Ekoloji, canlıların birbirleri ve çevreleriyle ilişkilerini inceleyen bilimdir. Yunanca “oikos” ev, yakın çevre gibi anlamlara gelir. Dolayısıyla eko-loji yani çevre bilimi demektir. Bu terim ilk defa Alman bilim adamı Ernst Haeckel tarafından 1866 yılında kullanılmıştır. Zira kapitalizmin etkisiyle ve gelişme mitiyle yani fabrikalaşma ve nükleer silahların kullanımıyla ekolojik sorunlar yaşanmaya başlamıştır.
Kelimenin kökünden de anlaşılacağı üzere “oikos” ev anlamına gelir. Zira tabiat insanın içinde yaşadığı evdir. İslam ilahiyatında da ev anlamına gelen “beyt” kavramının hususi bir yeri vardır. Bundan dolayı olsa gerektir ki müslümanların ibadet merkezi olan Kabe’ye kutlu mabed gibi bir isim yerine Allah’ın evi anlamına gelen “Beytullah” adı verilmiştir.Küre-i arzı mescid olarak gören bir tasavvur tabiatı da evi gibi görebilmeli ve evine gösterdiği ehemmiyeti çevresine de verebilmelidir. Kur’an’da yaratılan her şeyin insanın hizmetine amade olarak yaratılması, insanın o şeyler üzerinde hiyerarşik üstünlüğüne atıf yapılmasından ziyade o şeylerin kıymetini ve kadrini daha iyi bilmemiz için bir hatırlatma olduğu kanaatindeyim.
Çevre bilinci olan kimse etrafını Allah’ın ayeti gibi görür. Varlığın tümü, Rabbin emanetidir. İnsan halife olması sebebiyle o şeylerin kadrini ve kıymetini bilmekle ve korumakla mükelleftir. Dolayısıyla iyi bir Müslüman, çevreci olmak zorundadır. Kur’an çevresine emanet nazarıyla bakabilen bir bilinci inşa ederken vahiyden kopuk tasavvurda çevresine ihanet eden bir gayri ahlaki ahvale şahit oluruz.
Marufa, yani ortak iyiye teşvik etmek anlamına gelen, emri bil maruf kurumu, aynı gök kubbe altında yaşayan insanların çevrecilik bilinciyle tabiata sahip çıkmaya teşvik eder. Aslında münker yani ortak kötü de insanların ortak olarak tehdit edildiğidir. Zira ozon tabakasının delinmesi, küresel ısınma, çevre kirliliği ortak kötüdür. Müslümanın bu konuda da münkerden yani çevreyi tehdit eden faktörlerden nehyetmek gibi bir sorumluluğu vardır.
Toplumu yönetme sanatı olarak bilinen siyaset, sadece insan eksenli değil çevre eksenli olduğu takdirde gerçek misyonunu ifa etmiş olur. Zira yeryüzünde adaleti sağlamak sadece insanlar için değil her varlık için geçerlidir. Zaten kendisinden güçsüz olanı istismar etmek, ezmek, yaradılış maksadının dışında kullanmak sadece insanlara için değil kime yapılırsa yapılsın zulüm olarak görülmelidir. Hayvana işkence eden bir vicdan insana da aynı zulmü yapar. Şayet yapamıyorsa buna imkân bulamadığı için yapamamaktadır.
Ahlak deyince sadece insanlar arası ilişkilerimiz değil bizim çevreyle de olan ilişkimiz aklımıza gelmelidir. Kanımca kamuya açık tuvaletlerde insanların kapılara galiz cümleler yazmaları acziyetten ve ezilmişlik duygusunu telafi etme psikolojisinden kaynaklanmaktadır. Zaten argo ve küfür acziyettir. Tuvalette iken insanın acziyeti aynı zamanda toplumsal olarak ezilmişliğini de hatırlattığından bazı kimseler kamuya açık tuvalet kapılarına o şekilde yazılar yazabilmekteler.
Tabii ki tek sebebi bu değil. Bir toplumda bireyler duygularını ve düşüncelerini rahat ifade edemedikleri zaman bu durum farklı davranış sapmaları şeklinde tezahür edebiliyor. Yüzüne söyleyemediklerini insanlar farklı mecralarda ifade etme ihtiyacı bulabiliyorlar.
Aslında insanlar içlerindeki öfkeyi farklı varlıklardan farklı şekilde çıkarma ihtiyacı duyarlar. Dolayısıyla çevremizdeki kirlilik aslında insanların içlerindeki kirlenmenin tabii bir neticesidir. Öyleyse siyaset ve ahlak sadece insanlarla değil çevreyle de ilgilenmek zorundadır. İmanın ahlaki karşılığı olan emanet duygusu bize bu bilinci vermelidir.
Zaten ideal olan toplum ekolojik uyum içinde olan bir toplumdur. Tabiatta çokluk içinde muhteşem bir birlik vardır. Eskiler buna kesrette vahdet kanunu derler. Öyleyse ideal toplumlar da her dilden, dinden, renkten, ideolojiden insanları birlikte tesanüd içinde yaşayabildikleri topluluklardır. Şairin dediği gibi “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”
Özgürlük, insanın kendi doğasına uygun yaşama hakkıdır. Devletin en temel vazifelerinden biri halkın özgürlüklerinin önündeki engelleri kaldırmaktır. Kölelik, insanlık tarihinin en yüz kızartıcı suçudur. İnsan onurunu aşağılayan en adi kölelik türüyse insanın hevasını İlah edinerek nefsini kendisine mabud kılması ve fıtrat dini olan İslam’ı buna alet etmesidir. Ekolojiden ilham alan siyaset özgürlük eksenli bir politika üretir.
Devlet nedir? sualinin cevabı emanettir. Dolayısıyla devlet, bir nevi emanetçidir. Tabiiyetinde olan vatandaşları emanet olarak görür ve yine vatandaşlar içinde devlet emanettir. Madem ki devlet emanettir öyleyse halkının canını, malını, dini ve ahlaki değerlerini, düşünme hürriyetini ve nesillerin geleceğini korumakla mükelleftir. Lakin devletin emanetçi misyonu sadece insanlarla kısıtlı kalmamalı aynı zamanda çevreye karşı da sorumlu olduğu bilincinde olmalıdır. Zira sorumluluk bir bütündür.
Devlet ne içindir? sorusunun cevabı: Adalettir.
Devlet’in vazife-i asliyesi adaleti teessüs etmektir. Adalet bir şeyi yerli yerine koymak ve onun tabiatına uygun hareket edebilmektir. Çekiçle çivi çakmak adalet, bu eylemi bardakla yapmak zulümdür. İnsana hayvan muamelesi yapmak, kadına erkek veya erkeğe kadın muamelesi yapmak, çocuğa yetişkin veya yetişkine çocuk muamelesi yapmak yani bir şeyin fıtratına ters hareket etmek zulüm, bunlara uygun hareket etmek ise adalettir.
Devlet nasıl yönetilmeli? sualinin cevabı ise Meşverettir. Meşveret, kısaca akıl danışmak istişare etmek yani şura ile yönetmek demektir. Hükümet bir icraat yapacağı zaman halkına her zaman danışmalıdır. İnsanların fikir ve özgürlüklerine değer vermelidir. Ancak bir kişinin özgürlüğü bir başka kimsenin özgürlüğüne mâni oluyorsa veya onu rahatsız ediyorsa bu noktada halkın genel kanaati göz önünde bulundurulmalıdır.
Devleti kim yönetmeli? sualinin cevabı ise Ehliyet yani liyakattir. İbni Halduna göre ehliyet için dört şart gerekir. Bunlar a) İlim b) Ahlak c) Tecrübe d) Sağlık gibi şartlardır. Dolayısıyla bir idareci ne kadar bilgi sahibi olursa olsun ahlaki hassasiyetlerinin de olması gerekir. Bu kriterler sadece kadim zamanların ölçüleri değil bugün dahi geçerli olan evrensel kriterlerdir.
Devlet ne yapmalı? sorusunun cevabı ise maslahattır. Maslahat, kamu yararına göre iş yapmaktır. Yapılan işlerin ve alınan kararların kamu yararına uygun olup olmadığı göz önünde bulundurulması gereken bir durumdur. Kaos, devletin müdahale etmesi gereken bir durumdur.
Devletleri veya herhangi bir sosyal kurumu yönetmede farklılıkları yok etme girişimi ve despotizm adeta rengarenk tabiatı yok etmek, bir ormanı yakmak gibidir.
Bilgin Erdoğan
0 Yorumlar