İlk paralel yapı söylemini duyduğumuzda bu tabire çok kızmıştık. Biz, ülkemizin daha demokrat, daha özgür bir yapıya sahip olması için mücadele eden bir cemaattik. Nasıl devlet içinde paralel bir devlet olabilirdik. Ülkesinin dünya dengelerinde söz sahibi güçlü bir ülke olması için mücadele eden bir topluluk nasıl paralel bir devlet olabilirdi. Ama gelinen nokta gösteriyor ki, biz devlet mekanizmasının genleri ile oynamışız. Devletin temellerini sarsan bir yapı kurmuşuz. Bugün şöyle bir dönüp arkama bakıyor ve sağduyulu bir şekilde düşünüyorum. Hiçbir devlet bu durumu kabul etmez, edemez. Fethullah Gülen ve cemaatin karar mercileri gerçekten devlet bürokrasisinde tam bir paralel devlet yapılanması kurmuştu.
Bu paralel yapılanmanın karar mercileri sivillerden oluşuyordu. Birçok mahrem hizmet biriminin büyük abileri ilahiyatçı molla ekibindendi. Çalıştıkları kadrolar da yine sivillerden oluşuyordu. Bu mahrem abilerin yetkileri çok ama yaptıkları hatalar sonucunda hiçbir mesuliyetleri yoktu.
14-15 yaşlarında askeri okullara ve polis kolejlerine giren çocuklar, sivil bürokrasi için hazırlanan gençler bir robot gibi yetiştirilip sorgulama yetilerini kaybediyorlardı. Birde bunu üzerine, ahir zamanda beklenen kutsiler ordusunun bu cemaat olduğu inancı, alınan hiçbir kararı sorgulatmıyordu. Mahrem birimlerde, bir kurumun personel dairesinde çalışan birine falanca şahsın bir şekilde sicilini boz dense, o kişi bir yolunu bulur onu bozardı. Bu onun hizmetiydi. Sorgulamadan, ona söyleneni yapardı. O belki hayatı boyunca hiç emr-i bi'l-ma'ruf yapamayacaktı ama onun vazifesi nehy-i ani'l-münkerdi ve bunu bir ibadet şuuru ile sorgulamadan yapacaktı.
Mahrem hizmetlerdeki kontrolsüz ve hiçbir mesuliyeti olmayan bu sivil yapının başındaki imamlar zamanla kendini bir üst düzey komutan, bir emniyet müdürü, bir mülki amir, bir yüksek yargıç ve yer yer bakan, bazen bir rektör olarak görmeye başladılar. Bu resmi Akıncı Üssü’nde Kemal Batmaz’a bir general tarafından verilen asker selamında görebilirsiniz.
Kurumlarda yapılan bir çalışma, ilgi bakanların önüne gelmeden önce bu mahrem abilerini onayına sunulurdu. Onun istediği değişikler yapılarak son hali verilir ve ilgili bakanlığa daha sonra sunulurdu. Başında bulunduğu mahrem hizmet birimiyle alakalı en ufak bir akademik eğitimi olmayan bu sivil imamlar zamanla güç zehirlenmesi yaşamaya başladılar.
Mahrem hizmetlerde bulunan resmi görevli kişi sayısı artıkça sivil yapıda vazifeli kişi sayısı da artıyordu. Bazı mahrem birimlerde iki yıllık üniversite mezunları hatta yer yer lise mezunları bile mahrem sivil abi olmaya başlamıştı. Bazı hususi birimlerde sivil imamlar bazı kararları üstlerine bile taşımadan verebiliyorlardı. Falanca şirkete ceza mı kesilecek kes. Falanca kişiye operasyon mu yapılacak yap. Falanca kişinin kalemi mi kırılacak kır. Falanca kişinin tayin zamanı mı geldi en ücra noktaya sür gitsine dönüşmüştü mesele.
İşin Nirvana’sında da bu sivil yapı ülkede darbe kararı almaya kadar ileri gitmişti. Bu sivil imamlar ülkeyi ve samimi bir şekilde hizmet hareketine gönül veren insanları ateşe attılar. Burada anti parantez şunu ifade etmek isterim. Menfur 15 Temmuz hadisesinin Türk askerine kurulmuş bir kumpas olduğunu düşünüyorum. Ama kumpası kuranlar kadar, aldıkları kararlar ile bu kumpasın içene düşenlerin de yaşananlardan mesul olduğu kanaatini taşıyorum.
Asıl üzücü olan cemaatteki bu sivil yapının ve onlara sağlanan imtiyazların 15 Temmuz’dan sonra da aynen devam etmesidir. Biz henüz olanlara anlam verememiştik. Yüz binlerce insan işlerini kaybetmişti. Görülen rüyalar not şeklinde geliyor bunların 2017’i göremeyecekleri söyleniyordu. Ama ileri görüşlü abiler birer birer ülkeyi terk etmeye başlamışlardı. 2017’i göremeyeceklerse bu telaş nedendi? Bir gün bir haber geliyor falanca abiye sende olan hizmetin emanet parasından 10.000 dolar ver. Başka bir gün bir haber daha, falanca abiye de 5000 dolar ver. Sonra bir bakıyoruz bu sivil abiler çoktan Yunan topraklarına ulaşmıştı bile. Yoksa kaçışlarını hizmetin parasıyla mı yapıyorlardı? Ülkeyi terk etmek zorunda kalan herkese bu yardım yapılıyor muydu yoksa bu yalnızca sivil mahrem abilere mi veriliyordu?
Arkadaşların büyük çoğunluğu KHK’lar ile işlerini kaybetmişlerdi. Her gün bir arkadaşın gözaltına alındığı haberini alıyorduk. Türkiye’de kalan sivil imamlar hizmetin tahsis ettiği gaybubet mekânlarında kalıyorlardı. Mümkün olduğunca arkadaşlar ile temas etmiyorlardı. Her şey online ilerliyordu. Arkadaşlar da gaybubet yapmalıydı, ama nasıl. O, onların çözmesi gereken bir husustu, hizmet herkese saklanacak yer ayarlayamazdı. Ancak sivil abilere bu imkân vardı.
Abilerin delil olamaz dediği Bylock programı yüzünden arkadaşlar gözaltına alınıyor ve bir kısmı tutuklanıyordu. Çünkü onların sürekli saklanacak yerleri yoktu. Ya abiler, onlar güvendeydi ve güvende olmalılardı. Onlar yakalanırsa hizmet dururdu.
Bu süreç zorlu bir süreçti. Arkadaşlar evlerine bir ekmek getirmek adına çırpınıyorlardı. Abilerin de gündemiydi, ihraç olan arkadaşalar muhakkak çalışmalı, iş bulma adına onlara yardımcı olunmalıydı.
Ya abiler, onlar yakayı kaptırmamalı onlar yakalanırsa ve sivil yapı çökerse hizmet durur. Sivil yapıyı ayakta tutmak çok önemliydi. Onlar tablet ve telefonlar ile hizmetin sevk ve idaresini yapıyor ve hizmetten maaş almaya devam ediyorlardı. Tutuklu arkadaşların ailelerine verilecek muavenet miktarlarını belirliyorlardı. Bu arkadaşın ailesine 750 tl diğer arkadaşın ailesine 1000 tl verilsin; muavenet dağıtımında bile adaleti gözetemeyen insanlar vardı.
Haklarında henüz soruşturma dahi açılmamış sivil abiler aileleri ile gaybubet yapıyor hiçbir işte çalışmıyor ve hizmetten maaş almaya devam ediyorlardı bu adalet miydi? Görevinden uzaklaştırılmış resmi arkadaşlar ise hakkında yakalama kararı olsa bile bir yerde çalışmalı gündemi işleniyordu.
Eşi tutuklu olan ablalara bile iş bulma gündemi taşınıyordu. İşin acı kısmı eşi tutuklu kendisi bir kamu kurumundan ihraç 3 küçük çocuk sahibi ablamız pazarlarda ikinci el kıyafetler satıp evine ekmek getirme derdindeydi. Bu ablamızın durumu çalışmadan hizmetten maaş alan abiler tarafından destanlaştırılıp anlatılıyor Fethullah Gülen’e bile iletilmek üzere hikâyeleştiriliyordu. Bu ablamızın eşi başka bir ilde tutukluydu 3 çocuğu ile her ay açık görüşe gidiyordu. Kendisine ulaştırdığımız muaveneti biraz artılarım teklifinde bulunduğumuzda, sivil mahrem abimiz, her ay gidecek diye bir şey yok hocam demişti. Bu adaletsizliğin hesabını kim verecek. Bir tarafta belki milyonlarca dolar harcanıp düzenlenen şarkı türkü söylenip eğlenilen Türkçe olimpiyatları, diğer tarafta maddi imkânsızlıktan dolayı tutuklu eşini ziyarete gidemeyen ablalarımız…
Sivil abilerden de zaman ilerledikçe tutuklananlar olmuştu. Resmi görevli arkadaşlardan da tutuklu olanlar vardı. Tutuklu sivil abilerin ailelerine her ay düzenli azımsanmayacak miktarlarda paralar ulaştırılırken. Resmi görevli arkadaşların ailelerine bazen cüzi miktarlar veriliyor bazen hiç verilmiyordu. Bu, bugün de aynen devam ediyor…
Daha önce çalıştığımız ilden bir arkadaş tutuklanmıştı. Eşinin de arama kararı vardı. Yaklaşık iki sene geçmişti. Bu ablamız özel ders vererek geçimini sağlıyordu. Kendi biriminden hiç kimse bu ablamızın kapısını çalmamıştı. Bir ihtiyacın var mı denmemişti. Bunu abilere iletilip ablamız için bir miktar muavenet talep ettiğimizde hizmetten maaş alan abimiz, bize bu kapıyı açıp başka birimden olan insanlara yardım edemeyiz cevabı vermişti. Açtığımız bu kapı sonra kapanmazmış. Muavenet dağıtırken bile adaleti gözetmeyen bu insanlar, hala abilik makamlarında oturuyorlar. Kendileri yurt dışındalar ama Türkiye’yi oradan idare etmeye devam ediyorlar.
Şu anda bu abilik anlayışını yurt dışında devam ettirenlerin olduğunu duydukça çok üzülüyoruz. Özellikle Yunanistan’da ve Almanya’da Türkiye’deki abilik makamlarından dolayı hizmetten maaş almaya devam edenler var. Hala kendilerini birim abisi zanneden, hala kendisini il abisi zanneden ve öyle hareket eden yıkılası zihniyet.
Türkiye’de kapısı çalınmayan aileler varken, hapishanelerde binlerce arkadaşımız varken, DAHA ACISI KAÇIRILAN VE AKIBETLERİNDEN EN UFAK HABER DAHİ ALINAMAYANLAR varken, buna nasıl vicdanınız el veriyor.
Bu abilik anlayışı yıkılmadıktan sonra bu insanlar aldıkları kararların cezasını çekmedikten sonra beklenen bahar çok uzak gibi görünüyor…
-Ali Ayva
Twitter: twitter.com/AliAyva11
4 Yorumlar
Yıkılası abilikten, yıkılası hocaefendiliğe ne zaman geleceksiniz? FG baş abi değil mi? Ya da abi değilse abilikten ayıran bir özelliği mi var? Bahsettiğiniz yıkılası abiliğina sorumlusu baş abidir. Yıkılası hocaefendilik.
YanıtlaSilYerin dibine batasıca hocaefendilik. Feto Gülen nere hocaefendilik nere. Olsa olsa alçak hoca olur. Dinin o güzel algısını bittirdi. Allah hakkından gelsin
SilOkuyor musun bunu fetullah okuyor musun bunu ey hadsiz bir sürü insan işinden oldu bir sürü insan öldü Din kitap Allah adı altında kandirildi Bre Hoca kılıklı duzenbaz biraz hassiyet varsa ise gel ülkeye teslim ol yedigin naneleri saz arkadaşların ile birlikte acikla burdakiler enayi Yusuf'u medresiye sen şatafatlı şekilde yasa saz arkadaslarinda yaşasın dava dava diyoraun ya zerre dava umrunda değil bu kadar insan hak divaninda senden hesap soracak
YanıtlaSilhala bu yapıyla iltisakını devam ettiren dangalaklar var mı ya
YanıtlaSil