Adalet neyi gerektiriyorsa ona göre karar verin
Önüne itina ile konulmuş şu bardağından birkaç yudum içtikten sonra tane tane okumaya devam etti.
Evet, gençlerimize aşılayacağımız ilmî düşünce sayesinde, batıdan asırlar ve asırlar önce de gerçekleştirdiğimiz gibi, onların ilimle, fikirle kaynaşıp bütünleşmesini sağlayıp mutlaka kendi yenilenmemizi (Rönesans) tahakkuk ettirmeliyiz. . . Maşeri vicdan. . . Âdem nebînin feryatlarına. . . Yunus peygamberin sızlanışlarına. . . Hatta şu anda, bu duygu ve bu düşüncenin iticiliği ve tarihî tecrübelerin kılavuzluğuyla mesafelerin büzülmeye başladığını ve varılacak noktaya birkaç adım kaldığını hisseder gibiyiz.İstişarenin keyfiyet kısmını tamamlamıştı abi. Başını kaldırıp kendisine meraklı gözlerle bakan vazife
arkadaşlarını süzdü. Hepsi, her zamankinden de daha bir dikkatle abinin ağzından çıkacakları bekliyordu.
Ama bu sefer, önceki zamanlardaki gibi “bir sonraki okulun nereye yapılacağı” veya “Türkçe olimpiyatları” gibi gündemler değildi, dinleyicileri meraklandıran. Çünkü takvimler 31 Aralık 2013’ü gösteriyordu.
Türkiye’de “cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonu” yapılmış, ve HE daha geçen gün Bamteli’nde “mülaane”de bulunmuştur.
Abi, öncelikle bu ulvi hizmetin bir ferdi olmanın faziletlerinden, ve muhterem HE’nin sabrından,
metanetinden, ve ne kadar abid-zahid olduğundan bahsetti. HE’nin yaptığının beddua olmadığını uzun uzun, dini terminolojiyi iyice açıklayarak izah etti. Karşı tarafın ne kadar cahil olduğunun üzerini çizdi. Ve sonra geçen gü̈n haberlere yansıyan bir meseleye atfen dedi ki: (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/yargitayin-imami-dosyayi-pensilvanyaya-gonderdi-25465751)
Kardeşim diyorlar ki Yargıtay'daki dosyayı HE ye göndermişler, o da demiş ki “Adalet neyi gerektiriyorsa ona göre karar verin.” Tamam işte ne güzel demiş HE, ne deseymiş?Abinin takındığı aşırı ciddi üslubunu bir an için gevşetmiş olmasından dolayı salonda bulunanlar da bir nebze rahatladılar. Hatta bazıları aralarında gülüştüler bile. Ve içlerinden şöyle geçirdiler:
Hey Allahım ya, ne kadar güzel bir cemaatimiz, ne kadar bir güzel HE’miz var. Bir karşıdaki ağzından salyalar akan, hırsızlığın-düzenbazlığın zirve yaptığı Tiran bozuntusu ve şürekasına bak, bir de bu güzel insanlara. Rabbim inşallah beni bu güzel insanlarla hem burada hem öte dünya da birlikte eylesin.
Fethullah Gülen’e gönderilen dosyaSize de bu anlatılanlar tanıdık geldi mi? Yukarıdaki okuduğunuz hikayenin çok benzerleri 17-25 Aralık’tan sonra onlarca-yüzlerce ilde, ilçede yaşandı. Peki buradaki garip olan şey nedir? Cemaat mensuplarının kendi hocalarına/şeyhlerine en mahremlerini dahi sormalarından daha normal ne olabilir ki? Tabiiki normal şartlarda herhangi bir cemaat mensubunun kendi hocasına veya şeyhini özel hayatı ile alakalı şeyleri danışması bizim konumuzun dışında. Yani kişi isterse çocuğunun ismini, kiminle evlenip-evlenmeyeceğini, hatta gerdeğe ne zaman gireceğini bile sorabilir, mesele bu değil.
Bu kimseyi ilgilendirmez. Mesele aslında çok basit:
Türkiye cumhuriyeti devletinin makamına geçtiğinde artık sorumlu olduğun makam sadece ve sadece devlet içindeki yasal, şeffaf, ve hesap sorulabilir hiyerarşi olmalıdır.Düşünün ki Yargıtay’daki herhangi başka bir hakim de X cemaatine veya Y ideolojik grubuna mensup olsun. Bizim Yargıtay imamı FG’ye, diğeri X şeyhine, bir başkası Y kişisine devletin bilgilerini verdiği takdirde ne olur? Böyle bir şeyi herhangi bir devletin kabul etme ihtimali var mıdır? Aslında meselenin en can alıcı noktası şu: Fethullah Gülen kim ki, ona herhangi bir dosya Yargıtay imamı vesilesi ile gidebilmektedir?
Devlet nezdinde FG emekli bir vaiz idi ama the cemaat lideri olduğu hasebiyle önüne dosyaların serildiği bir insan. Bu arada hemen söyleyeyim “asrın müceddidi” veya “asrın imamı” felan olmak bu noktada yardımcı olmuyor.
Toparlayacak olursak--Türkiye’de sağır sultan bile biliyor ki--the cemaat lideri Fethullah Gülen Emniyet, Yargı ve dahi TSK da “gizli ve hiyerarşik bir yapılanma” kurmuştur. Bu yapı neden gizli? Çünkü the cemaat mensupları--özellikle--TSK’da kendi anne-babasının bile ruhu duymacak bir tarzda yapılanma içinde olmuştur. Bu bakımdan, mesela ülkücü bir askerden (ülkücü çay ocağına takıldığı bilinen, cep telefonunda Alpaslan Türkeş’i ekran resmi yapan vs) farklı bir durumdadır. Neden hiyerarşik? Çünkü mensupları başka yapılanmalarda az rastlanır bir sertlikte “itaat” sergilemek durumdadır, buna koşullandırılırlar. Dolayısıyla hiç bir şey olmasa bile TSK içinde kurulan bu “gizli ve hiyerarşik bir yapılanma” gayri-meşrudur, gayri ahlakidir. Ve dolayısıyla devletin bunun ile mücadele etmesi çok doğaldır, hatta gereklidir. Velev ki tüm TSK daki yapılanma mensupları her istişarelerinde sadece Kuran okuyup dağılsalar, TSK bu kişileri ordudan uzaklaştırması gayet normaldir. Burayı tekrar etmekte fayda var, bu networkün bizatihi varlığı devlet için bir tehlikedir, ve bunun dağıtılması gerekmektedir.
Bu satırları okuduktan sonra “Kardeşim sen de ne devletçi oldun, şahsen ben daha liberal ve özgürlükçüyüm” diyebilirsiniz. Veya bir başkası da “Hocam bu dediklerin Kuran ve Şünnet’e göre günah midir - haram mıdır, ben onlara bakarım” diyebilir. Ama meselenin ikisi ile de alakası yok. Düşünün ki dünyanın en demokratik ülkesinde orduda komutansınız veya Gavs-i Azam komutan oldu ordunun başına. Bu komutana gidip desek:
Komutanım bir grup asker var orduda, hepsi temiz-çalmayan insanlar. Ama bi sıkıntı var, bunların--normal hiyerarşilerinin dışında--cemaat abilerinden oluşan bir hiyerarşileri var, ta ki FG isminde “mübarek” bir zata kadar. Ve herşeylerini hocalarıyla istişare ederler. Bu arada bunlar hangileridir hiç bir fikrimiz yok.Komutan dönüp demez mi:
Tamam iyi diyorsun da bilader, yarın bir gün bi emir verdiğimde bir de “acaba muhterem hocaları da benim gibi düşünür mü?” meselesini mi dert edineceğim.Yukarıda izah etmeye çalıştığım gibi the cemaat aslında devlet içinde bir paralel devlet kurmuştur. Ayrıca, bu yapılan istişarelerin içerisinde “bu arkadaş bize yakın, bu kişi menfi” şeklinde insanlara puanlar vermeler TCK’ya göre fişleme suçuna tekabül ediyor. Ve dahi şimdilerde ayyuka çıkan Emniyet ve TSK’da sistematik olarak soruların çalınması. Ergenekon, Balyoz, KCK, Tahşiye vs davalarına hiç girmiyorum bile. Bir de 15 Temmuz var ki sadece şu soruyu kendinize sorun.
Eğer Adil Öksüz bir ajan olarak darbe kalkışması içine girip cemaate kumpas kurduysa, Adil Öksüz’ü TSK imamı ve 15 Temmuz’a kadar bizzat istişare ettiği “muhterem” FG’nin sorumluluğu nedir?
SonuçMalesef ülkemizde FETÖ ile mücadele adı altında çok zülümler yapıldı, ve yapılmaya devam ediyor. Allah tüm mazlumların yardımcısı olsun. Ama AKP ve devlet yöneticilerinin zulüm yapıyor oluşu, kendine “eğitim ve diyalog hizmeti” diyen cemaatin aslında bir paralel devlet kurduğu gerçeğini değiştirmiyor. Karşıdakinin zalim olması the cemaati otomatikman masum yapmaz. Hakikat AKP’nin yapıp ettiklerinden bağımsız oracıkta duruyor. Tabiiki dileyen hayal dünyasında yaşamaya devam edebilir; “Yolun Kaderi” edebiyatıyla başını kuma sokabilir, ama bu, gerçekleri değiştirmiyor.
Kerem
Evet, gençlerimize aşılayacağımız ilmî düşünce sayesinde, batıdan asırlar ve asırlar önce de gerçekleştirdiğimiz gibi, onların ilimle, fikirle kaynaşıp bütünleşmesini sağlayıp mutlaka kendi yenilenmemizi (Rönesans) tahakkuk ettirmeliyiz. . . Maşeri vicdan. . . Âdem nebînin feryatlarına. . . Yunus peygamberin sızlanışlarına. . . Hatta şu anda, bu duygu ve bu düşüncenin iticiliği ve tarihî tecrübelerin kılavuzluğuyla mesafelerin büzülmeye başladığını ve varılacak noktaya birkaç adım kaldığını hisseder gibiyiz.İstişarenin keyfiyet kısmını tamamlamıştı abi. Başını kaldırıp kendisine meraklı gözlerle bakan vazife
arkadaşlarını süzdü. Hepsi, her zamankinden de daha bir dikkatle abinin ağzından çıkacakları bekliyordu.
Ama bu sefer, önceki zamanlardaki gibi “bir sonraki okulun nereye yapılacağı” veya “Türkçe olimpiyatları” gibi gündemler değildi, dinleyicileri meraklandıran. Çünkü takvimler 31 Aralık 2013’ü gösteriyordu.
Türkiye’de “cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonu” yapılmış, ve HE daha geçen gün Bamteli’nde “mülaane”de bulunmuştur.
Abi, öncelikle bu ulvi hizmetin bir ferdi olmanın faziletlerinden, ve muhterem HE’nin sabrından,
metanetinden, ve ne kadar abid-zahid olduğundan bahsetti. HE’nin yaptığının beddua olmadığını uzun uzun, dini terminolojiyi iyice açıklayarak izah etti. Karşı tarafın ne kadar cahil olduğunun üzerini çizdi. Ve sonra geçen gü̈n haberlere yansıyan bir meseleye atfen dedi ki: (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/yargitayin-imami-dosyayi-pensilvanyaya-gonderdi-25465751)
Kardeşim diyorlar ki Yargıtay'daki dosyayı HE ye göndermişler, o da demiş ki “Adalet neyi gerektiriyorsa ona göre karar verin.” Tamam işte ne güzel demiş HE, ne deseymiş?Abinin takındığı aşırı ciddi üslubunu bir an için gevşetmiş olmasından dolayı salonda bulunanlar da bir nebze rahatladılar. Hatta bazıları aralarında gülüştüler bile. Ve içlerinden şöyle geçirdiler:
Hey Allahım ya, ne kadar güzel bir cemaatimiz, ne kadar bir güzel HE’miz var. Bir karşıdaki ağzından salyalar akan, hırsızlığın-düzenbazlığın zirve yaptığı Tiran bozuntusu ve şürekasına bak, bir de bu güzel insanlara. Rabbim inşallah beni bu güzel insanlarla hem burada hem öte dünya da birlikte eylesin.
Fethullah Gülen’e gönderilen dosyaSize de bu anlatılanlar tanıdık geldi mi? Yukarıdaki okuduğunuz hikayenin çok benzerleri 17-25 Aralık’tan sonra onlarca-yüzlerce ilde, ilçede yaşandı. Peki buradaki garip olan şey nedir? Cemaat mensuplarının kendi hocalarına/şeyhlerine en mahremlerini dahi sormalarından daha normal ne olabilir ki? Tabiiki normal şartlarda herhangi bir cemaat mensubunun kendi hocasına veya şeyhini özel hayatı ile alakalı şeyleri danışması bizim konumuzun dışında. Yani kişi isterse çocuğunun ismini, kiminle evlenip-evlenmeyeceğini, hatta gerdeğe ne zaman gireceğini bile sorabilir, mesele bu değil.
Bu kimseyi ilgilendirmez. Mesele aslında çok basit:
Türkiye cumhuriyeti devletinin makamına geçtiğinde artık sorumlu olduğun makam sadece ve sadece devlet içindeki yasal, şeffaf, ve hesap sorulabilir hiyerarşi olmalıdır.Düşünün ki Yargıtay’daki herhangi başka bir hakim de X cemaatine veya Y ideolojik grubuna mensup olsun. Bizim Yargıtay imamı FG’ye, diğeri X şeyhine, bir başkası Y kişisine devletin bilgilerini verdiği takdirde ne olur? Böyle bir şeyi herhangi bir devletin kabul etme ihtimali var mıdır? Aslında meselenin en can alıcı noktası şu: Fethullah Gülen kim ki, ona herhangi bir dosya Yargıtay imamı vesilesi ile gidebilmektedir?
Devlet nezdinde FG emekli bir vaiz idi ama the cemaat lideri olduğu hasebiyle önüne dosyaların serildiği bir insan. Bu arada hemen söyleyeyim “asrın müceddidi” veya “asrın imamı” felan olmak bu noktada yardımcı olmuyor.
Toparlayacak olursak--Türkiye’de sağır sultan bile biliyor ki--the cemaat lideri Fethullah Gülen Emniyet, Yargı ve dahi TSK da “gizli ve hiyerarşik bir yapılanma” kurmuştur. Bu yapı neden gizli? Çünkü the cemaat mensupları--özellikle--TSK’da kendi anne-babasının bile ruhu duymacak bir tarzda yapılanma içinde olmuştur. Bu bakımdan, mesela ülkücü bir askerden (ülkücü çay ocağına takıldığı bilinen, cep telefonunda Alpaslan Türkeş’i ekran resmi yapan vs) farklı bir durumdadır. Neden hiyerarşik? Çünkü mensupları başka yapılanmalarda az rastlanır bir sertlikte “itaat” sergilemek durumdadır, buna koşullandırılırlar. Dolayısıyla hiç bir şey olmasa bile TSK içinde kurulan bu “gizli ve hiyerarşik bir yapılanma” gayri-meşrudur, gayri ahlakidir. Ve dolayısıyla devletin bunun ile mücadele etmesi çok doğaldır, hatta gereklidir. Velev ki tüm TSK daki yapılanma mensupları her istişarelerinde sadece Kuran okuyup dağılsalar, TSK bu kişileri ordudan uzaklaştırması gayet normaldir. Burayı tekrar etmekte fayda var, bu networkün bizatihi varlığı devlet için bir tehlikedir, ve bunun dağıtılması gerekmektedir.
Bu satırları okuduktan sonra “Kardeşim sen de ne devletçi oldun, şahsen ben daha liberal ve özgürlükçüyüm” diyebilirsiniz. Veya bir başkası da “Hocam bu dediklerin Kuran ve Şünnet’e göre günah midir - haram mıdır, ben onlara bakarım” diyebilir. Ama meselenin ikisi ile de alakası yok. Düşünün ki dünyanın en demokratik ülkesinde orduda komutansınız veya Gavs-i Azam komutan oldu ordunun başına. Bu komutana gidip desek:
Komutanım bir grup asker var orduda, hepsi temiz-çalmayan insanlar. Ama bi sıkıntı var, bunların--normal hiyerarşilerinin dışında--cemaat abilerinden oluşan bir hiyerarşileri var, ta ki FG isminde “mübarek” bir zata kadar. Ve herşeylerini hocalarıyla istişare ederler. Bu arada bunlar hangileridir hiç bir fikrimiz yok.Komutan dönüp demez mi:
Tamam iyi diyorsun da bilader, yarın bir gün bi emir verdiğimde bir de “acaba muhterem hocaları da benim gibi düşünür mü?” meselesini mi dert edineceğim.Yukarıda izah etmeye çalıştığım gibi the cemaat aslında devlet içinde bir paralel devlet kurmuştur. Ayrıca, bu yapılan istişarelerin içerisinde “bu arkadaş bize yakın, bu kişi menfi” şeklinde insanlara puanlar vermeler TCK’ya göre fişleme suçuna tekabül ediyor. Ve dahi şimdilerde ayyuka çıkan Emniyet ve TSK’da sistematik olarak soruların çalınması. Ergenekon, Balyoz, KCK, Tahşiye vs davalarına hiç girmiyorum bile. Bir de 15 Temmuz var ki sadece şu soruyu kendinize sorun.
Eğer Adil Öksüz bir ajan olarak darbe kalkışması içine girip cemaate kumpas kurduysa, Adil Öksüz’ü TSK imamı ve 15 Temmuz’a kadar bizzat istişare ettiği “muhterem” FG’nin sorumluluğu nedir?
SonuçMalesef ülkemizde FETÖ ile mücadele adı altında çok zülümler yapıldı, ve yapılmaya devam ediyor. Allah tüm mazlumların yardımcısı olsun. Ama AKP ve devlet yöneticilerinin zulüm yapıyor oluşu, kendine “eğitim ve diyalog hizmeti” diyen cemaatin aslında bir paralel devlet kurduğu gerçeğini değiştirmiyor. Karşıdakinin zalim olması the cemaati otomatikman masum yapmaz. Hakikat AKP’nin yapıp ettiklerinden bağımsız oracıkta duruyor. Tabiiki dileyen hayal dünyasında yaşamaya devam edebilir; “Yolun Kaderi” edebiyatıyla başını kuma sokabilir, ama bu, gerçekleri değiştirmiyor.
Kerem
2 Yorumlar
En azından font kullanımına dikkat etseniz... Türkçe fontlar alıntı kısımlarında uyumsuz...
YanıtlaSilBu yapının içinde vaktiyle yer almış ve halisane şekilde hizmet ettiğini düşünmüş arkadaşlara naçizane şunu söylemek isterim. Evet bu yapı bir örgüt haline geldi ve katı hiyerarşik yapısının sağladığı imkanlar yüzünden feci şekilde kullanıldı. Tepede birileri hem güç sarhoşluğu hem yanlış okumalar hem de hırs yüzünden binlerce insanı yanlış yollara soktu. Yapılan şeylerin vehameti o kadar büyük ki artık hiç kimse size dini bir cemaat gözüyle bakmaz, islam adına kimseye bişey anlatamazsınız. Buradan topluluk olarak geri dönüşünüz, aynı şekilde yola devam etmeniz mümkün değil. Ama bu sizi ümitsizliğe sevketmemeli. Cemaat çok önemlidir, rahmet ve bereket de Allah rızası için bir araya gelmiş topluluklar üzerinedir. Ama içinize sinen bir topluluk bulamadığınız takdirde rahmetten mahrum kalmak diye bişey yoktur, yalnız veya bir kaç kişiyle birlikte de İslamı yaşamanız mümkündür. Allah'ın sonsuz rahmetini bu şekilde sınırlamaya da kimsenin hakkı yoktur. Diyeceğim o ki, ilk zamanlar biraz bunalır, şaşırırsınız. Bazen moraliniz bozulur, bazen umutsuzluğa düşebilirsiniz. Bunların hiç biri şefkat tokadı yediğiniz anlambıa gelmez. Son derece normal bir psikolojik süreçten geçiyorsunuz demektir. Bu herkes ve herşey için geçerlidir. Yıllar boyunca alıştığı düzeni değiştirmek, başka bir şey kurmak zorunda kalan insanlar o şey kuruluncaya kadar belirsizlik ve tedirginlik içinde yaşarlar. Daha sonra aşama aşama o hal insanın üzerinden kalkar. Tek yapmanız gereken şey Allah'a ve onun kuşatıcı rahmetine güvenmektir. Şimdiye dek yaptıklarınızın da boşa gittiğini düşünmeyin. Halis niyetle yapılan en küçük bir iyilik yok olmaz. Lütfen artık şu yola girmeye bir niyet edin. Allah'a samimiyetle iltica edin ve haklı olduğunu ispat için her türlü kötülüğü yapmaya hazır insanlar topluluğundan uzaklaşın. Allah yardımcınız olsun...
YanıtlaSil