“O'nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de: Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda bilen ve anlayan kimseler için ibretler vardır.” (Rum, 30/22)
19.yüzyıldan 20.yüzyılın başlarına kadar 300 milyonluk koca Hindistan, İngiltere'den gelen 5000 devlet memuru, sayısı 40.000 ile 70.000 arasında değişen küçük bir ordu ve yaklaşık 100.000 iş adamı, sanatçı, gönüllüler tarafından yönetildi. Hindistan kıtası aşağı yukarı 175.000 kişi tarafından kılcal damarlarına kadar sömürüldü, kullanıldı, yönlendirildi. Yani bir kişi 1714 kişiyi idare etti.1519 yılında İspanyol general Cortes 350 askeriyle Meksika sahillerine ilk kez çıktığında, ne yapacağı kafasında çok net olarak belirlenmişti. Azteklilere barış için geldiğini, kral ile görüşmek istediğini söyledi. Aztek kralıyla görüşmeye götürüldü. Sarayda kralı esir aldı. Yalana, hileye başvurdu. Azteklilerden memnun olmayan azınlıkları bir araya getirdi. Bir ordu oluşturdu. Savaşlar yapıldı. Yaklaşık 10 sene içerisinde bütüne Güney Amerika kıtası İspanya’nın sömürgesi olmuştu. Geriye ne Aztek, ne de İnka medeniyeti kalmıştı.
Hindistan’ı işgal etmeden önce, İngiltere oraya yüzlerce tarihçi, botanikçi, coğrafyacı ve dil bilimci gönderdi. Hindistanı didik didik etti. Her dağını, ırmağını, ovasını haritaya geçirdi. Tarihini, alışkanlıklarını, eski dilleri, dinleri, hassas noktaları çok detaylı bir şekilde tespit edildi. Neye nasıl tepki vereceklerini öğrenmişlerdi. Bir avuç eğitilmiş insanın olağanüstü çabası, yeteneği, çalışkanlığı sonucu devasa bir ülke köleleştirildi.
İyi yetişmiş, çalışkan , yaratıcı, risk alabilen tek bir insan, binlerce insandan daha etkili olabiliyor. Türkiye'deki bütün cemaatlerin de en büyük sorunu, onları zamanın ruhuna uymayan, ölmeye mahkum yapılar olmasına sebep de işte tam burası.
Cemaatler tek tip insan yetiştirme fabrikası. Almanca’daki enfes ifadeyle Gleichmacherei. Herkesi birbirine benzetirler. Ortalamanın çok üstündeki insanları da ayağından çeker aşağı indirir. Ve bunu din iman adına yapar. Din argümanını kullandığı zaman da iradeleri felç eder. İnsanlar kıpırdayamaz duruma gelir. Adeta bir “Vicdan Mafyası” gibi vicdanına kurşunu sıkmışlardır kıpırdayamazsın artık.
Peki acaba gerçekten Allah’ın muradı bu mu? Burada yazacaklarım tabii ki subjektif, bir amatörün fikirleri. Fıkıh, kelam, tefsir uzmanı değilim. Fakat Kutsal kitabın tek muhatabı da bu uzmanlar değil. Hepimiz kapasitemizce bir şeyler anlayabiliriz. Rum süresindeki yukarıdaki ayetten ben iki şey anlıyorum.
1-Makro anlamı. Bütün diller ve etnisiteler Allah’ın ayetleridir. Mesela Hz.İsa’nın konuştuğu dil Aramice’nin modern versiyonu Süryanice, ülkemizde çok az sayıdaki Süryani tarafından konuşulmakta ve yok olmakla karşı karşıya. Hz. İsa’nın hatırı ve de Allah’ın bir ayeti olması hasebiyle, bu dil özel korumaya alınmalı. Ülkenin en iyi üniversitelerinde Süryanice Kürsüleri kurulmalı. Çok yoğun maddi ve manevi destek verilmeli. Trabzon’un belli kesimlerinde konuşulan Allah’ın başka bir ayeti olan Lazca da özel korumaya alınmalı. Karadeniz Teknik Üniversitesinde Lazca Bölümü açılmalı. Mezunlarına pozitif ayrımcılık yapılmalı. Bir avuç Gagavuz Türk’ü varsa (sayıları yaklaşık 15.000) onları kendimize benzetmeye çalışmadan yani asimilasyona uğratmadan, Allah’ın nadide bir ayeti muamelesi yapmalıyız. Kendilerine has kültürleri, dilleri ya da şiveleriyle, adetleriyle hayatlarını sürdürmelerine imkan tanımalıyız.
2-Mikro anlamı: Her çocuk özeldir, yaratıcıdır, mucit doğar. İlgi alanları farklıdır. Çocukları birbirine benzetmeye çalışmamalıyız. Prusya döneminin askeri kışla sisteminden esinlenilerek oluşturan okul, sınıf, aynı yaştaki öğrencilerin bir arada okutulması yöntemi terk edilmeli. Öğretmen emir veren, dikte eden değil, koçluk yapan, bilgiye nasıl ulaşacağını gösteren kişiler olmalı. Spor dersini illa ki beden öğretmeni yapmamalı. Dünya kadar profesyonel sporcu var. Onlar da yapabilmeli. Ekonomi dersine, etraftaki başarılı iş adamları girmeli. Coğrafya dersine, dünyayı gezen, ülkeleri şehirleri İnstragram albümleriyle daha iyi tanıtıp sevdirecek gençler girmeli mesela. Hayatının en verimli kısmını böyle dandirik, verimsiz, 18. yüzyıl sanayi toplumunun ihtiyaçlarını karşılamak için açılan bu tür okullarda geçirmemeli çocuklar. Öğrendiklerinin en az %90’nını okuldan hemen sonra unutan elemanlar yetiştiren bu mekanlar zamanın ruhuna uygun değil. Spor, tabiatla iç içe zaman geçirme, resim, müzik, literature çok fazla zaman ayırmalı. Takım sporları, tiyatroyla çocukların sosyalleşmesi teşvik edilmeli.
Eğer küçük çocuğun her şeye “Neden?” diye soruyorsa bu harika bir şey. “Yeter evladım hep soru sorulmaz ki” diyorsanız, ya da başınızdan savmak için eline tablet tutuşturuyorsanız sizi tebrik etmek lazım. Çünkü yeni çağa bir köle de siz yetiştiriyorsunuz. Çocuk babasına bile itiraz etmeli. Mesela “böyle daha iyi olmaz mı baba” demeli. Bir çocuk babasını geçemiyorsa, bu babanın basarsızlığıdır. Hz Ali‘nin dediği gibi “Çocuklarınızı kendi dönemlerinize göre değil, onların yaşayacağı devirlere göre yetiştirmek gerekir.”
Öğretmen olarak, öğrencileriniz farklılıklarını teşvik etmiyor, onları torna tezgahından çıkarır gibi, birbirine benzetmeye çalışıyorsanız, Allah’ın bu ayetini pek anlamamışsınız demektir.
Cemaat lideri olarak “Sizden öncekilerin helak olmasının sebebi çok soru sormalarıydı” hadisini, hakimiyetini tahkim için yanlış yorumla kullanıyorsanız, Kuran’ın ruhuyla pek bir alakanız yok demek ki.
Hiçbir insanın parmak izi diğerine benzemez. Ses telleri aynı değildir. Yüzleri farklı farklıdır. Hiçbir hayvan, hiçbir bitki diğeriyle yüzde yüz benzeşmez, Dortmund’akı Botanik Bahçede sadece cam ağacının 40’tan fazla çeşidi vardır. Dünyada 537 farklı elma var. Benim evdeki iki kedim Pischiko ve Charli’nin ne yeme alışkanlıkları, ne tuvalet , ne hareketlilikleri birbirine benziyor. Kainatta mükemmel bir uyum olmasına rağmen, muhteşem de bir farklılık vardır. Yani hem aynı hem gayrıdır. Çeşitlilik adeta dünyanın olmazsa olmazıdır. Herhangi bir parti, ideoloji ya da cemaat insanları birbirine benzetmeye çalışıyorsa biliniz ki orda Allah’ın rızası asıl gaye değildir. Hemen kaçın. Birbirine benzeyen insanların oluşturduğu topluluklarla hızlı iş görebilirsiniz, fakat bunlar asla kalıcı olamazlar.
Cemaatler insanları şu mekanizmalarla birbirine benzetirler.
1- Bilinenin aksine cemaatlerde çok az kişi kitap okur. Mesela Hocaefendinin Cemaatinin çok eğitimli ve iyi okuyan insanlardan oluştuğu söylenir. Bu çok yaygın doğru bilinen bir yalandır. Yıllarımı aktif, yarı aktif ve pasif fakat sempatizan olarak cemaatte geçirdim. Çok az kişi okur. Okuyanlarda sadece kendi mahallesinde kalır. Cemaat liderinin ve onun etrafındaki halkanın yazdığı kitaplar okunur. Dolayısıyla tek kaynaktan beslenir. Adeta bir “bubble”ın içindedirler. Başka fikirlere, zeka tarlalarından haberdar değiller, Hocaefendinin çok yakınında yıllarını geçiren birkaç kişiyle arkadaşlığım oldu. Büyük kütüphaneleri olanlar vardı. Fakat hep milliyetçi-mukaddesatçı yazarların eserlerinden oluşuyordu bu kitaplar. Mesela dünya klasiklerinden haberleri yoktu, Felsefe kitapları yoktu. Yöneticilik, liderlik, roma tarihi, entegrasyon, yabancı dil öğrenme ve bunun gibi konularla ilgili hemen hemen hiç kitap yoktu. Böyle olunca da tek kanaldan beslenen herkes gibi, şeklen modern görünsen de kafa yapısı yobaz oluyor. Farklı düşünebilme kanallarını kapatıyorsun. Hangi konuda ne söyleyeceğini hemen tahmin edebiliyorsunuz. Öğrenmek için sizi dinlemezler. Sizi dinliyor gibi yaparken, vereceği cevaptadır aklı. Kendi ve ideolijisinden o kadar emindir ki, niye dinlesin başka fikirleri?
2003 yılında İstanbul'da çalışırken, Milliyet gazetesinin efsane ekonomi yazarı Güngör Uras ile biraz muhabbetimiz olmuştu. Onu Ortaköy’de bürosunda ziyaret ederken, bana kütüphanesini gezdirdi bir keresinde. Risale-i Nur Külliyatının baş eseri Sözler’i kütüphanesinde görünce çok şaşırmıştım. Oysa bize böyle anlatılmamıştı. Solcular yobazdı, kabaydı, ön yargılıydı, din düşmanıydı. Yıllar geçtikçe Türk Solunun, vicdanda, insanlıkta, hak-hukukta, hayvan sevgisinde klasik sağcılardan fersah fersah ilerde olduğunu gördüm. Farklı okumalar yapıyor, kendi gibi olmayanlarla temasa geçince daha esnek oluyorlardı.
Evet cemaatte binlerce üniversite mezunu insan var. Fakat Almanca ifadeyle “Bildung” ayrı “Ausbildung” ayrı şeyler. Siz üniversitede mesleki eğitimi görürsünüz. İyi bir inşaat mühendisi, betonu, zemin etütünü, istatistiği öğreniyor. İyi bir doktor, iyi bir hakim ya da öğretmen oluyorsun. Ama eğitim başka bir şey, insanı anlamak, sevmek, değerleriyle sevmek kabul etmek, öğrenmeye açık olmak, kendiyle eğlenmek, hatalarını itiraf edebilip onlardan ders almak.. Bu ayrı bir dünya, ayrı bir uğraş.
Cemaat evlerinde kalanlar bilir. Risale, Hocaefendinin kitapları ve abilerin yazdıkları kitaplar olur genelde. Başka kitapların okunması pek hoş görülmez. Küçük görülür. Alay konusu edilir. Dünyanın en güzel, en edebi, en dolu dolu kitapları zaten bizde. Başka kitaplarla zihinleri bulandırmanın ne anlamı vardır. Farklı dünyalarla temas, zihinleri bulandırabilir, insanı kaydırabilir diye düşünülür. Emeğe, okumaya, ızdıraba dayanmadığı için de, imanı pamuk ipliğine bağlıdır. Hemen kayabilir.
Devam edecek...
Nuri Turan
5 Yorumlar
hocaefendiymiş içi şeytan dolu gözleri geceleri şeytanlıkları düşünmekten pörtlemiş
YanıtlaSilÜniversite 2. yılda cemaat evinde kalıyordum. Evlerde Yeni değildim, lise boyunca evlere gidip gelmiş, hazırlıkta yurtta kalmıştım.
YanıtlaSilDarvinin Türlerin kökeni kitabını almıştım, onu ve bir iki psikoloji kitabı kütüphaneye risalelerin HE kitaplarının yanına koymuştum.
Ev abisi falan kimse birşey demedi, zaten kim ne diyecekti, benim için de öylesine sıradan bir durumdu. Koyduğum kitapların sakıncalı olduğunu hiç bilmiyordum. Birkaç gün sonra bölge imamı ziyarete geldi, normal konuştuk falan, sonra gitmeden beni bir köşeye çekti. Kitapların sakıncalı olduğunu, gelen çocukların aklını karıştıracağını hatta benim için de zararlı olacağını söyledi.
Odama hiç girmemişti, kitaplarımı nerden biliyordu? Birilerinin rapor verdiğini ve koskoca bölge imamının sırf bu kitaplar için geldiğini anladım. Canım sıkılmıştı ama sonra kitapları kaldırmıştım.
Evet, cemaatte başka kitaplar okunmaz, uzun yıllar ders kitapları ve ingilizce romanlar dışında farklı ciddi kitap okuduğumu hatırlamıyorum. Kendimi çok bilgili sanıyordum. 20 yıl sonra tam bir cahil olduğumun farkına vardım.
gerçeği görüp bu yapıdan kopan herkese allahın selamı ve muhabbeti üzerlerine olsun
SilKatilmamak elde degil,devamini bekliyorum
YanıtlaSilyazara büyük ölçüde katılmak ile birlikte bu yapının içinde farklı kaynaklardan da beslenen birçok kişi gördüğümü söylemek isterim. Özellikle 2000 den sonra yeni nesil biraz daha rahattı bu konuda ama tabi yapıya bağlılığı da o ölçüde oluyordu. Genelde farklı kaynaklardan okuyanlar daha eleştirel oluyor ve doğal olarak yapı içinde pek tutulmuyordu.
YanıtlaSil