Daha önceki yazılarımızda 15 temmuzla alakalı davalarda yargılanan sivil ve resmi şahıslarla alakalı bizzat mahkemelerde şahit olduğum ve bir kısmının içerisinde kendimin de bulunduğu şahit olunmuşlukları irdelemeye ve analiz etmeye çalıştım. Takip ettiğim mahkeme celselerinde sanık ve tanık beyanlarını, iddianameleri dikkatlice okuyup anlamaya ve bir sonuca varmaya çalışıyorum. Yaklaşık bir yıldır devam eden mahkemem süresince yaşadıklarımı ve gelinen noktayı sizlerle paylaşıp, “gerçekten o gece neler olduğunun” cevabını bulmaya çalışıyorum. Yazılardan sonra dünyanın değişik yerlerinden sosyal medya üzerinden iletişim kurduğum kişiler oldu. Bir zamanlar “abi” diyerek yere göğe sığdıramadığımız birçok kişiye mail yoluyla durumumu anlatıp bazı sorular sordum. Şu ana kadar sorduğum soruların hiçbirisine tutarlı ve mantıklı bir cevap alamadım. İlk başta selam kelem faslından sonra “…buyrun, durumunuza çok üzüldüm, geçmiş olsun…” gibi klasik ifadelerden sonra ben mevzuyu açıp bazı mahrem!, sorulmaması gereken sorular sorunca birçoğu cevap bile vermedi, veremedi. Uyuyor numarası yapan “abilerimiz” nedense dut yemiş bülbül oldular. Benim onları uyandırmak gibi bir derdim yoktu zaten. Sadece “fıtrat ve insanlık bekçileri nerede?” nin cevabı arıyordum, arıyorum. Bazı, gerçekten uyuyor numarası yapmayan kişilerle samimi hasbihallerimiz oldu. Beni en azından dinlediler, yaşadıklarımı anlamaya çalıştılar. Hem kendileri adına hem de benim adıma olayları analiz edip, gri alanları polarize etmemize katkı sağladığını düşünüyorum. Yarı uykulu yarı uyanık ve fakat bir türlü uykusu tutmayan, yaşananları aklına ve vicdanına bir türlü yediremeyen kişilerle de konuşmalarım oldu. Gelgitler yaşayan, aklını değil de kalbini bir türlü ikna edemeyen kişilerdi bunlar. Kolay değil elbette. Sevgilerin en güzeli, aşkların en büyüğüydü bizimkisi! O kadar emek verdikten sonra bir zurnacının peşinden kaçıp gidince sevgili, şoku atlatmak zor oluyor tabi. Bir de her gecesi kabus gibi geçen, bir türlü uyuyamayan ve uykuya hasret gözlerle konuştum. Bunlar zaten bitikti. Kullanılmış olmanın verdiği ızdıraba mı yansınlar yoksa tarumar olan onca hayata mı yansınlar. Bilmem ki neye yansınlar.
Sadede gelecek olursak. Daha önce yaptığımız kategorizasyona göre üçüncü bir gruptan bahsetmiştik. Bu kişiler 15 temmuz darbe girişiminin olduğu gece hiçbir şeyden habersiz şekilde avluda bulunan kişilerdi. Şu bizim meşhur Abdurrahman Çelebi’nin avlusu! Bahse konu olan askeri personel değişik sebeplerden dolayı sahada bulunan kişiler. Askerliğini yapan kişiler bilirler. Kışlalarda ve bağlı birliklerde, bölüklerde her gece nöbetçi rütbeli personel görev yapar. Nöbetçi amiri (genelde subaylar bu görevi icra ederler) ve nöbetçi subay (duruma göre bu görevi bazen astsubaylar bazen de uzman çavuşlar ifa ederler) sıfatıyla bu görevler yapılır. İstisnasız her gece ve gündüzünde bu görev ilgili personel tarafından sırayla ifa edilir. 15 temmuz gecesi hasbelkader bu görevi ifa eden personel vazifeleri gereği görev yerlerinde bulunmaktaydı. Emir komuta zinciri içerisinde kışlalarında bulunan bu insanlardan şu an yargılanalar var. Bunun yanında o gece gündüzünde normal mesaisini bitirip evine, lojmanına gidip ailesiyle birlikte olan personeller arasından yaşanan anormal hareketlilikleri medya kanalıyla öğrenip iş yerlerindeki amirlerini arayarak veya aramayarak (hayatlarının hatasını yapıp!) iş yerlerine gelen personeller var. Buradaki kritik soru şu: O gece birliklerine gelen personel veya vazifeleri gereği orada bulunan personel üst amirleri tarafından kendilerine verilen gayri kanuni emirleri yerine getirdiler mi getirmediler mi? Askerlik jargonunda bir söylem vardır. “Emir demiri keser.” Ancak TSK iç hizmet kanundaki ilgili maddeye göre “…bir ast üstü tarafından kendisine emredilen kanun dışı emirleri yerine getirmekle mükellef değildir…” Mahkemede hakimler heyetinin üzerinde hassasiyetle durdukları ve tanık beyanlarıyla ancak tam anlaşılabilecek bir konu bu. Bu personellerle alakalı hakimlerde vicdani bir kanaat oluşması için heyetin dikkatli bir şekilde bu konuları irdelemesi gerekiyor. Tahkikat heyetlerinin alelacele hazırlayıp kurumlarına sundukları raporlarda ciddi maddi hatalar yaptıkları mahkeme safahatında zaten ortaya çıkıyor. Bu durumları anlaşılan personel tutukluysa serbest bırakılıyor veya tutuksuz yargılanmaya devam ediliyor. Bir kısmı halen mesleklerine devam eden tutuksuz sanıklardan oluşuyor. Açığa alınıp tutuklu veya tutuksuz yargılananlar da var. Düşünsenize vazifeniz gereği o gece işyerindesiniz veya ne oluyor nedir bu olaylar diyerek aynı kışla içerisindeki lojmanınızdan yürüyerek sivil kıyafetlerle iş yerinize gelip tanıdık birilerinden bilgi almaya çalışıyorsunuz. İnanılmaz mağduriyetler yaşanmış durumda. Hiçbir şeyden habersiz kendilerini bir cehennemin içerisinde bulan bu insanlardan mesleklerinden ihraç edilenlere bolca rastlamak mümkün. Dünya görüşü olarak alevisi, kürdü, solcusu, ülkücüsü her kesimden insanlar bunlar. Yıllarca cemaatin hışmına uğramış, menfi! tabir edilip çalıştıkları kurumlarından ilişiklerinin kesilmesi adına türlü türlü yollar denenmiş insanlar. Cemaat deyince dakikada iki yüz elli mermi atan tam otomatik bir tüfek gibi küfür eden insanlardan bahsediyorum. Eşleri, çocukları, anneleri, babaları, kardeşleri v.s. olan evli aile babaları veya meslekte çiçeği burnunda genç bekar delikanlılar. Yaşadıkları mağduriyetten dolayı hem cemaate hem de AKP ye ateş püskürüyorlar. Filler tepindi, bizler ezildik diyorlar. Bu insanların gerçekten suçsuz oldukları mahkeme safahatında zaten belli olacak. Ben umutluyum. Ancak bu insanlara ve ailelerine yaşatılanların vebalini kim ödeyecek bilemiyorum. Hani hep birbirimize karşı kullandığımız klişe bir ifade vardır. “…hakkını helal et kardeş…” Yapılan işleri düşünüyorum da sadece kendi içimizde işletmişiz bu mekanizmayı. Sanki diğer insanlar Allah’ın kulu değillermiş gibi. Tam bir Yahudileşme temayülü.
Evet, cemaat içerinde nasıl ki; hiçbir mahrem işten haberi olmayan, sadece Allah rızası için koşturan yüzde doksan beşlik kesim kimlere ve hangi pis işlere sufle olduklarını bilmeden bu işlere alet edildiyse, o gece birliklerde hiçbir şeyden habersiz, yukarıda açıklamaya çalıştığımız sebeplerden ötürü bulunan masum insanlarda tertiplenen şerefsizliğe malzeme edilmişlerdir. Yapılan hukuksuzluklardan bunalan veya ruznameler düzenleyip saçma sapan güdülemelerle yurt dışına çıkış gündemleri oluşturup insanları kundakta bebeleriyle Ege’ye, Meriç’e ölüme sürenler hala hizmet ettiklerini veya devleti, ülkeyi temizlediklerini düşünüyorlarsa yazıklar olsun onlara! Yukarıda bahse konu olan insanların Anadolu’nun herhangi bir yerinde kendi hallerinde vazifelerini yaparlarken kendi iradeleri ve tercihleri dışında bu pisliğe bulaştırılması nedir Allah aşkına! Hak mıdır? Yeri geldiğinde bir gayri müslümin bile hukukunu koruma adına mahkemeler kurup adalet arayan ecdadla övünenler kendi evlatlarına karşı neden bu kadar gaddar ve acımasızdır. Bu vebal her ikinizin boynundadır…
Vahdettin Polat
0 Yorumlar