Çok değerli bir düşünür ve yazar Eric Hoffer’ın yazılarımda sürekli vurguladığım Kesin İnançlılar kitabında insanların gruplaşmasıyla ilgili çok güzel görüşleri var. Konuyla ilgili daha derin araştırma yapma imkânım olmasa da Eric Hoffer’ın bu konudaki görüşlerine paralel ve daha derin görüşlerin batı dünyasında mevcut olduğunu düşünüyorum. Bu derin konu üzerinde birçok doktora tezi yazmaya müsait, ben sadece farklı bir fikir vermesi açısından bu konuya değineceğim.
Cemaat ve tarikatların neden olmaması gerektiğini iki farklı başlıkta inceleyeceğim, normalde niye olmaması gerektiğine dair İslami kaynaklara da referans yaparak birçok sebep söyleyebilirim, ama farklı ve orijinal bulduğum için sadece iki fikri iki farklı başlıkta açacağım. Yani bu yazı dizisinde amacım, uhuvvet sorunun çok daha kökten kaynaklandığını belirtmek ve basit de olsa etkili bir çözüm sunmaktı, çözümümü delillendirmekten ziyade çözümümle ilgili iki farklı orijinal bakış açısını sunmak istiyorum.
Hoffer’ın kitabından yapacağım alıntıları doğrudan aktarma nedenim sözlerinin o kadar güzel olması ki kendi yorumumla ifade etmek istemiyorum.
Hoffer gruplaşmanın her türlü kibri doğuracağını iddia etmektedir.
Hoffer “Beraberlik ve kendinden özveri davranışı, en asil amaçlar için teşvik edildiğinde bile, nefret etmek için bir fırsat oluşturur. Hatta insanlar dünyada hoşgörü ve barışı artırmak gibi yüce amaçlar için bir topluluk kursalar bile, bu topluluğun üyelerinin kendi gibi düşünmeyenlere karşı şiddetli hoşgörüsüzlük göstermeleri olasıdır.” diyerek gruplaşmanın tehlikelerini gözler önüne sermektedir.
“Kendi özünden fedakârlıkta bulunmuş olmanın, insanlarda sanki başkalarına karşı sert ve merhametsiz davranmaya hak kazanmış olmak gibi bir düşünce yarattığı görülmektedir. Kesin inanç adamının, özellikle de dindar bireyin görüntüde alçak gönüllü biri olduğu doğrudur. Ancak, gerçek şudur ki, benliğini teslim etmek ve nefsini itaatkâr kılmak, gurur ve kibir doğurur. Böylece, kesin inanç adamı kendini ayrıcalıklı, dünyaya nur saçmaya gelmiş bir kişi, uysal görünüşlü bir savaşçı ve dünyanın mirasçısı olarak görme yanılgısına düşer. Kendi inancında olmayan kişiler onun için birer iblistir ve söylediklerini dinlemeyenler kahrolacaklardır.”
Hoffer, bir önceki yazıda bahsettiğim hususları iddia etmektedir. Hoffer’ın bu sözleri ezber bozucudur ama acıdır ki günümüzde bunları tecrübe etmekteyiz.
Hoffer devam eder ve “Kendi özümüzü reddedip kapalı bir topluluğun bir parçası haline geldiğimiz zaman sadece kişisel menfaatimizi reddetmiş olmayız, aynı zamanda kişisel sorumluluktan da sıyrılmış oluruz. Bir kişinin tek başına karar vermede duyduğu tereddütlerden, korkulardan ve şüphelerden kurtarıldığı zaman, zalimlikte ve gaddarlıkta ne kadar aşırı noktalara gideceği belli olmaz.” der.
Hoffer enfes bir şekilde bazı gerçekleri dile getirmiştim. C. P. Snow da aynı gerçeği başka bir ifadeyle dile getirerek “İnsanlığın uzun ve iç karartıcı tarihine baktığınızda, korkunç suçların isyandan çok ‘itaat adına’ işlendiğini görürsünüz.” der, günümüzde Gülen cemaatinin bize bu gerçeği tekrar gösterdiği gibi itaat en büyük suçların arkasındaki nedendir. Bununla ilgili birçok deney de mevcuttur. Ama biz acı acı bu olayı tekrar tecrübe ettik. Evet insanlar Gülen cemaatine girerken kişisel menfaatlerini reddetmişti ama kişisel sorumluluktan da sıyrılmışlar kendilerini abilere diğer ifadeyle Gülen’e teslim etmişlerdi, günahları sorgulamadan yapmışlardı. Hatta bazı yazarlar, akıl ile Gülen’in sorgulanmaması gerektiğini onun Hızır makamında olduğunu söylemişti. Ve Gülen cemaati mensupları artık karar alırken tereddüt hissetmiyordu çünkü zaten karar almıyorlardı bir asker gibi uyguluyorlardı, Gülen belki kışla disiplini diye vurguladığı şey tam olarak da buydu. Normal bir insan belki tek başına kalsa faizli kredi çekip başka bir bankayı kurtarmaya çalışmazdı, bu kararı tek başına alamazdı, ama teslim olmuştu, onun yerine düşünen hocası vardı ve ona güveniyordu, böylelikle çok rahat bir şekilde düşünme çilesi çekmesi gerekmiyordu, sadece faizli krediyi çekip yatırıyordu.
“Bir kitle hareketinin tek vücut yapısı içinde kişisel bağımsızlığımızı kaybettiğimiz zaman yeni bir özgürlüğe kavuşuruz: Bu, hiç utanmadan ve vicdan azabı çekmeden, nefret etme, yalan söyleme, işkence yapma, adam öldürme ve ihanet etme özgürlüğüdür. Bir kitle hareketinin çekiciliği kısmen bu gerçekte yatmaktadır. Orada biz, başkalarının namusunu lekeleme hakkı buluruz ki bunun, Dostoyevski’ye göre büyüleyici bir cazibesi vardır. Hitler, bireyci kişinin acımasız davranışlarını, aşağılık davranışlar olarak görüyor ve şöyle diyordu: “Kutsal bir inanca dayanmayan acımasız davranışlar, dengeden ve kararlılıktan yoksundur.” ”
Hoffer bu satırları 1951 yılında yazmıştır, “başkalarının namusunu lekeleme hakkı” bana atılan iftiraları, kurulan kumpasları hatırlattı. Mücahit Bilici’nin Gülen cemaati için dediği gibi “Birey olarak en fedakâr insanlar, grup çıkarı açısından dünyanın en bencili” , aslında izahı basitti, benliklerini kitle hareketinde eriten kişiler, kutsal bir amaç için her şeyi yapabilme özgürlüğüne kavuşuyordu. Hitler’in dediği gibi kutsal bir amaç uğrana yapılan şeyler adi suçluların yaptığı aşağılık davranışlar gibi değildir.
Hoffer devam eder ve “Renan, dünya kurulduğundan bu yana merhametli bir millet bulunduğunu hiç kimsenin duymadığını söylemiştir. Buna ek olarak, merhametli bir kilise veya merhametli bir devrim partisi bulunduğunun duyulmadığı da söylenebilir. Bencillikten doğan nefret ve zalimlik, benliğini teslim etmekten doğan nefret ve zalimliğin yanında hafif kalır.” der. İlginç bir şekilde çoğu düşünür, bireysel suçların hep daha az olduğunu, suçların daha çok kutsal bir amaç uğruna birleşen insanlar tarafından kutsal bir amaç için işlendiğini belirtmektedir.
Hoffer “Tanrı aşkı, Hıristiyanlık aşkı, bir millet aşkı, zulmedilenleri korumak aşkı vs. gibi heyecanlar uğruna kan döküldüğünü, şiddete başvurulduğunu ve tahribat yapıldığını gördüğümüz zaman bu utanç verici hareketlerin suçunu genellikle güç ihtirasına kapılmış liderlere yükleriz. Gerçekte, bu hareketler bir liderin planları değil, o heyecanların doğurduğu beraberliğin sonucunda asil duyguların nefret ve şiddet kalıbına girmesidir. Bir insanı benliğinden sıyırmak bir bakıma onu insanlığından sıyırmaktır. İşkence odası anonim bir müessesedir.” diyerek bu tip gruplarda suçun liderde olmadığını gruplaşmanın her zaman böyle ihtiraslar doğuracağını söyler. Evet bunlar büyük iddialardır, ki benim görüşüme göre Hoffer'ın aksine suçta en büyük pay Gülen’e aittir. Sistemi kuran da o olduğu için en çok onu sorumlu tutuyorum. Ama Hoffer en iyi amaçlar için bile gruplaşmanın iyi olmadığını belirtiyor. Uhuvvetin sağlanması için ben de cemaat ve tarikatların olmaması gerektiğini söylesem de hiçbir şekilde bir gruplaşma olmaması da mantıklı gelmiyor. Sonuç olarak devletler de bir gruplaşmadır ve gene bu açıdan bakınca Hoffer haklı çıkıyor, çünkü en çok savaşan devletler. Dinler de bir gruplaşmadır. Ya da değil midir? Ya da sadece en başta mı bir gruplaşmaydılar. Sonuç olarak Hoffer’ın bu görüşlerini orijinal bulduğum için paylaşıyorum, bazı tecrübe ettiğimiz şeyleri 1951 yılında soyut bir şekilde ifade etmiş. Tam olarak katılmasam da bu konunun derinliğinden dolayı bu alanla ilgili daha derin bilgiler okumak gerekiyor. Eğer bugün yaşadıklarımızı 60 yıl önce söylemiş biri olmasaydı belki Hoffer’ın ileri sürdüğü tezleri dinlemezdim. Ama bazı sözleri çok güzel günümüzde yaşananları açıklıyor, bu da onu benim gözümde önemli bir düşünür yapıyor.
Ahmet
0 Yorumlar