Bu yazı bir meselenin tek tarafını anlatıyor. Çocuk sahibi olmanın birçok güzelliği var. Ebeveyn olmak, yeri asla doldurulamayacak çok güzellikler öğretir insana. Ama bu yazı o boyutundan bahsetmiyor. Daha az konuşulan, daha az sevimli tarafa ayna tutuyor. Ebeveyn olmanın mucizevi güzelliğini bu yazıda tartışmayacağım.
Herkes bir tercih olarak ebeveyn olmuyor. Normal bir ailede çocuk olmalı diye çocuk yapabiliyor insanlar. Çocuk sahibi olmamak gibi bir şık da olduğunun üstüne kafa yorulmayabiliyor. Evlenince, doğal olarak çocuk sahibi olmak da gerekiyormuş gibi düşünebiliyor. Evlilik paketi içine çocuk da dahil diye bakılır genelde. Mesela sormayız kendimize “beni çocuk sahibi olmaya yönelten sebep nedir?” diye. Çocuk, “default” (öndeğer) ayarlarında vardır evliliğin.
Halbuki çocuk sahibi olmak bir tercihtir. Bu tercih aslında bir takastır da. Vaktini ve emeğini takas edersin. Çocuk sahibi olmayı, normalde zorunda olmadığımız, bilinçli yapılması gereken ciddi bir takas olarak görüyorum. Geleneksel aile yapısında çocuk yetiştirme sorumluluğu genelde kadının omzundadır. Bu yüzden kadınları daha çok etkileyen bir takastır. İstisnası yok değil. Çocuk olduktan sonra babanın evde çocuğa bakıp, kadının kariyerine odaklandığı durumlara da şahit oldum. Ama bunlar istisnai durumlar. Genelde çocuğun bakımı kadının daha çok hayatını etkiliyor. Yanlış anlaşılmasın, erkek de farklı şekillerde ciddi etkileniyor. Ama çocuğun bakımı daha çok kadının üzerine yüklenen bir sorumluluk oluyor.
Bu yazıda, çocuk sahibi olurken takas edilmesi muhtemel dört şeyden bahsedeceğim. (elbette sayısı artırılabilir.) “Muhtemel” diyorum, çünkü bunları daha az takas eden ve hiç etmeyen kişiler bulmak da mümkün.
Vakit ve rahatlıktan takas
Öncelikle, çocuğun bir takas olduğunu fark edememek sadece Türkiye’ye has bir durum değil. Avrupa ve ABD’de de genel olarak böyle okuduğum kadarıyla. Reddit’te bir kadının anlattığı hadiseyi paylaşmak istiyorum.
Patronum çok iyi bir kadındı. İş yerinde yemek aralarında kızı Olivia’dan bahsederdi. Onun Tanrı’nın büyük bir lütfü olduğunu, hayatına büyük bir anlam kattığını söylerdi. Hayatımın ışığı derdi Olivia için.
Ben de evliyim. Eşimle hafta sonları tatile gideriz, etkinliklere katılırız, eğleniriz. Çocuğumuz yok. İkimizde çalışıyoruz. 30’lu yaşlarımızda olmamıza rağmen evimizin borcu bitti. Maddi durumumuz yerinde.
Bir gün karşılıklı öğlen yemeği yerken patronum bana:
-Çok güzel bir hayatın var. İmreniyorum. Eğlenceli bir hayatın var. Üstelik maddi sıkıntın yok. Evini ve arabanı da aldın bu genç yaşında. Çok sık tatil yapıyorsun” dedi.
Ben de
-Senin de Olivia’n var, dedim. Anlamadı, şaşırdı.
-Nasıl yani? dedi.
Dedim:
-Benim yapabildiğim şeyleri senin yapamıyor olmanın sebebi Olivia’nın bakımı ve terbiyesi için harcadığın emek ve vakit. Ama Olivia senin hayatının ışığı. Sen de bunu alıyorsun karşılığında.
-Hımm... Doğru diyorsun. Öyle tabi” dedi.
O an ilk kez farketmişti. Olivia için vaktini ve parasını sarf ediyordu. Bu bir tercihti, bir takastı. Muhtemelen daha önce hiç bu açıdan bakmamıştı.
Evet, çocuk bir emek ve zaman takasıdır. Yanlış anlaşılmasın, annesinin gözünde Olivia buna fazlasıyla değiyordur. Sadece, herkes bu kararı verirken nelerden vazgeçtiğinin veya nasıl zorluklara evet dediğinin bilincinde olmayabiliyor. Bilinçli olarak bu karara varmayı daha doğru buluyorum. Hem kişi nelerden vazgeçiyor bilirse, ona göre belki tedbir alabilir, belki takası daha makul bir hale getirebilir. Veya takasa razı olmayıp çocuk istemezse, ona göre plan yapabilir. Bu kişinin kendisinin bileceği bir şey.
Eğitimi Takas Etmek
Yukarıdaki duruma yönelik karşı argüman olarak “Çocuk rızkıyla gelir. Rızkı eksiltmez. Allah senin harcadığın vaktinin de bereketini verir” diyenler olabilir. Maalesef çalışmalar bu argümanı desteklemekten uzak. Çocuk rızkıyla gelir ama bu sözün nasıl anlaşılması gerektiği üzerine daha detaylı analizler lazım. Çünkü Anne-Çocuk Eğitim programları üzerine olan literatür bunu desteklemiyor. Anne-çocuk eğitim kurumları lise ve altı eğitim düzeyine sahip kadınlara ve onların çocuklarına hitap eder. Meslek edinme konusu bu kadınlar için önemlidir. Anne-çocuk eğitim kurumlarının ortaya çıkmasındaki sebeplerden birisi şudur: çocuklu anneler yetişkin eğitimi kurslarına katılmakta çok zorluk yaşıyorlar. Çünkü kursa katılmak istediklerinde çocuklara bakacak birisini bulmak çok zor oluyor. Böyle olunca, çocuğu evde bırakıp kursa gidemiyorlar. Kreşe bırakması lazım ama onun için de paraları yeterince yok. Böyle olunca bir kısır döngüye girilmiş oluyor. Meslek edinip para kazanmak isteyen kadın, parası olmadığı için çocuğunu kreşe bırakamıyor ve yeni bir meslek edinemiyor. Buna çözüm olarak da anne ve çocuğa eğitim veren, anne eğitim alırken çocuğa bakma yükünü alan bir eğitim kurumu modeli geliştirilmiş. Bu model sayesinde küçük çocuğu olan kadınların eğitim alması mümkün oluyor.
ABD’de ziyaret ettiğim bir Anne-çocuk eğitim kurumunda bir kadının gözyaşları içerisinde durumunu anlatmıştı. Şunu dedi:
Lise son sınıfta, 18 yaşında hamile oldum. Eğitime devam etmedim. Sonra iki çocuğum daha oldu. Böyle olunca eğitimime dönme şansım bir daha olmadı. Şimdi 36 yaşındayım. İlk kez çocuğa da eğitim veren bir programa katılma şansım oldu. 18 yıl aradan sonra ilk kez eğitimime devam edebildim.
Çocuk için yapılan takaslar, bazen eğlenceden, daha fazla kazançtan veya yüksek kariyerden oluyor. Ama bazen de düzenli bir temel eğitimden vazgeçiş oluyor. Çocuk bunların hepsine fazlasıyla değebilir. Yine kişisel tercih.
Hobileri Takas Etmek
Bir kadının kendi ifadesi:
35 yaşına gelmiştim. Hayatımda uzun bir aradan sonra ilk kez borçlarım bitmişti. Güzel bir evliliğim vardı. Dedim, artık çocuk yapmaya hazırım. Kendim yapmak istediğim ama fakir bir ailede büyüyüp imkânım olmadığı için yapamadığım birçok imkanı çocuğuma sağlayabilirim. Onu seyahatlere gönderebilirim ve eğlenceli kurslara katılmasını sağlayabilirim. Benim yapamadığım şeyleri ona sunabilirim.
Böyle düşüncelere sahipken bir gün aklıma şöyle bir bakış açısı geldi geldi: Ben daha ölmedim! 35’imdeyim henüz. Bunları bir çocuğun yapmasını beklemektense kendim yapabilirim. Sonra çocuk yapmaktan vazgeçtik. Eşimle bol bol seyahat ettik, ilginç yerler gördük. Çok güzel kurslara katıldım, çok güzel hobiler edindim!
Bu kadın ifadesinde birden fazla sorunlu noktaya işaret ediyor. Çocuğun omzuna kendin yapamadığın şeyleri yapması sorumluluğunu yüklemek bir problem. Anne olmak hobi edinmeyi, seyahat etmeyi elbet kısıtlar. Ama bütün bütün terk etmeye engel değil, bahane de değil. Ama bu kadının ifadesi toplumdaki genel algıyı yansıtmaya yönelik iyi bir örnek. Toplumda karşılığı olan bir bakış açısına tepki olarak sunduğu bir tutum.
Öğrenme yaşam boyu olmalıdır. Çocuk sahibi olan veya olmayan herkesin benzer bir yaklaşımda olması gerektiğini, hobilerinin olması, yeni şeyler öğrenmesi gerektiğine inanıyorum. Aksi halde, Martha Medeiros’un bir şiirinde dediği gibi ağır ağır ölür İnsan. “Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.” Kısacası, kendinizi ihmal edip büyük oranda çocuğun gelişimine yatırım yaparsanız, bu da bir takastır, bir vazgeçiştir. Maalesef örneği çok fazla olan bir fedakârlık(!). Yukarıdaki örnek, böyle bir takası kabul etmeyen bir kadının bakış açısını anlatıyor.
Hayatı Takas Etmek
Son noktam biraz kasvetli ve sevimsiz bir nokta. Ama hepimiz konuşacak olgunluktayız. Çocuk hayatın takasına sebep olabilir. Hayatın takasından kastım, çocuk var diye istemediğin bir evliliğe katlanmak. Sırf çocuklar var diye ayrılmayan çok sayıda kadın ve erkek var. Boşanmanın tabu olması muhafazakarlarda daha çok görülüyor. Ama bu algı kültürden kaynaklanıyor, dini bir altyapısı olduğundan değil. Boşanma ile ilgili İslami hükümlere baktığımda “çocuk varsa ayrılmak doğru değildir” gibi bir şeye rastlamadım. Boşanmayı meşru kılan sebeplerin hiçbirisi çocuk var diye geçersiz olmuyor. Çocuk sadece boşanma denkleminde çözülmesi gereken fazladan önemli bir değişken oluyor. İslam, bireylerden çocukları için hayatını feda etmesini istemiyor. Maalesef ebeveynler “Ben senin için annene/babana katlanıyorum” gibisinden sözleri dünyanın her yerinde çocuklara söyleyebiliyorlar. Bu en basitinden bir duygu istismarıdır. Çocuğun omzuna yüklenmiş anlamsız bir yüktür. Çocuk için katlanılan evlilikler, uzun vadede o çocuğun gelişimi açısından daha sağlıklı olmuyor. Mesela, Alper Canıgüz’ün “Cehennem Çiçeği” romanının baş karakteri 5 yaşındaki bir çocuk olan Alper Kamu’dur. Alper Kamu’nun babası, çocuğu var diye mutsuz olduğu bir evlilikte kalarak hayatını takas etmiştir. Kitabın sonunda görülür ki Cehennem Çiçeği, Alper Kamu’nun kendisidir.
İngiliz bir komedyen bir stand-up gösterisinde şunu diyor:
Evlilik hiçbir şeydir, çocuk her şeydir. Çocuk olmadan evlilik flört etme gibidir. Evlendikten sonra fark edersiniz “Vay be! Artık evlendim, ayrılamam. Ayrılmayı düşünmüyorum ama istesem de ayrılamam”. Sonra çocuk olur, “Vay be! Aslında ayrılabilirmişim” dersiniz.
Çocuğun ayrılmayı zorlaştırma üstündeki etkisi yeni evliler için veya evlenmeyi düşünenler için göz önünde bulundurulması gereken nokta. Boşanmayı lanetli gören bir kültüre sahibiz. Kimse elbette ayrılmak için evlenmez ama kendinizi yanlış bir birliktelik içinde bulursanız, çocuk ayrılma kararınızı etkileyebilir (bence etkilememesi lazım). Kendinizi maalesef hayatınızı takas etmek durumunda bulabilirsiniz.
Özet olarak, çocuk bakımı bazen vakitten ve rahatlıktan, bazen eğitimden, bazen hobilerden alıkoyabilir. Bazen de istenmeyen bir evlilikte kilitli kalmaya itebilir. Bunların hiçbirisi de olmayabilir veya hepsi de olabilir. Eğer sizin durumunuza göre öngördüğünüz takasa razıysanız sorun yok. Veya ciddi şeylerden vazgeçmeden çocuk sahibi olabiliyorsanız (ve istiyorsanız) yine sorun yok. Ama eğer bu takasın istemediğiniz şekilde olacağını öngörüyorsanız ve önlem almak istiyorsanız adımlarınızı dikkatli atmalısınız. Çünkü bu durumda ya çocuk istemiyorsunuzdur veya eşinizden ciddi bir çocuk bakımı bekliyorsunuz demektir veya geleneksel bir anne/baba profilinden farklı bir profil çizmek istiyorsunuz demektir. Bu da muhtemel eş adayı (veya eş) ile ciddi ve net bir konuşmayı gerektirir.
Peki diyelim ki evlendikten sonra yukarıda anlatılana benzer bir düşünceye sahip oldunuz. Mesela ev hanımı bir kadın 35 yaşından sonra çalışma hayatından uzak kalmayı anlamsız bulmaya başladı. Artık geçti mi? Evlenmeden önce mi konuşulacaktı illa ki? Tabi ki hayır. İnsanlar değişir. 25 yaşındaki fikirleriniz ile 30 veya 35 yaşındaki fikirleriniz bir olmak zorunda değil. Fikirlerinizi, hayata bakışınızı değiştirme hakkınız her zaman var. Yalnız bu fikir değişikliği çocuk sahibi olmak gibi veya çocuk bakımında sorumluluk paylaşımı gibi ciddi bir meselede ise, eşler arasında bir fikir birliği olması gerekecektir. Aksi halde ayrılık söz konusu olabilir, ki bence onda da sorun yok. Hayatın her gününü ciddi etkileyecek bir meselede fikir birliği sağlanamıyorsa, bu bir çiftin ayrılığı için makul bir sebeptir.
Enes Gökçe
0 Yorumlar