Bir İdam Mahkûmunun Son Günü – Kitap İncelemesi
Kitabın özetinden ziyade, önemli bulduğum yerleri paylaşarak incelemesini yapacağım. Kendi yorumlarımı farklı bir renk ile gösterim ki okumak istemeyenler rahatlıkla o kısımları geçebilsin.
Victor Hugo’nun gençlik eseri olan bu roman 1829 yılında daha 26 yaşındayken yayınlanmıştır. Kitabın önsözünde Hugo ölüm cezasını tartışıyor ve o günün gündemindeki bazı olayları eleştiriyor.
Dört eski bakanın organize ettiği bir darbe teşebbüsü sonucunda, darbenin cezası olarak bu kişilere ölüm cezası verilmiştir. Bunun üzerine hararetli tartışmalar başlamış ve ölüm cezasının kalkıp kalmaması gündeme gelmiştir. Böyle bir vesileyle ölüm cezasının kaldırılacak olmasını Hugo eleştiriyor, keşke halk için hümanist bir tavırla kaldırılsaydı diyor. Tartışmalar olurken ölüm cezası alanların infazı 6 ay ertelenmiş, daha sonra bu dört eski bakan bir şekilde berat ediyor ve sonra ölüm cezası tartışmaları bitiyor ve meclis bu konuyu kapatıyor. Tekrardan infazlar yapılmaya, insanlar giyotine gönderilmeye başlanıyor.
Victor Hugo uygulamada giyotin bıçağının defalarca indirilmesine rağmen mahkûmun boynunu kesmediğinden ve ölüm cezalarının vahşi işkence şovlarına dönüştüğünden bahsediyor. 34 kere bıçağın indirilmesi sonucu gerçekleşen bir infazdan, bir kadının kafası tamamen kesilmediği için cellatların ayaklarından tutup kafasını ayırdığından bahsediyor.
Ölüm cezasını savunanlar, böylelikle topluma zararlı kişilerden tamamen kurtulunduğu ve geleceğin garanti altına alındığından bahsediyor. Hugo bunlara cevaben müebbet hapis cezası verilebilir diyor.
Hugo’nun önerisi doğru, müebbet cezası alan kişi de toplumdan izole hale geliyor. Mahkûm hangisini tercih eder, herhalde bir şekilde yaşamak daha iyidir. Hapishane şartlarını da güzelleştirmek gerekir, hücrede insanlar akıl sağlıklarını kaybetmesin diye, şartlar güzelleştirilmeli. Aksi halde ölüm cezası daha vicdanlı olabilir.
Hugo eğer hapishaneden kaçar diye ölüm cezası veriyorsanız bu hapishane yönetiminin suçudur, tedbirlerini artırsınlar görevlerini iyi yapsınlar diyor. Demir parmaklıklara güvenmiyorsanız neden hayvanat bahçesi açıyorsunuz ki diyor.
Müebbet alan mahkumlar, başka bir mahkûmu öldürmeleri onların cezasını artırmayacağı için hapishane içinde gardiyan ve diğer mahkumları öldürebiliyorlar. Bu tip durumlar için ölüm cezasını savunanlar oluyor.
Ölüm cezasını savunanların ikinci argümanı toplumun intikamı için ölüm cezası veriliyor şeklinde. Hugo, intikam bireyseldir, cezalandırmak ise Tanrı’nın işidir diyor. Toplum intikam almak için cezalandıramaz, onun yerine mahkumları iyiliğe yöneltmek için düzeltmelidir diyor.
Ceza intikam için olamaz, sonuç olarak savcılar kamu adına ceza istiyor, hâkim de kamu yani toplum adına ceza veriyor. Bu durumda devletin bir organı toplumun intikamı diyemez. Devlet mahkumları iyiliğe yönetmelidir diyor Hugo.
Ölüm cezasını savunanların üçüncü argümanı ise ibret olsun mantığı. Potansiyel suçluları caydırsın diye yapıyoruz diyorlar. Hugo ise halkın önünde bunu şov olarak yapıyorsunuz ama tam tersi halk daha kötüye gidiyor diyor. Bu tip giyotin şovlarını izleyen halk daha eğitimsiz hale geliyor, morali bozuluyor, içindeki duyarlılık ve erdemler yok oluyor. Yani vahşeti izlediği için vahşet artık ona daha normal geliyor, duyguları ölüyor diyor. Örnek olarak halkın sevinçle bu infazları izlediğini, kendi aralarında kahkaha attığını, iyice yamyamlar gibi hareket ettiklerini söylüyor. Yani halk iyice insanlıktan çıkıyor bu tip şovları izlerken diyor.
Hugo bu konuda çok haklı, 34 kere bıçağın indiği ve ölümün gerçekleşmediği bir giyotini düşünün, cellat sonra kurbanlık koyun keser gibi elinde kasap bıçağı ile mahkûmun boğazını kesiyor, bunu binlerce insan izliyor. Bu izlenilecek bir şey midir? Gladyatör savaşlarında birbirini öldüren kişileri izleyen kalabalık gibi bir de alkışlıyorlar. Bu durum toplumu iyice vahşi yapar, içlerindeki vicdanı öldürür. Cinayet vakaları daha da artar.
Yok illa bundan ibret alıyorlar ve korkuyorlar diyorsanız, 16.yy.’a tekrar dönelim diyor Hugo. 16. yy.’daki gibi insanları işkence ile öldürün, kollarını bacaklarını kopararak öldürün, canlı canlı çukura gömün, kazanlarda kaynatın, cesedini bir yere asın geçenler baksın, cesetlerini darağaçlarında sallandırın diyor. Amaç ibret ve korku vermek ise, geçmişteki yöntemleri de yapalım diyor.
Hugo ölüm cezası alan adi bir suçluyu ele alıyor. Bu dünyaya kimsesiz gelen, hiçbir eğitim almayan, ebeveyn sevgisi görmeyen, hayata 10 sıfır geriden başlayan, herkes tarafından dışlanan, sokaklarda büyüyen bir kişi suç işledi diye onu öldürüyorsunuz diyor. Kaderi böyle olan bir insana kimse bir şey öğretmezken onu bu derece ağır bir şekilde cezalandırmak ne kadar adil diyor.
Hugo, ailesi olan birine ölüm cezası verdiğinizde ise geride kalanlara o cezayı vermiş oluyoruz aslında diyor, geride kalan çocukları, eşi, annesi ve babası mahvoluyor diyor. Cezaevinde hala ailesi için çalışabilecekken, bu durumda ailesi de fakirlikten ölüyor diyor.
Her türlü cezada kişinin ailesi etkilenir, tabi ölüm cezası en ağır olanı, diğer cezalarda hiç değilse haftalık görüş imkânı var. Ayrıca mahkûm hapishanede çalışabilir ve ailesinin geçimini sağlayabilir bu güzel bir nokta. Yani besleyelim mi tabi asacağız mantığı doğru değil, kişi çalıştırılabilir. Zaten o zaman Fransa’da da, Osmanlı’da da kürek cezası veriliyor. Gemilerde kürek çekiyorlar.
Hugo, eskiden insanlar dine bağlıydı, ölüm cezası alan bir mahkûm tövbekâr olurdu ve hiç değilse ahireti kurtuluyor diye toplumun vicdanı sızlamazdı diyor. Ama günümüzde Tanrı ve din, çocukların alay ettiği bir şeye dönüştü, insanlar inançlı değil, darağacı o kişinin ahiretine umut olmuyor yeni bir kapı açmıyor, tam tersi inançsız birini öldürerek imtihanını bitiriyorsunuz diyor.
Kişi hapishanede kalırsa kişinin her zaman değişme, tövbe etme ve ıslah olma imkânı vardır. Ama ölüm cezası verdiğinizde kişinin bu şansı ortadan kalkar. Bu durumda ahiret dünyadan daha önemliyse göz göre göre birini cehenneme mi göndermiş oluyoruz?
Hugo, zamanla işkence kayboldu, çark ortadan kayboldu, darağacı gitti, ama giyotin hala devam ediyor diyor.
Hugo, geçmişin toplumsal yapılanması 3 dayanağın üzerinde duruyordu: Rahip, kral ve cellat. Tanrı gitti, kral gitti şimdi de cellat gitmeli diyor.
Hugo, kilisenin ve papanın despot baskısından kurtulma ve onu takip eden cumhuriyet sistemine geçiş ile halkın yönetimi kraldan almasına vurgu yapıyor. Ama her dönemde var olan ve hoyratça insafsızca kullanılan, siyasi muhalifleri öldürmeye yarayan ölüm cezasından hala kurtulanamadığını belirtiyor.
Hugo, tanrı için üzülene tanrı kalıyor denebilir, kral için üzülene vatan kalıyor denebilir, cellat için üzülene diyebilecek bir şey yok diyor.
Hugo, “İsa’nın insanı yasası, nihayet anayasa halini alıp etrafına ışıklar saçacak, suça bir hastalık gözüyle bakılacak ve bu hastalığın sizin hakimleriniz yerine doktorları, sizin kürek mahkumiyetiniz yerine hastaneleri olacak. Öfkeyle cezalandırılan kötülük şefkatle tedavi edilecek.” diyor.
“Darağacı devrimlerin yok edemediği tek anıt”…“Devrimlerin insan kanına doyduklarına nadir rastlanır, ölüm cezası ellerinden kolayca bırakmadıkları bir bıçaktır.”
Hugo bu sözlerle komünistler de devrim yapsa, kralcılar da yapsa, liberaller de yapsa, dinciler de yapsa hepsinin ortak özelliği asla ellerindeki bu bıçağı bırakmaya yanaşmamaları ve göreve gelir gelmez muhalifleri idam ettirmeleri diyor.
Önsözün bitiminden sonra Hugo, idam alan bir mahkûmun son anlarını, onun aklından geçenleri hikâye şeklinde anlatıyor. Neyden ceza aldığını söylemiyor, 5 hafta önce ölüm cezası verilen bir mahkûmun hücrede kendi kendine konuşmalarıyla başlıyor.
Mahkûmun tek gerçekliği, tek düşüncesi ölüm cezası, hücrede harap olmuş, bacakları tutmuyor, elleri titriyor. Avukatı ömür boyu kürek cezası alması için uğraşmış ama mahkûm, ölüm cezası daha iyidir diye buna karşı çıkmış duruşmada.
Mahkûm, insanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumlar diyerek kendini sakinleştirmeye çalışıyor. Niye bu kadar üzülüyorum ki, acımasız gardiyanlardan, yağsız çorbadan, kara ekmekten, konuşmaya değecek bir insan olmayışından, hakaretlerden kurtuluyorum diyor.
Ölüm cezası alanlar temyiz edebiliyor, temyizleri reddedilirse, ki bu olasılık %99, infaz için sıraya giriyorlar. Böyle olunca kişi hemen idam edilmiyor, aylarını hücrede öleceğini bilerek geçiriyor. Bu tam bir zihni işkence ve kitapta da bu durum ele alınmış. Yani ölüm cezası aslında işkenceye sebep oluyor. Ama işkence insanlık ihlali olduğu için o dönem kaldırılmış. Ama ölüm cezası kaldırılmayarak, mahkumlara manevi, zihni bir işkence yapıyorlar.
Burada aslında bir çıkmaz var, işkence ölüm cezasından daha kötü görülüyor. Ölüm cezası varsa bir yerde mantıken işkence de olabilir, çünkü bir insana yapılacak en uç şey onu öldürmektir, işkence etmek değildir. İşkence daha kötü görülüyor ve kaldırılıyorsa bu sefer, ölüm cezasının işkenceye dönüşmemesi gerekir. Zihni işkenceye dönüşmeme ihtimali de çok düşük, tören şeklinde infaz yapılıyor bir sıra var, mahkûm sırasını bekliyor, son merasimler yapılıyor. Ayrıca temyiz olayı var, dosyası temyize gidince, mahkûm aylarca bekliyor, hafif bir ümidi olsa bile bu süreç ona işkence oluyor.
Giyotini savunanlar neredeyse hiç acı çektirmeden bedeni öldürmek ile övünüyorlar, saniyeler içinde hiçbir şey hissetmeden öldüğünü söylüyorlar. Mahkûm ise manevi acının yanında fiziki acının ne önemi var, ben giyotin öncesi süreçte zaten kafayı yiyorum diyor. Ayrıca kesik bir baş sepetten çıkıp giyotin acıtmıyor demediğine göre bu önerme boş bir önerme diyor.
Mahkûm, kendi kendine niye günlük tuttuğunu ve ölüm cezasını eleştirdiğini sorguluyor, ben öldükten sonra bu ceza kaldırılsa bile benim için ne önemi var ki diyor. Ölüm aklına geldiğinde başını o soğuk zindan duvarlarına vura vura parçalamak istiyor, güneşi tekrardan göremeyecek olması onu delirtiyor.
Giyotin ile infaz baya masraflı, mahkûmun mirasından bunun ücretini de alıyorlar. Üç yaşında bir kızı var, onun da onurunu lekeledim diye üzülüyor mahkûm.
8 metrekare bir hücresi var yatması için yere saman atmışlar, pencere ya da hava deliği yok. Hücrenin içi isimlerle dolu, kendisinden önce orada yaşamış ve unutulup gitmiş eski idam mahkumlarının isimleriyle…
Hastalandığında revire kaldırıyorlar ve doktorlar hastayı tedavi ediyor, yakın zamanda idam edilecek bir kişi hastalıktan ölmesin diye iyileştiriliyor.
İdam günü gelince mahkûm soğuk soğuk terliyor, kulakları vızıldıyor, gözleri bulanıyor, şakakları çatlayacak gibi oluyor.
Her çeyrek saatte hayatımın bir yılı gidiyor diyor.
Fransa’da belli bir süre kürek cezası alanlara cezaları bittikten sonra sarı bir kart veriliyor ve gittikleri her yere o kartı gösteriyorlar, zamanında eski bir kürek mahkûmu oldukları her yerde gözüküyor, kimse iş vermiyor ve dışlanıyorlar. Bir süre sonra hırsızlık hariç yapacakları bir şey kalmıyor.
Günümüzde de sarı bir kart yok ama e-devlet var, güvenlik soruşturması var, SGK kayıtları var. İhraç edilmişseniz SGK’nıza bunu işliyorlar her gittiğiniz yerde de çıkıyor. Gene cezasını çeken birinin sicilinde o suç kalıyor.
Mahkûm bir süre sonra kürek cezasını istiyor. Son anlarında bir rahip geliyor, onu teskin etmeye, mahkûm onu beğenmiyor, ezberlediği metni tekrarladığı için.
Hristiyanlarda rahip, bizde de bir imamın idam mahkumunun yanına gitmesi ne kadar doğru bilmiyorum. Bir din adamı bu hareketi yaparak zaten bir devlet memuru gibi hareket ediyor diğer yandan böyle bir sistemi meşrulaştırmış oluyor. Giyotinde bir şova dönüştürüp o kişiye işkence yapılarak bir ölüm söz konusu, böyle bir eyleme karşı bir din adamının aktivistçe hareket edip karşı çıkması, değiştirtmeye çalışması lazım, sistemin bir parçası olup onu meşrulaştırıp onu kabul edip, bu ritüelin bir parçası olmamalı. Bir nevi cellat ile iş paylaşımı yapmış oluyor.
İslam’da da idam cezasının olması bir şeyi ifade etmiyor, günümüzde bu vahşete dönüşmüş. Bir imam İslam'da bu ceza var diyerek bu sistemi meşrulaştıramaz. Ayrıca İslam’ın getirdiği hukuk kurallarında hırsızlıkta da böyledir, amaç o suçu azaltmaktır, el kesme cezası var diye, günümüzde de tek o ceza verilebilir gibi bir argüman yok. Bunu sadece tarihselciler savunmuyor, Osmanlı da hiçbir zaman bu şekilde hareket etmemiş. Her toplum yaşadığı koşullara göre bir hukuk sistemi kurar, evrensel bir hukuk sistemi yok, o yüzden tarihsel diyorlar bu tarz hükümlere.
Son gün nefis yemekler veriyorlar mahkûma ama yiyemiyor, tadı acı geliyor. En son idam edilirken yalvarıyor merhamet diye hala ümidi var belki bağışlarlar diye, bir ümit diyor ve yalvarıyor.
Ahmet
Twitter: a_wolfenstein
3 Yorumlar
Raskolnikov yürürken, "Acaba neredeydi?" diye düşündü. "Nerede okumuştum, hani bir idam mahkumu, ölümünden biraz önce şöyle söylemiş ya da düşünmüştü: 'Yüksek ve sarp bir kayalıkta, ancak iki ayağımın sığabileceği, dar bir çıkıntıda, dört bir yanım uçurumlar, okyanuslar, sonsuz bir gece, sonsuz bir yalnızlık ve hiç bitmeyecek fırtınayla sarılmış vaziyette yaşamak zorunda olsam ve bütün ömrümce, bin yıl boyunca, hatta sonsuza kadar o bir karış toprakta durmam da gerekse, o şekilde yaşamak, şu anda bir saat içinde ölecek olmaktan çok daha iyidir?' Yeter ki yaşasındı, sırf yaşasın! Nasıl olursa olsun, ama yeter ki yaşasın!.."
YanıtlaSilidam edilenin gözüyle bakıldığında durum aynen yazıda anlatılanlar gibi olabilirde, karşı tarafın gözünden bakın bakalım aynı şeyleri söylebilecekmisiniz. Çok dar açıdan ele alınmış bir yazı. yazar empati yapsın bakalım. kendi annesini, çocuğunu gözündeün önünde vahşice öldüren bir katil içinde aynı ifadeleri kullanabilecekmi?
YanıtlaSilHocam bu kitap özeti yazısı. Konuyu ele almıyorum, kitaptaki argümanları özetliyorum, o argümanlarla ilgili yorum yapıyorum. Yoksa idam'ın + ları - leri neler diye toplu ele alınan bir yazı değil. Konuyla ilgili başka kitaplar okurken, bu kitaptaki argümanları hatırlayıp teraziyi siz kuracaksınız.
Sil-Ahmet