Header Ads Widget

test banner

Kim Suçlu ve Suçun Sebepleri

Herhalde çoğumuz çoğumuzun Türkiye’nin şu andaki halinden hiç memnun olmadığının farkındayız. Sadece ekonominin kötü olması, iktidarın otokrasiye ve diktatörlüğe doğru hızla yol alan çizgisi, hukukun hakkınca uygulanmaması, insan hakları ihlalleri gibi çok önemli meseleler değil; keskin ve derin kamplaşmaların ve güvensizliğin yol açtığı, sosyolojimizi ve bireylerin psikolojilerini etkileyen—aslında darma dağın eden—çok büyük bir sorun var ortada. Bu durumun ana sebebi olarak birileri Erdoğan’ı, birileri Gülen’i, birileri iç ve dış düşmanlarımızı (kimlerse onlar?) göredursun; biz daha derinlikli bir düşünmeye girmeye çalışalım beraber. 

Sizce Erdoğan ve Gülen bütün avaneleri ile beraber bir şekilde ortadan püf diye kaybolsa güzel günler görebilecek miyiz? Bence hayır, çünkü daha temel ve derin bir problem var. Erdoğan ve Gülen durumun sebebi değil, belki de durumun birer sonucu. Problem hepimizde. Problem yetiştirilmemizde. Problem kültürümüzde. Problem anlayışımızda. Dolayısıyla asıl suçlu hepimiziz ve böyle olmamızın sebebi yetiştirilmemiz, kültürümüz ve anlayışımız. 

Neden böyle düşünüyorum? Açayım. Öncelikle duruma biraz daha detaylı bakalım. AKP’nin hardcore destekçileri Erdoğan’ın her dediğine inanıyorlar. Erdoğan bugün siyah yarın beyaz dese, onlar bugün siyaha yarın beyaza sebebi üzerinde hiç düşünmeden inanmakta beis görmüyorlar. Aynı şekilde the cemaat’in (Türkiye’de artık mecburen sesleri kısılmış bir durumda, ama yurt dışında sesleri hala duyulan) hardcore destekçileri Gülen ve büyük abileri ne derseler inanıyorlar. Tarikatçılar aynı şekilde. Uç solcu gruplar benzer şekilde. Laik ve Kemalist kesim belki lider sözü ile değil, ama doktrinlerinin dışına çıkmayacak bir şekilde çok sabit fikirliler. Halkımız çoğu itibariyle liderini ve empoze edilmiş doktrinini bırakın eleştirmeyi, sorgulamayı bile aklının ucundan geçirmiyor; sabit ve basit fikirlilik derinlerimize işlemiş çok büyük bir hastalık. 

Peki neden bu kadar lider veya doktrin odaklı bir sabit fikirlilik var? Bu sadece kandırılmakla açıklanabilir mi? Bence açıklanamaz. Eğer tabanların “ezberlenecek derecede basit bir hayat görüşü” için içsel bir talepleri olmasaydı bu hallere liderler veya doktrinler ne kadar büyüleyici olursa olsun düşülmezdi. Kısacası talepten dolayı arz gerçekleşiyor. Temel olan kandırılma isteği, kandırma fiili değil. Dolayısıyla halk değişmediği sürece—liderler değişse bile yeni liderler gelecek ve—aynı problemlere düşülmeye devam edilecek. 

Peki bu basit hayat görüşüne olan talep nereden geliyor? Neden halkımızın çoğu hayatı pastel renklerle görmek; kendilerini iyi, karşıdakileri kötü bilmek istiyor? Bence bunun ana sebebi şu: çocuk yaşlardan itibaren eğitimimiz ve yetiştirilmemiz pastel renklerle yapılıyor. Bilirsiniz işte, Türk ve İslam tarihi sadece güzelliklerle doludur, Türkler ve Müslümanlar iyidir, diğerleri kötüdür. İslam bütün dertlere devadır, Türk ırkı en üstün ırktır. Osmanlı’nın sadece son zamanları biraz kötüdür; ama problem değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile onların hepsi düzelmiştir; zaten Atatürk’ün yaptığı ve getirdiği her şey sorgulanamayacak derece doğrudur. 

Bir ilkokul çocuğu böyle bir beyin yıkanmışlıkla mezun olduğu zaman doğal olarak yine bu netlikte bir hayat görüşü arayacaktır kendisine. Bu hayat görüşünü ise ailesi ona vermeye zaten en baştan niyetlidir. Eğer sonradan arkadaş çevresi onu bir şekilde değiştirmemişse ortalama bir Türkiye vatandaşının hayat görüşü—milliyetçilik, Kemalistlik, komünizm, Kürtçülük, tarikatçılık, siyasal İslamcılık vs.—yüzde doksan ihtimal ailesininki ile aynıdır. 

Bu hayat görüşlerinin diğer bir problemi hep karşılarında düşman olarak başka bir hayat görüşünü koymalarıdır. Milliyetçilik-Kürtçülük, İslamcılık-Kemalizm vs. bunlar kendilerini tanımlamak ve daha güçlü kılmak için karşı görüşlere ihtiyaç duyarlar. Dolayısıyla iki taraf da birden güçlenir genellikle. Özellikle şimdiki yıllar gibi problemli yıllarda ise daha da bağlanabilir insanlar doktrinlerine. Çünkü özel durumlar özel bir şeyler yapmayı gerektirir ve onların kendi öğretileri haricinde çok bildikleri bir şey yoktur. Dolayısıyla ne acıdır ki şimdiki yıllar gibi kriz zamanlarında toplumsal bölünmüşlük ve kamplaşmalar daha derin bir hal alıyor. 

Bu değişik hayat görüşleri çok bakımdan birbirinden farklıdır, ama benzer oldukları ve çok problemli tarafları çoğunun çok devletçi olmalarıdır. Öyle değil mi? Ya devlet başa ya kuzgun leşe! Ortalama bir Türkiye vatandaşı için devlet bir velinimettir, kendisi devlete hizmet etmek için vardır, devlet ona hizmet etmese bile çok problem değildir. Vatan, millet, din, bayrak ve devlet kutsaldır. Neden öyle olduğu düşünülmez. Neden öyledir? Çünkü öyledir! Ben bunlar değersiz demiyorum, ama bunların bu derecede kutsal görülmesini yanlış ve hastalıklı buluyorum. Bu derecede kutsallık yüzünden politik (veya değil) liderler bunları hep ağızlarında sakız gibi devamlı geveleyerek hatalarının göz ardı edilmesini sağlıyorlar ve bu kültürümüzdeki çok problemli noktalardan birisi. 

Kültürümüz ve anlayışımız bize “biz ve diğerleri” şeklinde özetlenebilecek inançla kafaların çok rahat olduğu ama toplum genelinde yaşamı cehenneme çeviren bir durum ortaya koyuyor. Bu şekilde olduğumuz için suçlu biziz. Karşı taraf ne diyor hiç kulak vermediğimiz için suçlu biziz. Hayatı siyah ve beyaz görmek isteyip her şeyin aslında grinin bir tonu olduğunu anlayamadığımız için suçlu biziz. Farklılıkların aslında problem değil, güzellik olduğunu idrak edemediğimiz için suçlu biziz. Kendi grubumuzu üstün gördüğümüz, dolayısıyla herkes bize uymalı dediğimiz için suçlu biziz. Sorgulamadığımız, eleştirmediğimiz, açık görüşlü olmadığımız için suçlu biziz. Okumadığımız, düşünmediğimiz, kendimizi dar kalıplara hapsettiğimiz için suçlu biziz. Birey olamadığımız, koyun olmakta beis görmediğimiz için suçlu biziz. Hayatı basit görmek istediğimiz ve komplikeliğindeki güzelliği anlamadığımız için suçlu biziz. Zaten en iyiyi bildiğimizi düşünüp değişmekten korktuğumuz için suçlu biziz. Kanmak ve kandırılmak istediğimiz için suçlu biziz! 

Peki bu durumdan kurtulmak mümkün müdür? Nasıl kurtulabiliriz? Bu yazı yeterince uzun oldu, o yüzden burada kesiyorum. Üzerinde düşünüp yazılar yazmak gerekli bu önemli konuda: çözüm nedir? Evet, bu konuda yazılar yazmak lazım. Ama bunu ben yapmayayım, sizden isteyeyim. Yazımı buraya kadar okuduysanız—bana katılsanız da katılmasanız da—sorun ve çözüm konusunda bir fikriniz varsa onları toparlayıp yazarak MFP’ye göndermenizi rica ediyorum. Sorun ve çözümlere dair ne kadar değişik görüş okursak o kadar iyi. MFP olarak yazılarınızı bekliyoruz.

Selamlar, sevgiler. 

İsa Hafalır
author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

2 Yorumlar

  1. Ya bizdensin ya da onlardan
    Hadi bu köprüyü geç bakalım
    Ya dostsun ya da düşman,hadi sıfatını seç bakalım....hayatimiz ya siyah yada beyaz olmak zorunda...
    Ya benimsin ya da kara topragin!!!!
    Hep o eski Turk fipmleri,o filmler yuzunden bu haldeyiz;)))

    YanıtlaSil
  2. fetöcülerin fetöbaşına korku temelli efsunlu bağlılığı ile erdoğan sevgisini karıştırmayın. yanlışa yanlış demeyi de biliriz. dinde reform gibi saçma bir çıkış yaptığında ben dahil sosyal medyada öyle bir tepki gösterdik ki geri adım atmak zorunda kaldı. Kimsenin kara kaşına kara gözüne hasta değiliz. bir müslüman olarak bizim de bir gündemimiz var. bize uyarsa oy veririz uymazsa vermeyiz geçer gideriz. zamanında erbakan da müslümanları çantada keklik sayıyordu. %2'yle cevabını aldı. erdoğan da bunun bilincinde.

    YanıtlaSil