2.Fark: Osmanlı’ya bakışları ve devletçilik anlayışları
İslam tarihinin en büyük ilim adamlarından Ibn-i Haldun, ölümsüz eseri Mukaddime’de devletleri canlı organizmalara benzetir. Devletler de her organizma gibi doğar, büyür, gelişir ve ölür. Osmanlı imparatorluğu da diğer bütün imparatorluklar gibi doğdu, büyüdü ve 600 yıllık ömrünü tamamlayıp tarih sahnesinden çekildi. Osmanlının güzellikleriyle ilgili binlerce kitap yazıldı. Kurduğu medeniyet, mimarisi, mükemmel ordusu ve lojistiği, farklı din, ırk ve milletten insanların bir arada yaşayabildiği devlet sistemi… Madalyonunun bir de karanlık yüzü var. Ben bu yazıda bu olumsuz yönlerinden örnekler vererek Bediüzzaman ve Hocaefendi’nin devletçilik anlayışlarını sorgulamak istiyorum.
Bediüzzaman ve Hocaefendi’nin yüzde yüz farklı düşündüğü örnekleri şöyle sıralayabiliriz.
A- 2.Abdülhamit: Osmanlı’nın en tartışmalı padişahı 2.Abdülhamittir. Hocaefendi’ye göre Cennetmekan, Bediüzzamana göre haydut, milletin malını zevk sefa içinde harcayan despot bir zalimdir.
1876 yılındaki 2.Abdülhamit’in amcası Abdülaziz tahttan indirilir ve öldürülür. Onun yerine 2.Abdülhamit’in abisi 5.Murat tahta geçer. 3 ay sonra delirdiği gerekçesiyle O da tahttan indirilir ve yerine 2.Abdülhamit geçirilir fakat bir şart vardır. 5.Murat iyileşirse tekrar tahta çıkacaktır. 2.Abdülhamit hayatı boyunca bir komploya uğrayıp tahtan indirileceği korkusunu bu yüzden yaşamıştır. Korkak ve paranoyak olmasının sebebi budur. Tahta çıktıktan bir süre sonra Osmanlı- Rus savaşını sebep göstererek Meclisi kapatmış. İlk kez “Yıldız Hafiye Teşkilatını” kurmuştur. Mutlak bir kontrol istiyor ve en küçük bir muhalefeti bile şiddetle bastırıyordu. Kitapları yasaklıyor, binlerce insanı uzak diyarlara sürgün ediyordu.
En büyük toprak kaybı onun zamanında yaşandı. Balkanlar’ın büyük kısmı, Kıbrıs, Kars, Ardahan, Batum ve daha birçok toprağı kaybetti. Maliye çöktü, Düyûn-ı Umumiye kuruldu. Osmanlı’dan alacağı olan devletler, vergiyi kendileri tahsil ediyor, içinden alacaklarını alıyor, kalanını Osmanlı hazinesine veriyordu. Donanmayı kendisine darbe yapabilir diye Haliç’ten dışarı çıkaramayıp çürümeye terk etti.
Büyük tefsir alimi Elmalı Hamdi, O’ndan nefret ediyordu. Büyük şair Mehmet Akif şiirlerinde O’na “domuz, ağzı salyalı köpek, şeytana rahmet okutan iblis ruhlu...” diyordu. Bediüzzaman Osmanlı’nın yıkılışının eğitimle engellenebileceğine inanıyordu, o yüzden bütün İslam ülkelerinden insanların, İslam’ın coğrafi kalbi olan Doğu Anadolu’da açılacak üniversitelerde eğitim görmelerini sağlayacak bir projeyle Abdülhamit’e gelir. Abdülhamit önce ona rüşvet verip başından salmak ister. Bediüzzaman rüşvetini çok sert bir şekilde iade eder. Bunun üzerine Bediüzzaman’ı hapishaneye atar. Hapishanede insanları eğitiyor, insanları uyandırıyor diye bu sefer O’nu Topbaşı Tımarhanesine atar.
Divan-ı Harbi Örfi eserinin Yarı Cinayet kısmında Bediüzzaman, 2.Abdülhamit hakkında şunu söyler.
“Münhasif Yıldız'ı dârülfünun et, tâ Süreyya kadar a'lâ olsun! Ve oraya seyyahlar, zebaniler yerine, ehl-i hakikat melaike-i rahmeti yerleştir; tâ cennet gibi olsun! Ve Yıldız'daki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dinî dârülfünunlara sarf ile millete iade et ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et. Zira senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım. Dünya eni terk etmeden evvel sen dünyayı terket! Zekat-ül ömrü, ömr-ü sâni (Ömer-i Sâni) yolunda sarfeyle.
Şimdi müvazene edelim: Yıldız, eğlence yeri olmalı veya dârülfünun olmalı? Ve içinde seyyahlar gezmeli veya ülema tedris etmeli? Ve gasbedilmiş olmalı veyahut hediye edilmiş olmalı? Hangisi daha iyidir? İnsaf sahibleri hükmetsin.”
Özetle diyor ki, milletin malını zevk sefa için harcama, milletin baş hastalığı olan cehaleti yenmek için eğitime yatırarak millete iade et. Saray’ını eğlence merkezi olmaktan çıkar, ilim irfan merkezi yap. Zulmü bırak, ölümden sonraki hayatına çalış.
Takdir edilecek birçok iyi işler de yaptı Abdülhamit. Dahi bir padişahtı. O zamanın süper güçleri arkasındaki anlaşmazlıkları kullanarak Osmanlı’nın ömrünü Saltanat sürmesi (33 yıl) kadar uzattığı söylenir. İlk kız okulu, tıp okulları açtı. Hicaz demiryolu projesi başlattı. Karayolları yaptı, orduyu modernleştirdi. Operaya bayılıyordu. Saraya Avrupa’dan opera sanatçıları getirip dinliyordu.
Hocaefendi’ye göre Abdülhamit dahil bütün padişahlar evliyadır. İslamiyet’le yüzde yüz çelişen işler yapmalarına rağmen bunu söylüyor. Osmanlı tarihinin yaşayan bir numaralı uzmanı İlber Ortaylı ve onun merhum hocası Halil İnalcık’a göre padişahların ciddi bir kısmı içki içiyordu. Hatta “veli” lakaplı 2.Beyazit gibi Şehzadelik dönemimde esrar bağımlısı padişahlar da vardır. Fatih Sultan Mehmet gibi yüzyılın dâhisi, 7 dil bilen padişahlar olduğu gibi, deli olan padişah da vardır, alkolik olan, şehvet düşkünü onlarca cariyesi, 22 karısı olan padişah dahi vardır. Cennetmekan sıfatını kullanmadan 2.Abdülhamitin adını ağzına almaz Hocaefendi.
B-Kardeş Katli: Birçok padişah kundaktaki bebek kardeşlerini bile boğdurmuştur. “Bir masumu öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir” kutsi prensibine rağmen, HE bu uygulamayı savunmaktadır. Fetva vardı, ilerde devlet bölünebilirdi diye bunu yaptılar diyor. Yani çoğunluğun faydası için azınlık feda edilebilir demek istiyor. Fakat Hayrettin Karaman benzer fetvayı cemaati için verince(devletin faydası için cemaatin malına ve canına el konulabilir )adamın ne münafıklığı kalıyor ne kafirliği..
Bediüzzaman’ın bu konudaki tavrı çok nettir. Şunu der Risalede: “Hatta hakimiyetine müdahale tevehhümüyle bazı dindar padişahlar, Halife oldukları halde masum evlatlarını katletmeleri....”
Ona göre bu mesele dini değil dünyevidir. İktidarına ortak olur düşüncesiyle bu bebekler öldürülmüştür. Ve bunu yapan padişahlar katildir. Katilin dinde nasıl muamele göreceği de bellidir.
C-Harem: Nerdeyse bütün padişahların haremi vardır. Savaşta esir ettikleri ya da korsanların kaçırıp Saray’a getirdikleri güzel, çoğunlukla Slav kökenli kızları hareme kapatıp nikahsız istedikleri zaman beraber olmuşlar. Yani zina yapmışlar. HE’ ye göre Harem bir okuldur. Orda kızlar hayata hazırlanır, meslek, şiir, musiki, güzel konuşmayı öğrenir. Bunlar doğru fakat hayata hazırlansınlar diye değil, padişaha güzel kur yapıp eğlendirsinler diyedir. Eğer Harem HE’nin iddia ettiği gibi bir okulsa, neden Müslüman kızlar burada eğitim görmüyordu ve merak ediyorum kaç kişi, karısını, kızını, annesini bu okula göndermek ister.
D-Devşirme: Özellikle Balkanlar’da ailelerinden zorla kopartılan zeki ve güçlü çocuklar, Müslüman ailelerimin yanına verilir. Onlara Türkçe ve kabaca din öğretilir. Fakat derin bir dini eğitim verilmezdi ilerde arzu ettikleri işlerde itirazsız kullanabilsinler. Köklerinde zorla kopartılan bu çocuklar “Devşirme Psikolojisi” ile ordunun en etkili birliklerini ve 16.yüzyıla kadar yönetimde önemli mevkilerini doldururlar. Sokullu ve Kanuni’nin boğdurduğu İbrahim Paşa bunların en meşhurlarıdır.
E- Saltanat: Saltanat, yönetimin babadan oğula geçmesi İslami değildir. Risalede anlatıldığına göre Peygamberimiz kendisinden sonra yönetime Hz. Ali’nin geçmesini arzu ediyordu. Sonra baktı Murad-ı İlahi başkadır. Murad-ı İlahi seçimle Hz. Ebubekir’in başa gelmesiyle tecelli etti. Başkan, Emir, Amir seçimle olmalı atama ile değil.
Bunlar padişahların İslamiyet’le çelişen uygulamalardan sadece bazıları. O dönemde her devlet bunu yapıyor ve haklıydılar diyebilirsiniz. Osmanlı da bunları pragmatist bir şekilde uygulanmış ve netice almıştır. Seküler bir imparatorluk olarak bunu yaptıysan tamam, fakat bunların İslami olmadığı aşikâr. Hem şeriat devletiydi diyeceksin hem de bunu onaylayacaksın. Osmanlı padişahları çok iyi eğitimden geçiyorlardı. Çok iyi idareciydiler. Pragmatiktiler. Bir imparatorluk yönetiyorlardı. Roma kültürüne hayrandılar ve ondan çok etkilenmişlerdi. Birçok kurumu da olduğu gibi Roma’dan almışlardır. Evliyalık gibi iddiaları da yoktu.
Bediüzzaman’ın devlet ve Osmanlı hakkında fikri şudur. İnsan eliyle oluşturulmuş en büyük organizasyon devlettir. Ve bu organizasyonun amacı insana hizmettir. Devlet insan içindir, insanlar devlet için değil. Amirlere itaat farzdır düşüncesine katılmaz Bediüzzaman. Padişah Peygamberin yolunda giderse ona itaat ederiz yoksa padişah da olsa hayduttur der.
Sikke-i Tasdiki Gaybi’de Kanuni Süleyman hakkında şöyle bir anekdot anlatır. “Sultan Süleyman Kanuni, kesretli kırk Çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislam Zenbili Ali Efendi ona demiş: Hilaf-ı Şeriat kanunlarını Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizlemez”
Hocaefendi takipçilerini bu şekilde doktrinine edince, cemaat elemanları gerçeklikten kopuyor. Dünyanın kurtuluşunun Osmanlı tarzı bir yönetimle ve kendileri sayesinde olacağını düşünüyor. Seçilmişlik psikolojisine giriyorlar. Çok sıradan tipik Ortadoğu kafalı elemanlar, kendileri dünyaya mutluluk getirecek kahramanlar olarak görüyor. Bu enaniyet, başka kültürlerden istifade etmelerine engel oluyor. Dışardan bir şeyler öğrenemiyorlar, çünkü kendilerini en mükemmel zannediyorlar.
Hocaefendi ve diğer cemaat-tarikat önderlerinin hiçbirinde “Yapay Zeka, Çevre, Algoritma, Yeni Ekonomik Modeller, Endüstri 4.0; Elan Mask, Otonom Arabalar, Okyanusların Çöplerden Temizlenmesi…” gibi geleceğe damga vuran konulardan bahsettiğini göremezsiniz. Kapasiteleri, Ufuk’ları ve yaratışları buna müsait değildir. Referans noktaları hep tarihi kişilerdir. Ruhen dinozordurlar.
Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki en önemli fark şudur. Hristiyanlar Hz. İsa yaşasaydı nasıl yaşardı der. Müslümanlar Hz. Muhammed (sav) nasıl yaşadı der. Onlar dinlerini zamanın ruhuna uygun olarak yaşarlar. Bu paradigma onları ileriye taşır. Biz de kendi sakat paradigmamızla hem Efendimizi anlayamıyoruz hem de Müslümanlar olarak kendi insanımızın ve dünyanın başına bela oluyoruz.
Nuri Turan
Bediüzzaman ve Hocaefendi’nin yüzde yüz farklı düşündüğü örnekleri şöyle sıralayabiliriz.
A- 2.Abdülhamit: Osmanlı’nın en tartışmalı padişahı 2.Abdülhamittir. Hocaefendi’ye göre Cennetmekan, Bediüzzamana göre haydut, milletin malını zevk sefa içinde harcayan despot bir zalimdir.
1876 yılındaki 2.Abdülhamit’in amcası Abdülaziz tahttan indirilir ve öldürülür. Onun yerine 2.Abdülhamit’in abisi 5.Murat tahta geçer. 3 ay sonra delirdiği gerekçesiyle O da tahttan indirilir ve yerine 2.Abdülhamit geçirilir fakat bir şart vardır. 5.Murat iyileşirse tekrar tahta çıkacaktır. 2.Abdülhamit hayatı boyunca bir komploya uğrayıp tahtan indirileceği korkusunu bu yüzden yaşamıştır. Korkak ve paranoyak olmasının sebebi budur. Tahta çıktıktan bir süre sonra Osmanlı- Rus savaşını sebep göstererek Meclisi kapatmış. İlk kez “Yıldız Hafiye Teşkilatını” kurmuştur. Mutlak bir kontrol istiyor ve en küçük bir muhalefeti bile şiddetle bastırıyordu. Kitapları yasaklıyor, binlerce insanı uzak diyarlara sürgün ediyordu.
En büyük toprak kaybı onun zamanında yaşandı. Balkanlar’ın büyük kısmı, Kıbrıs, Kars, Ardahan, Batum ve daha birçok toprağı kaybetti. Maliye çöktü, Düyûn-ı Umumiye kuruldu. Osmanlı’dan alacağı olan devletler, vergiyi kendileri tahsil ediyor, içinden alacaklarını alıyor, kalanını Osmanlı hazinesine veriyordu. Donanmayı kendisine darbe yapabilir diye Haliç’ten dışarı çıkaramayıp çürümeye terk etti.
Büyük tefsir alimi Elmalı Hamdi, O’ndan nefret ediyordu. Büyük şair Mehmet Akif şiirlerinde O’na “domuz, ağzı salyalı köpek, şeytana rahmet okutan iblis ruhlu...” diyordu. Bediüzzaman Osmanlı’nın yıkılışının eğitimle engellenebileceğine inanıyordu, o yüzden bütün İslam ülkelerinden insanların, İslam’ın coğrafi kalbi olan Doğu Anadolu’da açılacak üniversitelerde eğitim görmelerini sağlayacak bir projeyle Abdülhamit’e gelir. Abdülhamit önce ona rüşvet verip başından salmak ister. Bediüzzaman rüşvetini çok sert bir şekilde iade eder. Bunun üzerine Bediüzzaman’ı hapishaneye atar. Hapishanede insanları eğitiyor, insanları uyandırıyor diye bu sefer O’nu Topbaşı Tımarhanesine atar.
Divan-ı Harbi Örfi eserinin Yarı Cinayet kısmında Bediüzzaman, 2.Abdülhamit hakkında şunu söyler.
“Münhasif Yıldız'ı dârülfünun et, tâ Süreyya kadar a'lâ olsun! Ve oraya seyyahlar, zebaniler yerine, ehl-i hakikat melaike-i rahmeti yerleştir; tâ cennet gibi olsun! Ve Yıldız'daki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dinî dârülfünunlara sarf ile millete iade et ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et. Zira senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım. Dünya eni terk etmeden evvel sen dünyayı terket! Zekat-ül ömrü, ömr-ü sâni (Ömer-i Sâni) yolunda sarfeyle.
Şimdi müvazene edelim: Yıldız, eğlence yeri olmalı veya dârülfünun olmalı? Ve içinde seyyahlar gezmeli veya ülema tedris etmeli? Ve gasbedilmiş olmalı veyahut hediye edilmiş olmalı? Hangisi daha iyidir? İnsaf sahibleri hükmetsin.”
Özetle diyor ki, milletin malını zevk sefa için harcama, milletin baş hastalığı olan cehaleti yenmek için eğitime yatırarak millete iade et. Saray’ını eğlence merkezi olmaktan çıkar, ilim irfan merkezi yap. Zulmü bırak, ölümden sonraki hayatına çalış.
Takdir edilecek birçok iyi işler de yaptı Abdülhamit. Dahi bir padişahtı. O zamanın süper güçleri arkasındaki anlaşmazlıkları kullanarak Osmanlı’nın ömrünü Saltanat sürmesi (33 yıl) kadar uzattığı söylenir. İlk kız okulu, tıp okulları açtı. Hicaz demiryolu projesi başlattı. Karayolları yaptı, orduyu modernleştirdi. Operaya bayılıyordu. Saraya Avrupa’dan opera sanatçıları getirip dinliyordu.
Hocaefendi’ye göre Abdülhamit dahil bütün padişahlar evliyadır. İslamiyet’le yüzde yüz çelişen işler yapmalarına rağmen bunu söylüyor. Osmanlı tarihinin yaşayan bir numaralı uzmanı İlber Ortaylı ve onun merhum hocası Halil İnalcık’a göre padişahların ciddi bir kısmı içki içiyordu. Hatta “veli” lakaplı 2.Beyazit gibi Şehzadelik dönemimde esrar bağımlısı padişahlar da vardır. Fatih Sultan Mehmet gibi yüzyılın dâhisi, 7 dil bilen padişahlar olduğu gibi, deli olan padişah da vardır, alkolik olan, şehvet düşkünü onlarca cariyesi, 22 karısı olan padişah dahi vardır. Cennetmekan sıfatını kullanmadan 2.Abdülhamitin adını ağzına almaz Hocaefendi.
B-Kardeş Katli: Birçok padişah kundaktaki bebek kardeşlerini bile boğdurmuştur. “Bir masumu öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir” kutsi prensibine rağmen, HE bu uygulamayı savunmaktadır. Fetva vardı, ilerde devlet bölünebilirdi diye bunu yaptılar diyor. Yani çoğunluğun faydası için azınlık feda edilebilir demek istiyor. Fakat Hayrettin Karaman benzer fetvayı cemaati için verince(devletin faydası için cemaatin malına ve canına el konulabilir )adamın ne münafıklığı kalıyor ne kafirliği..
Bediüzzaman’ın bu konudaki tavrı çok nettir. Şunu der Risalede: “Hatta hakimiyetine müdahale tevehhümüyle bazı dindar padişahlar, Halife oldukları halde masum evlatlarını katletmeleri....”
Ona göre bu mesele dini değil dünyevidir. İktidarına ortak olur düşüncesiyle bu bebekler öldürülmüştür. Ve bunu yapan padişahlar katildir. Katilin dinde nasıl muamele göreceği de bellidir.
C-Harem: Nerdeyse bütün padişahların haremi vardır. Savaşta esir ettikleri ya da korsanların kaçırıp Saray’a getirdikleri güzel, çoğunlukla Slav kökenli kızları hareme kapatıp nikahsız istedikleri zaman beraber olmuşlar. Yani zina yapmışlar. HE’ ye göre Harem bir okuldur. Orda kızlar hayata hazırlanır, meslek, şiir, musiki, güzel konuşmayı öğrenir. Bunlar doğru fakat hayata hazırlansınlar diye değil, padişaha güzel kur yapıp eğlendirsinler diyedir. Eğer Harem HE’nin iddia ettiği gibi bir okulsa, neden Müslüman kızlar burada eğitim görmüyordu ve merak ediyorum kaç kişi, karısını, kızını, annesini bu okula göndermek ister.
D-Devşirme: Özellikle Balkanlar’da ailelerinden zorla kopartılan zeki ve güçlü çocuklar, Müslüman ailelerimin yanına verilir. Onlara Türkçe ve kabaca din öğretilir. Fakat derin bir dini eğitim verilmezdi ilerde arzu ettikleri işlerde itirazsız kullanabilsinler. Köklerinde zorla kopartılan bu çocuklar “Devşirme Psikolojisi” ile ordunun en etkili birliklerini ve 16.yüzyıla kadar yönetimde önemli mevkilerini doldururlar. Sokullu ve Kanuni’nin boğdurduğu İbrahim Paşa bunların en meşhurlarıdır.
E- Saltanat: Saltanat, yönetimin babadan oğula geçmesi İslami değildir. Risalede anlatıldığına göre Peygamberimiz kendisinden sonra yönetime Hz. Ali’nin geçmesini arzu ediyordu. Sonra baktı Murad-ı İlahi başkadır. Murad-ı İlahi seçimle Hz. Ebubekir’in başa gelmesiyle tecelli etti. Başkan, Emir, Amir seçimle olmalı atama ile değil.
Bunlar padişahların İslamiyet’le çelişen uygulamalardan sadece bazıları. O dönemde her devlet bunu yapıyor ve haklıydılar diyebilirsiniz. Osmanlı da bunları pragmatist bir şekilde uygulanmış ve netice almıştır. Seküler bir imparatorluk olarak bunu yaptıysan tamam, fakat bunların İslami olmadığı aşikâr. Hem şeriat devletiydi diyeceksin hem de bunu onaylayacaksın. Osmanlı padişahları çok iyi eğitimden geçiyorlardı. Çok iyi idareciydiler. Pragmatiktiler. Bir imparatorluk yönetiyorlardı. Roma kültürüne hayrandılar ve ondan çok etkilenmişlerdi. Birçok kurumu da olduğu gibi Roma’dan almışlardır. Evliyalık gibi iddiaları da yoktu.
Bediüzzaman’ın devlet ve Osmanlı hakkında fikri şudur. İnsan eliyle oluşturulmuş en büyük organizasyon devlettir. Ve bu organizasyonun amacı insana hizmettir. Devlet insan içindir, insanlar devlet için değil. Amirlere itaat farzdır düşüncesine katılmaz Bediüzzaman. Padişah Peygamberin yolunda giderse ona itaat ederiz yoksa padişah da olsa hayduttur der.
Sikke-i Tasdiki Gaybi’de Kanuni Süleyman hakkında şöyle bir anekdot anlatır. “Sultan Süleyman Kanuni, kesretli kırk Çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislam Zenbili Ali Efendi ona demiş: Hilaf-ı Şeriat kanunlarını Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizlemez”
Hocaefendi takipçilerini bu şekilde doktrinine edince, cemaat elemanları gerçeklikten kopuyor. Dünyanın kurtuluşunun Osmanlı tarzı bir yönetimle ve kendileri sayesinde olacağını düşünüyor. Seçilmişlik psikolojisine giriyorlar. Çok sıradan tipik Ortadoğu kafalı elemanlar, kendileri dünyaya mutluluk getirecek kahramanlar olarak görüyor. Bu enaniyet, başka kültürlerden istifade etmelerine engel oluyor. Dışardan bir şeyler öğrenemiyorlar, çünkü kendilerini en mükemmel zannediyorlar.
Hocaefendi ve diğer cemaat-tarikat önderlerinin hiçbirinde “Yapay Zeka, Çevre, Algoritma, Yeni Ekonomik Modeller, Endüstri 4.0; Elan Mask, Otonom Arabalar, Okyanusların Çöplerden Temizlenmesi…” gibi geleceğe damga vuran konulardan bahsettiğini göremezsiniz. Kapasiteleri, Ufuk’ları ve yaratışları buna müsait değildir. Referans noktaları hep tarihi kişilerdir. Ruhen dinozordurlar.
Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki en önemli fark şudur. Hristiyanlar Hz. İsa yaşasaydı nasıl yaşardı der. Müslümanlar Hz. Muhammed (sav) nasıl yaşadı der. Onlar dinlerini zamanın ruhuna uygun olarak yaşarlar. Bu paradigma onları ileriye taşır. Biz de kendi sakat paradigmamızla hem Efendimizi anlayamıyoruz hem de Müslümanlar olarak kendi insanımızın ve dünyanın başına bela oluyoruz.
Nuri Turan
6 Yorumlar
Cemaatteki insanlarin yaratilislari geregi modern dunyanin problemlerini tartisamayacaklarini iddia ederek biraz fazla ucmussunuz ama yinede yaziniz guzel ...
YanıtlaSilCemaatteki insanlarin yaratilislari geregi modern dunyanin problemlerini tartisamayacaklarini iddia ederek biraz fazla ucmussunuz ama yinede yaziniz guzel ...
YanıtlaSilHarika bir yazi cok tesekkurler
YanıtlaSilharemde nikahsız birliktelikler?! kafan güzelmiş. güle güle kullan.
YanıtlaSilSayenizde bir araştırma yaptım ve konuyla ilgili iddialarinizin çürüten kaynaklara ulaştım. Yorumlarınız tamamen bir kinle oluşturulmuş olup gerçeği yansıtmamaktadır.
YanıtlaSil"Hocaefendi ve diğer cemaat-tarikat önderlerinin hiçbirinde “Yapay Zeka, Çevre, Algoritma, Yeni Ekonomik Modeller, Endüstri 4.0; Elan Mask, Otonom Arabalar, Okyanusların Çöplerden Temizlenmesi…” gibi geleceğe damga vuran konulardan bahsettiğini göremezsiniz. Kapasiteleri, Ufuk’ları ve yaratışları buna müsait değildir. Referans noktaları hep tarihi kişilerdir. Ruhen dinozordurlar."
YanıtlaSilBurası epeyce hilaf-ı vaki olmuş. En azından cemaatte bu konuların konuşulduğu, hatta paneller vs düzenlendiği çok net bir vaka. (The cemaat'te böyle ama başka cemaatlerdeki durumu bilmiyorum).
Kin ve nefretle bilerek yazılıyorsa böyle şeyler, o zaman diyecek bişey yok. Ama bir coşkunlukla yazıldı ise az insaf diyeyim. Az insaf. Herkese açık yazı yazarken dikkatli ve insaflı olmak lazım, yoksa öbür taraf sürprizlere çok açık.