Kandırıldık, kandırılıyoruz, kandırılmaya doymuyoruz. Görebilen için aşikar bu zaten (ama görebilen ne kadar az!). Kimi vatan, kimi din, kimi rejim elden gidiyor diye kandırıyor. Kimi herkes bize düşman diye, kimi tek doğru bizde diye, kimi şimdilik konjonktür böyle ama gelecek günler bizi haklı çıkaracak ve mutlu olacağız diye kandırıyor. Ne kadar meraklıyız kanmaya! Yeter ki inanmamızın bizi mutlu edeceği bir sebep versinler; şu anki berbat durumun acısını azaltacak bir hayal, bir büyü, bir narkoz versinler diye ağzımız açık bekliyoruz.
Kandırılanlara göre her yaşanılan, acı olsa bile, geçici (ilerisi ise elbette güzel) ve her yaşanılan olayın kandırıldıkları ideolojiye göre bir açıklaması var. Evet, onlar için zaten bütün soruların cevabı kandırılarak inandırıldıkları şeyde var. Tek yapmaları gereken olayları birazcık tevil etmek; bunun için bile düşünmelerine gerek yok, tevil de yukarıdan geliyor zaten. Kandırılmak hoş ve kolay aslında. Ne de olsa hayal dünyası daha güzel. Büyük bir idealin parçası olduklarını zannetmenin kendi bireysel boşluklarını ve değersizliklerini kapatması ise, çok işlevsel.
Kandırılanların inandıkları ideolojinin tam olarak ne dediğini anlamalarına bile gerek yok, tek yapmaları gereken onları kandıran efendilerine ve onların avanelerine sarsılmaz bir itimat göstermeleri. Birazcık düşünseler aslında, iyi de ne zaman gelecek bu güzel günler; bu yapılanlar, bu yaşananlar bizim “güzel” teorimize uygun mu diye; o zaman büyü bozulmaya başlayacak. Ama düşünmeleri efendilerine göre çok tehlikeli! Efendileri o yüzden kandırdıklarının başkaların sözlerine kulak vermelerini kesinlikle istemiyor ve bana güven deyip diğer bütün teorilerin yanlışlığına en baştan inandırıyor. Kandıranlar için kendi yalanları kadar başka kandıran grupların varlıkları da önemli. Çünkü bir veya birkaç düşman olmazsa bu garabeti, bu hep süregelen olağanüstü savaş halini kabul ettirmek zor ve foyaları ortaya çıkabilir.
Keşke sadece kandırılmakla kalsak...
Kullanıldık, kullanılıyoruz, kullanılmaya doymuyoruz. Efendilerimizin bizi kandırmalarının bir sebebi var çünkü: kullanmak. Kandırılmaktan kullanılmaya geçmek kandırılmaktan bile daha kolay. E zaten biz o büyük ve güzel idealin bir parçası değil miyiz? Birazcık fedakarlık yapamayacak mıyız o güzel ideal için? Tam itimadımı verdiğim efendim aklıma tam yatmayan bir şey söyleyince veya isteyince ben kim oluyorum ki bunu sorguluyorum diyemeyecek miyiz? Tek doğru bizde olduğuna göre bizden olan daha değerli; dolayısıyla bizden olmayan daha az değerli, hatta değersiz değil midir? Değerli insanlarla değersizlerin hakkettiği şey aynı olabilir mi?
Ben inandığım idealimin benden bile daha değerli olduğuna inanmışsam ve yeri geldiğinde kendimi ve sevdiklerimi bile öteleyerek idealim için doğru denilen şeyi yapamazsam bir ihanet içinde olmaz mıyım? Çok şeyler yapmam lazım idealim ve efendim için, çok... Ben inandım, sen de inanmalısın deyip trollük yapmalıyım mesela. Sırf inandırmak için konuşmalıyım; karşımdakini dinlemek ve anlamak için değil, bizim tarafa geçirmek için olmalı bütün çabam. Efendimin ne kadar mükemmel bir insan olduğunu anlamadıkları zaman hayret etmeliyim. Kendimden önce “idealimci” olmalıyım. Bütün meselelere idealim gözlüğü ile bakmalıyım. Tabii ki yapılması gerekenler bunlar, o kadar inanmışım ki bunları yapmak için efendimin bana bir şey söylemesine bile gerek yok.
Kullanılanlara göre hayat ancak grupları ile beraber manalı. Onların yaptıklarının doğru veya yanlışlığı ideallerine olan yarar veya zarara göre belirlenir sadece. Her zaman akıllarının kenarında duran özlü sözler, mesela “ yaşın yanında kuru da yanar; küçük zayiatlar her zaman olur; bireysel hatalar olabilir ama sistematiğimiz her zaman doğru işledi, işliyor, işleyecektir ” çok faydalı ve önemli.
Kullanılanlar efendileri için birer asker, birer intihar komandosu, birer piyon. O yere göğe sığdıramadıkları efendilerinin gözlerinde onlar sadece değersiz birer piyon ve amaca ulaşmak için kullanılıp atılabilecek birer alet. Kendi kişiliklerini teslim ettikleri efendilerin gözlerinde de kişiliksiz ve değersiz olmaları ne kadar trajik. Kullanıldıklarının farkında olmamaları bu durumdan bile daha trajik.
Durum ne yazık ki böyle, ama böyle olmamalı.
Başkaldırmadık, başkaldırmıyoruz, artık başkaldırmalıyız. Çünkü biz değerliyiz. Birey olarak değerliyiz. Değerli olmamız için bir idealin ve grubun parçası olmamız, bir efendinin kölesi olmamız gerekmiyor. O kandırılmalar ve kullanılmalar farkında olmasak da bizi değersiz yapıyor. Kula kul ediyor bizi; şu kısacık hayatımızı çalıyor, mana kazandırdığını zannettirerek manasızlaştırıyor. Hem o efendiler biz kandırılanlar ve kullanılanlar olmasalar birer hiç. Bizim başkaldırımız onlardan alacağımız en büyük intikam.
Hem biz şucu, bucu diye özetlenebilecek kadar basit miyiz? Bu basitlik bize bir hakaret değil mi? Vücudumuzda her birimizi farklı kılan o kadar çok gen varken; geçmişimiz varken; ruhumuz, kalbimiz, vicdanımız varken nasıl bizi bir tek kelime özetleyebilir? Biz bir grup insanın hatasını sevabını üzerimize alacak kadar saf mıyız? Göz göze gelemediğimiz o sözüm ona efendileri anne-babamızdan fazla sevecek kadar kafayı mı yedik?
Evet, başkaldırmalıyız. Ben benim demeliyiz. Ben kimseye körü körüne itimat etmem, kimseye itaat etmem, kimseyi etiketi ile değerlendirmem, kimseye ne yukarıdan ne aşağıdan bakarım demeliyiz. Benim hayatım sizin idealinize feda etmek için çok değerli, benim kafam sizin yalanlarınızı anlayabilecek kadar iyi çalışıyor, benim vicdanım sizin tevillerinizle hiç tatmin olmuyor demeliyiz. Bu dünya bir savaş yeri değil, barış yeri; çünkü herkese soluyacak hava, yiyecek su var; dolayısıyla ben sizin kavganızda yokum demeliyiz. Bir efsunlu ve zehirli çiçeğe tutkun bir arı gibi değil, her çiçekten bal almaya çalışan özgür bir arı olmalıyız.
Özgür, açık görüşlü, yetkin bireyler olmalıyız. Tek kılavuzumuz aklımız, kalbimiz ve vicdanımız olmalı. Başkaldırmalıyız bu lanet düzene, birey olmalıyız, münferit olmalıyız (MFP manasında değil elbet). Belki düzeni değiştiremeyiz ama, kendimizi değiştiririz ve asıl önemli olan da bu.
İsa Hafalır
7 Yorumlar
Aynen artık kanmak yok başkaldırı zamanı. .kalemine sağlık isa bey 😉🤗
YanıtlaSilİsa bey bu yazılanları aynen kabul ediyorum. Ancak şunu sormak istiyorum.Ben yaratılışım itibariyle başkalarıyla birlikte yaşamaya da mecburum. Yani münferit düşünebilirim, fakat kollektif yaşama ihtiyacım var, minferit yaşayamam. İşte insanlarla beraber yaşamak için bu ortaklığı ve ortak alanları nasıl tesbit edeceksiniz. Kısaca insan olmak için bir hakkımı bilmeliyim. Fakat haddim nereye kadar, onu nasıl bilirim? Selamlarımla
YanıtlaSilHocam ortaklık hiyerarşik düzende olmaya başlayınca ve mutlak itimat ve itaat resme girince problem çıkmaya başlıyor. Yoksa kolektif hayat elbetteki önemli ve sosyal iletişim şart. İtimat olmasın demiyorum, ama sütten ağzı yanan bizler artık çok daha sorgulamalıyız ve aklımızın ve vicdanımızın kabul etmediğini kim demiş olursa olsun kabul etmemeliyiz diyorum.
YanıtlaSilKullanildim deyip, kendinizi pasif bir sekile sokuyorsunuz. Kullanildiniz, cunku cemaat hayatinin getirdigi rahatlik cazip geldi. Kimse agziniza silah dayamadi.
YanıtlaSilDunyevi olarak, bir grup icinde olmanin verdigi rahatlik yok muydu ? Is yasaminda, belki zorla is bulacak, basarisiz olacak insanlar cemaat icinde "kariyer" yapmadilar mi ? Etrafiniz, cemaat sayesinde kalabaliklasmadi mi? Hic bilmediginiz bir sehire gidince, cemaat sayesinde hemen cevre yapmadiniz mi, non-cemaat ler tek baslarina ugrasirken.
Obur dunyaya bakan yonuyle de, o da garanti ya da non-cemaatlere gore en azindan dogru yoldasiniz. "Hocan her gece peygamberle istisare yapiyor, sahabaleri bizzat goruyor". Cemaat hikayelerindeki kadro saglam, sampiyonlar ligi kupasi sizin, degil mi!!??
Boyle bir garanti ve rahatligi gorunce, secimi siz yaptiniz, bence kendinizi suclayin ki, cozumu bulabilesiniz.
Yaziya katiliyorum, bu ders olsun herkese. Akil edebilen bireyler olalim. "Itaat etmeyelim" ve kurtulalim.
bu cemaatin dunyevi faydasi meselelerini diline dolamaya ne kadar hevesli millet. Neymis cevre yapiyormusuz cemaate girince, is kapilari aciliyormus. oysa herkes biliyor ki, cemaat mensuplari almadilar hep verdiler, maddi manevi. para verdiler, emek verdiler zaman verdiler. Ben cemaat isleri icin harcadigim vakti sosyal yasama ayirsam zaten gittigim her sehirde yuz tane arkadas yaparim, ne yapacaksam o kadar arkadasi. kariyerime harcasam, su oldugum yerin cok cok daha iyisinde olurdum. bunlari bir pismanlikla falan da soylemiyorum ama cemaatte vazifeden ayrildiktan sonra ne kadar rahatladigimi, hayatimin ne kadar kolaylastigini, uzerimden bir tir yukun kalktigini hatirliyorum da, uzaktan gazel okumak kolay diyorum.
SilIsa Bey,
YanıtlaSilHarika bir yazi yazmissiniz. Bu sadece Cemaat ozelinde degil, 68 lerde bir cok sol fikirli zamanin gencleri dunyaya adalet getirmek icin kandirildi, kandi. Reisin pesinden gidenler dunyaya meydan okuyan, islam dunyasinin lideri sandi kandi, milliyetciler damarlarinda akan kanda bir farklilik olduklarini sandilar kandilar. Ve tabiki cemaatciler, Gulenin pesinden gitmenin ahireti garantiledigini dusunduler ve kandilar.
Insanin en buyuk gucu ve kurdugu medeniyetinin temeli inanc gucu. Gozle gormedigi, duymadigi seylere inanip guvenip onun etrafinda organize olmasi.
Mesela para. bugun paranin degerine inanmazsa tum insanlik paranin degeri pula doner.
Veya Devlet, bir ulkede yasayan insanlar bulunduklari devletin varligini toptan reddetseler, ne makamlar ne hukumetler, ve kurumlar ne sinirlar kalir.
ama bunlari inanmak, ve etraflarinda organize olmak guc veriyor.
Bu inanmak o kadar faydali ki insan icin, sosyal evrilmemizde otomatik olarak kabullendigimiz ona egitildigimiz bir hadise.
Cemaatler, veya piramidal yapilar bunu en iyi kullanan somuren faydalanan yapilar.
Abdurrahim Beyin sorusu cok dogru, cunku inanc, inanmak bizim dogamizda var. Cok faydali. Peki bunu Cemaatin yaptigi gibi somurenlere karsi nasil bir bagisiklik sistemi gelistirmemiz lazim?
çok güzel tespitler bunlar hocam. güzel bir mfp yazısı çıkar bundan göndermek isterseniz :)
Silinanç ve inanmak doğamızda olmasaydı böyle sömürgen yapılar bu kadar kolay bir şekilde ortaya çıkmazdı. bağışıklık sistemi olarak bünyeyi geliştirmek gerektiğini düşünüyorum, yani aklı daha fazla kullanmak, kendine güvenli olmak, kendini daha fazla önemsemek. her şeyin fazlası zararlı olduğu gibi inancın da fazlası zararlı, niçin ve tam olarak neye inandığını bilmeden inanınca insan bir dogmanın ardında, bir kültün içinde yaşayıp gidiyor ve bu acı durumdan haberi bile olmuyor. yani çözüm zor ama var. geniş bakabilmek, çok şeye kulak vermek, sorgulamak. belki herkes yapamaz ama en azından bu yola girmiş bizler yapabiliriz. selamlar.