"Asil Yalan Olgusu" siyasi bir kavram olarak kadim Yunan filozofu Plato ile ortaya çıkmıştır. Toplumsal nizamı korumak için aristokratlar tarafından söylenen efsane ve gerçek dışı anlatılara siyasi literatürde “Noble Lie” yani “Asil Yalan” denmiştir.
Peki yalan olan asil olur mu? Bunun gerek dindeki gerek ahlaktaki karşılığı nettir. Batıl olan yollarla doğruya gidilmez. O halde yalan batıl ise doğru bir yolun metodu olmasa gerektir.
Belki de Friedrich Nietzsche'nin dediği gibi, özgürlüğe kavuşmanın yolu ölümcül gerçeklerle mümkündür. Nietzsche’nin vicdani derinliklerinden gelen o sesi vahiy de onaylar ve Allah, kullarına her daim doğru söz söylemesini emreder.
Asil yalan olgusu, kadim Yunan'dan bu yana siyasi liderlerin aracı olmuştur. Plato'nun tasavvurunda bu yöntem meşrudur zira nasıl ki doktor hastasına onun selameti için yalan söyleyebilir belli şartlarda liderlerinde yaşadıkları cemiyetin hayrı için yalan söylemeleri meşru olur.
Bu yöntem sorgulama kabiliyeti gelişmemiş topluluklarda kısa vadeli etkili olsa da eğitim düzeyi yüksek sorgulayabilme cesareti olan topluluklar için geçerli değildir.
Siyasi liderlerin halkı ikna etme adına başvurdukları asil yalanlar, halk üzerinde yeteri kadar etki arzetmeyince sistemin içinden din adamları bu kutlu vazifede! mühim bir açığı kapatmışlardır.
Dolayısıyla "Asil Yalan" dediğimiz olgu sadece siyasi otoriteler tarafından değil dini otoritelerce de kullanılan bir yöntem olmuştur.
Emevi döneminde bir çok rivayet ve efsanevi anlatı bu mantıkla uydurulmuş ve hatta ‘bid’at-ı hasene’ kavramıyla bir çok süslü ritüel maslahat namına dinin içine sokulmuştur. Bu anlatılar maalesef muteber hadis kitaplarının içine de maslahat maksatlı sokulmuştur.
Efsanelere ve gerçek dışı dini anlatılara inanan insanları siyaseten din adamları vesilesiyle yönetmek zor olmasa gerektir. İşte bu noktada uydurulmuş dini öğretiler siyasi mekanizmaların mühim bir aracı haline gelmiştir.
Plato’nun “Asil Yalan” dediği uygulamanın daha çok tarikat ve cemaatler tarafından bir motivasyon unsuru olarak kullanıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Emevi döneminde akaidin içine eklemlenen çarpık kader algısından, Mehdi-Mesih inancına veya Hilafetin Küreyşiliğine kadar vahyin ve aklın onay vermediği fıtrata aykırı tüm dini anlatılar bu tür siyasi manevraların ürünüdür.
Daha güncele gelirsek “Türkçe Olimpiyatlarına Allah resulü’nün geldiği” iddiası veya peygamberimizin tecessüm edip ev ev talebe dersanelerine teftişlere gelmesi yine açık ve net olarak bir motivasyon unsuru olarak kullanılmıştır.
Bunun neticesi bilindiği ve dahi tecrübe edildiği halde hala daha beter efsanevi anlatıları ve hatta hurafaleri kullanan tarikatlara olan rağbet oy kaygısıyla mı yoksa bu asil yalan denilen siyasi malzemeye hala ihtiyaç duyulduğundan mıdır?
Plato tarafından icad edilen “Asil Yalan” maalesef yüz yıllardır hem dini hem siyasi otoritelerin kullana geldikleri mühim bir olgu haline gelmiştir.
İşte bu noktada bahsi geçen bu teopolitik tezgaha, namuslu din adamlarının ve onurlu siyasi liderlerin karşı çıkması ve Mabedde Yangın Var! hatırlatması yapması elzemdir.
Zaten vahyin tanıttığı tüm peygamberlerin ortak mücadelesi bundan başka bir şey değildir.
Doğruluktan ölüm de olsa yine ayrılma, ve sadık ol diyen ve tarihe bir siyasi deha olarak ismi kaydedilen halife Ömer’e selam olsun.
Zira bilinmelidir ki doğruluktan daha etkili siyaset yoktur.
-Bilgin Erdoğan
0 Yorumlar