Belli bir kesime takılıp kalmış insanların geneli, olayları sadece kendi çerçevesinden değerlendiriyor. Hele de muhafazakar kesim. Bu konuda sol kesim daha açık bir bakış açısına sahip. Zaten solcuların bir araya gelememesinin sebebi aynı düşünememeleri. Bu birlik olma merakı genelde sağ kesimde var.
Cemaat gibi kapalı topluluklardan aktivist çıkmıyor. Çünkü muhafazakarlık ağırbaşlılık demek bir yerde. Oysa aktivist olmak biraz "geniş" olmayı gerektiriyor. Günümüzde toplumdaki bazı sıkıntılara ses getirme olayında bu aktivistlerin rolü var. Cemaat içinden bu tarz bir kişi veya grup ortaya çıkmadı. Çünkü cemaatçilik ağır abilik demek. Bu da "kadercilik" olgusuna dayanak kazandırıyor. Aslında cemaat içindeki itaat baskısı ve şefkat tokadı yersin ikazı da ayrı bir sorun teşkil etmekte. Aynı acıları çeken ama seslerini duyuramayan insanlar için iki yol var: ya kaderlerine razı olmak ya da sorgulamaya başlamak. Ben bunu neden, kimin için, ne uğruna yaşıyorum? Kaderciliğe razı olanlar zaten etkisiz eleman. Sorgulayanlar, kafası karışanlar hakkında cemaat yönetiminin pek bir fikri olmadığını düşünüyorum. Cemaatin bunu tehlike olarak görmemesinin sebebi, bu insanların sorularını yöneltecek merci bulamaması ve biraz da seslerini çıkarmaya korkmaları. Çevremde kafası soru işaretleriyle dolu insanlar var. İnsan bir defa sormaya başladı mı bunun ucu bucağı yok. Cemaatin bilmediği de tam bu nokta.
Bunları düşünme dinden çıkarsın!
Soru yelpazesinde neler var: Dünyada şimdiye kadar çekilen acılar, savaşlarda her iki kesimin de aynı yaratıcıdan yardım beklemesi, hayvanlara yapılan işkenceler, evrim teorisi, çocuk taciz ve tecavüzleri vs vs. Bir kısım insanlar bu soruları sormanın manasız, boş, gereksiz olduğunu düşünebilir. Ama cemaat tabanının gençliği bu sorularla boğuşuyor. "Siz namaz kıldınız da ne oldu, dua etmek işe yaramıyor ki neden dua edeyim, Allah'ın merhameti yok mu, neden bunca acıya rağmen zalime zaman veriyor?" gibi argümanları var. Ana-babası tutuklu çocuklara "sabret, bu başına gelenler için dua et, Allah çocukların duasını kabul eder" tezine göre dua eden çocuklar bir süre sonra umutsuzluğa kapılıyor ve duadan dinden imandan soğuyor. Bu bir nevi kocakarı tesellisi. Bu gençlik büyüyecek ve yetişkin olacak. Kafasında bir ton soru ve daha sağlamlaşmadan parçalanan imanla hem de.
Sorgulayan taban tam olarak biz neyin içindeydik sorusunun cevabını arıyor.
Gözlemlediğim kadarıyla bu yaşananlara olgunlaşmak olarak bakan bir kesim var. Bir de öfke dolu karşı kesim. Karşı kesimin argümanı daha sağlıklı: sorunlarla büyüyen insanların olgunlaştığı falan yok. Hatta bu çocuklar psikolojisi bozuk ebeveynler olacaklar, ve daha kötü bir nesil yetişecek. Eğer acılar insanı olgunlaştıracak olsa idi, 3+1 darbe yaşayarak daha olgun nesiller olmalıydık. Dönüp bir bakmak lazım ne haldeyiz?
Peki bu imtihan ne zaman bitecek? Kabaca düşünürsek bir imtihanın veya hayatımızı derinden sarsan bir olayın neden başımıza geldiğinin cevabı çok basit. Değiştirmemiz gereken şeyler var demek ki. Yanlış yaptığımız şeyleri düzeltmemiz lazım. İmtihan bir uyarıdır aslında. Ama halkın diline dolanmış bir tabir var ki, duyduğumda ortamdan beni soğutuyor: hayırlısı olsun. Başına dünya iş gelmiş, kafa yormak yerine "vardır bir hayır" deyip oturuyor. Allah bana burada bir şey anlatmaya çalışıyor, acaba ne demek istiyor diye düşünmek yerine "vardır bir hayır" deyip susuyor. Ya da mesela içeridekileri Allah koruyor diyenler vardı bir ara. Bir kesim çıktı, bir kesim hala içeride. Çıkanları Allah korumaktan vaz mı geçti yoksa onların korunmaya ihtiyacı kalmadı mı?
Müslüman dediğin akıllı olur, geçmişten ders alır, aynı yerden iki defa sokulmaz. Ama bizim dilimizde "tarih tekerrürden ibarettir" deyişi var. "Bediüzzaman da dahil tüm mübarekler çekmiş, çekeceğiz elbette" zihniyetine şaşırıyorum. Kendini sahabe ile yarıştırıyor. Hatta belki üstün görüyor farkında değil. Bediüzzaman çektiyse dava arkadaşlarıyla beraber çekti ve onlardan kat kat fazlasını yaşadı. Seni yalnız bıraktılar farkında mısın? Ne haldesin bir dön bak.
Ne zaman biteceğini söyleyeyim: sebepler planında olması gerekenler olduğu zaman.
Ya birileri elini taşın altına koyacak ve bitmesi için sebepleri ateşleyecek ya dünya siyasi konjonktüründe oluşan gelişmeler sebep olacak (AB giriş kriterleri doğrultusunda hukukla ilgili gelişmeler vs) ya da bu iş verilen cezaların yatılmasıyla olayların zaman içinde gevşemesiyle bitecek. Yani Türkiye'de yaşayanlar iki zalimin insafına terkedilmiş durumda.
Gerçekler maalesef çok acı!
Sosyolog M.Z.
3 Yorumlar
“Bana, nasıl oldu da kendini bu kadar unutabildin, diye soracak olursanız -ki bu soruyu sormak hakkınızdır- o zaman size yüzüm utançtan kızararak şu karşılığı vereceğim: bunun nedeni, büyük Mong’un şu sözlerini unutmuş olmamdır: Yapıyorlar, ama ne yaptıklarının bilincinde değiller; birtakım alışkanlıklar edinmişler, ama bunun nedenini bilmiyorlar; ömürleri boyunca dolaşıp durdukları halde yollarını bulamıyorlar: kitleden ayrılmayan, koyun gibi onun peşinden gidenler için doğaldır bunların tümü.”
YanıtlaSilThis comment has been removed by the author.
YanıtlaSilBlog sitenizi çok hoş buldum yeni keşfettim ayrıca attığınız her adımda başarılı olmanız ümidiyle..
YanıtlaSilBende sizi kişisel blogger siteme beklerim ZanaLab
https://www.zanalab.com ya da www.zanalab.com