Bundan çok değil bir 30 sene önce insanlar ürettikleri yazıları, şarkıları, filmleri ancak kitaplarla, gazete ve dergilerle, sayıları çok olmayan radyo ve televizyonlarla başkalarına ulaştırabiliyorlardı. Bunları tüketenlere ulaştırmaları o kadar kolay değildi. Her birinin pazarı küçüktü. Ama şimdi internet dünyasında bir fikriniz, yazınız, şarkınız, görsel medyanız varsa yapmanız gereken şey çok basit; bir blog, twitter hesabı, veya youtube kanalı oluşturarak tüm dünyayı anında pazarınız yapabilirsiniz. Doğal olarak öyle de oluyor ve milyonlarca bloglar, twitter hesapları, youtube kanalları insanların ilgisini çekmeyi bekliyor, herkesin sadece bir tık uzağında. Bu—ne kadar farkındasınız bilemiyorum ama—inanılmaz bir değişim. Bu yazımda bu durumdan yola çıkarak bilgi tüketiciliği, hazmediciliği ve üreticiliği meselesini ele almak istiyorum.
Şimdi bu çok büyük pazarda tüketici olan bizlerin durumunu üzerinde düşünelim. Bir tıkla ulaşabileceğimiz milyonlarca blog, twitter hesabı, youtube kanalı var. Hepsi ellerinden geleni yapıyor bizim ilgimizi, beğenimizi, yorumumuzu, vaktimizi almak için. Ama bizim vaktimiz kısıtlı. Seçimler yapmamız gerekiyor vaktimizi, enerjimizi, yoğunlaşmamızı nerelere ayıracağımıza dair. İnternette inanılmaz çok miktarda veri var (*), bu verilerin hepsine bilgi diyemeyiz ama “bilgi” başlığı altında toplayalım bunları (**). İnternet bilgilerinin çok büyük bir miktarı yalan yanlış şeyler, o yüzden “internet bir bilgi çöplüğü” tanımlamasını hak ediyor. Ama diyelim ki biz bilinçli bir tüketici olarak yüksek kalite ve doğru bilgilere ulaşmasını becerebiliyoruz. Yine de çok fazla seçim yapmamız gerekecek bu tip adreslerden; hepsini okumaya, dinlemeye, izlemeye vaktimiz yetmeyecek çünkü. Ve ister istemez yapıyoruz da, sadece bazı adreslere kulağımızı ve gözümüzü açıyoruz; onları dinliyoruz, okuyoruz, izliyoruz.Hepimiz her gün çok vaktimizi başkaları ne yazmış, ne demiş takip ederek geçiriyoruz. Bu durum hayatımızın kaçınılmaz bir parçası oldu bu modern çağda. Buralardan aldığımız bilgiler bizlerin düşüncelerimizi, bakışımızı, anlayışımızı bir şekilde etkiliyor. Bazen fazla bilgiden ambale bile olabiliyoruz. Dikkat çekmek istediğim ilk nokta şu: sadece “başkaları ne diyor”a enerjimizi ve yoğunlaşmamızı harcarsak ve “ben ne anladım ve ben bunun üzerine ne diyorum”a, yani “dingin bir şekilde tefekküre” vakit harcamazsak vaktimizi heba ediyoruz demektir. Gözlemim de şu: sadece yemek-içecek, giyecek, teknoloji değil, aynı zamanda bilgide de bir tüketim toplumu oluyoruz, ve ne yazık ki bu bilgiyi “hazmetmiyoruz.” Bu konu ile alakalı bana çok manalı gelen bir hikaye paylaşmak istiyorum. Gerçekten yaşanmış mı bilmiyorum ama derler ki Şems bir gün Mevlana ve talebelerinin içeride Kuran ve Hadis dersi yaptığı odaya—kapıyı ayağıyla tekmeleyip açarak—girer ve der ki: “Bu anlattıklarınız dedikodu! Peki siz ne diyorsunuz, siz?” Şems burada hazmedilmeden konuşulan, ezberlenen bilginin (bu bilgi Kuran ve hadis bile olsa) hiçbir önemi olmadığını çok güzel ifade etmiş.
Dikkat çekmek istediğim ikinci nokta şu: bilginin hazmedilmediği (***) yerlerde insanlar sloganlardan hoşlanıyor, onları duymak istiyor; sonra bu sloganları bol bol tekrar ediyor biteviye. Bu su anda sosyolojik olarak büyük bir problem. İnsanlar paket bilgileri kafalarına koyuyorlar. Sonra kendilerini çok rahat şucu veya bucu şeklinde sınıflandırabiliyorlar. Her insanın bir alem olduğu dünyamızda ben insanların kendilerini şucu veya bucu şeklinde özetleyebilmelerini yadırgıyorum. Başkalarına uyan bir kıyafet bana niye uysun ki? Belki bedeni uymaz, belki renkleri. En güzel kıyafet kendi zevkin ile terziye diktireceğin kıyafet değil midir?
İnsanların çoğunun şucu veya bucu olduğu bir toplumda ise şucular ve bucular arasındaki kavga hiç bitmiyor. Çünkü ya bizdensin, ya da onlardan. Mantık şu şekilde. Bizdensen dostsun, onlardansan düşman. Senin ne dediğin ile ilgilenmiyorum çünkü bizim doğru, sizlerin yanlış olduğunu biliyorum. Nereden biliyorum bunu? Üzerinde derin düşündüğümden değil elbet, bana paket bilgi o şekilde geldi de ondan biliyorum. Maalesef durum bu.
Ben bu kördüğümden kurtulmak için de bilgiyi hazmetmek, ve bunun neticesinde “kendini ve başkalarını birey olarak görebilmek”ten başka bir çıkış yolu göremiyorum. Kısacası nasıl ki hazmedilmeyen yemek karın ağrısı yapar, hazmedilmeyen bilgi de baş ağrısı yapıyor ama insanlar bunun farkında bile değil. O hissetmedikleri baş ağrısı çok da kolay olmayan “düşünmek” işinden kaçmalarını sağlıyor. O zaman insanlar problemli oluyor ve problemli insanların topluluğu da problemli oluyor: gerçekten düşünmeyen insanların çok olduğu toplulukta sosyal çatışmalar bitmiyor.
Dikkat çekmek istediğim üçüncü nokta şu: hakiki “bir bilgi üretimi” için öncelikle veri şeklinde gelen bilgilerin “hazmedilmesi” gerekir. Hazmetmek gerçek manada anlamak demektir. Hazmetmek bu bilginin, (i) bana uyan tarafı nedir, uymayan tarafı nedir; (ii) benim için ifade ettiği mana nedir, yani “bence”si nedir; (iii) düşüncemde, anlayışımda, bakışımda, davranışımda getirmesi gereken değişiklikler nelerdir; bütün bu yönlerini anlamak demektir. Bilginin insana “manalı bir değişiklik” getirebilmesi için hazmedilmekten başka bir çaresi yoktur. Nasıl yemekler hazmedilmeyince enerjiye dönüşüp insan vücuduna bir katkı sağlamaz, işte öyle de hazmedilmeyen bilgi insanın kemale doğru adım almasına hiçbir katkı sağlamıyor.
Dikkat çekmek istediğim dördüncü nokta şu: kanımca her insan başkaları için olmasa da en azından kendisi için bilgi üretmekle (yani değişik bilgileri hazmederek harmanlamakla, kendi fikrini oluşturmakla) yükümlüdür. Kuranda defalarca geçen “akletmiyor musunuz” hitabının da—Allahu alem—buna işaret edebileceğini düşünüyorum. Zaten Arapça’da akıl sözü, ikal kökünden geliyor. İkal ise “bağ kurmak” demek. Yani “gelen bilgi ve veriyi manalandırmak, anlam kazandırmak, bu bağlarla da doğal olarak yeni bilgi üretmek” akletmek eylemi olarak tanımlanabilir. Kısacası akletmemiz lazım.
Kişi akledip kendi bilgisini ürettikten sonra başkaları ile paylaşıp paylaşmama meselesi ona kalmış bir şey. Ama ben paylaşmasının daha uygun olduğu kanaatindeyim. Çünkü belki kendi üretip ortaya attığı bilgi (fikir, anlayış, bakış, teori) başkalarına yararlı olur. Belki başkaları bu bilgiyi öyle bir hazmeder ki ilk ortaya atandan bile daha güzel bir bilgi ortaya çıkarırlar. Sonra bu bilgiden başkaları da yararlanırlar, ila ahir. Bu devirde akıllı ve vicdanlı bilgi üreticilerine ve tüketicilerin bu kişilere kulak verip onlardan gelen bilgileri hazmetmelerine çok ihtiyaç var diye düşünüyorum.
Son olarak dikkat çekmek istediğim—bir bakıma bu yazının amacı olan ve aslında çok basit—bir noktadan bahsederek bitireyim. Bilgiye ulaşımın bu kadar kolay olduğu ve özellikle çok vakit geçirdiğimiz sanal ortamın her köşe başında insanların bilgi vermek için önümüzü kestiği bu devirde çok dikkatli olmamız lazım. Çünkü bu devirde uçuşan bilgiler arasında kendimizi kaybedip gitmek ve hep bilgi üstüne bilgi edindiğimizi zannederken aslında manalı bir adım bile ilerleyememek ihtimali var. Belki o yüzden kitap okumak (veya twitter, blog okumak veya podcast dinlemek) kadar kendimize “oturup sessizce düşünme vakti” ayırmamız lazım. Elbette ki güzel ve yararlı bilgileri almamız lazım, ama ondan daha önemlisi içimize dönüp bilgilerin ne ifade ettiğini işlemden geçirmemiz, manalandırmamız, bencesini bulmamız, eyleme geçirilebilir hale getirip, en son olarak da eyleme geçirmemiz lazım. Yoksa kitap yüklü bir eşek oluruz, yoksa olgunlaşamayız, dinginleşemeyiz; Allah’ın verdiği bu güzel aklın hakkını veremeyiz. Yazık olur ömrümüze. Yazık etmeyelim. Sadece bilgi edinmeyelim, bilgiyi hazmedelim, yeni bilgi üretelim ve mümkünse bunları paylaşalım.
Selamlar, sevgiler, saygılar sizlere. Bu yazıyı okuduysanız üzerinde en az birkaç dakika sakince düşünmenizi rica ediyorum. Sonra isterseniz yorumunuzu benimle paylaşabilirsiniz.
İsa Hafalır
(*) Düşünsenize sadece youtube’a dakikada 30 saatlik (yani 18 bin dakikalık) video yükleniyor!
(**) Yani benim burada bahsettiklerim internette gerçekten bilgi (gözlem, fikir, yorum, anlayış vs, ingilizce tabiriyle “information”) veren kaynaklar; insanların boş vakitlerini heba ettiren kaynaklar değil.
(***) Eğitim teorileri ingilizce terimleriyle “disorienting dilemma” ve “cognitive dissonance” gibi kavramların bilginin hazmedilmesinde etkili olduğunu söylüyor(muş). Bu eklemeyi yapan Enes Gökçe’ye teşekkür ederim.
0 Yorumlar