoleon öncekinden çok daha güçlü bir halde geri gelir ve kendini gözden çıkaran bakanını görevden alır ve o günden sonra Fouché’ye asla güvenmez.
Kılıçla kurulmuş her iktidar ilk yenilgide yok olmaya mahkumdur. Kan soyu ile iktidarın devri olmadığı sürece her zaman tahtı sallanır.
Napoleon tek başına iktidar olmamıştır, hırslı aile klanıyla birlikte iktidar olmuştur. Aile üyeleri sürekli yükselmek isterler, Napoleon’a hırslı tırnaklarını geçirirler ve onunla birlikte yükselmeye bakarlar, tüm dünyayı yönetmek isterler. Cumhuriyetten tekrar krallığa geçilmesini ve ailenin sınırsız iktidarını talep ederler. Napoleon’un eşini boşayıp bir hanedan kızı alarak, veraset sistemine geçmesini isterler.
Napoleon, tüm dürüst ve cumhuriyet yanlısı kişileri terörist ve anarşist diye tutuklatır. Fouché’e Cumhuriyete sadık olduğu için Napoleon’un eşini destekler.
Bir gün Napoleon’a suikast düzenlenir ve Napoleon bu saldırıdan kurtulur. Napoleon saldırıdan dolayı Fouché’i sorumlu tutar ve görevini yapamadığı için onun üzerine yürür. Fouché’nin, hala saldırganları bulamamış olması onu çileden çıkarmıştır. Napoleon’a göre bu saldırıyı Fouché’nin eski arkadaşları Jakobenler yapmıştır ve Fouché de onları korumak için saldırganları bulmuyordur. Fouché saldırıyı ısrarla başka bir grubun yapmış olabileceğini dile getirir, Napoleon da onu haşlar. Artık herkes yeni polis bakanının kim olacağını tartışmaktadır. Napoleon’un ailesi Fouché’nin gözden düşmesinden memnundur.
Napoleon’un ısrarıyla Fouché 130 Jakoben’in isim listesini çıkarır ve Napoleon’a verir. Kimi idam edilir, kimi de sürgün edilir. 14 gün sonra Fouché asıl faillerin kralcılar olduğunu ortaya çıkarır ve onu aptal gören gözden düşmüş gören herkes şok olur. Napoleon ona hayran kalır ama onu sevmez. Zira otokratlar hatalarına haksızlıklarına dikkat çeken kişilere karşı asla minnet duymazlar. Krallar kendilerinin zaafını görenleri ve kendilerinden daha zeki çıkan danışmanları sevmezler. O yüzden bir savaşta kralın hayatını kurtarıyorsanız ilk fırsatta kaçmanız gerekir (Plutarkhos hikayesi).
Napoleon zamanla dilinin altındaki baklayı çıkarır ve ömür boyu konsül olmak istediğini beyan eder. Halk onu ömür boyu konsül seçer ve monarşi tekrar başlar.
Napoleon ve klanı haz etmedikleri sinsi Fouché’yi bir şekilde saf dışı etmelidirler. Ama bu adam onun ve ailesinin tüm kirli çamaşırlarını bilir, o yüzden kabaca incitilmeden onore edilerek görevinden alınmalıdır. Polis bakanlığından alınmaz onun yerine polis bakanlığı komple ortadan kaldırılır. Yerine onu senatör olarak atar ve Fouché’ye yüklü miktarda para ve arsa bırakır, entrikacı bu adamın elleri boş durmamalıdır, para vererek bu kumar düşkünü adamı oyalayacağını düşünür. (Napoleon kendi fikri galiba Fouché’nin kumar düşkünü olması)
Fouché kendisine verilen parayı ustaca büyütür, eski bağlantıları sayesinde borsadan istihbarat alarak Fransa’nın en zengin ikinci kişisi olur. Akıllı, tutumlu, usta bir kapitalist olmuştur. Tütün içmez, kumar oynamaz, kadınlara ve gösterişli şeylere düşkün değildir, normal bir insan gibi çiftliğinde yaşamaya devam eder. Ama içindeki o tutkuyu bunlar söndürmez.
İktidarın Medusa gözleri vardır bir kere bakan, gözlerini ondan alamaz büyülenir. Egemen olmanın ve emretmenin sarhoşluğunu bir kere tadan artık onun müptelası olur. Sulla ve Şarlken hariç tutulursa, on binlerce şahsiyet arasından milyonların kaderiyle oynama onları yönetme tutkusundan iç rahatlığıyla ve safiyane vazgeçen bir tane bile kişi yoktur. Bir kumarbaz kumardan, ayyaş içkiden, avcı avlanmadan Fouché de politikadan vazgeçmez.
Benim kendi tecrübelerim hayatta hem günah olarak hem bağımlılık olarak bu benim irademi zorlar deyip korktuğum şeyler, bu kitaptaki Zweig’ın anlattığı şeyler hiçbir zaman olmadı, aynı şekilde etrafımdaki insanlar da gördüğüm insanlar genel de para, şehvet, oyun, eğlence, şöhret, tembellik, uyku, yemek, lüks bu tip şeylere bel bağlıyorlar. Kimi içkiye, kimi sigaraya, kimi cinselliğe, kimi oyunlara, kimi yemeklere, kimi sosyal medyaya bağımlılık gösteriyor. Avcılar ile karşılaştığımda onların da avcılığa aşırı bağımlı olduklarını görmüştüm, avladıkları hayvanların eti zerre umurlarında olmuyor mesela, o an, o vurma hissinin verdiği zevki arıyorlar. Hatta büyük şirketlerin insanların bu bağımlılık zaafından yararlanıp, nasıl daha çok bağımlı yaparız ürünlerimize diye departman kurduğu söyleniyor. Black Mirror 5. Sezon 2. bölümde de sosyal medya şirketlerinin (Facebook, Twitter, Youtube gibi) böyle departmanlarının olduğundan bahsediyordu. Bağımlılık gerçekten bilim adamlarının her geçen gün yeni şeyler keşfettiği çok ilginç bir alan. Bir kumar bağımlısı ile kumar bağımlısı olmayan kişinin beyinleri artık aynı çalışmıyor. Sigara içen biri ne kadar nefret de etse, ne kadar saçma da gelse, tadını da beğenmese o şeyi içmeye devam edebiliyor. Din ile o kişiye sigarayı bıraktıramazsınız, tamamen bilimin alanına girmiş artık.
Etraftaki her insan da az çok böyle bağımlı olunca, olmayan kişilere karşı hayranlık besliyorsunuz. Onları üstün görebiliyoruz, ne kadar iyi Müslüman da diyebiliyoruz. Ama Müslüman sadece irade gücü mü demektir? Düzenli spor yaparak irade gücünüzü artırmak mümkün bu sayede bu saydığım bağımlılıklara düşmezsiniz bile, peki bunun İslam ile ne alakası var şimdi ahlaklı mı oldunuz? Beni Fethullah Gülen etkilerdi, az uyuması, az yemesi falan biyografi kitaplarında zaten o kadar çok üstün meziyeti var ki, aslında çoğu, onun irade gücüyle ilgili, ahlak ve cesaret gibi erdemlerle ilgili değil.
Tabi ben çok sonraları irade gücüne değil, erdemlere hayran kalınması gerektiğini anladım. İslam’da da öyle “şeyhi olmayanın şeyhi şeytan olur” mantığı hakim, bu dini bilenden öğreneceksin derler, nasıl matematiği bir öğretmenden öğreniyorsun, bu yolda da tek başına olamazsın vs. Peki kimi takip edeceğiz? Uçanı kaçanı değil, İslam’ın çizdiği yolda istikametini koruyanı derler. Peki İslam’ın istikameti ne? İşte iş oraya gelince İslam’daki ahlakı bir kenara koyarlar ve kişinin tamamen irade gücüyle yapabileceği dervişlik denilen, az uyu, az ye, az konuş, çok ibadet et, çok namaz kıl vs. bunlara bakılır. Peki ahlak? Ne ahlakı, işte adam derviş gibi değil mi? Peki bunların ahlakla ne ilgisi var? O zaman da zaten hakiki namaz kılanların en ahlaklı olduğunu böyle yaşaması için zaten üstün ahlaka sahip olması gerektiği gibi önermeler sunarlar. Tamam ama işte Gülen böyle biri ama cesaret erdemi yok, ahlak erdeminde de gene sıkıntı var, yalan söylüyor. Şeffaflık gene ahlakla ilgili, 1 gram bile yok. “Güçlünün karşısında hep adaleti savunma”, Gülen de bu da yok, konjonktüre göre hep güçlünün yanında olup kendi cemaat menfaatlerini önceliyor. Açık açık bazı şeyleri demiyor, çoğu zaman kaçıyor, Türkiye’ye hiçbir zaman gelmedi, cesaret erdemi de yok. Öleceği yere niye gelsin vs. Ben İslam’ı tartışmıyorum cesaret erdemine bakıyorum, çoğu filmde böyle kişilere hayran olmuyor muyuz? Harry Potter filminde Harry Voldermort’un yanına gitmedi mi ölmek için? Her insan zaten bunu yapabilse kahramanlar diye bir şey olmazdı. Düşündü mü yani beni öldürse gene zaten bunları da öldürecek vs. diye? Tarihteki kahraman kişiler hep böyle kişilerdir, normal insanların yapabileceği ABD’de bekleyip vaaz verme gibi sıradan şeyleri yapmazlar, öyle bir hareket yaparlar ki hayran kalırsınız. O kadar büyük irade gücü var, yüz vakit belki namaz kıldığı söyleniyor her gün, o niye böyle bir kahramanlık yapmıyor, bizi kendine hayran bırakacak bir davranış gösteremiyor? Çünkü yaptıkları irade gücüyle ilgili bir şey erdem kazanmakla ilgili değil. İslam doğrudan erdem ve ahlak kazanmanın tek kaynağı olsa, zaten ateistlerde hiçbir erdem olmazdı ki günümüzde tam tersi onlar çok daha cesur ve adil olabiliyorlar.
Bugün cemaat bazı kişilerin bu ülkede senelerdir mağdur olduğunu fark etti ve dün fark etmediği için özeleştiri yapıyor, peki dün fark eden kişilerin ortak özellikleri neler? Neden Gülen de onlar gibi değildi de AKP’yi sürekli destekledi? Sırf özeleştiri yapmamak için AKP’nin 2013 yılı öncesinde yaptıklarını deli gibi savunan cemaatçiler var, onların argümanına göre AKP 2013 yılında uzaydan inip kötülük yapmaya başlamış bir parti aniden kötü olmaya karar vermiş.
Neden Gülen ve talebeleri bir Gergerlioğlu olamıyor, olamadı ve olamayacak? Bylock konusunda, Bankasya konusunda, Sendika konusunda kimin karar verici olduğunun açıklanmaması müthiş bir erdemsizlik ve vicdansızlık göstergesi. Tabi bunu görebilmek için erdemin ne olduğu bilmek gerekiyor, hırsıza yaptığın erdemsizlik dediğinde bunu kabul etmeyecektir. Şeffaflık, cesaret, adalet, vicdan bu gibi erdemlerin içini doldurmadığımız daha tanımını yapamadığımız için bugün arkasından gittiğimiz insanlarda bunu zerresinin olmadığını göremiyoruz. Kendi zaaflarımız onlarda olmadığı için hayran kalabiliyoruz ama onlarda en büyük zaaflar var, Zweig’ın bahsettiği yönetme arzusu, iktidar hırsı, baş olma, emir verme, tüm bilgilere gizli konuşmalara hakim olma arzusu, en tanınmış en güçlü kişi olma arzusu… Bunlar sıradan insanların tatmadığı tatlar, küçük çocuğa dondurmayı tattırmazsanız hiçbir zaman dondurma istemeyecektir. Hiçbir zaman bir dondurma görünce yiyen biriyle aynı duyguları, arzuları hissetmeyecektir. Sıradan insanlar olarak biz de o koltuklara oturmadığımız için onun tadını bilemeyiz. Ama görünen o ki, günde yüz vakit namaz kılan kişiler bile o imtihanı kaybediyor. Zweig iki kişinin ismini vermiş sadece o koltuğu bırakan. Aslında Hz. Muhammed (sav) vefat ettikten sonra iktidar savaşları başlıyor, sahabeler niye savaştı, niye Cemel, Kerbela oldu? İnsanın en büyük zaafı tam olarak nedir? Bunlar çok açık olmasına rağmen biz görmedik bu kısımlar ile ilgilenmedik, iktidar hırsına kardeşlerini bebekleri öldüren padişahları içki içmedikleri için, namaz kıldıkları için evliya yaptık öyle olunca nerde bu hastalığa yakalanmış kişi var bizim için Kuran okuyup namaz kılması yetti.
Zweig niye okumalıyız, çünkü 100 yıl önce her şeyi keşfetmiş, ama etrafını ikna edemediği için ya da sesi yeterince çıkmadığı için bir Hitler, o ve onun gibilerin tüm dünyasını yerle bir etti. En büyük sorun iktidar arzusu, kimin içki içtiği, kimin sigara içtiği, kimin çok yemek yediği, kimin ne giydiği, ne yaptığı vs. bunlar kişilerin problemi bunlara baka baka en büyük sorunu göremedik.
Fouché görevinden ayrılmış olsa bile polislik hizmetini fahri olarak sürdürür ve her hafta kulağına gelen bilgileri Napoleon’a paylaşır. Hiç değilse böyle, hala daha dünyanın kaderi üzerinde egemen olduğunu, iktidar ediyorum duygusunu hissediyordur.
Napoleon kendisine muhalif olan ve sürgüne gönderdiği bir lideri, korkularını dizginleyemediği için dayanamaz ve idam ettirir. Bu hareketiyle ülkeye bir anda korku ve endişe, hoşnutsuzluk ve nefret egemen olur. Öyle olunca yeniden polis teşkilatını kurmak zorunda kalır ve Fouché 45 yaşında tekrar gelir.
Fouché mükemmel bir hizmetkardır ama tek kötü yönü koşulsuz teslimiyet ve sadakat göstermez. Asla uşak olmayı kabul etmez. Napoleon’un sarayında çoktandır düşündüklerini söyleme ortamı ortadan kalkmıştır, herkes yalakalık yaparak düşüncelerini saklamaktadır. Arkadaşları ve bakanları ona “Sire (Hükümdar)” diye hitap eder. Fouché artık onun yanına resmi kıyafetle, yakalarını ilikleyerek gitmek zorundadır ve konuşmadan önce saygıyla eğilir önünde. Fouché hiçbir emre itiraz etmez, ama sonradan emirleri de uygulamaz. Tehdit altındaki kişileri uyarır sonra operasyon yapar, bazen eli mahkumsa bunu o kişilere söyler ve Napoleon’un takdiri der. Diğer yandan tüm iyi şeylerin kendi inisiyatif almasıyla olduğunu söyler.
Fikirlerini Napoleon’a söyleyemediği için “Kanaatimce” gibi sözler ile söze başlayınca Napoleon onun fikirlerini aşağıladığı için, o da resmi raporları kendi fikirlerince değiştirir ve benim fikrim değil efendim raporlar böyle yapılmasını uygun görüyor der. Napoleon’un kız kardeşinin tüm pisliklerini ona rapor olarak sunar ve Napoleon’un suratının renkten renge girmesini keyifle izler.
Napoleon onu sürekli azarlar, kral katili olduğunu Lyon kasabı olduğunu sürekli vurgular. Her işte onu azarlar daha iyi yapmalısın diye. Ama Fouché aşırı soğukkanlıdır, hiçbirini umursamaz, bir tane bile mimiği oynamaz azarlar karşısında.
Napoleon’un her sırrını bilir, eşi onun casusudur, hizmetkarları onun casusudur, tüm bilgiler onda toplanır, istediği kısmı Napoleon’a iletir. Evlilik dışı kaçamaklar yaptığında, kaçamak yaptığı kadın eğer başkasıyla görüşürse bunu gelir Napoleon’a rapor eder ve senin kaçamaklarını da biliyorum mesajını verir.
Fransa artık barış istemektedir. Napoleon ise bir Büyük İskender olmak ister. Artık onun kafası çok karışmıştır, alışılmamış o kadar çok zafer kazanmıştır ki reel ölçülerini artık kaybetmiştir. Bir yandan yüzbinlerce insanın ölümü, diğer yandan tarihe geçen büyük eylemler, Napoleon artık sadece efsane olmak istiyordur.
Napoleon bir süre sonra savaşma yeteneğini kaybediyor yani reel ölçüleri yok oluyor. Çok zafer kazanıyor güç sarhoşu oluyor. Gülen Cemaatinin de aşırı büyümesi ve güçlenmesi sonrasında reel ölçülerini kaybettiğini halkı doğru okuyamadığını ve güç zehirlenmesine maruz kaldıklarını düşünüyorum.
En aptal çiftçinin bile anlayacağı şeyi artık Napoleon anlayamaz. Ülkeyi felakete sürükler. Şenlikler, operalar, can sıkıcı bürokratik konuşmalar artık ona zevk vermez, dünyayı bir satranç tahtası gibi görür ve ordularıyla sürekli hamle yapar, hazinenin altınlarla dolması ve zaferler ona zevk verir. Halk müthiş hoşnutsuzdur, sürekli birileri orduya alınır, insanların çocukları Napoleon’un fantezilerine kurban gider.
Napoleon bu tutumu, birbirine hiç sevmeyen iki danışmanı olan Fouché ve Talleyrand’ı bile birleştirir. Talleyrand devrime tepeden inen bir soylu çocuğudur, tembeldir, çalışmayı hiç sevmez, her türlü zevki tatmıştır biraz da yönetici zevkini tatmak için siyasete girmiştir, parasını kadınlara, ziyafetlere, sanata, lükse harcar.
Fouché, Talleyrand’ın ciddiyetsizliğine, savurganlığına, tepeden bakan soyluluğuna, tembel ve umursamazlığına öfkelenir. Talleyrand da ondan nefret eder. İkisi birbirinden nefret ettiği için de sürekli birbirlerini denetlerler ve birbirlerinin açıklarını ararlar. Napoleon bu iki bakanının rekabetinden yararlanır ve bu sayede ikisinin de dizginlerini elinde tutar.
Napoleon, 1805’te Avusturya ve Rusya’yı yenmiş. 1807’de Prusya’yı parçalamış ve Almanya ve İtalya devletlerini kendine bağlamıştır. Aptal kardeşi Joseph de bir ülkenin kralı olmak istediği için hiçbir sebep yokken İspanya’ya saldırır. Napoleon ileride kendini aptallara feda ettiğini itiraf edecektir.
Napoleon İspanya’ya sefere gider. Paris’te ise Fouché ve Talleyrand’ın birleştiği dedikodusu hızla yayılır. Bu iki düşman bakanın birleşmesi Napoleon’a baş kaldıracakları anlamına gelir. Bu dedikodular Napoleon’un kulağına kadar gelir ve hızla Paris’e döner.
Önce Fouché’yi kapalı kapılar ardında bir güzel azarlar, daha sonra daha büyük lokma olan Talleyrand’ı herkesin ortasında azarlar, küfür eder, İspanya savaşından onu sorumlu tutar ve tüm karizmasını yerle bir eder. Ertesi gün Talleyrand’ın bakanlığı geri alınır ama Fouché kalır.
Napoleon 1809’da tekrar Avusturya ile savaşa girer ve Paris’ten uzaklaşır. Fouché ise onun yokluğunda tek başına bir işe girişir. İngilizlerin çıkarma yapma ihtimalinden dolayı seferberlik ilan eder ve bir ordu kurar. Diğer bakanlar ve özellikle savaş bakanı bu karara karşı çıkar ve önce Napoleon’a haber vermek gerektiğini belirtirler. Fouché ise acil karar alınması gerektiğini belirtir ve seferberlik ilan eder. Bakanlar onu Napoleon’a şikâyet eder. Fouché ise kurduğu orduya Napoleon’ın nefret ettiği sürgündeki bir generali atar ve ordu İngilizlere karşı zafer kazanır.
Tabi bu zafer, Fouché’ye büyük bir şöhret ve güç kazandırır. Napoleon ise Fouché’yi şikâyet eden diğer bakanlar ve başkana kızarak onların adım atmamasını eleştirir.
Fouché bir emiriyle koca bir ordunun toplanıp savaşmasından müthiş bir haz alır ve tekrar bir seferberlik emri verir ve Marsilya kıyılarına İngilizler çıkabilir diye orduyu oraya gönderir. Ama İngilizler o kıyıya çıkış yapmaz. Napoleon onu değirmenlerle savaşan Don Quijote olarak niteler ve azarlar. Napoleon gene de başarısından dolayı zaten Kont unvanı olan Fouché’ye Otranto dükü unvanını da verir. Bir zamanların yılmaz komünisti şimdi bir dük olmuştur.
Napoleon gibi bir adam ortaya çıktıktan sonra etrafındakilerin sadece iki seçeneği vardır, ya onun kölesi olacaklardır ya da rakibi.
Napoleon barış yanlısı değildir ama halk da savaşmaktan yorulmuştur, Fouché Napoleon tarafından son verilen İngiltere ile barış görüşmelerine gizli gizli devam eder. Eğer müzakere sağlanırsa hem Napoleon karşısına gururla çıkmayı hem de halkın sevgisini kazanmayı düşünmektedir. Ama işler yolunda gitmez Fouché’nin yaptığı görüşmeleri Napoleon öğrenir ve arkasından iş çevrilmesine, onun otoritesine saygı duyulmamasına çok sinirlenir. Bakanlarını toplar ve bu durumu onlara anlatır ama hiçbiri Fouché aleyhine bir şey demez, çünkü Napoleon’dan sonra en çok Fouché’den korkmaktadırlar ayrıca hepsi savaştan bıkmıştır. Ama Napoleon, Fouché’yi görevden alır ve yerine başka birini polis bakanı olarak tayin eder. Halk nazarında, barış görüşmeleri yaptığı için cezalandırılan Fouché müthiş bir sevgi kazanır.
Fouché tabi bu görevi hemen teslim etmez, tüm gizli evrakları gizlice kendi şatosuna taşır, bazılarını yakar ve yeni polis bakanına sadece işe yaramaz bilgileri bırakır. Ne tecrübesini ne biriken bilgiyi teslim etmez. Napoleon bu duruma aşırı sinirlenir ve uyarı üzerine uyarı gönderir ama Fouché elinde hiçbir belge olmadığını yineleyerek belgeleri yakmaya devam eder. Bunun üzerine Fouché sürgün edilir ve Paris’e girişi yasaklanır.
Fouché ilk defa hayatında panik yapar ve ne yapacağını bilemez, Amerika’ya kaçıp kendini güvene almak ister. Napoleon ile konuşmaya çalışır ama buna imkân yoktur. Ama Fouché’nin eşi gizli belgeleri Napoleon’a teslim ederek Fouché’nin hayatını kurtarmıştır. Ve Fouché 3. Sürgününe çıkar, itibarsız, makamsız ve 3 yıl süren bir sürgün…
Fouché, sürgünde rahat durmaz, her şeyden haberdar olmakla ilgili alışkanlığı onun peşini bırakmıyordu. Eski dostları vasıtasıyla Paris’ten sürekli rapor ve bilgi topluyordu.
İster yönetme arzusu deyin ister istihbaratçılık merakı, Fouché bu zaafını asla bırakamıyor, belki de zevkini. Her şeyi kontrol etmek her şeyi bilmek belki onu Tanrı gibi hissettiriyor. Tüm Fransa’yı bir satranç tahtası olarak görebiliyor, her şeyi bilerek hamleler yaparak en zengin oluyor yetmiyor en güçlü, en sevilen, en korkulan kişi olmak istiyor. Çoğu insan ya 60 yaşında bir ihtiyar, bu yaştan sonra dünyayı yönetse ne olacak, kendi halinde hayatında hiçbir zevki olmamış, tutumlu geçinmiş, iyi bir aile babası olmuş, insanlara tepeden bakmayan bir fani ihtirasları bitmiştir diye düşünebilir. Hayatında hiç dondurma yemeyen biri nasıl onu arzulamazsa, köydeki bir çiftçi de Fouché’nin arzularını anlayamayacaktır. Ona baktığında hayatta başarılı olmuş, çok da bir zaafı olmayan, kendini geliştirmiş, hatta Hıristiyanlığın günah saydığı çoğu şeye karşı dirençli birini görecektir, adeta onu Aziz sanacaktır. Peki, Fouché’in her şeyi bilme ve yönetme istediği büyük bir günah diyebilir miyiz? Aslında dinler bu alanı yasaklıyor ve insanları zinaya yaklaşmayın tarzı uyarıyor da Fouché mi o yasağı delmiş? Tarikat ve cemaatlerde tek adam en tepede tüm sistemi yönetmesini hiç büyük bir günah olarak gördük mü? Tam tersi kült anlayışında nasıl padişah dün o koltuğu hak ediyorsa, onu Allah seçtiyse bugün de din adamlarını Allah seçti ve o koltuğa oturdular değil mi? Tarikatlarıyla ilgili her türlü bilginin de kendilerine akması ve o koltukta tüm dedikodulardan tut, tüm bilgilere vakıf olmalarını da hiç günah görmedik, hatta Tarikat devletin içine girmişse Gülen cemaati gibi devletin de tüm bilgilerinin akmasını hiç garipsemedik. Daha doğrusu garipsedik, devletin bilgisi akmamalı dedik, ama sanki diğer bilgilerin akması çok normaldi.
Bunlar normal şeyler diyebilirsiniz ama bir uyuşturucu bir kumar gibi insanı esir alıyor, o şey insanı esir aldıktan sonra insan kendi ihtiyaç piramidinde o şeyi en temele yerleştiriyor. Nasıl uyuşturucu içen biri için uyuşturucu en temel ihtiyaçtır, onu elde etmek için her şeyi yapabilir. Fouché gibi insanlar için de yönetmek ve her şeye vakıf olmak en büyük ihtiyaçtır, onu elde etmek için her türlü omurgasızlığı yapar her türlü suçu işler gözünü kırpmadan insanları öldürür.
İnsanı mahvedecek birçok şey var, maalesef bunlardan kurtulmak da kolay değil. Çok okuyup bilinçli olmak sürekli özeleştiri yapmak, diğer insanlara kulak vermek gerekiyor. Öbür türlü gözü yaşlı aksakallı ton ton amcaların farkında olmadıkları tüm ahlaksızları yaptıklarını görüyoruz. Farkında değiller çünkü sadece dine bakıyorlar ve din onlara belli başlı şeylerin günah olduğunu söylüyor. Bunca insanın emeği ve parası olan bir Hizmet hareketinde eleştirilere kızıyorlar, sorunları çözeceklerini söylüyorlar ama onlar alttaki kişiler tarafından seçilmiş değil üstten Gülen tarafından atanmış kişiler. Bunun ahlaksızlık olduğunu, kul hakkı olduğunu göremiyorlar. Dünyada artık böyle anti demokratik yapıların kalmadığını göremiyorlar.
İlk sürgünde ilk iki çocuğunu kaybetmiştir bu sürgünde de hayat arkadaşı, eşini kaybeder. O sadece dar aile çevresinde kendini güvende hisseden yalnız bir adamdır. Taş kalpli Fouché’nin eşini kaybettikten sonra ilk kez sarsıldığı hissedilir.
Yeni polis bakanının beceriksizliğinden dolayı dostları onun Paris’e dönmesini ister. Ama o ilk kez bu makamı talip olmayı reddeder ve iktidarın artık bir cazibesi olmadığını belirtir. Ama Napoleon ısrar eder çünkü Rusya seferinde koca orduyu hezimete uğratmış ve donarak ölmelerine neden olmuştur. Bu yenilgi üzerine Fransa’nın kontrolündeki tüm devletler isyan eder, artık Fransa tökezlemiştir ve bu fırsatı kaçırmak istemezler. Napoleon’un kardeşlerini ve akrabalarını ülkeden kovarak tekrar bağımsızlıklarını ilan ederler: İspanya, Hollanda, İtalya ve Prusya…
Napoleon aslında Fouché’ye görev vermek istemez, bu zor anlarında onu yanında tutmak ister ki arkasından bir iş çevirmesin, onu rehin olarak almak ister. Ama savaşa gittiğinde bu sefer Fouché’yi imparatorluğun en uç topraklarındaki görevlere atar. Kendi de bir yandan savaştan savaşa girer. Fouché mecbur görevine gider ama Napoleon’un savaşları kaybetmesi ve artık düşman ordularının Paris’e yaklaşmasıyla Napoleon’un düşeceğini anlar ve Paris’e doğru yola koyulur.
XVIII. Louis kral olmuş ve yeni hükümet Talleyrand’ın liderliğinde eksiksiz kurulmuştur. Fouché geç kalmıştır tüm bakanlıklar dolmuştur, kimse ona koltuğunu bırakmak istemez. Ama bu hükümet çok sürmez Napoleon Elba Adası’ndan çıkar ve 600 adamıyla Paris’e doğru yürüyüşe geçer.
Napoleon’u durdurması için Kral’ın gönderdiği general de Napoleon’un safına geçmiştir. Fransız halkı 20 yıl aradan sonra Kral’ı başlarında görmek istemiyordur. Kral cumhuriyetçileri kazanabilmek için içlerinden biri olan Fouché’yi yanına almak ister ve ona bakanlık teklif eder. Ama çok geçtir, Fouché kaybedenlerin yanında olmak istemez. Tabi Kral bu duruma sinirlenir ve Fouché’yi tutuklatma emri verir. Tabi kurnaz Fouché kendini tutuklatmaz ve polislerden kaçar.
Fouché Kralın kendisine karşı olan tutuklatma emrine sevinmiştir, bu emir Napoleon’a karşı olan sadakatini gösterecektir. Ama tabi ki onu çok iyi tanıyan Napoleon asla o sadakate inanmaz. Napoleon’a göre o herkesten daha kurnaz biridir.
Napoleon geri döner ve artık etrafında eskisi gibi güçlü insanların kalmadığını görür, çoğu kişi onun hükümetine geçici olarak bakıyordur ve tarafsız durmayı seçerler. Napoleon bunun üzerine Fouché’yi polis bakanı olarak atamak ister ve Fouché’de bunu kabul eder.
On yıllık amansız bir düşmanlık çoğu kez vasat bir dostluktan daha gizemli bir biçimde bağlar insanları. Napoleon ile Fouché arasındaki ilişki de böyledir. Napoleon “Hakiki ve mükemmel bir tek hain tanıdım, o da Fouché’dir” der.
Napoleon dönmüştür ama otoritesi çok zayıftır, merkezi otorite sarsılmış, eski dostları ondan uzaklaşmıştır. Napoleon kendi çıkarı için vatanı feda etmek istiyordur, ülke ise kendini bir adamın çıkarı için feda etmek istemiyordur. Fouché ise tüm bunların ortasında tüm taraflar ile müzakere yaparak 100 gün boyunca dengeleri gözetir.
Napoleon Fouché’ye asla güvenemez, verdiği bilgilerin gerçek mi olduğu yoksa onu yönlendirmek için mi olduğunu asla bilemez. Fouché asla elindeki tüm kartları göstermez ve her zaman kendi çıkarını ön plana koyar. İkisi de birbirinin peşine gizli polisler takar. İkisi de birbirinin etrafındaki adamları satın almaya çalışır. Napoleon onun yüzüne karşı hain olduğunu söyler, Fouché ise ben o kanıda değilim diyerek dalga geçer. Ama bu güçsüz halinde Napoleon, ne onu görevden alabilir, ne de ona bir şey yapabilir. Ama Fouché bilir ki Napoleon son savaşını kazanırsa, ilk yapacağı iş onu görevden almak olacaktır.
Napoleon Waterloo’da kaybeder. Fouché hiç vakit kaybetmeden bu adamın Paris’e döndüğünde diktatörlüğünü ilan edeceği yönünde kulis yapar ve milletvekilleri ile görüşür. 60 bin Fransız daha ölmüştür, eğer durdurulmazsa 100 bin kişilik tekrar ordu toplayıp gene savaşacaktır.
Napoleon döndüğünde diktatörlük talep eder, eğer tüm güçler kendisinde toplanırsa savaşları kazanacağını ülkeyi kurtaracağını iddia eder. Her şey Fouché’nin dediği gibi çıkmıştır. Belki de Napoleon tarih karşısında tüm suçu milletvekillerine atmak için böyle bir talepte bulunur, istediğimi vermedikleri için yenildik demek için.
Napoleon’a karşı olan hoşnutsuzluk giderek büyür, artık onun için istifa vakti gelmiştir. Hemen istifa ederse hem kendi özgürlüğünü hem de oğlunun tacını korur. Ya da direnir ve meclis ile bir savaşa girebilir.
Napoleon yapılacak en kötü şeyi yapar ve zamana oynar ve beklemeyi tercih eder, ne bir darbe ile meclisi yok eder ne de istifa eder, sadece bekler. Mecliste açıktan kendisi eleştirilir, konuşmasına tepki verilir ve bu olaydan sonra istifa edeceği düşünülür. Ama dünyada hiçbir şey iktidara veda etmekten daha zor değildir.
Fouché’nin sabrı tükenmiştir, meclis buyurgan bir tavırla istifa etmesi gerektiğini söyler Napoleon’un. Fouché bu haberi imparatora iletir ve onun istifa dilekçesini alır ve mecliste götürür. Napoleon’un gitmesiyle hemen 5 kişiden oluşan bir geçici hükümet kurulur, nihayet Fouché 1. adam olabilecektir. Meclisten en çok oyu almasa bile kurnazlık ile rakiplerini ezerek sonunda 56 yaşında geçici hükümetin başındaki kişi olmaya başarır. Napoleon orduların başına geçmeyi talep eder, koca imparator hiç değilse küçük bir general olayım gene de bir makamım olsun arzusundadır, Fouché hemen onu sürgün eder ve isteğini kabul etmez.
Fouché pazarlıklara girişir ülkenin yönetimini en güçlü grup olan Kral’a tekrar vermeyi düşünmektedir. Karşılığında da bir bakanlık almayı istemektedir. Teklifi kabul edilir ve Kralın ordularıyla kansız bir şekilde Paris’e girmesine izin vererek yönetimi ona devreder. Geçici hükümetteki diğer kişiler bir kere daha hain Fouché tarafından kandırılmıştır.
Bir zaman kiliseleri yağmalayan Fouché Kral XVIII. Louis’e Tanrı adına bağlılık yemini eder. Kral ondan nefret etmektedir. Sonuç olarak Kralın abisini zamanında ölüme göndermiştir.
Kral toplu af ilan etmeyi düşünmektedir ama etrafındaki kraldan çok kralcılar muhaliflerin idam edilmeleri ve sürgün edilmeleri konusunda onu ikna eder. Kral bu işi Fouché’ye bırakır ve Fouché elebaşlarından oluşan kırk kişilik bir liste sunar. Ama Kral kabul etmez herkesin sürgün edilmesini istemektedir. Fouché binlerce insanı idam ettiren kişi olmak istememektedir, eski dostlarına idama göndererek tüm ilişkilerini yıkmak istememektedir. Fouché istifa etmez ve Krala boyun eğerek upuzun bir liste ile tüm arkadaşlarını ölüme gönderir.
Kralın etrafındakiler Fouché’den nefret etmektedir. Bir önceki Kralı Jakobenler öldürmüş ve ailesine de işkence etmişlerdir. Kralın akrabaları o dönemki Jakobenlerden geriye kalan Fouché’nin sürgün edilmesini ister ve Kral da kardeşinin katili Fouché’yi görevden azleder.
Fouché’nin ilk yaptığı döneklik kariyerinin sonunda Fouché’nin önüne çıkar ve kral katili olduğu için Fransa’dan kovulur. Vatansız, lanetli, bir sürgündür artık, eski dostlarına diğer ülkelerin polis bakanlarına, krallarına mektuplar yazar ama kimse onu ülkesinde istemez. Artık düşmüştür ve kimse de düşeni istemez. Tekrar evlendiği genç eşi onu aldatır, herkesin acıyarak baktığı biri olur, karısı kendi gibi genç biriyle aşk yaşamaktadır.
Bu yazı hem kitap özeti hem de kitap incelemesi şeklinde olacaktır.
Kitap biyografi kitabı olduğu için gayet detaylı ve uzun bir özet çıkardım. Kitap özeti yazarken kafamda bu tarz, içinde özeti de barındıran, kitabın her noktasını ele alan yazılar yazmak vardı. Bu yazı önceki 3 yazıma nazaran tam olarak kafamdaki konsepti yansıtıyor. Ortalama bir yazı en fazla 2000 kelime oluyor. Bu yazı ise 9780 kelimedir.
Neden Stefan Zweig?
Zweig benim en sevdiğim yazarlardan biridir, ilk olarak can sıkıntısından hikayelerini okumaya başlamıştım. Hikayeleri diğer hikayelerden farklı olarak karakter analizlerine, psikolojik derinliklere sahiptir. Bu yönüyle hikayelerini çok realist bulmuş ve etkilenmiştim. Daha sonra biyografi, tarih kitaplarını ve otobiyografisini okudum. Zweig’ın çoğu fikri, hayata bakışı, yaşadıkları beni çok etkiledi ve onda kendimi buldum. Orta sınıf bir Yahudi çocuğu olan Zweig, kendisine hayran kaldığım ve kendisinden insanlık öğrendiğim ilk Yahudi’dir. Zweig bu hayatta çok mücadele etmiş, insanlık adına çok şey yapmıştır ama en son kötülerin döktüğü kanlar ve başına gelenlerden dolayı ümitsizliğe kapılarak intihar etmiştir. İntihar dinimizde büyük bir günah olmasına rağmen, Zweig’ın intiharı beni çok etkiledi ve onu bu açıdan iyi anladığımı düşünüyorum. Onun intiharı dünyadan hiçbir beklentisi olmayan sadece iyi olmaya çalışan ama kaybeden bir yorgun savaşçının intiharı gibi… Bugün dilleriyle dünyanın zerre kıymeti yok deseler de dünyaya tapan onca insan varken, millete din dersi verirken ihtirasları, güç arzuları için her şeyi yapan onca insan varken, Zweig’ın intiharı bana dünyayı gerçekten konaklama yeri olarak görmüş biri olduğunun delili gibi geliyor.
Joseph Fouché - Kitap Özeti ve İncelemesi
Joseph Fouché, Stefan Zweig’a göre zamanının en güçlü ama bütün zamanların en tuhaf adamıdır. Hangi görüşten olurlarsa olsunlar çoğu Fransız tarihçi Fouché’i kötülerler, hiç kimse tarafından sevilmez bir tiptir. Balzac tarafından önemli bir karakter olarak görülene kadar da tarihin arka sayfalarında kalmış, çağdaşları Napoleon ve Robespierre’e (Jakoben lider) nazaran önemsiz bir figür olarak görülmüştür.
Gerçek hayatta üstün kişilikler ve safiyane idealler çok nadiren başarılı olurlar. Önemli olan çok daha değersiz ama becerikli türlerdir. Fouché de işte böyle bir tiptir.
Fouché 1759’da Fransa’da denizci bir ailede dünyaya gelir. Fransa’da şartlar eşit değildir. Halkın alt tabakasından gelen kişiler senelerce çalışsa bile en fazla onbaşı olabilirler, başka bir seçenekleri yoktur. Fouché gibi zeki kişiler için hiçbir şekilde önce çıkma imkânı yoktur. O da tek şansı olan kiliseye girer. Kilisede eğitimini tamamlayarak matematik ve fizik öğretmeni olma imkanını yakalar. Rahip yemini etmez. Öyle olunca fazla yükselemez. O bir kimseye ya da herhangi bir şeye geri dönüşü olmayacak şekilde bağlanacak bir karakterde değildir.
20’li-30’lu yaşları arasında on yıl boyunca manastırın koridorlarında hayatını geçirir Fouché. Bu zaman dilimi ölü gibi gözükse de ona çok şey katmıştır. Suskun kalabilme tekniğini öğrenmiştir. Her olay karşısında yüzü hep aynıdır, hiçbir zaman öfke patlaması ya da duygusallık yaşamaz. Yüzü, hareketleri, ses tonu hiçbir zaman bir renk vermez. Manastır yıllarında Cizvit tarikatının kurucusunun metotlarıyla iradesini terbiye etmiş ve yüzlerce yıllık papazlık sanatının birikimi olan hitabet sanatını da en iyi şekilde öğrenmiştir. Tıpkı Fransız devriminin 2 büyük diplomatı (Talleyrand, Sieyes) gibi o da kiliseden gelmedir. Demir gibi sert bir iradesi vardır, lükse ve debdebeye önem vermez, şahsi duygularını sonuna kadar gizleyebilir.
Sinirlenen siyasetçilerin nasıl medya tarafından linç edildiği, rasyonel konuşmayanların nasıl sözlerinin çarpıtıldığı malumunuzdur. Bu açıdan soğukkanlı hiçbir şekilde duygularını belli etmeyen bir insan hem iyi siyasetçidir hem de duygularını belli etmediği için kısa sürede yükselebilir, amirlerinin nefretini üzerine çekmez.
Kaderin cilvesi olarak Fouché, Avukat Robespierre (Napoleon kadar önemli bir figürdür, ileride kim olduğu anlatılacak) ile özel bir dostluk kurar. İlişkileri enişte kayınbirader olma yolunda ilerler. Ama nişan bozulur ve Fouché ile Robespierre arasındaki öfkenin ilk tohumları orada atılır.
O zamanlarda insan hakları her yerde tartışılmaya başlanmış, politika her yere girmiştir. Fouché de kiliseden ayrılarak bir kulüp (partilerin ilk hali tahminim) kurar ve ateşli konuşmalar yapmaya başlar. Bulunduğu kasaba tüccarlar şehridir, öyle olunca Fouché ılımlı bir politika izler, köleliğin kaldırılması gibi radikal söylemlerde bulunmaz. Hızlı bir şekilde burjuva sınıfına kapağı atmak için çirkin ama zengin bir tüccar kızıyla evlenir. Bu üçüncü toplumsal tabaka ona göre yakında en önemli sınıf olacaktır.
1789 yılında Fransız Devrimi olmuştur. Fouché, Konvansiyon meclisi (TBMM gibi) için adaylığını koyar ve seçmenler neyden hoşlanıyorsa onu vaat eder. Fouché ticareti koruyacağını, insanların servetlerini koruyacağını, huzursuzluk çıkaran radikallere (komünistler) izin vermeyeceğini belirtir. Çünkü tüccar şehrinde rüzgâr soldan değil sağdan esmektedir. Tüccarlar radikal değişikliklerden korkmakta ticaretlerini yapacakları istikrarlı bir ortam istemektedir.
Sol, sağ, muhafazakarlık kelimeleri yıldan yıla ülkeden ülkeye değişse de ilk ortaya çıkma zamanlarında, sağı burjuva yani tüccarlar temsil eder. Ticaret yaptıkları için radikal değişiklikler istemezler, kâra odaklanırlar ve kârlarını artıracak politikalar ve istikrar isterler. Kralı ise istemezler, sonuç olarak kral tek adamdır ve istediği kanunu özellikle vergi kanunu koyabilmektedir, onlar ise kanunları kral değil biz belirleyelim, vergileri azaltalım derdindedir. Sonuç olarak onlar şanslıdır ve kendilerinden güçlü tek otorite olan kralı yıktıktan sonra onlar için devrim bitecektir. Kimse hak hukuk için devrim yapmaz, herkes kendi çıkarını gözetir.
Sol ise radikaldir çünkü komünizmi ister. Komünizm sadece kralın gitmesinden ibaret değildir, birçok değişikliği beraberinde getirir. Aslında sol kralı istemez, ama kral gittikten sonra yerine burjuva yani işçilerin patronları gelirse kral gider diktatörler gelir düşüncesindedirler. Bir işçi için kral ya da burjuvanın yönetimde olmasının bir farkı yoktur. Her şeyi kökten sorgularlar mesela neden asgari ücret vardır ve neden ilk sermayeyi getirip fabrikayı kuran ama çalışmayan patron kârın büyük bir bölümünü alırken sürekli orada çalışıp çarkların dönmesini sağlayan onlar karın tokluğuna çalışmak zorundadır? Bu düzeni kim belirlemiştir? O gün için bu düzene karşı tek karşı çıkan sistematik düşünce komünizm olduğu için komünist takılırlar. Dinler bu sistemi sorgulamaz, din adamları da genelde kral ya da burjuvanın yanındadırlar. Öyle olunca komünistler dini afyon olarak görürler ve bu sistemin devam etmesi için işçileri kandıran bir düşünce biçimi olarak sınıflandırırlar. Asgari ücret alan bir işçi kiliseye gittiğinde rahip ona sabret ahiret daha önemli derken, aynı rahip bir burjuva ile ziyafet çekebiliyordur. Aynı şekilde kralın egosundan dolayı çıkan bir savaştan dolayı, rahip Hıristiyanlık için cihat edeceğiz diye işçilere vaaz verebiliyordur. Ama komünizme göre neden bir işçi, düşman olan ülkenin işçisi ile savaşıp öldürürken veya ölürken, yani krallarının satranç tahtasında piyon olurken, cihat etmiş olsun ki? İnsan insan değil midir neden savaşacaklardır? Onların kazancı var mıdır bu savaşta? Kendi ülkesinin kralı mı ona yakındır yoksa başka ülkenin kendisiyle aynı hayatı yaşayan, aynı şeyi yiyen, aynı şeyi giyen işçisi mi?
Fouché, 32 yaşında muhafazakâr söylemler ile aday olur, tipsiz, sıska, hortlak suratlı bir adamdır. Ruhen de tip olarak da soğukkanlı, soğuk bir surata sahiptir. Kaba tutkuları yoktur, kadınlara, kumara ilgi duymaz. Şarap içmez. Hovardalıktan zevk almaz, kaslarını hareket ettirmez, masa başında çalışır hep. Sinirlerinin ona hükme geçmez, tensellik onu baştan çıkaramaz. İnsanlar bir açık verene kadar pusuya yatar. Ne tehdit ne öfke onu yıldıramaz. Napoleon ve Robespierre bu taştan sükunetin karşısında dağılacaklardır.
Stefan Zweig zeki, iradesi demir gibi, hiçbir zaafı olmayan, İslami açıdan baktığımız da belki hiçbir günahı işlemeyen Fouche gibi bir kişiyi yazmıştır. Çünkü bu kişiler kötü olursa sıradan kötüler gibi değildir, dönemlerine damga vuran en büyük kötülerdendir. Kalvenizm’in kurucusu Jean Calvin de böyle biridir. Onu da başka bir kitapta inceleyen Stefan Zweig’ın böyle kişilere ilgi duyduğunu düşünüyorum. Çünkü bu kişiler filmlerde gördüğümüz kötü karakterlere benzemez. Hiçbir şeye zaafları yoktur, yolsuzluk yapmaya çalışmazlar, paraya bir zaafları yoktur. Cinselliğe bir zaafları yoktur, kesinlikle eşlerine sadık ya da hiç evlenmemişlerdir. Eğlenceye karşı bir zaafları da yoktur, eğlenmezler demir gibi iradeleri vardır. Bu insanlar sırf karakterlerindeki kötülükten dolayı kötülük yaparlar. Hiçbir çıkarları yoktur. Belki en büyük ve tek zaafları, güç ve yönetme ihtiraslarıdır. Onu engelleyemedikleri için, ona ulaşmak ve asla kaybetmemek için yapmayacakları şey yoktur.
Bu tip kişiler adli suçlulara benzemez. Pragmatist olsalar da her renge giren çıkarcı gündelik hayatta gördüğümüz kişiler kadar da basit değildirler. Kesinlikle bir hedefleri vardır ve o hedefe cesurca giderler. Korkaklıktan değil, rasyonel oldukları için her renge girerler.
Böyle insanları bir Mercedes’e binerken göremezsiniz. Öyle bir hatayı asla yapmazlar. Yapmadıkları için toplumun orta ve üst kesimini de kandırabilirler.
Fouché de Cizvitlerin öğretileriyle nefsini terbiye etmiş ve demir gibi iradeye sahip olmuştur. Günümüzde bu tarz kötü kişilere örnek aklıma gelenler önce Fethullah Gülen sonra da bazı tarikat liderleri (bazı dedim çünkü çoğu tarikatın lideri zaaflarını gizleyemiyor bile en başta paraya zaafları var), nedense Jean Calvin’in anlatıldığı Vicdan Zorbalığa karşı kitabını okuduğumda da aklıma Gülen geldi. Çünkü Gülen’in de demir gibi bir iradesi var ve sıradan hiçbir şeye zaafı yok. İslam açısından da büyük günah sayılan ne paraya, ne içkiye, ne eğlenceye, ne şehvete, hiçbirine girmemiş. Böyle olunca iyi insanları da çok rahat bir şekilde kandırabiliyor. Siz onu tutup eleştirdiğinizde size, sen önce üç saat uyu ve şu zaaflarını yen diyebiliyorlar.
Gülen sürekli "uçmak kaçmak keramet değil" der. Aynı şeyi tarikatlar da söyler: "en büyük keramet istikametini korumaktır" diye. Peki istikamet nedir? Aslında kast ettikleri, kişinin İslam’ı nasıl yaşadığına bak asıl keramet o olduğudur. Dediğim gibi Gülen’e baktığınız da hiçbir sıkıntı göremezsiniz, namazlarını saatlerce dosdoğru kılar, az yer, az uyur, az konuşur, hiçbir günaha karşı meyli bile yoktur. Ama işte kaçırdığımız nokta böyle insanlar da kötü olabilir. İradesi demir gibi diye onu örnek almamak gerekiyormuş. İrade başka, ahlak başka çünkü. İslam’ın günah saydığı çoğu husus irade ile ilgili. İradesi güçlü olan biri tüm o günahlardan uzak durur, bizim gibi güçsüz iradeliler de onlara imrenir ve onları üstün kişiler sanır. Zweig’ın bu kitaplarını o açıdan çok önemli buluyorum, buradaki kötüler ne hayatta ne filmlerde gördüklerimize benzemiyor. Tamamen davranışlarıyla kötü olduklarını belli ediyorlar, eğer o davranışları işlemeseler dıştan bakınca evliya gibiler. Dıştan bakınca evliya gibi olduklarından dolayı yarın o kötü davranışı işlediklerinde ya "yapmamıştır iftiradır" diyoruz ya da "yaptıysa da ondan daha mı iyi bileceğiz demek ki zaruretti gerekliydi" diyoruz. Ağlayarak saatlerce namaz kılan, Allah deyince titreyen bir kişiye bile güvenmemek gerekiyor. Kötülük ve ahlaksızlık başka bunlar başka şeyler. Neden kötülük yapıyorlar? Hepsinin farklı nedenleri var, ama özlerinde küçük birer Tiran ruhlular. Filmlerde bu kişileri göremeyiz çünkü kendilerini anlatan filmlere bile müdahale edecek kadar güçlüler ve en tepedeler.
Fouché bir entrika müptelasıdır. Karışıklıklardan ve fişlemelerden müthiş zevk alır. Ömrü boyunca ağır başlı, namuslu, görevine bağlı memur profilinin arkasına saklanmıştır.
Ancak ve ancak tarihe derinlemesine bakanlar, Napoleon’un gerisinde duran, çağı biçimlendiren, her şeye karışan bu adamı fark edebilir.
1789’da krallığa son verildikten sonra burjuvalar için devrim bitmiştir. Ama radikaller hala daha yeni durumdan memnun değildir, kral gitmiştir ama onların durumu değişmemiştir. Onlar ateizme ve komünizme varan topyekûn bir devrim isterler. Radikal proletaryanın öncüleri Jakoben Marat, Danton ve Robespierre’dir. Kraldan sonra diğer güçler olan parayı ve Tanrıyı da devirmek isterler. Kraldan sonra egemenlik halkın meclisindedir. Peki meclisteki Jirondenler yani ılımlı burjuva mı yoksa radikal proletarya mı kazanacaktır?
Jakobenler= Radikaller= Proletarya= Komünistler=Bolşevik= Sosyalist= Sol
Jirondenler=Ilımlı=Burjuva= Muhafazakâr= Sağ
Fouché ilk gün oyları sayar, kafasında tartar ve ılımların daha güçlü olduğuna kanaat getirir. Ama başlarda sivrilmez, ön planda durmaz, hala daha rüzgârın yönünü tayin etmeye çalışmakta, olayları izlemektedir.
Bir devrim asla öncülere, onu başlatanlara değil, onu bitirenlere ve bir ganimet gibi yerde sürükleyenlere aittir.
Mısır’da Müslüman kardeşlerin yenilgisi ve Sisi aklıma geldi. Devrimi başlatan gruplar bir bir iktidardan dışlandı ve biri (Sisi) geldi kazanımlara kondu. Tabi bu kolay olmadı çünkü devrimi halkın birleşmesi sağladı, eski diktatör devrildikten sonra da böyle bir güce karşı kimse duramazdı, o yüzden önce Müslüman kardeşlere iktidar verildi ve diğer liberal ve sol gruplara onların elinden zulüm yapıldı. Ve eski diktatörü yıkan koalisyon bir bir dağıtıldı, bunun üzerine güç tekrardan orduya geçti, daha doğrusu ordu despotluk ile halkı idare edecek noktaya geldi. Devrimcilerin istedikleri şeylerin hayal olduğunu, onlara gösterdiler. Umutlarını ve güçlerini kırıp kendilerine razı ettiler. Çünkü birleşmiş halk dağıtıldı ve birbirine düşman hale getirildi. Artık kimse Müslüman kardeşlere güvenemez hale geldi ve onların demokrasi değil şeriat ve diktatörlük getireceğine inandı. Yan yana duramazlardı artık çünkü, Müslüman kardeşler iktidara gelince meydanda hala reform yasaları geçene kadar biz meydandan gitmeyiz, Mübarek devrilsin diye değil reformlar olsun diye devrim yaptık diyen halkı polis ile dağıttı, dövdü, öldürdü (polis ile halk karşılaşırsa illaki ölümler olur ve oldu). Dün omuz omuza sokaklarda gösteri yaptıkları bir gruba (Müslüman Kardeşler) iktidar verilince, sizin de sesiniz çok çıkıyor, işte biz geldik biraz bekleyin, reformları yapacağız ama evinize dönün, böyle olmaz, istikrar lazım bize diyen o gruba güvenmediler; o grupta zaten skandal yasalara imza atıp, polisi dünkü kardeşlerinin üstüne saldı. Askerde sadece bekledi, birbirlerine düştüklerinde darbeyi yaptı.
Güçlü olduğunu bilmek Fouché’ye yeter. Nişan ve kıyafetlere ihtiyacı yoktur. Aşırı hırslıdır ama şöhret peşinde değildir. Geride durup sözde liderleri etkisi altına almak onun için kafidir. Jirondenler devrilir, Fouché kalır. Jakobenler devrilir Fouché kalır. Direktuvar, konsüllük, imparatorluk, krallık ve yeniden imparatorluk yıkılır ama Fouché hep baki kalır.
Kral tutsaktır hala, daha idam edilmemiştir. Mecliste kralın durumuyla ilgili oylama yapılacaktır. Ilımlı burjuva yaşamasından yanadır, radikaller ise idam edilmesinden. Fouché de bir ılımlı olarak kralın neden yaşaması gerektiği hakkında konuşma hazırlar. Radikaller kaybedeceklerini bildikleri için halkı örgütlerler ve kraldan nefret eden halk meclisin etrafını sarar. Ilımlılar bu durumundan korktuğu için birlikleri bozulur ve oylamada dik duramazlar. Sıra Fouché'ye gelmiştir, Fouché ılımların azınlıkta kaldığını hesaplar ve kaybeden tarafta asla olamayacağı için kral için ölüm der. Bu onun ilk resmi dönekliğidir ve ileride de hep kral katili olarak anılacaktır. Bu durumu düzeltmek için birçok yazı yazacaktır ama nafile. (Rüzgârın yönü değişince kral katili olarak anılmak kötü olacaktır)
Fouché ertesi gün kimseyi ikna etmeye uğraşmaz, baskın çıkmaya çalışır, karşı tarafa düşünmeye fırsat vermeden saldırır ve aşağılar. Daha dün kralın affını savunan bir yazı hazırlayan Fouché, ertesi gün radikal Jakobenlerden bile daha sert bir manifesto ile kralın ölümünü savunur. Bir anda en radikal Jakobene dönüşür.
Meclis, devrimi (1789) kırsalda savunması için 200 milletvekilini seçer ve onları taşraya gönderir. Her türlü yetkiyle donatılan bu kişiler gittikleri yerlerin küçük tirancıklarıdır. Her ne kadar birçok yetki ile donatılsalar da üstlerindeki Kamu Güvenliği Komitesine karşı sorumludurlar ve şikâyet durumda giyotine giderler. Yani gittikleri ilin hem valisi, hem hakimi, hem savcısı, hem belediye başkanı, hem emniyet müdürü, hem de garnizon komutanıdırlar. Yeter ki merkeze çok şikâyet edilmesinler, yereldeki nüfuslu kişilerin öfkesini üzerine çekmesinler. Sonuç olarak artık kral yoktur, ülkenin yönetimi de Meclis’e kalmıştır, Meclis de ilk iş milletvekillerini diğer illere yönetici olarak atar.
İlk kez cumhuriyete geçildiğini unutmamak gerekiyor, daha cumhurbaşkanı, hükümet, başbakan, bakanlar gibi şeyler yoktur.
Bu yönetim biçimi aslında diktatörlük için çok elverişlidir. Yetkileri çok geniş kişileri, merkezden uzağa yani taşraya atasanız bile sizin fikirlerinizden ayrı hareket edemezler. Çünkü şikâyet durumunda onlara en ağır cezayı vereceğinizi bildikleri için şu an yerimde diktatörümüz olsa ne yapardı, ben de onu yapmalıyım diye hareket ederler. Halkın malına çöken onları yargılayan idama mahkûm eden bir hâkim de aynı şekilde boynu giyotinde kendi kaderini beklemektedir. Müthiş yetkileri de olsa eğer diktatörü memnun edemez ise o da bir anda her şeyini kaybeder ve aynı duruma düşer. O yüzden bu sistemde en tepedeki kişinin kötü olması yeterlidir. Diğer her insan aslında emir kuludur, kendileri yaşamak için başkalarını öldürürler. Stalin’in iç işleri bakanı gibi, tüm sürgün edileceklerin listesini o tutar, istese bir kişiyi o listeden çıkarabilir ama Stalin bunu anlarsa kendi ismi de o listeye yazılır, o yüzden en yetkili ama çaresiz bir emir kuludur. Böyle bir sistemde sizden en nefret eden insanları bile bir er gibi kullanabilirsiniz. Sağ görüşlü bir diktatör varsa sol görüşlü binlerce bürokrat sağ görüşlü olmaya mecburdur. İlla bir diktatöre de gerek yok, kanunlar ile de bunu sağlayabilirsiniz. Nasıl bir kanun herkesi bağlıyor, herkes o kanuna göre karar vermek zorunda kalıyor. Siz de yapacağınız bir kanun ile herkesin elini kolunu bağlarsınız. Üniversitelerde başörtüsünü yasaklayan bir kanun düşünün ve bunun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmediğini düşünün, rektörler bu durumda ne yapabilir ki, hepsi birer ere dönüşür. Yargıtay’ın Bylock kararından sonra, hangi hâkim Bylock delil değildir diyebilir ki, zaten Yargıtay öyle bir karar gelirse o kararı bozup geri göndereceğini önceden deklare ediyor. Sonuç olarak cumhuriyete geçilse bile, öncelikle sağlam kanunlara ihtiyaç var, yoksa herkes bir kişinin iradesine tabi olur. Kişilerin kanunların iradesine tabi olması gerekir ve o kanunların da insan haklarına uygun olması gerekir. O kanunların ileride karizmatik bir lider tarafından değiştirilmemesi için de kuvvetler ayrılığı gerekir. Yani öyle bir sistem kuracaksınız ki baştan güzel olacak ve o güzelliğin ileride değiştirilmemesi için de kimseye çok fazla yetki vermeyeceksiniz. Kimse devlete tam anlamıyla hakim olamayacak. Yürütme ve Yasamayı alsa bile Yargıya hakim olamayacak. Anayasa basit bir kanun gibi %50+1 ile değiştirilmeyecek. Sistemi baştan kötü kurarsanız ve değişmemesi için önlemler de alırsanız, bu sefer de tam tersi olur. Değiştirmek için çok geniş çapta koalisyonlar yıllarca mücadele eder ve en sonunda değiştirir. Ama onu değiştiren artık o kadar güçlü olmuştur ki, ülkede ne isterse onu yapar.
Fouché de o 200 milletvekilinden biri olarak gönderilir. Gittiği yerde şimdi en sert Jakoben olmuştur. Jakoben liderleri Danton ve Robespierre’in dokunulmaz ilan ettikleri kilise ve özel mülkler konusunda bile Fouché onlar gibi çekimser kalmaz. Daha dün ılımlı bir burjuva iken şimdi Jakoben liderlerden bile daha radikaldir. Radikal sosyalist ve Bolşevik bir program koyar. İlk ve net komünist manifestoyu Karl Marx’dan önce aslında o yazmıştır.
“Yeryüzünde hala mutsuz olan tek bir kişi kalmışsa bile özgürlük, yoluna devam etmeli, ilerlemeye devam etmelidir.” Bu etkili sözler Fouché’in komünist manifestosundan alınmadır.
Fouché bildirisinde zenginlerin her zaman kendilerine farklı bir insan gözüyle baktığını, zenginlerin imtiyazlarını devam ettiren, sadece burjuva devrimi olarak kalan devrimlerin, kralın ölmesi ama yeni tirancıkların doğması olduğunu belirtir.
“Cömert ve cesur davranın, her vatandaştan ihtiyaç duymadığı ne varsa çekip alın, zira fazla olan her şey açıkça halkın haklarının ihlalidir.” (Fouché’in komünist manifestosundan) (Komünistlerin karanlık yüzü, iş pratiğe gelince zenginlerin mallarına çökerler ve intikam almasınlar diye onları öldürürler)
Fouché rahiplerin dini alanların dışında dini kıyafetler giymelerini yasaklar. Bu mağrur zümrenin yeniden eski Hristiyanlığın masumiyetine yönlendirilmesi gerektiğini belirtir. (Halkın rahiplerin kıyafetlerini sırf intikam ve gıcıklık için, onları aşağılamak için yasaklanmasını istediğini düşünüyorum, zamanında krala verdikleri desteğin faturası için. Kıyafeti soyluluk simgesi gibi görüyor olabilirler, buradaki tepkisel bir hareketin 200 yıl sonra Türkiye’de başörtüsünün yasaklanmasının mazereti olması nasıl bir cahilliktir, aslında o da tepkiseldi.)
Fouché rahiplerin bekaret zorunluluğunu kaldırır ve zorunlu evlenmeleri için de 1 aylık süre tanır. Hristiyan usulü cenaze törenlerini kaldırır, haçları, çarmıhları, aziz heykelleri kırıp döker. (Fouché zaten kendi rahip yemini etmiyor, yani rahip yemini edince evlenemiyorsunuz bir daha. Ona göre zaten bu bir saçmalık, bir nevi onlara iyilik yaptığını da düşünüyor olabilir. Ama Fouché insanların iyiliği için bir davranışta bulunmaz. Tabi evlenmek zorunda kalan rahipler açısından büyük bir acı yaşanmıştır.)
Kiliseden aldığı tüm altın şamdanları, som madenden haçları merkeze gönderir. Ateist vaazlar verir.
Fouché bunları fanatiklikten yapmıyordur, hala gerçekçi ve hesaplıdır, ne kadar çok servet elde eder ve onu da merkeze gönderirse o kadar iyidir. Yeni kurulan cumhuriyetin paraya ihtiyacını olduğunu bildiği için onları memnun etmek ve kendi yıldızını da parlatmak için tüm kazancı merkeze gönderir. Zenginlerden de çöktüğü malları merkezdeki kamu güvenliği komitesine göndererek, onların takdirini kazanır. Merkezde artık Lyon kasabı olarak anılır. Kral katili unvanından sonra bir de Lyon kasabı unvanını kazanır.
Görüldüğü gibi Fouché ilk katı laikliğin temellerini atmıştır. Dünyada hala Fransız tipi olarak geçen bu laiklik sistemini Türkiye de örnek almıştır. Görüldüğü gibi aslında kral devrilmiş ve halk büyük bir öfkeyle zenginlerin de iktidarına son vermek istemiştir. Kilisenin yıllardır bir otorite olması diğer yandan kraldan kalan artıkları toplayan çakal konumunda olması onları kraldan sonraki en örgütlü güç olan kiliseyi de yıkmaya zorlamıştır. Fransa bu nedenlerle katı bir laiklik ile aslında dini değil kiliseyi yıkmaya çalışmıştır. Fouché’nin gene “Yeryüzünde hala mutsuz ola tek bir kişi kalmışsa bile özgürlük, yoluna devam etmeli,” sözü aslında solculuğun temel manifestosudur. Yani herkes mutlu olmalı, devlet halkın her bir ferdi içindir, bu olana kadar devrim yapılır ve yönetim değiştirilir diyor Fouché. Peki Türkiye’de neden sol, dinsizlik olarak algılanıyor ya da neden başörtü düşmanı solcular var. Aslında Fransa’da da gördüğümüz gibi kilise o zaman örgütlü ve kralın gitmesiyle en büyük güç haline geliyor, zaten kralın eski suç ortağı da olduğu için aslında solcular halkın yanında ve kilisenin de otoritesini kırarak halkı kiliseden de kurtarmak istiyorlar, tekrardan cadı avları yaşanmasın diye. Yani sol dine karşı olarak çıkmamış, kiliseye karşı olarak çıkmış. Gene de Fouché vaazlarında ateizmi övmüştür. Ama unutmamak lazım Fouché radikallerin en radikalleri konumundadır. Yani sadece kiliseye karşı olmak zaten radikalizmdir, bu yetmez o daha da ileri gidecektir. Nietzsche gibi Türkiye’de din düşmanı bilinen kişilerin bile, kiliseye karşı olduğunu, yeri geldiğinde İslam’ı takdir ettiğini okumuştum. Türkiye’de de din düşmanlığı ve tarikat, cemaat düşmanlığı ile karıştırılmaktadır. İkisi kesinlikle aynı şey değildir. Kilise nasıl güçlenince diğer yorumları ve ekolleri bastırıyor farklı düşünceyi engelliyor. Aynı şekilde İslam’da da belli bir cemaat güçlendiğinde ilk işi diğer cemaatlerin üstüne çökmek farklı İslami yorumları baskılamak oluyor. Cübbeli Ahmet ile Mustafa Öztürk arasında yaşananlar gibi. Bu tartışmaları dışardan izleyen ramazanda orucunu tutup, Cuma namazına giden, Allah’a inanan bir seküler ülkücü kesinlikle cemaatlere karşı olacaktır, dine değil. Aynı şekilde ordudan 28 Şubat’ta atılanlar için “X tarikatı (Fetö’nün başka kolu)” gibi ifadeler kullanıyorlar. Bu ifadeden bireysel dindara karşı değiller, tarikata üye olana karşılar gibi bir argüman çıkarmamak gerekir. Çünkü üst düzey generaller kendi mahallesinin çıkarlarını öne almak için dindar mahallere çıkarı gereği karşı olabilir, ama halka ve kendi Kemalist tabanlarına bu durumu doğrudan diyemiyorlar. Bu da aslında çoğunluğun din ile problemi olmadığını gösteriyor. Olsa çünkü açık açık konuşurlardı. Tabi nasıl Fouché kiliseyi yağmalarken, ateistliğinden yapmıyor, bu tip siyasi olaylar da tamamen siyasal çıkarlarla ilgili. Başka bir mahalleyi yok edip, pastadaki payını korumakla ilgili. Fransa’da nasıl burjuva ve Jakobenler pastayı paylaşmak ve büyütmek yerine, diğerinin tabağındakini almaya çalışıyor, Türkiye’de öyle. Görünür birçok sebep olsa bile kazıdıkça işin arkasından en son bu sebebin çıkacağını düşünüyorum. Yani bir yüzbaşı altındaki teğmenin siyasi görüşünü sevmediği için de onu irticacı diye üstüne rapor etmiş olabilir, ya da bunu rapor etmesem benim başım belaya girer diye de olabilir. Ya da gerçekten tarikat liderlerine gıcık olduğu için altındaki teğmenin tarikata bağlı olmasını yakıştıramaz ve ihbar eder. Ama büyük resimde böyle bir irticacıları hadi fişleyin politikasının arkasında mahalle kavgası ve siyasi çıkar yatmaktadır. Ne kimse vatan haini Masondur, ne kimse Pakraduni ajandır, ne de kimse ateistliğinden bunu yapar. Kabil’in Habil’i öldürmesindeki gibi aslında her şey net ve berraktır ve tek bir sebebe dayanır. Kabil ne ajandır, ne işbirlikçi, ne Ermeni, ne Mason, ne Dönme, ne Vatan Haini, ne Rum, ne ateist sadece kendi çıkarını düşünen bir insandır.
Lyon Ayaklanması Fransız Devrimi’nin en kanlı anlarından biridir. Hayalperest, devrime körü körüne bağlı biri, şehirde isyan çıkması üzerine suçlu ilan edilir ve idam edilir. İdama merkezi yönetimin (Jakoben ağırlıklı) karşı çıkması üzerine idam yerel yönetim (burjuva ağırlıklı) tarafından gerçekleştirilmiştir. Bunun üzerine merkezi yönetim bir orduyla Lyon şehrine gönderir ve yerel kuvvetleri bozguna uğratır. İbret olsun diye de tüm şehrin yıkılması ve insanların idam edilmesi için Fouché’yi gönderirler.
Fouché içgüdüleri ve zekasından ötürü kendi hayatı tehlikeye girmediği sürece insan hayatına önem verir. Ancak kendi hayatı ya da çıkarı tehlikeye girdiğinde başka bir insanın hayatını ya da kaderini önemsemez. (insanların %90’ı gibi) Tıpkı Lenin gibi idamdan tiksinir ama politik düşmanlarını idam ile köşeye sıkıştırmayı ister.
Cinayetin canavar tohumu, öldürmeyi düşünsel düzlemde onaylamaktan doğar. Halkı coşturmak için söylenen radikal söylemler, jargonlar bir süre sonra halkı etkiler. Bu sefer halk sizin hain dedikleriniz için idam ister. Bu durumda da korkak liderler istemeye istemeye idamları onaylarlar. Lider kendi yarattığı iradeye köle gibi boyun eğer. Politik cinayetler de böyle ortaya çıkar.
15 Temmuz için de ilk günlerde askerler pişmanız, ölümleri kesinlikle onaylamadık, böyle olacağını bilmiyorduk demişlerdi. Sonra galiba ifadelerini geri aldılar. Aynı şekilde darbe emir komuta içinde olacaktı, ölüm olmayacaktı gibi hafiften darbeyi bilenler kendilerini savunmak için böyle bir argüman ortaya koyabiliyor. Zweig’in sözü ise gerçekten bu durumu anlatıyor. “Öldürmeyi düşünsel düzlemde onaylamak” katil olmak için yeterlidir. Yani 200 km hız ile araba sürüyorsanız zaten önünüze çıkacak her yayayı öldürmeyi göze almışsınızdır ve umurunuzda değildir tıpkı darbe yapmak gibi.
Politik cinayetler de böyle ortaya çıkar söylemi bana Hrant Dink’in ölümünü hatırlatıyor. Sonuç olarak medyada hedef gösterilmiş, tehdit edilmiş biriydi ve bir gün biri çıktı onu öldürdü. Onu hedef gösterenler büyük ihtimal bu cinayeti onaylamamışlardır, zaten cinayeti işleyen ile hiçbir örgüt arasında bağ bulunamadı. Yani tetikçi aynı zamanda planı yapandı. Şu an bu cinayetin arkasında Fetö var derken de Fetö organize etti manasında değil, görevi ihmal ederek engellemedi manasında diyorlar. Dink’in yakınları o dönem onu tehdit eden hedef gösteren, milliyetçiliği yaygınlaştırıp, Ermeni düşmanlığı üretenlerin de katille birlikte yargılanmasını arzu ediyorlar.
Görüldüğü gibi bu insanlar realist ve rasyonel hareket eder. Halkın nabzını tutarlar, halkın fikirlerine göre yani rüzgârın yönüne göre hareket ederler. Bu kişileri ikna etmek için halkın fikirlerini değiştirmek gerekir. Manyak ve cani oldukları için değil pragmatist oldukları için böyle yaparlar.
Fouché de korkusundan, ılımlı olarak görülüp gözden düşmeyeyim diye bu görevi kabul eder. Şehre gittiğinde idam edilen şehit için önce bir tören düzenlerler. Bu sırada kiliseyi yağmalayan bir grup devrimci eşeğe papaz kıyafeti giydirmiş, kuyruğuna da incili bağlamıştır. Törende intikam yeminleri edilir ve ertesi gün 60 kişi idam edilir. Sonraki günlerde 2 bin burjuvayı idam ettirir. Ama merkezde rüzgâr ılımlıların lehine esmektedir, öyle olunca infazları durdurur ve jakobenlerin üzerine gider. Bunun üzerine merkeze yargılanmak üzere çağrılır, suçu fazla insancıl olmaktır. Lyon kasabı olan Fouché bir anda Lyon halkı gözünde kurtarıcı olarak görülmeye başlanır. Hainlere adalet için ölüm sloganıyla öldürdüğü onca insanın suçunu ileride yanındaki arkadaşına yükler ve kendisinin her zaman bunlara engel olmak istediğini belirtir. Merkeze dönmeden önce idamları gerçekleştiren cellatlarında idamına hükmeder. Çünkü iz bırakmak istemiyordur.
Fouché merkeze gelir. Merkezde jakoben lider Robespierre tüm gücü ele geçirmiş ve parti içi muhalifleri bir bir temizlemiştir. Hem partide tek etkin kişi odur, hem de bu sayede devlette en etkili kişi odur. Fouché’yi de sevmediği için onun da idamını ister. (Robespierre’in kız kardeşi ile nişanı bozması + meclisin ilk zamanında burjuvanın yanında olması + son olaylarda infazları durdurup jakobenlerin üzerine yürümesi, aşırı radikal ve ateist olması, Robespierre’in kendi Tiran fıtratı gibi nedenler bunda etkilidir)
Robespierre kendi cumhuriyet anlayışını, devrim anlayışını, ahlak anlayışını, hatta dini anlayışını hayata geçirmek ister ve bunu insanlık uğruna kutsal bir görev addeder. Onun gibi düşünmeyen herkes haindir. Farklı düşünen herkes de idam edilmelidir. Robespierre Fouché’e gibi ateizmi savunmaz, din konusunda orta yoldan gidilmesi gerektiğini savunur. Robespierre geleneksel Hıristiyanlığa da, içi boş materyalizme de karşıdır.
Fouché merkeze geldikten sonra yargılamaya çıkmadan önce güç devşirmeye çalışır. Vekiller ile dostane ilişkiler kurar. Kurduğu ilişkiler sayesinde Jakoben kulübünün lideri olur. Tabi bu durum Robespierre’i çileden çıkarır. Onun gücünü hesaplamamış ve düşmanını küçümsemiştir. Derhal mecliste bir konuşma yaparak böyle bir adamın Jakoben kulübünün başkanı olmayacağını belirtir. Vekiller Robespierre’e katılmasa bile hepsi ondan korkuyordur, çünkü bir emriyle istediği kişiyi giyotine gönderebilir. Fouché başkanı olduğu kulüpten derhal atılır. Artık Fouché’nin kalemi kırılmıştır ve giyotine doğru yol alır.
Kitapta Fransa’nın yönetiminden pek bahsetmese bile Kral gittikten sonra güç meclise geçmiş daha sonra Jakobenler mecliste gücü sağlayıp politikayı etkilemişlerdir. Bir süre sonra da güç kamu güvenliği komitesine geçmiştir. Robespierre de oranın büyük ihtimal başkanıdır ve bir süre sonra kendi diktatörlüğünü kurmuştur. Türkiye’deki ilk TBMM gibi başta ülkeyi tamamen meclis yönetir, meclis oyla bakanları, başkanı falan atar istediği zaman da görevden alır. Şu anki Türkiye gibi hükümet, meclisten güçlü değildir, daha hükümetleşme ve partileşme yeni yeni başlamaktadır. Ama mecliste illa öne çıkan figürler olur hatta partileşme olur ve parti başkanları da vardır. Robespierre de parti başkanıdır ve bir süre sonra tüm gücü elde eder. Başka biri parti başkanı olsa bile devletteki kamu güvenliği komitesi görevinden dolayı partilileri tehdit edebilmektedir.
Robespierre’nin diktatörlüğü ve korku salması, ondan herkesin nefret etmesine neden olur. Muhalif parti, kendi partisi, altındaki yöneticiler herkes ondan nefret ediyordur. Kimsenin düşüncesine saygı göstermiyor, kendine alternatif olarak sivrilen herkesi de giyotine gönderiyordur. Fouché bu nefreti olabildiğince yaymaya çalışır, vekillere ulaşıp onların sürgün listelerinde olduğunu belirtir. Gizliden gizliye ona olan öfkeyi artırabildiği kadar artırır. Robespierre de gizli polislerine Fouché’yi takip ettirir. Onların bir darbe tezgahladığını anlar ve kendi hamlesini öne alır. Önemli bir konuşma yapacak sonra da Fouché başta olmak üzere tüm muhalifleri giyotine gönderecektir.
Ama 26 Temmuz günü Robespierre konuşma yaptığında bu sefer hem kendi partisindeki hem de muhalif partideki milletvekillerinden itirazlar gelir. Ertesi gün de kendisi hain ilan ederek giyotine gönderirler.
Fouché arka planda tüm vekilleri Robespierre’e karşı ikna etmiş ve onu al aşağı etmişlerdir. Robespierre giyotine gönderilir ve öldürülür. Halk bu durumu sevinçle karşılar daha dün Fransa’nın tanrısı olarak görülen adam bugün lanetleniyor ve devrimin tüm şiddetinin faturası ona çıkarılıyordur. Onu idam edenler ise barış süvarileri olarak görülüyor ve devrim terörizmini bitiren kişiler ilan ediliyordur. Artık devrimde hataların olabildiği kabul edilmiş ve tüm fatura Robespierre’e çıkarılmıştır. Karşı devrimciler, yani sağ kanat, güçlüdür. Çünkü Jakobenler kendi liderlerini idam ettirmişler kan kaybetmişlerdir. Robespierre’e yapılan her eleştiri Jakobenlerin fikirlerine bir saldırıdır.
Fouché burjuvanın yanına geçmez, bilir ki devrim sırasında yaptıklarının hesabı sorulacaktır. Onun için tek kurtuluş sol da kalıp Jakobenlerin gücünü korumaktır. Lyon’daki vahşetten sorumlu olan herkes tek tek idam edilir, ama Fouché kendisinin emir kulu olduğunu, o insanları kurtarmak için elinden geleni yaptığını ama Robespierre’in dinlemediğini iddia eder. Bu karşı devrimcileri bir süre ikna etse de karşı devrimciler de kan istiyor ve intikam arıyordur.
Bir halk kahramanının arkasına sığınarak, onu gazlar ve yeni bir işçi isyanı çıkartarak tekrar jakobenlerin güçlenmesini arzu eder ama yöneticiler bunu erken fark eder ve halk kahramanını idam ettirirler ve Fouché’nin bu işin arkasındaki gizli beyin olduğunu anlarlar. Fouché, hakkında gelen şikayetler üzerine tutuklanır ama idam edilmeden önce kaçmayı başarır ve 3 yıl boyunca ortalıklarda görünmez ve bir nevi sürgün hayatı yaşar.
Ancak aşağıları da bilenler hayatın bütününü tanımış olurlar. İnsanlık için en anlamlı bilgiler sürgündeyken gelmiştir; büyük dinlerin yaratıcıları, nihai önemdeki sözlerini söylemeden önce çöllerin suskunluğuna çekilmişlerdir. Bir sanatçı ancak başarısız olduğunda öğrenir, bir mareşal hatalarını ancak yenilgiye uğradığında anlar, bir devlet adamı ancak gözden düştüğünde politik açıdan gerçekçi bir genel görüş kazanır. (Bir de başarısızlığa rağmen yolun kaderi diyerek suçu yola atan, aslında böyle daha iyi bakın yurtdışında büyüdük diyerek acıyı kutsayan, hüsnü zannımızın kurbanı olduk diyerek gene hiçbir hata ve ders çıkarmayan kült cemaatler var)
Fouché 3 yıl boyunca sürgünde fakir bir hayat yaşar. Robespierre ölümüyle zenginler tekrar rahat bir nefes almış ve ortaya çıkmaya başlamışlardır. Artık güç tekrar paraya geçmiştir, para tüm kapıları açmaya başlamıştır. Mahkumların ve göçmenlerin mülklerine el konur. Vurguncular ve savaş tüccarları için en güzel yıllardır artık.
Açlık başına tak eden Fouché her türlü pis işi yapar, üst düzey yöneticiler için ajanlık yapar ve onların kulağı olur. Geçmişin radikal komünisti şimdi cumhuriyetçi bankerlerin her işini yapan birine dönüşmüştür. Hem üst düzey yöneticilere ajanlık yaparak üstlere ulaşabilen biridir, hem de cumhuriyetçi bankerler ve zenginlerin bir işi olduğunda rüşvet ile onların işlerini üst düzey yöneticilere ileten bir kişidir.
Fouché’nin hizmet ettiği burjuvalardan Barras devlet darbesi yapar ve Fouché’yi de hizmetlerinin karşılığı olarak elçi olarak atar. Elçiliği de başarılı bir şekilde yapar ve Fransa’ya polis bakanı olarak döner. Bu karar zenginleri korkutmuş, jakobenleri ise sevindirmiştir. Jakobenler tekrar güçleneceklerini hayal ederler, içlerinden en sert olan devlette çok üst bir mevkiye getirilmiştir. Ama bekledikleri gibi olmaz, Fouché’nin başlıca sloganı anarşiyle (devlet burjuvalara geçtiği için komünistlere devleti yıkmaya çalışan anlamında anarşist diyorlar) mücadeledir, o bir polis bakanıdır ama burjuvaların atadığı bir bakandır, bu sefer onlara hizmet eder. Müthiş bir tutucu olur, düzen ve huzur sloganı ile basın özgürlüğüne ve her türlü eleştiriye son verir. Tabi jakobenler bu duruma hiç memnun değildir, kendi içlerinden çıkan biri burjuvaların yaptıklarını bile aratır olmuştur. Burjuvalılar jakobenlerin işçileri örgütleyip meclisi basmasından korkaklar ve Fouché’den akıl isterler. Fouché ertesi gün jakobenlerin partisini kapatır, hepsi çil yavrusu gibi dağılır ve Fransız Devrimi sona erer.
Fouché polis bakanlığında sadece kendisine verilen emirleri yapan bir er gibi durmaz. Diğer tüm bakanları, meclisi, generalleri herkesi denetler ve izletir, onlar hakkında bilgi toplar. Kendisini o makama getiren herkesi takip ettirir. Herkesin sekreteri, aşçısı ona hizmet eder. Bilgi o devir için her şeydir, tüm bilgiyi kontrol eder, rüşvet ağlarına sahip olur. Her zaman ikili üçlü oynar, tüm bilgiye sahiptir, bilgiyi istediği gibi kullanır asla direktuvar’a tüm bilgiyi aktarmaz. Her kesimi kandırır hepsine dost gibi görünür. Bazen komplo kurar, bazen engeller, bazen gizli tutar, bazen ise ifşa eder. Herkesin için tehlikeli ama aynı zamanda vazgeçilmez birine dönüşür. Kralcılara ve anarşistlere resmi toplantılarda kükrer ama el altından onları uyarır ve besler. Bu sayede yarın kim güçlenirse güçlensin onlarla iyi ilişkileri olacaktır. Bir anda tüm kesimler tarafından sevilen bir bakana dönüşür.
Görülüğü gibi asla başkasının altında çalışmıyor, en kötü durumlardan polis bakanlığına gelse bile tüm eski ideolojisini bir kenara bırakıp eski arkadaşlarını tutuklasa da hala çok cesur ve kendi çıkarları ve hedefleri için de elinden geleni yapıyor. Hiçbir zaman elindeki ile yetinmiyor.
Fouché elindeki bilgiler sayesinde direktuvar’ın yıkılacağını bilir. Direktuvar ülkeyi yöneten beş kişiden oluşan en üst mercidir. Robespierre’in idamından sonra ülkeye bunlar egemen olmuştur. Barras da o beş üyeden biridir. Üyeler birbirinin kuyusunu kazmaktadır, ekonomi kötü ordu da yenilgi üstüne yenilgi almaktadır.
Ülke bu haldeyken Bonaparte Mısır’dan kalkıp başkente gelir, Bonaparte sevilen kahraman bir komutandır, ama onun geleceğini sadece Fouché biliyordur çünkü Bonaparte’nin eşi onun casusudur, ruh hali kötü ve aşırı lükse düşkün o kadını para ile casus yapmıştır.
Ekonomi kötüdür, savaş kapıdadır ve kahraman bir general başkente gelmiştir. Herkesin aradığı lider o’dur. Herkes onun darbe için geldiğini bilir. Direktuvar’ın iki üyesi şimdiden onun yanındadır. Ülkedeki uçan kuştan haberdar olan polis bakanı ise darbeden hiç bahsetmez Direktuvar’a. Kimin güçlü olduğunu kimin kazanacağını anlayana kadar tarafsız kalır, ne darbeyi haber verir ne de darbecilere yardım eder.
Fouché, Napoleon Bonaparte ve tüm ekibini yemeğe davet eder, darbenin tüm kurmay takımı polis bakanının evinde yemektedir. Herkes yemekteyken Başkan Gohier de yemeğe gelir. Napoleon ve ekibi acayip tedirgin olur, o an oracıkta tuzağa düştüklerini düşünürler. Fouché ise bu durumdan acayip zevk alır. Raskolnikov’un sorgu hâkimi gibi başkalarını tehlike altında tedirginken izlemek onun en büyük zevklerinden biridir. Fouché orada ikili oyununu gösterir acaba aptal olan kimdir? Darbeciler mi yoksa Başkan mı?
Napoleon’un darbe yapacağı gün mışıl mışıl evinde uyur Fouché. Başkan’ın çağırmasıyla onun yanına gider ve darbeyi önceden haber vermediği için azar işitir. Fouché ikili oynamaya devam eder. Direktuvar’ın iki üyesi Napoleon’un yanındadır. 1 üyesi de rüşvet ile satın alınmıştır. Darbenin ilk günü Napoleon’un lehine geçer. Fouché de polis teşkilatını hazırda bekletir eğer darbe başarısız olursa direk darbecileri tutuklayarak kahraman olacaktır, yok başarılı olursa hiçbir önlem almadığı için gene Napoleon’un önemli bir bakanı olacaktır.
Napoleon savaş alanında müthiş bir generaldir. Ama kürsüye çıkınca konuşmayı bilmez sinirlerine de hâkim olamaz. Savaş tanrısı benim yanındadır gibi sözler söyler. Buna rağmen akşama darbe başarılı olur ve Napoleon konsül olur. Halk darbenin başarılı olduğunu polis bakanı sayesinde öğrenir. Cumhuriyet, kahraman General Napoleon tarafından kurtarılmıştır.
Halk arasında Fouché’nin dönekliği skeçlere konu olur. Ama insanlar ondan korkup itaat ettiklerini sürece gülmelerinin bir önemi yoktur, Fouché böyle şeylere takılmaz, hesaba kitaba gelmeyecek biri olduğunun bilinmesi onu memnun eder.
Fouché’i dilencilikten kurtarıp yanına alan, Napoleon’u da sıradan bir asker olmaktan yetkili bir generale atayan Direktuvar üyesi Barras, sürgün edilir. Tarihin en büyük nankörlüğü o gün yaşanır.
Fouché polis bakanlığına devam eder, ülkede kısa sürede asayişi sağlar, başarılı ve enerjik bir bürokrattır.
Fransız ordusu büyük bir yenilgi alır ve bu durum hemen Napoleon’un liderliğini sorgulamaya açar. Fouché’ de tabi ki sadık kalmamış hemen tarafsız statüye geçmiştir. Neyse ki savaş kazanılır ve Napoleon öncekinden çok daha güçlü bir halde geri gelir ve kendini gözden çıkaran bakanını görevden alır ve o günden sonra Fouché’ye asla güvenmez.
Kılıçla kurulmuş her iktidar ilk yenilgide yok olmaya mahkumdur. Kan soyu ile iktidarın devri olmadığı sürece her zaman tahtı sallanır.
Napoleon tek başına iktidar olmamıştır, hırslı aile klanıyla birlikte iktidar olmuştur. Aile üyeleri sürekli yükselmek isterler, Napoleon’a hırslı tırnaklarını geçirirler ve onunla birlikte yükselmeye bakarlar, tüm dünyayı yönetmek isterler. Cumhuriyetten tekrar krallığa geçilmesini ve ailenin sınırsız iktidarını talep ederler. Napoleon’un eşini boşayıp bir hanedan kızı alarak, veraset sistemine geçmesini isterler.
Napoleon, tüm dürüst ve cumhuriyet yanlısı kişileri terörist ve anarşist diye tutuklatır. Fouché’e Cumhuriyete sadık olduğu için Napoleon’un eşini destekler.
Bir gün Napoleon’a suikast düzenlenir ve Napoleon bu saldırıdan kurtulur. Napoleon saldırıdan dolayı Fouché’i sorumlu tutar ve görevini yapamadığı için onun üzerine yürür. Fouché’nin, hala saldırganları bulamamış olması onu çileden çıkarmıştır. Napoleon’a göre bu saldırıyı Fouché’nin eski arkadaşları Jakobenler yapmıştır ve Fouché de onları korumak için saldırganları bulmuyordur. Fouché saldırıyı ısrarla başka bir grubun yapmış olabileceğini dile getirir, Napoleon da onu haşlar. Artık herkes yeni polis bakanının kim olacağını tartışmaktadır. Napoleon’un ailesi Fouché’nin gözden düşmesinden memnundur.
Napoleon’un ısrarıyla Fouché 130 Jakoben’in isim listesini çıkarır ve Napoleon’a verir. Kimi idam edilir, kimi de sürgün edilir. 14 gün sonra Fouché asıl faillerin kralcılar olduğunu ortaya çıkarır ve onu aptal gören gözden düşmüş gören herkes şok olur. Napoleon ona hayran kalır ama onu sevmez. Zira otokratlar hatalarına haksızlıklarına dikkat çeken kişilere karşı asla minnet duymazlar. Krallar kendilerinin zaafını görenleri ve kendilerinden daha zeki çıkan danışmanları sevmezler. O yüzden bir savaşta kralın hayatını kurtarıyorsanız ilk fırsatta kaçmanız gerekir (Plutarkhos hikayesi).
Napoleon zamanla dilinin altındaki baklayı çıkarır ve ömür boyu konsül olmak istediğini beyan eder. Halk onu ömür boyu konsül seçer ve monarşi tekrar başlar.
Napoleon ve klanı haz etmedikleri sinsi Fouché’yi bir şekilde saf dışı etmelidirler. Ama bu adam onun ve ailesinin tüm kirli çamaşırlarını bilir, o yüzden kabaca incitilmeden onore edilerek görevinden alınmalıdır. Polis bakanlığından alınmaz onun yerine polis bakanlığı komple ortadan kaldırılır. Yerine onu senatör olarak atar ve Fouché’ye yüklü miktarda para ve arsa bırakır, entrikacı bu adamın elleri boş durmamalıdır, para vererek bu kumar düşkünü adamı oyalayacağını düşünür. (Napoleon kendi fikri galiba Fouché’nin kumar düşkünü olması)
Fouché kendisine verilen parayı ustaca büyütür, eski bağlantıları sayesinde borsadan istihbarat alarak Fransa’nın en zengin ikinci kişisi olur. Akıllı, tutumlu, usta bir kapitalist olmuştur. Tütün içmez, kumar oynamaz, kadınlara ve gösterişli şeylere düşkün değildir, normal bir insan gibi çiftliğinde yaşamaya devam eder. Ama içindeki o tutkuyu bunlar söndürmez.
İktidarın Medusa gözleri vardır bir kere bakan, gözlerini ondan alamaz büyülenir. Egemen olmanın ve emretmenin sarhoşluğunu bir kere tadan artık onun müptelası olur. Sulla ve Şarlken hariç tutulursa, on binlerce şahsiyet arasından milyonların kaderiyle oynama onları yönetme tutkusundan iç rahatlığıyla ve safiyane vazgeçen bir tane bile kişi yoktur. Bir kumarbaz kumardan, ayyaş içkiden, avcı avlanmadan Fouché de politikadan vazgeçmez.
Benim kendi tecrübelerim hayatta hem günah olarak hem bağımlılık olarak bu benim irademi zorlar deyip korktuğum şeyler, bu kitaptaki Zweig’ın anlattığı şeyler hiçbir zaman olmadı, aynı şekilde etrafımdaki insanlar da gördüğüm insanlar genel de para, şehvet, oyun, eğlence, şöhret, tembellik, uyku, yemek, lüks bu tip şeylere bel bağlıyorlar. Kimi içkiye, kimi sigaraya, kimi cinselliğe, kimi oyunlara, kimi yemeklere, kimi sosyal medyaya bağımlılık gösteriyor. Avcılar ile karşılaştığımda onların da avcılığa aşırı bağımlı olduklarını görmüştüm, avladıkları hayvanların eti zerre umurlarında olmuyor mesela, o an, o vurma hissinin verdiği zevki arıyorlar. Hatta büyük şirketlerin insanların bu bağımlılık zaafından yararlanıp, nasıl daha çok bağımlı yaparız ürünlerimize diye departman kurduğu söyleniyor. Black Mirror 5. Sezon 2. bölümde de sosyal medya şirketlerinin (Facebook, Twitter, Youtube gibi) böyle departmanlarının olduğundan bahsediyordu. Bağımlılık gerçekten bilim adamlarının her geçen gün yeni şeyler keşfettiği çok ilginç bir alan. Bir kumar bağımlısı ile kumar bağımlısı olmayan kişinin beyinleri artık aynı çalışmıyor. Sigara içen biri ne kadar nefret de etse, ne kadar saçma da gelse, tadını da beğenmese o şeyi içmeye devam edebiliyor. Din ile o kişiye sigarayı bıraktıramazsınız, tamamen bilimin alanına girmiş artık.
Etraftaki her insan da az çok böyle bağımlı olunca, olmayan kişilere karşı hayranlık besliyorsunuz. Onları üstün görebiliyoruz, ne kadar iyi Müslüman da diyebiliyoruz. Ama Müslüman sadece irade gücü mü demektir? Düzenli spor yaparak irade gücünüzü artırmak mümkün bu sayede bu saydığım bağımlılıklara düşmezsiniz bile, peki bunun İslam ile ne alakası var şimdi ahlaklı mı oldunuz? Beni Fethullah Gülen etkilerdi, az uyuması, az yemesi falan biyografi kitaplarında zaten o kadar çok üstün meziyeti var ki, aslında çoğu, onun irade gücüyle ilgili, ahlak ve cesaret gibi erdemlerle ilgili değil.
Tabi ben çok sonraları irade gücüne değil, erdemlere hayran kalınması gerektiğini anladım. İslam’da da öyle “şeyhi olmayanın şeyhi şeytan olur” mantığı hakim, bu dini bilenden öğreneceksin derler, nasıl matematiği bir öğretmenden öğreniyorsun, bu yolda da tek başına olamazsın vs. Peki kimi takip edeceğiz? Uçanı kaçanı değil, İslam’ın çizdiği yolda istikametini koruyanı derler. Peki İslam’ın istikameti ne? İşte iş oraya gelince İslam’daki ahlakı bir kenara koyarlar ve kişinin tamamen irade gücüyle yapabileceği dervişlik denilen, az uyu, az ye, az konuş, çok ibadet et, çok namaz kıl vs. bunlara bakılır. Peki ahlak? Ne ahlakı, işte adam derviş gibi değil mi? Peki bunların ahlakla ne ilgisi var? O zaman da zaten hakiki namaz kılanların en ahlaklı olduğunu böyle yaşaması için zaten üstün ahlaka sahip olması gerektiği gibi önermeler sunarlar. Tamam ama işte Gülen böyle biri ama cesaret erdemi yok, ahlak erdeminde de gene sıkıntı var, yalan söylüyor. Şeffaflık gene ahlakla ilgili, 1 gram bile yok. “Güçlünün karşısında hep adaleti savunma”, Gülen de bu da yok, konjonktüre göre hep güçlünün yanında olup kendi cemaat menfaatlerini önceliyor. Açık açık bazı şeyleri demiyor, çoğu zaman kaçıyor, Türkiye’ye hiçbir zaman gelmedi, cesaret erdemi de yok. Öleceği yere niye gelsin vs. Ben İslam’ı tartışmıyorum cesaret erdemine bakıyorum, çoğu filmde böyle kişilere hayran olmuyor muyuz? Harry Potter filminde Harry Voldermort’un yanına gitmedi mi ölmek için? Her insan zaten bunu yapabilse kahramanlar diye bir şey olmazdı. Düşündü mü yani beni öldürse gene zaten bunları da öldürecek vs. diye? Tarihteki kahraman kişiler hep böyle kişilerdir, normal insanların yapabileceği ABD’de bekleyip vaaz verme gibi sıradan şeyleri yapmazlar, öyle bir hareket yaparlar ki hayran kalırsınız. O kadar büyük irade gücü var, yüz vakit belki namaz kıldığı söyleniyor her gün, o niye böyle bir kahramanlık yapmıyor, bizi kendine hayran bırakacak bir davranış gösteremiyor? Çünkü yaptıkları irade gücüyle ilgili bir şey erdem kazanmakla ilgili değil. İslam doğrudan erdem ve ahlak kazanmanın tek kaynağı olsa, zaten ateistlerde hiçbir erdem olmazdı ki günümüzde tam tersi onlar çok daha cesur ve adil olabiliyorlar.
Bugün cemaat bazı kişilerin bu ülkede senelerdir mağdur olduğunu fark etti ve dün fark etmediği için özeleştiri yapıyor, peki dün fark eden kişilerin ortak özellikleri neler? Neden Gülen de onlar gibi değildi de AKP’yi sürekli destekledi? Sırf özeleştiri yapmamak için AKP’nin 2013 yılı öncesinde yaptıklarını deli gibi savunan cemaatçiler var, onların argümanına göre AKP 2013 yılında uzaydan inip kötülük yapmaya başlamış bir parti aniden kötü olmaya karar vermiş.
Neden Gülen ve talebeleri bir Gergerlioğlu olamıyor, olamadı ve olamayacak? Bylock konusunda, Bankasya konusunda, Sendika konusunda kimin karar verici olduğunun açıklanmaması müthiş bir erdemsizlik ve vicdansızlık göstergesi. Tabi bunu görebilmek için erdemin ne olduğu bilmek gerekiyor, hırsıza yaptığın erdemsizlik dediğinde bunu kabul etmeyecektir. Şeffaflık, cesaret, adalet, vicdan bu gibi erdemlerin içini doldurmadığımız daha tanımını yapamadığımız için bugün arkasından gittiğimiz insanlarda bunu zerresinin olmadığını göremiyoruz. Kendi zaaflarımız onlarda olmadığı için hayran kalabiliyoruz ama onlarda en büyük zaaflar var, Zweig’ın bahsettiği yönetme arzusu, iktidar hırsı, baş olma, emir verme, tüm bilgilere gizli konuşmalara hakim olma arzusu, en tanınmış en güçlü kişi olma arzusu… Bunlar sıradan insanların tatmadığı tatlar, küçük çocuğa dondurmayı tattırmazsanız hiçbir zaman dondurma istemeyecektir. Hiçbir zaman bir dondurma görünce yiyen biriyle aynı duyguları, arzuları hissetmeyecektir. Sıradan insanlar olarak biz de o koltuklara oturmadığımız için onun tadını bilemeyiz. Ama görünen o ki, günde yüz vakit namaz kılan kişiler bile o imtihanı kaybediyor. Zweig iki kişinin ismini vermiş sadece o koltuğu bırakan. Aslında Hz. Muhammed (sav) vefat ettikten sonra iktidar savaşları başlıyor, sahabeler niye savaştı, niye Cemel, Kerbela oldu? İnsanın en büyük zaafı tam olarak nedir? Bunlar çok açık olmasına rağmen biz görmedik bu kısımlar ile ilgilenmedik, iktidar hırsına kardeşlerini bebekleri öldüren padişahları içki içmedikleri için, namaz kıldıkları için evliya yaptık öyle olunca nerde bu hastalığa yakalanmış kişi var bizim için Kuran okuyup namaz kılması yetti.
Zweig niye okumalıyız, çünkü 100 yıl önce her şeyi keşfetmiş, ama etrafını ikna edemediği için ya da sesi yeterince çıkmadığı için bir Hitler, o ve onun gibilerin tüm dünyasını yerle bir etti. En büyük sorun iktidar arzusu, kimin içki içtiği, kimin sigara içtiği, kimin çok yemek yediği, kimin ne giydiği, ne yaptığı vs. bunlar kişilerin problemi bunlara baka baka en büyük sorunu göremedik.
Fouché görevinden ayrılmış olsa bile polislik hizmetini fahri olarak sürdürür ve her hafta kulağına gelen bilgileri Napoleon’a paylaşır. Hiç değilse böyle, hala daha dünyanın kaderi üzerinde egemen olduğunu, iktidar ediyorum duygusunu hissediyordur.
Napoleon kendisine muhalif olan ve sürgüne gönderdiği bir lideri, korkularını dizginleyemediği için dayanamaz ve idam ettirir. Bu hareketiyle ülkeye bir anda korku ve endişe, hoşnutsuzluk ve nefret egemen olur. Öyle olunca yeniden polis teşkilatını kurmak zorunda kalır ve Fouché 45 yaşında tekrar gelir.
Fouché mükemmel bir hizmetkardır ama tek kötü yönü koşulsuz teslimiyet ve sadakat göstermez. Asla uşak olmayı kabul etmez. Napoleon’un sarayında çoktandır düşündüklerini söyleme ortamı ortadan kalkmıştır, herkes yalakalık yaparak düşüncelerini saklamaktadır. Arkadaşları ve bakanları ona “Sire (Hükümdar)” diye hitap eder. Fouché artık onun yanına resmi kıyafetle, yakalarını ilikleyerek gitmek zorundadır ve konuşmadan önce saygıyla eğilir önünde. Fouché hiçbir emre itiraz etmez, ama sonradan emirleri de uygulamaz. Tehdit altındaki kişileri uyarır sonra operasyon yapar, bazen eli mahkumsa bunu o kişilere söyler ve Napoleon’un takdiri der. Diğer yandan tüm iyi şeylerin kendi inisiyatif almasıyla olduğunu söyler.
Fikirlerini Napoleon’a söyleyemediği için “Kanaatimce” gibi sözler ile söze başlayınca Napoleon onun fikirlerini aşağıladığı için, o da resmi raporları kendi fikirlerince değiştirir ve benim fikrim değil efendim raporlar böyle yapılmasını uygun görüyor der. Napoleon’un kız kardeşinin tüm pisliklerini ona rapor olarak sunar ve Napoleon’un suratının renkten renge girmesini keyifle izler.
Napoleon onu sürekli azarlar, kral katili olduğunu Lyon kasabı olduğunu sürekli vurgular. Her işte onu azarlar daha iyi yapmalısın diye. Ama Fouché aşırı soğukkanlıdır, hiçbirini umursamaz, bir tane bile mimiği oynamaz azarlar karşısında.
Napoleon’un her sırrını bilir, eşi onun casusudur, hizmetkarları onun casusudur, tüm bilgiler onda toplanır, istediği kısmı Napoleon’a iletir. Evlilik dışı kaçamaklar yaptığında, kaçamak yaptığı kadın eğer başkasıyla görüşürse bunu gelir Napoleon’a rapor eder ve senin kaçamaklarını da biliyorum mesajını verir.
Fransa artık barış istemektedir. Napoleon ise bir Büyük İskender olmak ister. Artık onun kafası çok karışmıştır, alışılmamış o kadar çok zafer kazanmıştır ki reel ölçülerini artık kaybetmiştir. Bir yandan yüzbinlerce insanın ölümü, diğer yandan tarihe geçen büyük eylemler, Napoleon artık sadece efsane olmak istiyordur.
Napoleon bir süre sonra savaşma yeteneğini kaybediyor yani reel ölçüleri yok oluyor. Çok zafer kazanıyor güç sarhoşu oluyor. Gülen Cemaatinin de aşırı büyümesi ve güçlenmesi sonrasında reel ölçülerini kaybettiğini halkı doğru okuyamadığını ve güç zehirlenmesine maruz kaldıklarını düşünüyorum.
En aptal çiftçinin bile anlayacağı şeyi artık Napoleon anlayamaz. Ülkeyi felakete sürükler. Şenlikler, operalar, can sıkıcı bürokratik konuşmalar artık ona zevk vermez, dünyayı bir satranç tahtası gibi görür ve ordularıyla sürekli hamle yapar, hazinenin altınlarla dolması ve zaferler ona zevk verir. Halk müthiş hoşnutsuzdur, sürekli birileri orduya alınır, insanların çocukları Napoleon’un fantezilerine kurban gider.
Napoleon bu tutumu, birbirine hiç sevmeyen iki danışmanı olan Fouché ve Talleyrand’ı bile birleştirir. Talleyrand devrime tepeden inen bir soylu çocuğudur, tembeldir, çalışmayı hiç sevmez, her türlü zevki tatmıştır biraz da yönetici zevkini tatmak için siyasete girmiştir, parasını kadınlara, ziyafetlere, sanata, lükse harcar.
Fouché, Talleyrand’ın ciddiyetsizliğine, savurganlığına, tepeden bakan soyluluğuna, tembel ve umursamazlığına öfkelenir. Talleyrand da ondan nefret eder. İkisi birbirinden nefret ettiği için de sürekli birbirlerini denetlerler ve birbirlerinin açıklarını ararlar. Napoleon bu iki bakanının rekabetinden yararlanır ve bu sayede ikisinin de dizginlerini elinde tutar.
Napoleon, 1805’te Avusturya ve Rusya’yı yenmiş. 1807’de Prusya’yı parçalamış ve Almanya ve İtalya devletlerini kendine bağlamıştır. Aptal kardeşi Joseph de bir ülkenin kralı olmak istediği için hiçbir sebep yokken İspanya’ya saldırır. Napoleon ileride kendini aptallara feda ettiğini itiraf edecektir.
Napoleon İspanya’ya sefere gider. Paris’te ise Fouché ve Talleyrand’ın birleştiği dedikodusu hızla yayılır. Bu iki düşman bakanın birleşmesi Napoleon’a baş kaldıracakları anlamına gelir. Bu dedikodular Napoleon’un kulağına kadar gelir ve hızla Paris’e döner.
Önce Fouché’yi kapalı kapılar ardında bir güzel azarlar, daha sonra daha büyük lokma olan Talleyrand’ı herkesin ortasında azarlar, küfür eder, İspanya savaşından onu sorumlu tutar ve tüm karizmasını yerle bir eder. Ertesi gün Talleyrand’ın bakanlığı geri alınır ama Fouché kalır.
Napoleon 1809’da tekrar Avusturya ile savaşa girer ve Paris’ten uzaklaşır. Fouché ise onun yokluğunda tek başına bir işe girişir. İngilizlerin çıkarma yapma ihtimalinden dolayı seferberlik ilan eder ve bir ordu kurar. Diğer bakanlar ve özellikle savaş bakanı bu karara karşı çıkar ve önce Napoleon’a haber vermek gerektiğini belirtirler. Fouché ise acil karar alınması gerektiğini belirtir ve seferberlik ilan eder. Bakanlar onu Napoleon’a şikâyet eder. Fouché ise kurduğu orduya Napoleon’ın nefret ettiği sürgündeki bir generali atar ve ordu İngilizlere karşı zafer kazanır.
Tabi bu zafer, Fouché’ye büyük bir şöhret ve güç kazandırır. Napoleon ise Fouché’yi şikâyet eden diğer bakanlar ve başkana kızarak onların adım atmamasını eleştirir.
Fouché bir emiriyle koca bir ordunun toplanıp savaşmasından müthiş bir haz alır ve tekrar bir seferberlik emri verir ve Marsilya kıyılarına İngilizler çıkabilir diye orduyu oraya gönderir. Ama İngilizler o kıyıya çıkış yapmaz. Napoleon onu değirmenlerle savaşan Don Quijote olarak niteler ve azarlar. Napoleon gene de başarısından dolayı zaten Kont unvanı olan Fouché’ye Otranto dükü unvanını da verir. Bir zamanların yılmaz komünisti şimdi bir dük olmuştur.
Napoleon gibi bir adam ortaya çıktıktan sonra etrafındakilerin sadece iki seçeneği vardır, ya onun kölesi olacaklardır ya da rakibi.
Napoleon barış yanlısı değildir ama halk da savaşmaktan yorulmuştur, Fouché Napoleon tarafından son verilen İngiltere ile barış görüşmelerine gizli gizli devam eder. Eğer müzakere sağlanırsa hem Napoleon karşısına gururla çıkmayı hem de halkın sevgisini kazanmayı düşünmektedir. Ama işler yolunda gitmez Fouché’nin yaptığı görüşmeleri Napoleon öğrenir ve arkasından iş çevrilmesine, onun otoritesine saygı duyulmamasına çok sinirlenir. Bakanlarını toplar ve bu durumu onlara anlatır ama hiçbiri Fouché aleyhine bir şey demez, çünkü Napoleon’dan sonra en çok Fouché’den korkmaktadırlar ayrıca hepsi savaştan bıkmıştır. Ama Napoleon, Fouché’yi görevden alır ve yerine başka birini polis bakanı olarak tayin eder. Halk nazarında, barış görüşmeleri yaptığı için cezalandırılan Fouché müthiş bir sevgi kazanır.
Fouché tabi bu görevi hemen teslim etmez, tüm gizli evrakları gizlice kendi şatosuna taşır, bazılarını yakar ve yeni polis bakanına sadece işe yaramaz bilgileri bırakır. Ne tecrübesini ne biriken bilgiyi teslim etmez. Napoleon bu duruma aşırı sinirlenir ve uyarı üzerine uyarı gönderir ama Fouché elinde hiçbir belge olmadığını yineleyerek belgeleri yakmaya devam eder. Bunun üzerine Fouché sürgün edilir ve Paris’e girişi yasaklanır.
Fouché ilk defa hayatında panik yapar ve ne yapacağını bilemez, Amerika’ya kaçıp kendini güvene almak ister. Napoleon ile konuşmaya çalışır ama buna imkân yoktur. Ama Fouché’nin eşi gizli belgeleri Napoleon’a teslim ederek Fouché’nin hayatını kurtarmıştır. Ve Fouché 3. Sürgününe çıkar, itibarsız, makamsız ve 3 yıl süren bir sürgün…
Fouché, sürgünde rahat durmaz, her şeyden haberdar olmakla ilgili alışkanlığı onun peşini bırakmıyordu. Eski dostları vasıtasıyla Paris’ten sürekli rapor ve bilgi topluyordu.
İster yönetme arzusu deyin ister istihbaratçılık merakı, Fouché bu zaafını asla bırakamıyor, belki de zevkini. Her şeyi kontrol etmek her şeyi bilmek belki onu Tanrı gibi hissettiriyor. Tüm Fransa’yı bir satranç tahtası olarak görebiliyor, her şeyi bilerek hamleler yaparak en zengin oluyor yetmiyor en güçlü, en sevilen, en korkulan kişi olmak istiyor. Çoğu insan ya 60 yaşında bir ihtiyar, bu yaştan sonra dünyayı yönetse ne olacak, kendi halinde hayatında hiçbir zevki olmamış, tutumlu geçinmiş, iyi bir aile babası olmuş, insanlara tepeden bakmayan bir fani ihtirasları bitmiştir diye düşünebilir. Hayatında hiç dondurma yemeyen biri nasıl onu arzulamazsa, köydeki bir çiftçi de Fouché’nin arzularını anlayamayacaktır. Ona baktığında hayatta başarılı olmuş, çok da bir zaafı olmayan, kendini geliştirmiş, hatta Hıristiyanlığın günah saydığı çoğu şeye karşı dirençli birini görecektir, adeta onu Aziz sanacaktır. Peki, Fouché’in her şeyi bilme ve yönetme istediği büyük bir günah diyebilir miyiz? Aslında dinler bu alanı yasaklıyor ve insanları zinaya yaklaşmayın tarzı uyarıyor da Fouché mi o yasağı delmiş? Tarikat ve cemaatlerde tek adam en tepede tüm sistemi yönetmesini hiç büyük bir günah olarak gördük mü? Tam tersi kült anlayışında nasıl padişah dün o koltuğu hak ediyorsa, onu Allah seçtiyse bugün de din adamlarını Allah seçti ve o koltuğa oturdular değil mi? Tarikatlarıyla ilgili her türlü bilginin de kendilerine akması ve o koltukta tüm dedikodulardan tut, tüm bilgilere vakıf olmalarını da hiç günah görmedik, hatta Tarikat devletin içine girmişse Gülen cemaati gibi devletin de tüm bilgilerinin akmasını hiç garipsemedik. Daha doğrusu garipsedik, devletin bilgisi akmamalı dedik, ama sanki diğer bilgilerin akması çok normaldi.
Bunlar normal şeyler diyebilirsiniz ama bir uyuşturucu bir kumar gibi insanı esir alıyor, o şey insanı esir aldıktan sonra insan kendi ihtiyaç piramidinde o şeyi en temele yerleştiriyor. Nasıl uyuşturucu içen biri için uyuşturucu en temel ihtiyaçtır, onu elde etmek için her şeyi yapabilir. Fouché gibi insanlar için de yönetmek ve her şeye vakıf olmak en büyük ihtiyaçtır, onu elde etmek için her türlü omurgasızlığı yapar her türlü suçu işler gözünü kırpmadan insanları öldürür.
İnsanı mahvedecek birçok şey var, maalesef bunlardan kurtulmak da kolay değil. Çok okuyup bilinçli olmak sürekli özeleştiri yapmak, diğer insanlara kulak vermek gerekiyor. Öbür türlü gözü yaşlı aksakallı ton ton amcaların farkında olmadıkları tüm ahlaksızları yaptıklarını görüyoruz. Farkında değiller çünkü sadece dine bakıyorlar ve din onlara belli başlı şeylerin günah olduğunu söylüyor. Bunca insanın emeği ve parası olan bir Hizmet hareketinde eleştirilere kızıyorlar, sorunları çözeceklerini söylüyorlar ama onlar alttaki kişiler tarafından seçilmiş değil üstten Gülen tarafından atanmış kişiler. Bunun ahlaksızlık olduğunu, kul hakkı olduğunu göremiyorlar. Dünyada artık böyle anti demokratik yapıların kalmadığını göremiyorlar.
İlk sürgünde ilk iki çocuğunu kaybetmiştir bu sürgünde de hayat arkadaşı, eşini kaybeder. O sadece dar aile çevresinde kendini güvende hisseden yalnız bir adamdır. Taş kalpli Fouché’nin eşini kaybettikten sonra ilk kez sarsıldığı hissedilir.
Yeni polis bakanının beceriksizliğinden dolayı dostları onun Paris’e dönmesini ister. Ama o ilk kez bu makamı talip olmayı reddeder ve iktidarın artık bir cazibesi olmadığını belirtir. Ama Napoleon ısrar eder çünkü Rusya seferinde koca orduyu hezimete uğratmış ve donarak ölmelerine neden olmuştur. Bu yenilgi üzerine Fransa’nın kontrolündeki tüm devletler isyan eder, artık Fransa tökezlemiştir ve bu fırsatı kaçırmak istemezler. Napoleon’un kardeşlerini ve akrabalarını ülkeden kovarak tekrar bağımsızlıklarını ilan ederler: İspanya, Hollanda, İtalya ve Prusya…
Napoleon aslında Fouché’ye görev vermek istemez, bu zor anlarında onu yanında tutmak ister ki arkasından bir iş çevirmesin, onu rehin olarak almak ister. Ama savaşa gittiğinde bu sefer Fouché’yi imparatorluğun en uç topraklarındaki görevlere atar. Kendi de bir yandan savaştan savaşa girer. Fouché mecbur görevine gider ama Napoleon’un savaşları kaybetmesi ve artık düşman ordularının Paris’e yaklaşmasıyla Napoleon’un düşeceğini anlar ve Paris’e doğru yola koyulur.
XVIII. Louis kral olmuş ve yeni hükümet Talleyrand’ın liderliğinde eksiksiz kurulmuştur. Fouché geç kalmıştır tüm bakanlıklar dolmuştur, kimse ona koltuğunu bırakmak istemez. Ama bu hükümet çok sürmez Napoleon Elba Adası’ndan çıkar ve 600 adamıyla Paris’e doğru yürüyüşe geçer.
Napoleon’u durdurması için Kral’ın gönderdiği general de Napoleon’un safına geçmiştir. Fransız halkı 20 yıl aradan sonra Kral’ı başlarında görmek istemiyordur. Kral cumhuriyetçileri kazanabilmek için içlerinden biri olan Fouché’yi yanına almak ister ve ona bakanlık teklif eder. Ama çok geçtir, Fouché kaybedenlerin yanında olmak istemez. Tabi Kral bu duruma sinirlenir ve Fouché’yi tutuklatma emri verir. Tabi kurnaz Fouché kendini tutuklatmaz ve polislerden kaçar.
Fouché Kralın kendisine karşı olan tutuklatma emrine sevinmiştir, bu emir Napoleon’a karşı olan sadakatini gösterecektir. Ama tabi ki onu çok iyi tanıyan Napoleon asla o sadakate inanmaz. Napoleon’a göre o herkesten daha kurnaz biridir.
Napoleon geri döner ve artık etrafında eskisi gibi güçlü insanların kalmadığını görür, çoğu kişi onun hükümetine geçici olarak bakıyordur ve tarafsız durmayı seçerler. Napoleon bunun üzerine Fouché’yi polis bakanı olarak atamak ister ve Fouché’de bunu kabul eder.
On yıllık amansız bir düşmanlık çoğu kez vasat bir dostluktan daha gizemli bir biçimde bağlar insanları. Napoleon ile Fouché arasındaki ilişki de böyledir. Napoleon “Hakiki ve mükemmel bir tek hain tanıdım, o da Fouché’dir” der.
Napoleon dönmüştür ama otoritesi çok zayıftır, merkezi otorite sarsılmış, eski dostları ondan uzaklaşmıştır. Napoleon kendi çıkarı için vatanı feda etmek istiyordur, ülke ise kendini bir adamın çıkarı için feda etmek istemiyordur. Fouché ise tüm bunların ortasında tüm taraflar ile müzakere yaparak 100 gün boyunca dengeleri gözetir.
Napoleon Fouché’ye asla güvenemez, verdiği bilgilerin gerçek mi olduğu yoksa onu yönlendirmek için mi olduğunu asla bilemez. Fouché asla elindeki tüm kartları göstermez ve her zaman kendi çıkarını ön plana koyar. İkisi de birbirinin peşine gizli polisler takar. İkisi de birbirinin etrafındaki adamları satın almaya çalışır. Napoleon onun yüzüne karşı hain olduğunu söyler, Fouché ise ben o kanıda değilim diyerek dalga geçer. Ama bu güçsüz halinde Napoleon, ne onu görevden alabilir, ne de ona bir şey yapabilir. Ama Fouché bilir ki Napoleon son savaşını kazanırsa, ilk yapacağı iş onu görevden almak olacaktır.
Napoleon Waterloo’da kaybeder. Fouché hiç vakit kaybetmeden bu adamın Paris’e döndüğünde diktatörlüğünü ilan edeceği yönünde kulis yapar ve milletvekilleri ile görüşür. 60 bin Fransız daha ölmüştür, eğer durdurulmazsa 100 bin kişilik tekrar ordu toplayıp gene savaşacaktır.
Napoleon döndüğünde diktatörlük talep eder, eğer tüm güçler kendisinde toplanırsa savaşları kazanacağını ülkeyi kurtaracağını iddia eder. Her şey Fouché’nin dediği gibi çıkmıştır. Belki de Napoleon tarih karşısında tüm suçu milletvekillerine atmak için böyle bir talepte bulunur, istediğimi vermedikleri için yenildik demek için.
Napoleon’a karşı olan hoşnutsuzluk giderek büyür, artık onun için istifa vakti gelmiştir. Hemen istifa ederse hem kendi özgürlüğünü hem de oğlunun tacını korur. Ya da direnir ve meclis ile bir savaşa girebilir.
Napoleon yapılacak en kötü şeyi yapar ve zamana oynar ve beklemeyi tercih eder, ne bir darbe ile meclisi yok eder ne de istifa eder, sadece bekler. Mecliste açıktan kendisi eleştirilir, konuşmasına tepki verilir ve bu olaydan sonra istifa edeceği düşünülür. Ama dünyada hiçbir şey iktidara veda etmekten daha zor değildir.
Fouché’nin sabrı tükenmiştir, meclis buyurgan bir tavırla istifa etmesi gerektiğini söyler Napoleon’un. Fouché bu haberi imparatora iletir ve onun istifa dilekçesini alır ve mecliste götürür. Napoleon’un gitmesiyle hemen 5 kişiden oluşan bir geçici hükümet kurulur, nihayet Fouché 1. adam olabilecektir. Meclisten en çok oyu almasa bile kurnazlık ile rakiplerini ezerek sonunda 56 yaşında geçici hükümetin başındaki kişi olmaya başarır. Napoleon orduların başına geçmeyi talep eder, koca imparator hiç değilse küçük bir general olayım gene de bir makamım olsun arzusundadır, Fouché hemen onu sürgün eder ve isteğini kabul etmez.
Fouché pazarlıklara girişir ülkenin yönetimini en güçlü grup olan Kral’a tekrar vermeyi düşünmektedir. Karşılığında da bir bakanlık almayı istemektedir. Teklifi kabul edilir ve Kralın ordularıyla kansız bir şekilde Paris’e girmesine izin vererek yönetimi ona devreder. Geçici hükümetteki diğer kişiler bir kere daha hain Fouché tarafından kandırılmıştır.
Bir zaman kiliseleri yağmalayan Fouché Kral XVIII. Louis’e Tanrı adına bağlılık yemini eder. Kral ondan nefret etmektedir. Sonuç olarak Kralın abisini zamanında ölüme göndermiştir.
Kral toplu af ilan etmeyi düşünmektedir ama etrafındaki kraldan çok kralcılar muhaliflerin idam edilmeleri ve sürgün edilmeleri konusunda onu ikna eder. Kral bu işi Fouché’ye bırakır ve Fouché elebaşlarından oluşan kırk kişilik bir liste sunar. Ama Kral kabul etmez herkesin sürgün edilmesini istemektedir. Fouché binlerce insanı idam ettiren kişi olmak istememektedir, eski dostlarına idama göndererek tüm ilişkilerini yıkmak istememektedir. Fouché istifa etmez ve Krala boyun eğerek upuzun bir liste ile tüm arkadaşlarını ölüme gönderir.
Kralın etrafındakiler Fouché’den nefret etmektedir. Bir önceki Kralı Jakobenler öldürmüş ve ailesine de işkence etmişlerdir. Kralın akrabaları o dönemki Jakobenlerden geriye kalan Fouché’nin sürgün edilmesini ister ve Kral da kardeşinin katili Fouché’yi görevden azleder.
Fouché’nin ilk yaptığı döneklik kariyerinin sonunda Fouché’nin önüne çıkar ve kral katili olduğu için Fransa’dan kovulur. Vatansız, lanetli, bir sürgündür artık, eski dostlarına diğer ülkelerin polis bakanlarına, krallarına mektuplar yazar ama kimse onu ülkesinde istemez. Artık düşmüştür ve kimse de düşeni istemez. Tekrar evlendiği genç eşi onu aldatır, herkesin acıyarak baktığı biri olur, karısı kendi gibi genç biriyle aşk yaşamaktadır.
Artık sıradan bir insan bile onu dinlese, onla satranç oynamak istese bundan acayip zevk alacak kadar yalnızlaşmış, sadece politik kimliği değil tüm kimliği küçük düşürülmüştür. Anılarını yazacağı konusunda haberler yayar ama kimse artık ondan korkmaz.
Eski kavgacı ateist ömrünün son günlerinde rahip çağırarak kutsal yağla kutsanmasını ister. Son demlerinde tüm mektupları ellerindeki gizli dosyaları yaktırır. 26 Aralık 1820’de vefat eder. Ölümü ses getirmez ama 4 yıl sonra anılarını yazdığı ve bunun ortaya çıkacağı söylentisi tekrar bir huzursuzluk iklimi yaratır.
Zweig Fouché’in kendi anılarını yazdığı kitaptan hiç faydalanmamıştır. Bunun nedeni olarak Fouché o kadar sahtekâr bir adam ki ölümden sonra sahte anılar ile de bu durumu götürmüştür diyor. Ayrıca o anıları gerçekten Fouché’nin mi yazdığı konusunda bir bilgi yok diyor. Zweig’a göre Fouché asla tüm sırlarını kimseye anlatmaz, öldükten sonra sırlarını yazacak bir insan değildir. Her şeyi sadece kendi bilmek ister ve sırlarıyla birlikte de gömülmüştür.
Ahmet
Twitter: @a_wolfenstein
Eski kavgacı ateist ömrünün son günlerinde rahip çağırarak kutsal yağla kutsanmasını ister. Son demlerinde tüm mektupları ellerindeki gizli dosyaları yaktırır. 26 Aralık 1820’de vefat eder. Ölümü ses getirmez ama 4 yıl sonra anılarını yazdığı ve bunun ortaya çıkacağı söylentisi tekrar bir huzursuzluk iklimi yaratır.
Zweig Fouché’in kendi anılarını yazdığı kitaptan hiç faydalanmamıştır. Bunun nedeni olarak Fouché o kadar sahtekâr bir adam ki ölümden sonra sahte anılar ile de bu durumu götürmüştür diyor. Ayrıca o anıları gerçekten Fouché’nin mi yazdığı konusunda bir bilgi yok diyor. Zweig’a göre Fouché asla tüm sırlarını kimseye anlatmaz, öldükten sonra sırlarını yazacak bir insan değildir. Her şeyi sadece kendi bilmek ister ve sırlarıyla birlikte de gömülmüştür.
Ahmet
Twitter: @a_wolfenstein
4 Yorumlar
Din Ahlak değildir. Dindar olan Ahlaklı olacak demek de değildir. Din başka ahlak başkadır. Dindar birisi ahlaksız olabileceği gibi dinsiz bir kişi ahlaklı da olabilir.
YanıtlaSilDinin amacı, kişiyi, dindar olmanın yanında iyi bir ahlaka, erdeme sahip olmasını sağlamaktır. din bilgisi kişiyi kendisini yaratan öldükten sonra tekrar yaratacak olan ve hesaba çekecek olan Allah için vicdanlı ahlaklı erdemli olmaya sevk ederek mükemmel bir insan olmasını teşvik eder.
bu bir anlayış meselesidir. dindar olduğu halde her türlü rezilliği işleyip, hatta bazı ayetleri hadisleri takla attırarak dini kılıf uyduranlar da olabileceği gibi, hiçbir dine inanmadığı halde, prensip diyerek, yada kendisine yapılmasını istediği şeyleri başkasına yapmayarak aslında olması gerek şekilde hareket eden dinsizlerde pekala hayatta var.
kriterler elimizde olmasına rağmen, uygulamada sıkıntı var. yada uygulamamak için çaba sarfediyoruz. Hz.Ömerin bir sözü çok şey ifade ediyor.
Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız;
–Konuştuğunda doğru söylüyor mu?
–Kendisine bir şey emânet edildiğinde, emânete riâyet ediyor mu?
–Dünya ile meşgul olurken helâl-haram hassâsiyetini gözetiyor mu? İşte bunlara bakınız.”
bu söze ilave olarak başka bir versiyonu da kişinin para ile olan ilişkisini değerlendirin. parayı nasıl kazanıyor. nerede harcıyor. yardım ve ve iyilik yaparken hareketleri nasıl? inciterek, hava atarak, başına kakarak, minnet altına sokarak mı yardım ediyor?
diğer bir kriter ise. yapılan icraat. hani ziya paşanın dediği gibi, Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz. Kitap yazabilir, konuşma yapabilir ama icraat önemli olan burası.
evet ben de güçsüzün mü yanında yoksa güçlünün mü, her dönem haksızlıkları dile getirmiş mi yoksa susmuş mu? bu tip kriterlere bakıyorum türkiye için.
SilEleştirilere açık mı, kitlesine balık tutmayı mı öğretiyor yoksa balık mı veriyor her seferinde, ona ulaşması kolay mı yoksa etrafına insanları yaklaştırmıyor mu vs. bir çok kriter var.
-ahmet
Ahmet bu ozet isi cok emek isteyen birsey,seni tebrik ederim..
YanıtlaSilDinden de biktigimi,cemaattende biktigimi,guc budalasi siyasilerden de biktigimi belirteyim.Hepsinin cani cehenneme..
teşekkür ederim.
Sil-ahmet