Hitler'in başlattığı bir macera ile Almanlar tüm dünyaya boyun eğdirmek için II. Dünya Savaşı’nı başlatmıştır. Sovyet petrol yataklarını ele geçirmek için Almanların en büyük orduları yola çıkmış ve kısa sürede büyük bir başarı elde ederek Stalingrad önlerine kadar gelmişlerdir. Ordunun hedefi petrol kuyularıdır ama Hitler, Stalin ismini tüm Avrupa'dan kazımak için ordusunu ikiye böler ve bir bölümünü Stalingrad şehrine gönderir. 300 bin kişilik Alman ordusu Friedrich Paulus komutasında Stalingrad şehrine girer ve Sovyet ordularını bozguna uğratır. Sovyetler pes etmez, yeni bir orduyla şehre konuşlanmış Alman ordusunun etrafını kuşatırlar ve onları çember içine alırlar. Almanlar son cephanelerine kadar savaşır, son atlarını da yemek için keserler. Artık çemberi yarma ihtimalleri kalmamıştır ve General Paulus Hitler'e bir telgraf çeker. Paulus ordunun aç ve donuyor olduğunu artık hiç cephaneleri ve erzaklarının kalmadığını söyler. Hitler ise cevap olarak Paulus'u mareşal ilan eder ve hiçbir Alman mareşalinin düşmana teslim olmadığını belirtip savaşarak ölün ya da intihar edin der. Paulus Führer'ini dinlemeyerek emrindeki 90 bin asker ile 2 Şubat 1943 günü Sovyetlere teslim olur. Böylelikle II. Dünya Savaşı’nın kesin dönüm noktalarından biri olan Stalingrad Savaşı toplam kayıpların neredeyse iki milyonu bulmasıyla sona erer. Peki savaşın son anına kadar Hitler'in peşinden giden Nazi generali neden Hitler gibi intihar etmemiş ya da kaybedeceği kesin olan bir mücadeleye girmemiştir? Hitler ile Paulus'un farkı nedir?
Paulus ve Hitler arasındaki farkı anlamak için öncelikle bir kitle hareketinin ne olduğunu bilmemiz gerekir.
Kitle hareketleri adından da anlaşılacağı üzere insanların bir araya gelmesiyle kurulur. İster dini bir hareket olsun ister sosyal devrimci veya milliyetçi bir hareket olsun, bütün kitle hareketlerinde ortak olan bazı özellikler vardır. Öğreti ve ilham yönünden ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, bütün kitle hareketleri ilk taraftarlarını aynı tip insanlar arasından seçer ve aynı düşünce tarzındaki insanlarla ilişki kurar. Adı tarikat, cemaat, mezhep, siyasi parti ya da devrimci bir hareket ne olursa olsun hepsi birer kitle hareketidir. Yeri geldiğinde koca bir devlet bir kitle hareketine dönüşebilir. Kitle hareketleri aktif dönemlerinde kesin inançlı insanlardan oluşur. Kesin inançlı kişiler hayatını kutsal saydığı bir amaç uğruna feda etmeye hazır olan kişilerdir.
Bütün kitle hareketleri, taraftarlarında ölümü göze almak ve birlikte eyleme geçme duygusu yaratır: ortaya koydukları program ve telkin ettikleri öğreti ne olursa olsun, bütün kitle hareketleri aşırılığı, gayreti, parlak umudu, nefreti ve hoşgörüsüzlüğü körükler. Bütün kitle hareketleri hayatın belirli bölünmelerinde güçlü bir faaliyet akışı yaratmaya muktedirdir ve körü körüne bir inanç ve sadakat ister.
Hitler bu noktada bir kitle hareketi lideridir. Paulus ise bir ordunun komutanıdır.
Hitler seksen milyon Alman’a üniformalar giydirerek, onlara muhteşem ve kanlı bir opera oynatmıştır. Kendisi bir fanatiktir, hitabet gücüyle etrafına birçok insanı toplamış onlara hayal satmış ve koca bir devleti kitle hareketine dönüştürmüştür.
Hitler akıl ile kavranamayacak(!) biridir bu yüzden Rudolph Hess (SS onursal lideri), 1934’te Nazi Partisi önünde yemin ederken dinleyenlere şöyle bir öğütte bulunmuştu: “Adolph Hitler’i aklınız ile araştırmayın; hepiniz onu kalplerinizin gücüyle bulacaksınız. Tüm kitle hareketlerinin ortak özeliklerinden biri olan aklınla değil kalbinle düşün öğüdü koca bir ülkeye telkin edilmiştir.
Hitler hayal kırıklığına uğramış kişilerin kalplerindeki zehri yeni bir dünya harcı olarak kullanmıştır. Koca bir ülkeyi kitle hareketine dönüştürmüştür. Bu noktada Almanya, ordularıyla birlikte bir kitle hareketidir. Ama buna rağmen son nokta da General Paulus bir komutan gibi davranıp ordusuyla birlikte teslim olarak asker olduğunu göstermiştir.
Ordular ve kitle hareketleri birbirlerine benzerler ama önemli farklılıkları vardır. Ordular da kitle hareketleri de birey olgusunu kaldırır. Orduda her asker tek tip kıyafet giyer, aynı yemekleri yer, aynı yerlerde uyurlar. Kitle hareketleri de bireyselliği zararlı görür, kuruluşlarından aynı tip düşünen insanlardan oluştuğu gibi ileriki aşamalarında da insanları tek tipleştirir. Ordular da kitle hareketleri de kendi özünden fedakârlık ve kayıtsız şartsız itaat isterler; her ikisi de cesareti ve birlikte hareketi sağlamak için, inandırma yöntemini geniş ölçüde kullanırlar ve her ikisi de özgür bir hayata tahammülü olmayan hayal kırıklığına uğramışlar için bir sığınak görevi görürler. Komünist, Milliyetçi ya da dini bir örgüt nereden kendine insan kaynağı sağlıyorsa, paralı asker toplayan bir görevli de aynı yerden kendine insan kaynağı sağlar. Hayal kırıklığına uğramış, hayatına bir amaç arayan her genç onların potansiyel bir kaynağıdır.
Farklılıklarına gelirsek ordu bir kitle hareketi gibi kişilere yeni bir hayat vaadinde bulunmaz. Ordu mevcut düzeni korumak için bir araçtır. Ordu istediği zaman dağılır istediği zaman tekrar kurulur. Kitle hareketleri ise geçici değildir ona katılanlar hayatları boyunca devam edecekleri bir yola girerler, kitle hareketlerinin sonu yoktur. Kitle hareketleri mevcut düzeni yıkmayı, değiştirmeyi vadederler.
Askerlikten ayrılan bir kişi eski bir asker, emekli ya da gazi olur. Ama bir kitle hareketinden ayrılan bir kişi her zaman haindir.
Çoğu zaman, bir kitle hareketinin sonucu olarak ortaya çıkan ve halkça benimsenen bir ordu, kitle hareketinin süslü sembollerinden ve sloganlarından birçoğunu devam ettirir. Tıpkı Nazi Almanya’sındaki gibi. Ama bunların kitle hareketinden en büyük farkı birlik ve beraberliğin sağlanması yolundaki farklılıktır. Diğer ordular da olduğu gibi, birlik ve beraberliğin sağlanması inanç ve heyecanın devam ettirilmesinden çok talim-terbiye ve zorlama yoluyla yürütülür.
Bir ordu içinde fedakârlık duygusunu sağlamak için görev aşkından, kumandana duyulan güvenden, sportmenlikten ve kahramanlık arzusundan yararlanılır. Bir kitle hareketi ise fedakarlığı şimdiki zamanı kötüleyerek ve nefsini reddetmek yoluyla sağlar.
Ordu liderleri mucizelere bel bağlamazlar. Çok güçlü bir iman ile hareket ettikleri zaman bile, uzlaşma yolunda bir açık kapı bırakırlar. Yenilginin mümkün olduğunu hatırdan çıkarmazlar ve gerektiğinde teslim olmasını bilirler. Diğer taraftan, bir kitle hareketinin lideri, şimdiki zamanın bütün gerçeklerini aşırı derecede hor görür. O, mucizelere bel bağlar. Durumu çaresizleştikçe, onun şimdiki zamana duyduğu nefret daha da yüzeye çıkar ve teslim olmaktansa ülkesini ve ülkesinin halkının yok oluşunu görmeye hazırdır.
Kitle hareketi lideri kendiyle birlikte tüm bir kitlesini ölüme götürür. Hitler de asla teslim olmamış, düşman orduları Berlin’e girip onu esir almaya doğru gelirken eşiyle birlikte intihar etmiştir. Kitle hareketlerinin özelliklerini daha iyi anlarsak onların nasıl bir motivasyonla neden teslim olmadıklarını anlayabiliriz. Bu konuda dört bölümlük bir mini dizi olan Waco dizisini de tavsiye ederim. Orada da bir kült dini lider olan David Koresh ve tarikatı anlatılmaktadır.
Hayatlarını tamir edilmez şekilde kötü bulan, hayatta bir amacı kalmamış ya da hayatta bir amaç bulamayan kişiler kitle hareketlerinde kişiliklerini eritip daha yüksek bir amaç uğruna hizmet ederler. Kitle hareketleri ancak güçlendikten sonra kişisel menfaatleri olanları çeker.
Kitle hareketlerinde kutsal bir görev vardır. Kutsal görev ortadan kalkarsa zayıf anlamsız bir hayat kalır geriye. Bencil hayatını kutsal bir görev uğruna değiştirmek kitle hareketine katılan bireylerin kendilerine olan saygılarını artırır. Hayatını ancak uğruna ölünecek bir dava değerli kılabilir. O yüzden uğruna ölecek kadar davaya sıkı sarılır.
Kitle hareketinde bireyler yoktur, kendilerini ben ….cıyım/cuyum ile ifade ederler. Bağlı bulundukları hareketten ayrı bir amaç taşımazlar. Kitle devam ediyorsa onları için gerçek bir ölüm yoktur.
Bir kitle hareketi şimdiki zamanı kötüler, insanları davaları uğruna ölemeye hazır hale getirmek ve fedakârlık yapmalarını sağlamak için bunu yapar. Basit zevkleri ihanet sayarlar(1). Sürekli gelecekte kuracakları ütopyaya odaklanırlar ve hazlar o gelecek gelene kadar ertelenir. İnsanlar şimdi sahip olduğu şeyler için değil, gelecekte sahip olacağı şeyler uğruna ölümü göze alırlar.
Fethullah Gülen bir kitle hareketi lideridir. Cemaat de bir kitle hareketidir. Bu konu tartışmaya müsait değildir. Kitle hareketlerinin saydığım ortak özelliklerinin ne kadarı cemaate uyduğu tartışılabilir. Ayrıca Gülen’in kült lideri olup olmadığı da tartışılabilir.
Yaşadığımız süreçte Gülen, asla geri adım atmayacağını bir müminin bir münafıktan asla özür dilemeyeceğini, iki günlük mutluluk için (yukarda geçen şimdiki zamanı kötüleme tam olarak budur) yol değiştirmektense izzetle ölmenin daha iyi olduğunu belirtmiştir. Gülen cemaatinin mensuplarının büyük bir bölümü Türkiye’de cezaevlerinde bulunmaktadır. Bunların önemli bir kısmı da kadın ve çocuklardan oluşmaktadır. Bu durumda bile Gülen ve hareketin medyası dilini asla yumuşatmadan sert bir söylem ile yollarına devam etmektedir. Gülen Amerika’da olmanın verdiği rahatlıkla değil tam bir fanatik kült lider olduğu için bu şekilde davranmaktadır. Kendisi Türkiye’de bile olsa aynı şekilde davranacaktır. Nitekim darbeye bulaşan mensuplarının mahkemelerdeki gayri ciddi tavırları da bu görüşümü desteklemektedir.
Gene hiçbir ordu komutanı ordusunun büyük bir bölümü düşmana esir düşmüşken mücadeleye devam etmez. Gülen ve önde gelen medya temsilcileri bu noktada bir mücadele yapamasalar bile karşı tarafı tahrik edecek her türlü söylemde bulunmaktadırlar. Bu gözünü karartma durumu yukarda kalın olarak belirtiğim gibi kitle hareketi liderlerinin tipik bir özelliğidir. Kitle hareketi liderleri, determinist şartlarda yenilgi açık bir şekilde belli olsa bile asla teslim olmazlar çünkü onlar mucizelere bel bağlarlar ve onlar için hiçbir şart yenilgi değildir.
Davalarını ve liderlerini kutsallaştırdıkları için ve o lidere gözü kapalı güvendikleri için yenilgi mümkün değildir. Yenilgi üzerine kurulan tüm davanın ve liderin kapasitesinin yalan çıkması anlamına gelir. Yenilgi asla kabul edilmediği için bir teslim olma durumu da olmaz, her zaman umut aşılanır ve durum kabul edilmez.
Paulus’un 90 bin askeriyle Sovyet çemberini yarmasına imkân yoktu. Böyle bir harekete teşebbüs ederse ordusuyla birlikte yok olacaktı. Ama buna rağmen Hitler fizik şartlarını görmezden gelerek çemberi yarma emri vermiştir. Hitler’e göre bir başarısızlık söz konusu olsa bile izzetleriyle öleceklerdir. Sezai denilen kişinin planladığı 24 Haziran’da cezaevlerinde isyan girişimi de böyle uçuk, aptalca, ucunun nereye gideceği düşünülmeyen, binlerce insanın göz göre göre ölmesine neden olacak haince bir plandır. 15 Temmuz darbe girişiminin de Sezai’nin planından ve Hitler’in emirlerinden farkı yoktur. Ancak fanatik kült liderler ve onların üst düzey liderleri böyle emirler verebilir. 15 Temmuz olayı varken Sezai olayını vurgulama nedenim, 15 Temmuz kabul edilmezken Sezai olayı cemaatin üst yönetimi tarafından kabul edilmiş olmasıdır.
Hitler Friedrich Paulus’u hain ve korkak ilan etmiştir. Tüm ordunun yiğitçe fedakarlığı bu ödlek generalin korkaklığı yüzünden değersiz kılındığını belirtmiştir. Paulus yolda kalmıştır, kazanma kuşağında kaybedenlerden olmuştur, yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmiş ama son noktada tüm kazanımlarını heba etmiştir. Hitler ise bu yenilgiden tek bir ders çıkarmıştır bir daha asla kimseyi mareşal ilan etmeyecektir.
Son söz olarak bir kitle hareketinin liderinin gücü dağları yerinden oynatmasında değil, yerinden oynatılacak dağları mensuplarının görmemesinden belli olur.
Bir kitle hareketi şimdiki zamanı kötüler, insanları davaları uğruna ölemeye hazır hale getirmek ve fedakârlık yapmalarını sağlamak için bunu yapar. Basit zevkleri ihanet sayarlar(1). Sürekli gelecekte kuracakları ütopyaya odaklanırlar ve hazlar o gelecek gelene kadar ertelenir. İnsanlar şimdi sahip olduğu şeyler için değil, gelecekte sahip olacağı şeyler uğruna ölümü göze alırlar.
Fethullah Gülen bir kitle hareketi lideridir. Cemaat de bir kitle hareketidir. Bu konu tartışmaya müsait değildir. Kitle hareketlerinin saydığım ortak özelliklerinin ne kadarı cemaate uyduğu tartışılabilir. Ayrıca Gülen’in kült lideri olup olmadığı da tartışılabilir.
Yaşadığımız süreçte Gülen, asla geri adım atmayacağını bir müminin bir münafıktan asla özür dilemeyeceğini, iki günlük mutluluk için (yukarda geçen şimdiki zamanı kötüleme tam olarak budur) yol değiştirmektense izzetle ölmenin daha iyi olduğunu belirtmiştir. Gülen cemaatinin mensuplarının büyük bir bölümü Türkiye’de cezaevlerinde bulunmaktadır. Bunların önemli bir kısmı da kadın ve çocuklardan oluşmaktadır. Bu durumda bile Gülen ve hareketin medyası dilini asla yumuşatmadan sert bir söylem ile yollarına devam etmektedir. Gülen Amerika’da olmanın verdiği rahatlıkla değil tam bir fanatik kült lider olduğu için bu şekilde davranmaktadır. Kendisi Türkiye’de bile olsa aynı şekilde davranacaktır. Nitekim darbeye bulaşan mensuplarının mahkemelerdeki gayri ciddi tavırları da bu görüşümü desteklemektedir.
Gene hiçbir ordu komutanı ordusunun büyük bir bölümü düşmana esir düşmüşken mücadeleye devam etmez. Gülen ve önde gelen medya temsilcileri bu noktada bir mücadele yapamasalar bile karşı tarafı tahrik edecek her türlü söylemde bulunmaktadırlar. Bu gözünü karartma durumu yukarda kalın olarak belirtiğim gibi kitle hareketi liderlerinin tipik bir özelliğidir. Kitle hareketi liderleri, determinist şartlarda yenilgi açık bir şekilde belli olsa bile asla teslim olmazlar çünkü onlar mucizelere bel bağlarlar ve onlar için hiçbir şart yenilgi değildir.
Davalarını ve liderlerini kutsallaştırdıkları için ve o lidere gözü kapalı güvendikleri için yenilgi mümkün değildir. Yenilgi üzerine kurulan tüm davanın ve liderin kapasitesinin yalan çıkması anlamına gelir. Yenilgi asla kabul edilmediği için bir teslim olma durumu da olmaz, her zaman umut aşılanır ve durum kabul edilmez.
Paulus’un 90 bin askeriyle Sovyet çemberini yarmasına imkân yoktu. Böyle bir harekete teşebbüs ederse ordusuyla birlikte yok olacaktı. Ama buna rağmen Hitler fizik şartlarını görmezden gelerek çemberi yarma emri vermiştir. Hitler’e göre bir başarısızlık söz konusu olsa bile izzetleriyle öleceklerdir. Sezai denilen kişinin planladığı 24 Haziran’da cezaevlerinde isyan girişimi de böyle uçuk, aptalca, ucunun nereye gideceği düşünülmeyen, binlerce insanın göz göre göre ölmesine neden olacak haince bir plandır. 15 Temmuz darbe girişiminin de Sezai’nin planından ve Hitler’in emirlerinden farkı yoktur. Ancak fanatik kült liderler ve onların üst düzey liderleri böyle emirler verebilir. 15 Temmuz olayı varken Sezai olayını vurgulama nedenim, 15 Temmuz kabul edilmezken Sezai olayı cemaatin üst yönetimi tarafından kabul edilmiş olmasıdır.
Hitler Friedrich Paulus’u hain ve korkak ilan etmiştir. Tüm ordunun yiğitçe fedakarlığı bu ödlek generalin korkaklığı yüzünden değersiz kılındığını belirtmiştir. Paulus yolda kalmıştır, kazanma kuşağında kaybedenlerden olmuştur, yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmiş ama son noktada tüm kazanımlarını heba etmiştir. Hitler ise bu yenilgiden tek bir ders çıkarmıştır bir daha asla kimseyi mareşal ilan etmeyecektir.
Son söz olarak bir kitle hareketinin liderinin gücü dağları yerinden oynatmasında değil, yerinden oynatılacak dağları mensuplarının görmemesinden belli olur.
Ahmet
Twitter: @a_wolfenstein
Dipnot: Bu yazıda kaynak olarak Eric Hoffer’ın Kesin İnançlılar (True Believer) kitabı kullanılmıştır. Doğrudan alıntı yapılan yerler de mevcuttur. Kitabın baskısı yoktur. Kitle hareketleriyle ilgili daha fazla bilgi için kitaba bakabilirsiniz.
Twitter: @a_wolfenstein
Dipnot: Bu yazıda kaynak olarak Eric Hoffer’ın Kesin İnançlılar (True Believer) kitabı kullanılmıştır. Doğrudan alıntı yapılan yerler de mevcuttur. Kitabın baskısı yoktur. Kitle hareketleriyle ilgili daha fazla bilgi için kitaba bakabilirsiniz.
Kitap pdf linki: http://www.muharrembalci.com/kitaplika/31.pdf
1) Bu konuda Gülen’in ilk talebelerine 35-40 yaştan sonra evliliğe izin vermesi güzel bir örnektir. Gene erken yaşta evlenmek isteyenlerin davaya ihanet ettiğini söylediği bir vaazını hatırlıyorum ama vaazı bulamadığım için aşağıdaki yazıyı buldum. Bu yazıda başta ifrat-tefrite kaçmayıp makul bir çizgi çizse bile yazının sonlarına doğru açık bir şekilde erken evlenen kişilerin ötede inim inim inleyeceğini belirterek haramlara yeni bir haram daha eklemiştir. Diyanet’in raporunda hatırladığım kadarıyla bu husus yoktu. Çoğu insan da Gülen’in kitaplarında ne gibi yanlışlıklar olduğunu soruyorlar. Yanlış tam olarak bu yazıdaki gibi başta doğru bir şekilde ayet ve hadisleri vermesi sonrasında da duygusal bir şekilde kendi yorumuyla ayet ve hadislerden çıkarılamayacak bir sonuca ulaşmasıdır. Gülen’in bu çizgisi ifrattır, kesinlikle orta yol olan sünnet değildir.
https://fgulen.com/tr/fethullah-gulenin-butun-eserleri/prizma-serisi/fethullah-gulen-prizma/2633-fethullah-gulen-hizmetle-beraber-evlilik
1) Bu konuda Gülen’in ilk talebelerine 35-40 yaştan sonra evliliğe izin vermesi güzel bir örnektir. Gene erken yaşta evlenmek isteyenlerin davaya ihanet ettiğini söylediği bir vaazını hatırlıyorum ama vaazı bulamadığım için aşağıdaki yazıyı buldum. Bu yazıda başta ifrat-tefrite kaçmayıp makul bir çizgi çizse bile yazının sonlarına doğru açık bir şekilde erken evlenen kişilerin ötede inim inim inleyeceğini belirterek haramlara yeni bir haram daha eklemiştir. Diyanet’in raporunda hatırladığım kadarıyla bu husus yoktu. Çoğu insan da Gülen’in kitaplarında ne gibi yanlışlıklar olduğunu soruyorlar. Yanlış tam olarak bu yazıdaki gibi başta doğru bir şekilde ayet ve hadisleri vermesi sonrasında da duygusal bir şekilde kendi yorumuyla ayet ve hadislerden çıkarılamayacak bir sonuca ulaşmasıdır. Gülen’in bu çizgisi ifrattır, kesinlikle orta yol olan sünnet değildir.
https://fgulen.com/tr/fethullah-gulenin-butun-eserleri/prizma-serisi/fethullah-gulen-prizma/2633-fethullah-gulen-hizmetle-beraber-evlilik
5 Yorumlar
Eric Hoffer Hristiyanlığı da kitle hareketi olarak görüp eleştiriyor. Tabi eleştirdiği hristiyanlık ne kadar gerçek hristiyanlıktır tartışılır. Genel olarak kitle hareketlerine tarafsız yaklaşmaya çalışsa bile kötü özelliklerini ele alıyor. Ve ele alınan kötü özellikler birleşince ortaya kült yapıların eleştirisi çıkıyor. Bu kitaptaki ortak özelliklere benzememek çok önemli, eğer benzer iseniz Hitler'den farkım ne diye sizin düşünmeniz gerekir. Akla ilk gelen şey dinler de kült yapılar mıdır ya da bir kitle hareketiyseler buradaki gibi kötü özellikler onlarda da var mı? İslam dinini nasıl anladığınıza göre bu sorunun cevabı değişir. Ayetleri kafirlerle kafir oldukları için her daim cihat farzdır şeklinde yorumlayan ekollerin hepsi külte girer. Ama gerçek İslam'ın ben buradaki kötü özellikleri taşıdığını düşünmüyorum, elbette ahirete vurgu var ve hazlar erteleniyor, ama gene de peygamberimiz orta yolda hazları inkar etmiyor, toptan bir reddediş de yok. Bana göre bozulmuş hristiyanlıktaki gibi asla evlenmeme gibi şeyler yok İslam'da. Bunun da hristiyanlıkta olması bana garip geliyor onun da belki belli ekollerinde bu görüş vardır. İslam'da olmamasına rağmen bazı kişilerin bunu övmesi de garip tabi. Bu iş takva olarak da görülemez. Kitap cidden güzel, çok farklı bir bakış açısı sunuyor.
YanıtlaSil2016 Ocak'ta Aymaz Zaman'da "2016'da salih zat çıkacak" dedi. Yurtta Sulh Ekibi çıktı. Sulh ve Salih aynı kökten iki kelime. Ayrıca FG her bamtelinde dizleri üstünde özür dileyecekler diye sayısız tehdit etti. Bu tehditler resmen 15 Temmuz'un emareleriydi.
YanıtlaSilBlog olmaktan çıkıp husui domainde hizmet verirseniz amatör olmaktan çıkar ve gördüğünüz desteklerde ciddi düşüş yaşarsınız. Blog olmanın eavantajı çok büyük.
YanıtlaSilGulen'e Hitler demediginizin elbette farkindayim, ama, yani ortada apacik soykirim yapan bir hukumet ve basindaki zat varken.. verecek baska ornek bulamadiniz mi hocam?
YanıtlaSilGunumuzun Hitler'i Erdogan diye bir makale yazmaya yeltensek, altini epey doldurabilecegimiz kadar cok malzeme var. Hal bu iken, siz bir arguman yapacagim ona da guzel ornek olacak diye Hitler ile Gulen'i kiyas yaptirmissiniz zihinlerde. Ne bu bloga, ne de asiriliklari torpuleyelim merkezli elestirilere katki saglamayan bir yazi.
bu güzel yazıyı kalema alan kardeşimizi tebrik ediyor, yeni yazılarını sabırsızlıkla bekliyorum. allah muvaffakiyetini arttırsın.
YanıtlaSil