Tarih 17 Ağustos 2016 saat gece 02:00 de yatmaya hazırlanırken kapımın tokmağına vuruldu. “Kim o” diyerek seslenip kapının adesesinden baktığımda kapımda üç kişiyi gördüm. Gelenler polisti. Kıyafetimi düzeltmek için süre istedim ve yaklaşık bir dakika sonra kapıyı açtım. İçeriye girmeden kapıda ne için geldiklerini kısaca anlattılar. Karşı komşumun ziline basıp onu da davet ederek eve birlikte giriş yaptılar. Kapıyı kapattılar. Eşim ve çocuklar uyuyordu. Gelen memurlardan birisi bana İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın hakkımdaki gözaltı ve arama kararını verdi ve okumamı istedi. Elime aldığım evrakta görüştüğüm iki sivil ve iki asker şahsın gerçek isimleri ve kullandıkları müstear! İsimlerle birlikle hakkımda ifade verdikleri, gerçek adım ve kullandığım müstear adımla birlikte kimlik ve adres teşhisi yaptıkları yazıyordu. Yarım sayfa kadar bir yazıydı, karar yazısı. Bunlara istinaden gözaltı ve arama kararını savcılık talep etmiş ve kolluk kuvvetleri de görevlerini yapıyorlardı. Her ne kadar abilerimiz! “dikkat edin polislere paçayı kaptırmayın!” diyerek uyarılarda bulunmuş olsalar da galiba paçayı kaptırmıştık! Evin her tarafını detaylı bir şekilde aradılar. Eşim ve çocukları uyandırdım. Hepsi de endişeliydi. Neler oluyordu? Gecenin bir yarısı evin içinde dört beş tane sivil giyimli yabancı şahıs geziyor ve arama yapıyorlardı. Hiçbir şekilde ne bana ne de aileme karşı kaba davranmadı gelen görevliler. Nazik bir şekilde görevlerini yaptılar. Arama esnasında yatak odamız da dahil her yere baktılar. Bu esnada ben sürekli yanlarındaydım. Aramaya hem eşim hem ben hem de komşum nezaret ettik. Arama ve el koyma işlemleri bitti. Şahsi bilgisayarımı, cep telefonumu ve flash belleğimi aldılar. Evde hizmete ait hiçbir şey yoktu zaten. Yurt dışında görevliyken bir esnaf abinin bana hediye ettiği kahverengi renk namaz cübbesi, Define Yayınları’nın teheccüd Kur’anı ve bir adet Cevşen dışında evde hiçbir şey yoktu. Daha önce Hard disksiz hizmet! bilgisayarımı, iletişim için kullandığım tabletimi ve diğer dijital materyalleri olası bir olumsuzluğa! istinaden imha etmiştim. Yani sizin anlayacağınız abiler ev temizdi.
Tüm işlemler tamamlandı. Polisler eşime ve komşuma hakkımda savcılığın kararı olduğunu ve beni bir müddet misafir edeceklerini kibar bir dille ifade ettiler. Yanıma temiz çamaşır ve yedek kıyafet almamı, sabun ve diş fırçası gibi bazı malzemeleri de alabileceğimi belirttiler. Hızlı bir şekilde eşim malzemeleri hazırladı, kelepçe filan herhangi bir şey takılmadan polislerle birlikle İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Vatan Caddesi’ndeki yerleşkesine sabah 04:00 gibi giriş yaptık. Endişeliydim. Daha önce hiçbir şekilde böyle bir gözaltı olayı filan yaşamamıştım. Kayıt işlemlerinden sonra terör şubenin nezaretlerinin bulunduğu kısma getirildim. Nezarethaneler tıka basa doluydu. A blok 1 numaralı nezaretin kapısını açan polis memuru beni içeri tıkıp kapıyı sertçe kapadı. Nezaretler normalde üç kişilik olarak tasarlanmıştı. A1 nolu nezaret benimle birlikte beş kişi olmuştu. İçeri girince diğer arkadaşlardan bazıları uyandı. Geçmiş olsun dileklerini ifade ettiler.15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden yaklaşık bir ay geçmişti. Çıkartılan OHAL yasalarına istinaden gözaltı süresi otuz gündü. Nezarette kalanların kimisi 10 gündür kimisi 15 gündür kimisi de daha fazla bir süreden beri gözaltında olduklarını ve ifadelerinin alınıp mahkemeye sevklerini beklediklerini ifade ettiler. Sabah olmuştu zaten uyumamıştım. A blokta beş adet nezaret vardı. Hemen hemen hepsi doluydu. Kaldığım nezarethanede Türk Telekom’da çalışan bir mühendis, MEB’den bir öğretmen, bir bankacı, bir işçi ve ben olmak üzere beş kişi kalıyorduk. Tüm nezaret kapılarının açıldığı ana koridora çıkmamıza izin verildiğinde FOX TV’den Ercan Gün’ü ara ara görmeye başladım. Daha önce kendisini tanımışlığım yoktu. Oradaki arkadaşların söylemeleriyle gazeteci olduğunu ve FOX Haberde çalıştığını öğrendim. Sigara kullandığı için polisler onu ara ara nezaretlerin bulunduğu yerin dışına alıyorlar ve orada kenarda sigarasını içiyordu. Asker, polis, öğretmen, doktor, mühendis, esnaf, avukat…hemen hemen her meslek grubundan insan vardı orada. Sırasıyla nezaretlerin kapıları açılıyor, hemen nezaretlerin bitişiğindeki tuvaletleri kullanmamıza izin veriliyordu. Yaklaşık iki saatte bir nezaretlere sıra geliyor ve sabaha kadar böyle devam ediyordu. Sabah, öğle, akşam üç öğün yemek veriliyordu. Kahvaltıda üzerinde “helvacık” yazan kibrit kutusu büyüklüğünde bir tahin helvası ve yine üzerinde “elmacık” yazan kırmızı kapaklı plastik su şişelerini görevli her nezarete dağıttı. Öğlen ve akşam yemeklerinde konserve ve yanında ekmek dağıtıldı. Konserveler bazen barbunya, bazen kuru fasulye, bazen bezelye, bazen yaprak sarma şeklinde geliyordu. Bir ara Ercan Gün ile sohbet ederken dışarı çıkınca buraların bir kitabını yazma durumu olursa adını “Yediğimiz Helvacık, İçtiğimiz Elmacık” olarak belirleyebileceğini söylediğine şahit olmuştum. Yaklaşık 20 gündür oradaymış ve hala mahkemeye sevki yapılmamıştı. Bana diğer arkadaşlar “sana daha çok var, biz burada 15 gündür bekliyoruz, hele bir biz gidelim size sıra gelir” diyerek takılıyorlardı. Hiç kimse birbirine kendisinden bahsetmiyordu. Kimse kimseye güvenmiyordu.
Ertesi gün polis memuru ismimi okudu ve beni nezaretten aldı. Asansöre binerek birkaç kat yukarı doğru çıktık. Mülakat için beni, terör şubedeki polisler istetmişler. Kapısında emniyet büro amiri yazan bir odaya girdiğimde odada üç veya dört memur vardı. Oturmam için sandalye gösterdiler. Oturdum. Uzaktan görsem BBTM (Büyük Bölge Talebe Mesulu) olabilir diyebileceğim temiz yüzlü, genç birisi (büro amiri olduğunu daha sonra öğrendim) görevli bana savcılığın hakkımdaki gözaltı kararını ve ne ile itham edildiğimi anlatmaya başladı. İki sivil ,iki asker toplamda dört şahsın abiliğini yaptığımı, kullandığım en son kod adın “Polat” olduğunu, ilgili şahısların beni hem ismen hem de cismen teşhis ettiklerini, evvela iki asker şahsın ifadelerinin alınıp diğer iki sivil şahsa ulaştıklarını daha sonra iki sivil şahsın “etkin pişmanlık” hükümlerinden yararlanarak benimle alakalı ifade verdiklerini, bu ilgili şahısların yöneticiliğini yaptığımı…bunlarla alakalı söyleyeceklerimin olup olmadığını, bildiğim bir şeyler varsa benim de anlatıp aynı diğerleri gibi “etkin pişmanlık” hükümlerinden faydalanabileceğimi uzun uzun anlattı. Ben bu şahısları tanımadığımı ve söyleyecek bir şeyim olmadığını söyledim. Mülakat fazla uzun sürmedi. Tekrar nezarete gönderildim. Öğleden sonra yasal zorunluluk olan hastane muayenesi için hemen emniyetin yanındaki sağlık merkezine muayene olmaya götürüldük. Gidilen yer yakın olmasına yakındı fakat otobüslere bindirilerek toplu bir şekilde doktora gidiyorduk. Otobüse bindiğimizde benim ismimi veren ve beni teşhis eden asker çocuklardan birisini gördüm. Aynı otobüsle muayeneye gidiyorduk. Yaklaşık otuz beş kırk gündür kendisini görmemiştim. Otobüsün içinde yanına yaklaştım ve konuşmaya başladık. Mahcup bir şekilde, gözlerini gözlerimden kaçırarak olanları ve yaşananları bana anlatmaya başladı. Aynı zamanda sitemde ediyordu.15 Temmuz günü kendisini arayan şahıstan, nereye çağırdığından, kendilerini tehdit etmesinden, gittiğinde orada yaşadıklarından, nasıl ve ne şekilde o gece eve döndüklerinden, daha sonra yaşananlardan ve nihayet emniyette beni ve diğer sivil abisini teşhis etmesinden bahsetti. Bu ve diğer asker arkadaştan 15 Temmuz’dan sonra zaten haber alamamıştık. Öldüler mi, yaşıyorlar mı bir bilgimiz yoktu. Bu genç arkadaşın anlattıkları şeyler yenilir yutulur cinsten değildi. Bize emanet edilen ve “bu arkadaşlar bize Efendimiz’in(s.a.v.) emanetidir, ona göre sahip çıkalım” denilen bu masum çocuklar benim ve arkadaşlarımın kesinlikle bilgisi ve ilgisi olmadan bir pisliğe bulaştırılmıştı. O gece bu arkadaş ve diğer arkadaşın Sabiha Gökçen Havalimanı’nda yaşadıkları ve şahit oldukları olayları ben ilk kez orada otobüsün içinde öğrendim. Diğer asker çocukla görüşmemde de olanları teyit edip yaşananları ondan da dinledim.
15 Temmuz öncesi yaşadıklarım, o gece esnasında yaşadıklarım, sonrasında yaşadıklarım ve nihayet gözaltına alınmam. Bu yaşadıklarımın hepsini kafamda birleştirip bir sonuca varmaya çalışıyordum. Kimseyle bir şey paylaşamıyordum. Beynimi kemiren sorular, bu sorulara bir türlü cevap bulamamam, asker çocukların anlattıkları gerçekten inanılır gibi değildi. Evet nasıl olabilir böyle bir şey diyerek gecelerce düşündüm. Daha sonraki muayeneye götürülüşlerimizde birlikte çalıştığımız sivil arkadaşlarla da karşılaştım. İkisi de çok mahcuptu bana karşı. İsmimi ve adresimi vermişlerdi. Benden iki gün önce gözaltına alınmışlar ve buraya getirilmişlerdi. Kendilerine mahcup olmamalarını, kendilerinin herhangi bir suçunun olmadığını, kesinlikle kendilerini suçlamadığımı ifade ettim.15 Temmuz’dan sonra kendilerini evlerinde ziyaret ettiğimde konuştuklarımız aklıma geldi. Her ikisi de yaşananlara anlam veremiyorlar ve neler olduğunu anlamaya çalışıp bana sürekli sorular soruyorlardı. Kendilerine benim de olayları anlayamadığımı, anlamaya çalıştığımı, bu işin neresindeyiz veya bu iş bizim neremizde! anlamaya çalıştığımı anlatmıştım. İki arkadaş da evliydi. İkisinin de yeni dünyaya gelmiş kızları vardı. Üzgündüler tabii ki. Perişanlıkları her hallerinden belliydi. Onları o şekilde görmek beni gerçekten çok üzdü. Yıllarca beraber çalıştığımız, tertemiz arkadaşlardı. Hala da kesinlikle bir kırgınlığım olamaz onlara karşı. Aksine benim onlara karşı mahcubiyetim var. Abileri olarak onları bilmeden öyle bir pisliğe bulaştırdım ki hala içimde bir yaradır. Bizleri birilerinin birer hela sopası gibi kullandıklarını ve o vaziyette bir kenara bıraktıklarını düşünmeye başladım.
Öyle bir sopa ki artık hiçbir balta bizi sap olarak kabul etmeyecekti. Ben de artık hayatımın bundan sonrasını kirli bir sap olarak devam ettirmemeye, temizlenmiş olsam bile tekrar başka bir helada kullanılma riskime binaen “sap” olmamaya gerekirse işlenmemiş bir “kütük” (tersten okununca da aynıdır bu kelime) olarak atıl vaziyette bir kenarda kalmaya karar verdim. Yani uzun lafın kısası saplıktan istifa etmeye karar verdim…
Vahdettin Polat
1 Yorumlar
Siz onların abisisiniz ve sizin bilginiz dışında onlara nasıl ulaşmış ve yönlendirme yapmışlar? Kim bunlar, sizin de üstünüzdekiler mı? Alttaki bu çocuklar sizin de üstünüzdekileri nasıl tanıyorlar ki, onların yönlendirmesine maruz kalıyorlar?
YanıtlaSilBuraları anlamadım,bir izah eder misin lütfen.