2007 yılıydı. Çalıştığım okuldaki müdür bey hemşerim olan Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi dolayısıyla bana hasım olmuştu. Okulumuzda mescit olmadığı ve benim de namazlarımı bir seccadenin üzerinde memurun odasında gizlice kıldığım yıllar. Bir defasında beni namaz kılarken görmüş ve AKP’liyim zannederek bana olan tutumu değişmişti. Oysaki ben hiçbir şekilde ne diğer öğretmenlerle ne de kendisiyle siyasi bir tartışmaya girmemiştim. Ama o yıllarda namaz kılmamız bile yetiyordu AKP’li olarak yaftalanmamız için. Bir defasında beni odasına çağırmış ve kendince nasihatlerde bulunmuştu. Meslekte yeni olduğumu, bu gericilerin! peşinden gitmemem gerektiğini, çalışmanın da ibadet olduğunu, Kayseri’nin çok gerici bir memleket olduğunu…filan uzun uzun anlatmıştı. Kendisine siyasi bir kimliğim olmadığını, sadece işimi yaptığımı, seküler bir aileden geldiğimi, namaz kılan herkesin siyasi bir kimlik taşımadığını anlatmaya çalışmama rağmen bana olan tutumunu değiştiremedim. Hele hele 367 krizinin yaşandığı, ülkenin erken genel seçime gittiği atmosferde bana resmen mobbing yapmaya başlamıştı. Çalıştığım köy bir alevi köyüydü. Alevi öğretmenlerin sayısal olarak yoğun olduğu bir okuldu. Hiçbir öğretmen arkadaşla problemim yoktu. Din kültürü öğretmeninin bile namaz kılmadığı bir okulda sadece benim namaz kılmam dikkatlerini çekmişti. Müdür beyin diğer öğretmen arkadaşları benim aleyhimde doldurmasıyla bazı arkadaşların bana olan tavırları değişti. Öğrencilerle olan diyaloğumun güçlü olması, bana olan sevgilerinin ve benim onlara olan ilgimin güçlü olması bile kar etmedi. Neyse ki fazla sürmedi bu durum. Tayin isteyip o yaz başka bir okula geçiş yaptım.
Bunları neden anlattım? Hiçbir şekilde siyasi bir tavır almamamıza rağmen o yıllarda namaz kılmamız veya eşimizin başının kapalı olması bizleri otomatik olarak toplum nezdinde bir yerlere yerleştiriyordu. Bir de buna memleketimin Kayseri olması eklenince ister istemez AKP’li oluvermiştik. Gerçekten de o yıllarda ve daha öncesinde bizler herhangi bir siyasi partiye angaje olmadan, partiler üstü bir tavırla hareket ediyorduk. Memleket için kim iyi ve hayırlı bir iş yaparsa bizim için o zümre değerliydi. Gerçekten cemaatin içinden de bize şu partiye oy vereceğiz, şöyle yaparsak daha iyi olur nevinden herhangi bir tavsiye veya yönlendirme yapılmamıştı. Ergenekon sürecinin başlaması, 2008 yılında AKP’ye açılan kapatma davası, hizmetin yayın organlarının demokratik kaygılarla ve gerekçelerle Akp’nin yanında saf tutması! CHP’nin saçma salak gerekçelerle bu süreçte oynadığı anti demokratik tutum, askerlerin cumhuriyet resepsiyonlarında veya resmi karşılama törenlerinde Abdullah Gül ve eşine karşı takındıkları tavırları, e-muhtıra gibi aptalca eylemler…vs. Zihinsel olarak öyle bir değişim yaşamamıza sebep oldu ki anlatamam. Düzenlenen Türkçe Olimpiyatlarına hükümetin neredeyse tam kadro katılması, Zaman Gazetesi’nin yayın hayatına başlama yıl dönümlerinde mutlaka başbakan veya başbakan yardımcısı seviyesinde hükümet cenahından katılım sağlanıp birbirlerine pasta ikram etmeler, kadrolu uçak gazeteciliği yapan muhterem abiler, cemaat yayın organlarının hemen hemen her gün bir Akp’li belediye başkanını canlı yayına alıp yapılan çalışmalarla alakalı müspet yayın politikası, AKP’li siyasetçilerin Pensilvanya’ya yaptıkları aile ziyaretlerinin fotoğraflarının cemaat içerisinde el altından dağıtılması, Tayyip Erdoğan ve diğer Akp’li yöneticilerle alakalı anlatılan müspet menkıbeler, Akp’li belediyelerin açtıkları etüt merkezlerinin bizzat o illerdeki yöneticiler tarafından cemaate teslim edilmesi ve bunlarla alakalı anlatılan menkıbeler, SODES projeleri için ayrılan bütçelerin valilikler ve kaymakamlıklar aracılığıyla cemaatin kontrolüne verilmesi ve bununla alakalı anlatılan menkıbeler, 2010 referandumunda “mezardakilerin bile gelip oy kullanması” şeklindeki yönlendirmelerle bölgelerin kapı kapı gezip “evet” için oy toplaması, Referandumda %58 evet oyu çıkıp hayırcıların kaybetmesi neticesinde Tayyip Erdoğan’ın bizzat okyanus ötesine selam göndermesi…daha o kadar çok örneklendirebilirim ki.
Evet son tahlilde insanız, etten ve kemikten, hislerimiz var, bitaraf olmamız mümkün mü bunca olay karşısında. Elbette biz de tüm bu yaşananlardan sonra politize olmuştuk artık. Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınan ben artık yapılan seçimlerde bizzat görev alıp, sandık başkanı olmak için özel gayret göstermeye başlamıştım bile. Eski okul müdürüm bendeki cevheri erken görmüş olacak ki ön almaya çalışmış kendince! Adam tehlikeyi çok önceden fark etmiş! Bazen memurluk görevi çıksa bile gidip hemen ilçe seçim kurulundan kendime bir sandık başkanlığı kapmaya başlamıştım. Aslan gibi bir AKP’liydim artık. Cihan Haber Ajansı’na ilk elden sandık sonuçlarını teslim ediyorduk. Ajansın başarılı çalışmalarından dolayı Akp’li yöneticiler memnuniyetlerini ifade ediyorlar ve teşekkür ediyorlardı yapılan işlerden dolayı. Bizler de yapılan bu işlerdeki katkımızdan dolayı içten içe kendimizle gurur duyuyorduk! Güzel günlerdi! Şimdi düşünüyorum da bir KHK’lı olarak düştüğümüz duruma. Nereden nereye! KHK’lıların oy bile kullanmasının engellenmeye çalışılması ve AKP’nin Ankara ve İstanbul’u kaybetmesi. Vaybe! Neydik ne olduk!
Vahdettin Polat
0 Yorumlar