İnsan denen olguyu diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik “akıl” kavramıdır. Allah diğer hiçbir canlıda olmayan bu özelliği sadece insanlara vermiştir. İnsandan daha güçlü, daha hızlı, fiziksel olarak yüzbinlerce hatta belki de milyonlarca canlı türü bulunabilir. Fakat insandan daha akıllı bir canlı yaratılmamıştır.
Bu durumda bir insanın en değerli hazinesinin “akıl” olduğunu kimse inkar edemez. Akıl, düşünme ve zekâ gibi kavramlar insanın insan olmasını sağlayan olgulardır. Bu sebepten dolayıdır ki İslam dininde yapılması kesin olan ve farz diye nitelendirilen kavramlar bile akıl sağlığından yoksun olan insanlar için geçerli değildir.İnsanlar bu en değerli hazinelerini iki farklı şekilde yitirebilirler. Birisi doğuştandır, kişinin hiçbir zaman elinde olmayan tamamen halk tabiriyle “alın yazısı” olarak nitelendirilir. Diğeri de doğuştan gelen hiç bir sorunu yokken, dışarıdan gelen bir fiziksel ya da psikolojik müdahaleler sonucu akıl sağlını kaybetmektir ki bu ikisi durum içindeki en vahim durumdur. Doğuştan gelenle alakalı yapabilecek çok fazla bir şey olmadığından ötürü sonradan olanla alakalı yazımıza devam edeceğiz.
Gelin bir empati yapalım ve durumun ne kadar dehşet verici olduğunu daha net bir şekilde görelim. Belirli bir yaşa kadar gayet normal bir şekilde hayatınıza devam ediyorsunuz. Her şey yolunda, öğrencisiniz ya da çalışan birisiniz ve okul-ev-iş-sosyal hayat dörtgeninde günlerinizi geçiriyorsunuz. Sonradan başınıza bir şey geliyor ve bırakın yaptığınız işleri ya da gördüğünüz dersleri kendi adınızı bile unutacak kadar zihinsel çöküş yaşıyorsunuz. Bu zamana kadar hoşunuza giden hiç bir şeyi hissedemiyorsunuz, arkadaşlarınızı hatta anne babanızı bile tanımıyorsunuz, tabir-i caizse bir bitki gibi oluyorsunuz. Elbette bu şekilde bir akıl kaybı çok ama çok ileri derecede maruz kalınan travmalar sonucu ortaya çıkabilir fakat bu denli olmayan psikolojik sorunlar bile korkunç derecede insanın hayatını etkiler.
Bu derece insan hayatını alt üst edecek dış etkenleri liste halinde sıralamaya kalksak emin olun uzunca bir süre listeyi bitiremeyiz. Buna ek olarak, insan psikolojisi öyle bir fenomendir ki, kiminin akıl sağlığını alt üst edecek bir olay başka biri için adrenalin yükseltici macera tutkusunu katlayıcı bir özellik gösterebilir. Yani 1 milyon kişiye birer madde yazdırsak belki 1 milyon farklı sebebe ulaşabiliriz. Bundan dolayıdır ki yazının devamında sadece bir tek olayla alakalı “Kendini Kaybetmemeyi Başarmak” hususunda elimden ve dilimden geldiğince fikirlerimi beyan etmeyi tercih ediyorum.
Bildiğiniz üzere ülkemizde “Fetö Mağdurları” denilen azımsanmayacak derecede çok olan bir topluluk oluştu. Burada kimlerin mağdur olup olmadığını tartışmayacağız fakat bir şekilde hayatına normal akışında devam eden insanların bir sabah ansızın evlerine gelen polislerle birlikte hayatlarının 180 derece değişmesi elbette mağduriyet olarak nitelendirilebilir.
Sadece polis baskını değil bir gece yayınlanan KHK ile ismini listede görmek, önceden ifadesi alınan bir tanıdığınızın size gelip, “kusura bakma, isim istediler senin adını verdim” demesi, ByLock kullanmanıza rağmen hala sizle alakalı bir soruşturma olmaması ya da diğer gözaltı sebeplerinden birini gerçekleştirmiş olmanıza rağmen hala hakkınızda bir soruşturma olmaması gibi sebepler bir insanı mağdur etmeye yeter ve artar sebeplerdir.
Bu yazıda kendini kaybetmemeyi başarmayı iki farklı durum için aktarmaya çalışacağım. Birincisi hakkında soruşturma açılan, gözaltına alınan, içeri girip çıkan-çıkamayan kişiler için, diğeri de hakkında henüz hiç bir şey olmayan ve sürekli beklemede olan kişiler için.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bir insanın gözaltına alınması ne olursa olsun şok edici bir durumdur. Özellikle sabaha karşı saat 5’e doğru kapınızın çalınıp, dürbünden baktığınızda 3 tane hiç tanımadığınız insanı görüp 5 saniyelik bir duraksamadan sonra polis olduklarını idrak edip, kapıyı açtığınızda “bizimle şubeye kadar gelmeniz gerekiyor” sözünü işitip, evi aramaya başlamalarına şahit olduktan sonra bunu normal bir şekilde karşılamak kesinlikle normal değildir. Bu süreçleri atlattıktan sonra daha doğrusu işin sıcaklığı geçtikten sonra insan bir durup başına gelenleri düşünmeye başlar. Bundan sadece 3 sene önce belki sadece filmlerde, dizilerde ve haberlerde gördüğü şeylerin kendi başına geldiğini düşünür ve işte o düşüncelerin arasında öyle bir an gelir ki geri kalan hayatını etkileyecek son derece önemli bir an’dır. Önünde çok fazla yol yoktur, ya başına gelenleri kabullenip “bizim de imtihanımız buymuş” diye düşünüp yola devam edecek ve bu düşünme faslını kapatacak ya da “Allah’ım senin rızan için onca şey yaptık, elbette karşılığını öbür tarafta görecektik fakat bu kadarı da ağır değil mi?” deyip düşünceleri iyice derinleştirip, kafada sürekli bir şeyler kurgulayıp çeşitli senaryolar üretip hayatı kendine psikolojik olarak zindan etmek. Şunu şiddetle belirtmek isterim ki, ben iki türlü düşünen insana da yanlış düşünüyorsun diyemem. Bu insanların neler yaşadıklarını onlar dışında kimse bilemez. İlla şiddetli işkence görülmesine gerek olmadan, özgür bir insanı dört duvar arasına hapsetmek de zaten başlı başına bir işkencedir. Tabii ki dinen isyan etmek sakıncalıdır fakat ben gerçekten bu insanlara “yanlış düşünüyorsun, sabretmen lazım” vb. şeyleri söyleyecek yüzü bulamam kendimde.
Benim kendimde bulamadığım bu yüzü, okuyucu olarak belki siz de bulamazsınız fakat zaten psikolojik olarak alt üst olmuş bu insanlara binlerce kilometre mesafeden rahatı yerinde olup, “sabretmeniz lazım, imtihan bu, bahar gelecek, havanın en karanlık olduğu an güneşin doğmasına en yakın andır, dayanamazsanız kaybedenlerden olursunuz, hain-menfi olursunuz” vb. sözleri söyleme cüretini kendinde gören oldukça fazla insan var. Hatta bu insanların çoğu şu an bu yaşananların mimarları olarak da tanınan kişilerdir. Bilhassa bu kişiler yüzünden mağdur insanların akıl sağlıkları daha çok tehlike altındadır.
Öncelikle yapılması gereken, bu tarz insanları kesinlikle ama kesinlikle dikkate almamaktır. Hatta mümkünse hiçbir şekilde onların dediklerini ya da yazdıkları görmemek, okumamak sizler ve bizler için en iyi seçenektir.
Bir insan kendi muhasebesini adı üstünde kendi yapmalıdır. Allah herkese akıl vermiştir ve insanlar bu akıl yardımıyla neyin doğru olduğunu, neyin yanlış olduğunu ve mevcut duruma göre birtakım çıkarımlar yapmayı gayet kendisi yapabilecek düzeydedir.
Elbette bir insan için en zor şeylerden biri kendi iç muhasebesini yapmaktır. Hele ki, yukarıda bahsedilen oldukça yıpratıcı bir soruşturma süreci geçirdikten sonra insan kendi içine ister istemez çekilir ve düşünmeye başlar. Benim bu tarz durumlar için verebileceğim en iyi tavsiye mümkün olduğunca yalnız kalmamaya çalışmaktır. Evet biliyorum, bu durumlardan dolayı en yakın dostunuz bildiğiniz arkadaşlarınız hatta ailenizdekiler bile sizle görüşmek ve konuşmak istemeyebilir fakat bir insanın yalnız kalmaması için illa yanında tanıdık biri olmasına gerek yoktur. İmkanlar dahilinde gidebileceğiniz kurslar, çeşitli sportif faaliyetler vb. faaliyetler mevcuttur. Bunlar sayesinde yeni insanlar tanıyıp, buralarda kendinize yeni bir sosyal hayat kurabilirsiniz. Emin olun bu şekilde hem özgüveniniz geri gelecek hem de bir şeyler başarmış olmanın verdiği o mutluluk size çok iyi gelecektir. Aksi halde olumsuz düşünceler bir diğer olumsuz düşünceleri aklınıza düşürecek ve tamamen dipsiz bir kuyuya düşermiş gibi kendi zihninizde kaybolacaksınız. Allah muhafaza bunun sonunda gerçek manada aklınızı kaybedebilirsiniz. Hapishanedeyken bu şekilde aklını kaybeden oldukça fazla insan biliyoruz. Bunun dışında hapisten çıktıktan sonra hayata uyum sağlamayıp aynı şekilde olanlar hatta canına kıymaya çalışanlar olduğunu da biliyoruz.
Burada yazdıklarımızı hapishanedeki arkadaşlar elbette göremez fakat belki aranızda hapishaneye girecek olanlar vardır. Onlara da verebileceğim tek ve belki de en saçma tavsiye içerideyken bu tarz konuları asla düşünmemektir. İçeride sizinle aynı sebepten dolayı yatan bir sürü insan göreceksiniz ve bunların çoğunluğu hala “bahar gelecek” düşüncesindedir. Siz hem bu düşünce de olmamalısınız hem de dışarı çıktığınızda yapabileceğiniz ve yapmak istediğiniz şeyleri düşünmeye odaklanmalısınız. Emin olun bu içeride size dayanma gücü verecektir. Yoksa klasik görülen rüyalardaki gibi mübarek zatın biri gelip hapishane kapısını açıp yüzünüze gülmeyecek hiçbir zaman. Buna dayalı bir dayanma gücünün zamanla azalarak yok olması elbette kaçınılmazdır. Evet bu dediğim şey çok zor ve aşırı saçma fakat gerçek manada bunun dışında hapishanedeki abilerim ablalarım ve kardeşlerim için verebileceğim başka bir tavsiye yok ne yazık ki.
Bir diğer önemli kesim de gözaltı nedenlerinden birine sahip olup hakkında hala soruşturma açılmamış olanlardır. Hapistekiler ne kadar zor durumdaysa bu tarz bekleyen arkadaşlar da emin olun en az belki de onlar kadar zor durumdalardır. Evet dışarıdadırlar ve özgürdürler fakat yaptıkları hiçbir şeyden tam olarak zevk alamazlar. Belki haklarında gerçekten arama kararı vb. bir durum yoktur fakat en basitinden yolda yürürken bile emin olmadıkları için GBT korkuları vardır ve bundan dolayı yanından polis arabası geçse ya da herhangi bir polis görseler kalpler hızlı hızlı atmaya başlar. Kısacası bu insanlar açık hava cezaevindeymiş gibi bir ortama sahiptirler ve takdir edersiniz ki bu da inanılmaz bir şekilde insan psikolojisini alt üst edebilir.
Her gece yatarken belki birkaç saat sonra kapının çalacağı düşüncesi, uykuya dalmadan önce mütemadiyen düşünülen “gözaltına alınınca nasıl ifade versem” düşünceleri gibi durumları yaşayan bir insan elbette zihnen yorulabilir. Bu düşüncelerin hepsi aslında birer iç muhasebedir. İnsan bunları düşünürken belki dinden bile çıkabilir ya da en başta yazdığımız gibi aklına mukayyet olamayabilir ve akıl sağlığını kalıcı olarak yitirebilir. Bununla alakalı yapılabilecek normal şartlarda en garanti yol, savcılığa gidip ifade vermektir fakat ne yazık ki fetö davalarında ülkemizdeki hukuk sistemi normal işlemediğinden kendi eliyle teslim olan affedersiniz “enayi” statüsünden görülmenize neden olabilir. Gerçi savcıdan savcıya da değişen bir durum olduğundan bu konuda kesinlik yoktur. Büyük bir risk içerir fakat gerçekten samimi bir şekilde ifade verip halden anlayan bir savcıya denk gelme ihtimaliniz oldukça azdır.
Bir diğer yöntem de sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi yaşamaya devam etmektir. Ama bunda da şöyle bir durum var, kendinizi gerçekten hiçbir zaman alınmayacakmış gibi düşünüp inandırırsanız, alındığınızdaki yaşayacağınız çöküşü burada kelimelerle tarif edemeyiz. Bu sebeple bu yöntemin de pek bir faydası yoktur.
Son ve en makul yöntem ise bunları unutmayıp ama çok da fazla düşünmeyip hayatına normal akışında devam etmektir. Bir B planı olarak her zaman hazırlıklı olmakta da elbette fayda çoktur. Her gün bu konuları kafada kurup düşünmek yerine sadece bir hafta sonunuzu bu konuya ayırıp, olur da alınırsam ifade de neler diyeceğim? İsim verecek miyim? Versem kimlerin isimlerini vereceğim? Tarzı sorulara kendi açınızdan bakın burası gerçekten kritik nokta “kendi açınızdan” değerlendirip cevapları verdikten sonra emin olun psikolojik olarak da büyük rahatlama yaşayacaksınız. Ama şiddetle belirtmek gerekir ki, bir hafta sonunuzu buna ayırdınız ve bütün her şeyi planladınız, bu saatten sonra bir daha asla bu konuları düşünmemeniz şarttır. Aksi halde bu yönteminde hiçbir faydası olmaz.
Genel olarak da elbette Allah’a her şeyin hayırlısı için dua etmeyi, bol bol tövbe-i istiğfar etmeyi, dinimizin gerekliliği olan namazları aksatmamayı unutmamak gerektiğini de belirtmek isterim. Ek olarak, aynı zamanda Kuranda bir ayet olan, “kim zerre kadar günah ya da zerre kadar sevap işlediyse karşılığını mutlaka görecektir” düşüncesini aklımızdan çıkartmamalıyız. Bu başımıza gelenler, gerçekten masum olduğumuza inanıyorsak zaten günahlarımıza kefaret olma yolundadır. Belki bir nebze de olsa bu düşünceler de zihnen rahatlık verebilir.
Allah bütün zor durumda olan abilerime-ablalarıma ve kardeşlerime sabır, ferahlık ve zihin rahatlığı nasip etsin.
Beyoğlu
0 Yorumlar