Objektif, Apolitik Olma Halüsinasyonu ve Egitim
“Sanatçı tarafsız, objektif olur”, “akademisyen objektif ve apolitik olur” gibi sözleri çok duymuşsunuzdur. Siyasete ve politikaya bulaşmaz, kendi isine bakar. Profesyonel tavır bunu gerektirir çünkü! Politik olmamayı savunanların ya saflığından ya da işgüzarlığından böyle bir tutum takındığını düşünüyorum. Politik olmayan bir tutum mümkün değil çünkü. Ben tarafsızım dersen o da politiktir. ‘Yemen’deki katliamlara karşı tarafsızım”, “KHK ile ihraçlara karşı tarafsızım” dese birisi, bu kişinin ortada bir duruş sergilemesinin, aslında tarafsız olmadığını görmek zor olmasa gerek. Haksızlık karşısında dilsiz duran kişinin, kendisini ‘tarafsız’ olarak sunması pek inandırıcı değildir.
Bir hocam, ideolojik tabirini “senden farklı düşünen, ideolojiktir” diyerek tanımlamıştı. İlginç ve doğru bir tanımlama bence. Eğitim sistemi de belli değerler üzerine kurulur. Eğitimde verilen bilgiler bu değerlerin süzgecinden geçer. Bu açıdan tarafsız bir eğitimden bahsetmek çok zordur.
Fransız filozof Facoult’a göre bilgi politiktir. Bunu göz önüne alırsak, eğitimin nötr olmadığını, aksine eğilimleri olduğunu görürüz. Henry Giroux’a göre tarafsız, tarafsız bir eğitim kavramı bir oksimorondur (evet, yazının başlığıni bur sözden aldım). Eğitim ideolojinin, değerlerin ve politikaların dışında var olamazlar. İdeoloji, değerler ve politika eğitimin ayrılmaz bir parçasıdır. Politik ve yönlendirici olması eğitimin doğasında vardır. Eğitim asla masum değildir. Her zaman iktidarın güncel ve geleceğe yönelik belirli vizyonları ile ilişkilidir. Giroux şunu vurgular: Eğitim, baskın ideolojilerin elinde baskı ve entelektüel şiddet için bir araç olabilir. Benzer yaklaşımı Eleştirel Pedagoji’nin kurucularından Paulo Freire de ifade eder: “Eğitim her zaman yönlendiricidir, demokratik veya otoriter yollardan”. Freire okuryazarlığı, önündeki bir metni okuyabilmekten ziyade “dünyayı okumak” olarak tanımlar. Çünkü kendi başına okuma yazma kabiliyeti, sana kabul dayatılan sistemin bir parçası olmanı sağlamaktan öte geçmeyebilir.
Kimin Bilgisi Geçerlidir?
Eğitimden bahsederken, itibar gören bilgiden bahsetmemek olmaz. “Kimin Bilgisi Geçerlidir?” sorusu pek çok düşünür tarafından sorulmuştur. “Kim bilgili sayılmıştır?” sorusu çok kritik bir sorudur. Değerli görülen bilgi, otoriteden ve sosyo-kültürel faktörlerden bağımsız olarak düşünülemez. Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum. Kürtlerin eğitime yaklaşımları ile ilgili Türkçe kaynaklarda literatür taraması yapıyordum. Makalelerde ciddi ciddi şöyle yazanlar var: “Kürtler eğitime önem vermiyor”, “Kürtler kız çocuklarının okumasına önem vermiyor”. Kız çocuklarını devlet okula gönderme oranı düşük olması ile eğitime önem vermek farklı şeylerdir. Bu çalışmalarda Doğu’daki medrese eğitimlerinden bahsetmek yok. Çünkü medrese eğitimi geçerli eğitim değil bunu yazana göre. Türkçe’nin okuldaki tek eğitim dili olmasından bahsedilmez. Bu insanların anadilinin Kürtçe olmasından bahsedilmez. Çünkü Kürtçe geçerli dil değildir! Bu çocuklara her sabah “Türk’üm” diye yüksek sesle bağırmalarının yıllarca şart koşulmasından bahsedilmez, bu eleştirilmez. Çünkü Kurt olmak geçerli değildir, bu topraklardaki herkes Türk’tür! Geçerli olan bilgi, geçerli olan kimlik güç sahiplerinin uygun gördüğü, doğru bulduğudur.
Bu örnekteki çalışmaların atladığı şey, Kürtlerin eğitime önem vermemesi probleminin(!) kaynağı eğitimin kendisidir, Kürt halkı değil. Eğitimi ölçerken baz alınan kriterlere Kürtler ’in çeşitli sebeplerden dolayı daha az önem veriyor olması, onların eğitime önem vermediği anlamına gelmez. Bu sadece birçok açıdan kusurlu olan ama güç yapıları tarafından kabul gören “Türk tipi eğitim”i daha az önemsediklerini gösterir. Bir etnik grubun makalelerle, bilimsel bir şekilde yaftalamasının sebebi, bu tarz raporları yazan akademisyenlerin aldığı eğitimin kendisidir. Bu açıdan, sunulan problemde, eğitimin kendisi problemin sebeplerinden birisidir.
Eğitimin kendisinin problem olduğu bir başka örnek:
Kazakistan 1940’ta Sovyet Rusya’nın altında Arap alfabesinden Kiril alfabesine geçti. Kiril alfabesi Rusya’nın kullandığı alfabedir. Geçiş için Sovyet Rusya büyük bir okuma yazma, eğitim seferberliği başlattı. Bizdekinin aksine, Kazakistan’da alfabe değişikliği ile millet bir gecede cahil kalmadı! Tüm Kazakistan uyum sağladı değişen alfabeye. Rusya kütüphaneler açtı, kitapları ulaşılabilir kildi. Bunun etkisiyle okur yazarlık oranı halen Orta Asya Türk devletlerinde %100’e yakındır.
Şimdi bu tabloya bakarsak, ciddi bir eğitim seferberliği verilmiş ve başarılı olunmuştur. Ama burada bir sorun var ve verilen bu eğitim seferberliğinin verilen eğitimin kendisi. Kiril alfabesine geçilerek, Kazak halkı ile Latin alfabesi ile yazılan Bati kaynakları arasına duvar örülmüş. Üstelik Rus kaynaklarını anlamalarını sağlanmıştır. Zamanının havuz medyası halka ulaşabilir olmuştur. Okur yazarlık artmış ve kütüphanelerde sadece Sovyet Rusya’nın müsaade ettiği kitapları insanlar özgürce(!) okuma şansı bulmuştur. Artan okuma yazma oranı ile Sovyet Rus ideolojisi insanlar için anlaşılabilir olmuştur. Eğitim asimilasyon için güçlü bir araç olmuştur. Son tabloda insanların eğitim seviyesi artmıştır. Ama bu artan eğitim, Kazak halkı için başlı başına bir sorundur, çözüm değil. Kısacası, “Çare eğitim!” değildir, sorun eğitimdir.
Kitap okumuyoruz Abi!
Kitap okuma da eğitimin bir parçasıdır. Okumayı bir telepati ve kitapları icat edilmiş en güçlü teknolojilerden birisi olarak görüyorum. “Okumuyoruz Abi!” serzenişini çok kez duymuşuzdur. Kitap okumak, kendini geliştirmek elbet önemli. Ama asil önemli olan nitelikli ve eleştirel okumaktır. Yoksa ayni metni okuyan iki kişinin çok alakasız anlamlar çıkarması pekâlâ mümkündür.
Bilhassa günümüzde bilginin bilinçli tüketicisi olmak önemlidir. Aksi takdirde yanıltıcı sonuçlara varan yayınları okuyup, bunlara inanmak mümkündür. Dünyanın düz olduğuna inanan (flat earthers) kitle de okuyor. Bunlara “okumuyorsunuz, okusanız böyle düşünmezdiniz” derseniz, onlar da size aynisini diyebilirler. Çünkü siz de onların okuduğu şeyleri okumuyorsunuz. Onların yanlışa düşmesinde okudukları materyallerin de etkisi var. Yanlışlara daha az düşmek için, okurken ve öğrenirken filtrelerimizin olması çok önemlidir. Sonuç olarak, eleştirel okumanın ve filtreli okumanın asil önemli olduğunu düşünüyorum. Bilgiye, eğitime açılan bir kapı olan kitaplar da tarafsız değildir, objektif değildir. Yanlış bir düşünce sisteminde sorun bazen okunan kitaplar olabilir.
Peki Eğitimciler icin Tarafli Olmak Etik mi?
Hepimiz çevremizle etkileşim halindeyiz. Arkadaşlarımız, ailemizle etkileşimimiz bir bilgi akışıdır. Bilgi akışının bir parçasıyız, bu açından bir eğiticiyiz. Bu açından başlıktaki soru, toplumdaki herkesi ilgilendiriyor bence. Pedagogy of Hope kitabında Freire’ye göre öğretmenin vazifesi objektif olmak değil, demokratik ve ahlaklı olmaktır. Çünkü objektif olması zaten mümkün değildir. Öğretici farklı fikirlere ve duruşlara saygısını ifade etmelidir. Hatta uğruna mücadele ettiği, kendisini adadığı değerlere karşı çıkan fikirlere de saygı duymakla sorumludur. Çünkü öğreticiler kendi fikirlerinin üstün olduğu kibrine düşmeden, doğru bildiklerini anlatma mücadelesi vermekle mükelleftirler. Aksi halde mücadelesini verdiği insanları özgürleştirme davasında kendisi ile çelişmiş olur.
Nitel akademik çalışmalarda (Qualitative Studies) da tarafını, sübjektifliğini ifade etmek önemlidir. Araştırmacı, “benim geçmişimden gelen su tarz zaaflar, eğilimler olabilir. Bu eğilimler çalışmamı etkilemiş, benim bazı noktaları kaçırmama sebep olmuş olabilir” gibi açıklama yapmalıdır. Tamamen tarafsız olamayacağını, ama elinden geldiğince hakperest olduğunu ifade etmek araştırmacının sorumluluğudur. Sonuç olarak, demokratik ve etik olmak öğreticinin sorumlu olduğu davranıştır. Apolitik, tarafsız olmak gibi bir yükümlülüğü yoktur, çünkü bu mümkün değildir.
Enes Gökçe
0 Yorumlar