Header Ads Widget

test banner

Yaşlıların İslam’ı

Doğu Anadolu’nun sıradan bir köyünde hayatını geçiren dedemin, ömrü boyunca girdiği günahların tamamı kadar günahı, büyük bir ihtimalle ben bir hafta sonu Düsseldorf Königsallee’de gezerken giriyorumdur. Mucizeler devrinde yaşıyoruz. Günaha girmek ne kadar kolaysa, hayırlı işler yapmak da o ölçüde rahat. Geliştireceğiniz bir APP ile, milyonlarca insanın hayatını kolaylaştırabilir, iyi işler yapmaya vesile olabilirsiniz. “Sebep olan yapan gibidir” hadisinin sırrınca, bütün sülalenizin normal şartlarda kazanacağı sevabı, amel defterinize yazdırabilirsiniz. 

Köyden ilk ayrılışı askerlik sayesinde olan bir babanın oğlu, bugün sabah kahvaltısını İstanbul’da. Öğle yemeğini Avrupa’da aksam yemeğini de Amerika’da yapabiliyor. 

Osmanlı İmparatorluğunu 1299 yılında kuran Osman Bey’i uyutup, 270 sene sonra, torunu 2.Selim döneminde, Edirne’de uyandırsak, büyük ihtimalle hiç şaşırmayacak. Giyim kuşam aynı, taşıma atlarla yapılıyor. Ordu aşağı yukarı aynı. İhtimal Selimiye Camisine bakarak şöyle diyecek: “Vayyy bizim torun ne camii yapmış, helal olsun”. Osman Bey’i bir 330 sene daha uyutup 1899 yılında, 2.Abdülhamit döneminde uyandırsak yine çok şaşırmayacak. Belki de “bunlar bizim gibi kavuk, sarık değil de fes takıyorlar. Bu bidat da nerden çıktı?” diyecek. Gemiler yine insan ve rüzgâr gücüyle hareket ediyor. At taşımacılıkta ve savaşta en önemli araç. Şehirler bildiğimiz gibi. 

Bugün birini uyutup, 30 sene sonra uyandırsanız, uyandığı dünyayı büyük ihtimalle tanımayacak, şok olacaktır. 

Endülüs’ün efsanevi Sultani 2.Hakemin kütüphanesinde 1 milyona yakın kitap bulunuyordu. İslam medeniyetinin eşsiz güneşi Endülüs’ün sultanı kitap hastasıydı. Bağdat’ta yeni bir kitap yayınlandığı zaman bir adamını gönderir, o kitaptan mutlaka bir kopya edinirdi. Adamın Bağdat’a gidip gelmesi bazen 6 ay sürüyordu. Bugün internette istediğiniz kitaba birkaç dakikada ulaşabilirsiniz. 
Yazının bulunuşundan itibaren 2010 yılına kadar üretilen bütün bilginin toplamı, 2010 yılından günümüze kadar üretilen bilginin yarısı kadar bile değildir. Benim Ipad’imde 10.000‘den fazla kitap var. Kant’ın “Saf Aklın Kritiği” kitabına ya da “Mesneviyi Nuriye” kitabına ulaşmam bir dakikamı bile almıyor. 

Anneniz sizi büyütürken, karşılaştığı bir sorunun çözümünü ananenize danışarak bulabiliyordu. O da annesine sorabiliyordu. Değişim yavaştı. Bugün siz, annenizden şu sorunun cevabını alamazsınız: “Anne torunun günde 6 saatini sosyal medyada, Netflix’de geçiriyor. Dışarı çıkıp spor yapmıyor, sosyalleşmiyor. Ne yapabilirim” Ya da babanıza “oğlumun en yakın arkadaşı, eş cinsel. Endişeliyim bana ne tavsiye edersin?” 

Eskiden 100 yılda bir olabilecek radikal değişimler, bugün birkaç yılda oluyor. Birçok kurum tepetaklak oldu. Eski halleriyle günümüz insanına verecekleri çok şey yok. Bütün kurumların yeniden ihya olması gerekiyor. Din bu haliyle gençlerin hayatında var ama önem sırasının çok altındalar. Çoğu genç mahalle baskısından, ya da anne babasını üzmek istemediğinden, dinin hayatında bir yeri varmış gibi davranıyor. 

Dinde ihyanın olabilmesi, gençler için alternatif hale gelebilmesi için, yaşlıların hegemonyasına son vermek gerek. Müslümanların Avrupa’da gettolarda yaşanmalarının önemli bir sebebi bu “Yaşlıların İslam’ı” dır. 

Çok azı dışında, bugün bizim babalarımızın, dedelerimizin dinimize, insanlığa, evrensel (universal) değerlere katabileceği çok şey yok. Bunun temel bazı sebepleri şunlar: 

1- Babalarımız, dedelerimiz soğuk savaş döneminde yetiştiler. İki kutuplu dünyada, onlarda siyah-beyaz, sıfır-bir, dost-düşman ya bizdensin ya onlardan ya vatanseversin ya vatan haini mantığıyla yetiştiler. Sıfır ile bir arasında milyarlarca sayı, siyah ile beyaz arasında grinin binlerce tonu olabileceğini anlayamıyorlar. Dolayısıyla ya Müslümansın (iyi) ya da kafirsin (kötü) kategorik düşünce yapısını sahipler. Ak Parti ile pis ortaklığa girmeden önce, çok saygı duyduğum, insanlığın kardeşçe yaşaması için umut olarak gördüğüm Cemaatin lider Hocaefendi, 29 Eylül 2016 tarihinde Zeit gazetesine bir röportaj verdi. Röportajının sonunda Alman gazetecisi şu soruyu sormuştu: (Link Röportaj Almanca nedense Türkçe’ye çeviren olmamış) 

“Hayatınız boyunca yaptığınız en büyük hata nedir?” 

Cevap: “Amerika’ya gelmeden önce ben de bütün kötülüklerin kaynağının Amerika, Yahudi lobisi, komünistler olduğunu düşünüyordum. Fakat buraya gelince ne kadar yanıldığımı anladım. Dünya kadar güzel işleri var. Her millette olduğu gibi onlarda da bazı kötü insanlar olabiliyor”. 

Hocaefendi gibi dâhi, zamanında milyonların umudu olan bir insan bile öyle bir eğitim çarkından geçmiş ki genelleme yapmaktan, kategorik düşünmeden kurtulamıyor. 

Bu kategorik düşünme bizi diğer medeniyetlerden uzaklaştırıyor. Çünkü kendimizi otomatikman iyi olarak konumlandırıyoruz. (Müslümanız, son dinin inananlarıyız…) Biz iyiysek diğerleri de kötüdür. Böyle düşününce de dinlerin birbirlerinin tamamlayıcısı olabileceğini düşünemiyoruz. Mesela İncil’de yüzlerce ayet var, Kuran ayetleriyle birebir aynı. İnsanlığın daha iyiye ulaşması için kendini paralayan binlerce Hristiyan olabileceğini düşünemiyoruz. İsrail’in Filistin politikasını eleştiren 120.000 Yahudi, Tel Aviv’de yürüyüş yapınca, bunu kafamızdaki hazır kalıplara uyduramayınca ya görmezlikten geliyoruz ya da altında bir bit yeniği arıyoruz. 

2- “Yaşlıların İslam’ı” gençlerin vicdanlarını sızlatıyor. Birçok yaşlımız, insanları cennete ya da cehenneme göndermekle meşgul. Haşa sanki Allah bu işi bunlara outsourcing (taşeronluk) etmiş. Bütün Hristiyan ve Yahudilerin cehenneme gideceğini söylüyorlar. Hayati boyunca 1093 buluş yapan Edison, milyarlarca insanın hayatını kolaylaştırdı. Sadece bir ampulü bulmasıyla, insanlığı karanlıktan kurtardı. Milyarlarca insanın hayatına dokunan Edison cehenneme gidecek, ama milyonlarca insan açlıktan ölürken, Mayorka adasında yatında hatunlarla sefa yapan ya da Londra’da sapık ilişkilerde bulunan, en ufak muhalefette gazetecisini kıyma gibi doğuran Suudi zalimler, sırf kimliğinde Müslüman yazıyor diye cennete gidecek. Bunu Allah’ın adaletiyle, rahmetiyle nasıl açıklayacağız? Bediüzzamana fetret dönemi Hristiyanları ve Yahudileri cennete girebilir dediği için, etmedik hakaret bırakmadılar. Dinde ehli kitapla evlenmeye izin var, ama bizim yaşlılara göre cennete girmelerine izin yok. 

3- Bizim “yaşlılar” şunu da anlamıyor. Efendi, kölenin dinini kolay kolay kabul etmez. Ebu Cehil, Bilal Habeş’inin dini, Firavun Beni İsrail’in dinini, Alman da fabrikasında en vasıfsız işleri yapan babalarımızın dinini kolay kolay kabul etmez. Bu insan psikolojisine ters. Bediüzzamanın enfes ifadesiyle “Biçare hakikatler, kıymetsiz insanların elinde kıymetsiz olur”. Bu devirde İslam’a en büyük hizmet susarak olur. Kulakların ırzına geçtiler. Herkes konuşuyor, herkes bilgiçlik taslıyor. Yaşayan çok az. Kulaklar doydu, gözler aç. Gözleri, yaşayarak doyurmamız gerekir. 

Ortalama bir Alman, arabasını ibadet neşvesiyle siler. Bahçe düzenlemesi harikadır. Hobileri vardır. Çoğunda evcil hayvan vardır ve ona gözü gibi bakar. Takım sporlarında, söz verdiği zamanda mutlaka orda olur. Yalan söylemez. Anlaşma içinde yeni anlaşma çıkararak, ticari ahlaksızlık yapmaz. Hakkını verir. Genelde bizim doğulu insanlarda da bu vasıfların tersi vardır. Adam yaşadığı hayatı bırakıp niye bizim gibi yaşasın ki? “Müslümanlık bana ne katacak” diye sorsa büyük ihtimalle adamın yaşadığı şeyleri ona anlatacağız. Güzel ahlak, yalan söylememe, temizlik, sözünü tutma, hakka girmeme. Belki de Kur’an’da tanımı yapılan hakiki İslam onun yaşadığıdır. Biraz provokatif olacak ama şöyle bir örnek vermek istiyorum. Bir insan, haşa evde bir put yapsa ve bu putun ismini Allah koysa, sabah akşam bu puta tapsa, Allah’a mı tapmış olur? İsmimiz Müslüman diye, yaşadıklarımızı İslamiyet sanıyoruz. Ve tersi de doğru. İsmi Hristiyan ama içerik İslam. 

Benim çözüm teklifim şu. Zihinsel anlamda bütün yaşlılarımızı öldürelim. Eğer babamız bize şunu söylüyorsa: “Evladım benim gücüm, zekâm, kuvvetim bu kadar. Bundan daha iyisini ben değil sen yapabilirsin. Ben köyde bin bir garibanlıkla büyüdüm. Sen burada medeniyetin sunduğu binlerce imkanla, üniversiteyle büyüdün. Benim sınırım, kapasitem bu kadar. Top sen de artık.” Bu babanın eli ayağı öpülür, başa taç edilir. Çünkü bilge insandır. Kendini ve yapabileceklerini biliyor. Kibirli değil. Kendini vazgeçilmez zannetmiyor. Birçok şeyi hazmetmiştir. 

Fakat eğer baba, kiminle evleneceğine bile ben karar veririm diyorsa, her işte son sözün sahibi benim diyorsa, din öyle değil böyle yaşanır diyorsa… O zaman bu babayı metaforik olarak öldürmek lazım. Babasını, annesini öldürmeyen çocuk hep ana kuzusu olarak kalır. Eşiyle yaşayabileceği en mahrem problemlerinin çözümünü bile annesinden bekler. 

Nuri Turan
author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

3 Yorumlar

  1. Harika bir yarı. Çok güzel tespitler var.

    YanıtlaSil
  2. Aslında ironik bir yaklaşım ile bu yazıdan şöyle bir sonuç da çıkarılamaz mı? Din öyle değil böyle yaşanı, kiminle evlenecegine ben karar veririm, sen bilmezsin senin yerine ben düşünürüm , batililardan size zarar gelmez onlar mubarektir direk cennete gider diyen yine yaşlı bir büyüğünuz olan sizin hocaefendi dediğiniz ama milletin hain dediği zatı da metaforik olarak öldürmek gerekmez mi?

    YanıtlaSil
  3. Zihni donusum yapmadan,bu sekilde gidersek,zaten sonumuz kacinilmaz.
    Cok guzel bir yaziydi!

    YanıtlaSil